Hepimizin hatırlayacağı gibi üniversitelerin bu yılki açılışı olaylı başlamıştı. Daha ilk günlerden hareketli bir eğitim-öğretim yılına tanık olacağımız belliydi ve nitekim öyle de oldu. YÖK başkanı Kemal Gürüz ve İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu başta olmak üzere tüm üniversite yöneticileri, bir yandan yeni YÖK tasarısıyla bir yandan da öğrencilerle (!) uğraşmak zorunda kaldılar. AKP hükümetinin önerdiği yasa tasarısının yarattığı fırtınanın dinmesiyle birlikte kayıkçı dövüşü sona erdiğinde, her şeyin yerli yerinde olduğu ve YÖK’ün ruhundan ve işlevinden hiçbir şey eksilmediği, hatta daha da gericileştiği ortaya çıktı.
Öğrencilerin her sene düzenli olarak katıldıkları 6 Kasım YÖK’ü protesto eyleminin ardından Türkiye’deki üniversitelerin birçoğunda eyleme katılan öğrencilere soruşturmalar yağdırıldı. Rektörü başka bilim adamlarının eserlerini araklayarak bilim hırsızlığı yapmayı meslek edinmiş İstanbul Üniversitesinde, soruşturma gerekçeleri arasında, “Rektör İstifa”, “YÖK’e Hayır”, “Polis Dışarı Bilim İçeri”, “Soruşturmalar Baskılar Bizi Yıldıramaz”, “Bilim Hırsızı Rektör İstemiyoruz”, “Parasız, Bilimsel, Anadilde Eğitim” benzeri sloganları atmak ve “ideolojik halay çekmek” gibi tam da YÖK üniversitelerine yakışır gerekçeler yer alıyordu.
Soruşturmaları protesto etmek amacıyla yapılan etkinliklere katılan öğrencilere de soruşturmalar yağdırılarak, okula girmeleri yasaklananlar kervanına dahil edilen öğrencilerin sayısı 500’ün üzerine çıktı. Beyazıt Meydanında yapılmak istenen bir basın açıklamasına polis gaz bombalarıyla ve coplarıyla azgınca saldırarak engel oldu, birçok öğrenciyi de gözaltına aldı.
Okul idaresinin haksız uygulamalarının kaldırılması talebiyle öğrencilerin eylemlerine destek veren KESK, Rektörlükle görüşmesinin ardından, Rektörlüğün soruşturma açılan ve okula girmeleri yasaklanan öğrencilerin listesinin polis tarafından kendilerine iletildiğini kabul ettiğini açıkladı.
Haklarında soruşturma açılan öğrencilerin, daha soruşturma aşamasındayken okula girişleri yasaklandı. Gerici YÖK ve üniversite yönetimlerinin, daha “suçlu” oldukları dahi kesinleşmeden öğrencilere okula giriş yasağı vermesi, sürekli ağızlarına sakız ettikleri “hukuk”tan kimin hukukunu anladıklarını açık bir biçimde gösteriyor.
Benzer uygulamalar diğer üniversitelerde de yaşandı. Çukurova Üniversitesinde, “ideolojik halay” çekmek, “YEK’e YÖK’e karşı çıkmak”, “kamu malına zarar verme potansiyeli taşımak” gibi traji-komik iddialarla 24 öğrenciye soruşturma açıldı. Bunun ardından öğrencilerin gerçekleştirdikleri soruşturma karşıtı eylemlere okul idaresi yine 6 öğrenciyi okuldan atarak, 25 öğrenciye de uzaklaştırma cezası vererek cevap verdi. Yıldız Teknik Üniversitesinde okul yönetimi, aslında öğrencileri gözetim altında tutmak maksadıyla, fakat hırsızlık olaylarına engel olmak bahanesini kullanarak kampüsün her yanına kameralar yerleştirdi.
Bütün bunlar, devrimci öğrenci hareketinin kitlelerle ve işçi sınıfıyla bağlarının çok zayıf olduğu günümüzde, değil yeni kazanımlar elde etme, elde olanı koruma mücadelesinin bile nasıl saldırılarla yüz yüze olduğunu gösteriyor. Her eylemden sonra öğrenciler, soruşturmalara boğularak, uzaklaştırma cezaları verilerek sindirilmek isteniyor.
Burjuva düzen, baskının yanı sıra kitleleri ideolojik aygıtlarıyla abluka altına alarak zihinlerini bulandırıyor, sorgulayan ve üreten bir yapıya sahip olmalarındansa, sorgulamaktan aciz, sürü mantığına sahip bireyler olmalarını tercih ediyor ve böyle olması için de elinden geleni ardına koymuyor.
Burjuva devletin üniversiteler ve okullar üzerinden öğrenci gençliğe ve eğitim emekçilerine yönelik yürüttüğü saldırılar tüm hızıyla devam ederken, üniversitelerin devletin müdahalelerinden bağımsız, demokratik ve özerk bir yapıya kavuşturulması, eğitim emekçilerinin ve öğrencilerin örgütlenmesi ve siyasi faaliyet yürütmesi önündeki her türlü engelin kaldırılması, eğitimin her düzeyde parasız hale getirilmesi, üniversitelerde gerçekten bilimsel ve toplum yararına bir eğitim yapılması gibi hedefler, halen bu alanda yürüyen mücadelelerin başlıca sloganları olmayı sürdürüyor.
Eğitim sistemi burjuva ideolojisinin bir parçası ve aracıdır
Tarihteki bütün sınıflı toplumlarda eğitim, egemen sınıfın ideolojisinin yeniden üretiminin ve topluma yayılmasının, kabul ettirilmesinin bir aracı olarak işlev görmüştür. Egemen sınıflar, hegemon konumlarını koruyabilmek ve bireyleri üretim ilişkilerine uygun olarak yetiştirmek için eğitimi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Bu bağlamda eğitim, egemen sınıfların ideolojik araçlarından biridir.
Antik toplumlardaki eğitim sisteminden feodal toplumdaki kiliselere ve kapitalist toplumdaki üniversitelere kadar eğitimin başlıca amacı, egemen sınıfların çıkarlarına göre şekillendirilen toplumu mevcut sistemin devam etmesi gerektiğine ikna etmek, yeni kuşakları sistemin kendini yeniden üretebilmesi için gerekli formasyona sahip hale getirmektir. Egemen sınıfın kalıpları dışına çıkan eğitim anlayışları, tarihin her döneminde şiddetle reddedilmiş, yasaklanmış ve engellenmiştir.
Kapitalist toplumda da eğitimin anlamı farklı değildir, ancak kendisinden önceki toplumlara göre çok daha karmaşık bir işleve ve işleyişe sahiptir. Kapitalizm için eğitim, bir yandan burjuva sınıfın toplum üzerindeki egemenliğini sürdürebilmesinin bir aracı ve eğitim kurumları da burjuva ideolojisinin üretildiği ve yayıldığı yerlerken, diğer yandan da sermayenin hizmetine sunulmak üzere nitelikli işgücünün yetiştirildiği, kapitalistler sınıfı için meta üretiminin yapıldığı kurumlardır. Bu durum kapitalizmin ortaya çıkışından bu yana böyledir ve bu niteliği gittikçe artmaktadır.
Dini kurumlar, eğitim sistemi, hukuk sistemi, medya gibi tüm araçlar ideolojik aygıtın birer parçasıdırlar. Burjuvazi bu araçları son derece etkin bir şekilde kullanarak ve her gün bu araçlara yenilerini ekleyerek, hatta kimi zaman kendisine karşı olan araçları bile tersyüz edip içini boşalttıktan sonra topluma iade ederek ideolojik bombardımanını sürdürür.
Kapitalist toplumda dünyaya gelen herkes, doğduğu andan itibaren bu ideolojik bombardımana maruz kalır. Önce aile içinde, sonra okulda ve ardından üniversitede verilen eğitim tek bir amaca yöneliktir; bireyi kapitalist toplumla uyumlu bir hale getirmek ve bu şekilde tutmak. Okul evresi bittiğinde ideolojik eğitim başka araçlarla devam eder. Bu kapsamda burjuva medyanın ulaştığı güç korkutucu boyutlardadır. Medyanın yanı sıra din, kültür, ahlak gibi araçlarla süregiden ideolojik eğitim kişiyi ölünceye kadar bırakmaz.
Burjuva devletin toplumun tamamını genel ve zorunlu bir eğitime tabi tutması kuşkusuz kendisinden önceki toplumlarla karşılaştırıldığında muazzam bir ilerlemedir. Fakat bu noktada burjuva eğitimin amacı, toplumu oluşturan bireyleri, kendisinin ve yaşadığı dünyanın bilincinde olan ve edindiği bilgiyi toplumun yararına kullanan özgür insanlara dönüştürmek değil, bu bilgiyi burjuva sınıfın çıkarları doğrultusunda kullanan ve bunu da fazla soru sormadan itaatkâr bir şekilde yerine getiren ücretli kölelere dönüştürmektir.
Toplumun geneline uygulanan eğitim sistemi ile sadece küçük bir azınlığın, burjuva çocuklarının aldığı eğitim arasında, her alanda olduğu gibi derin bir uçurum vardır. Egemen sınıfın çocuklarının okuduğu okullar ile toplumun geri kalanının eğitim gördüğü okullar arasındaki fark, kapitalist toplumun sahip olduğu eşitsizlikle doğru orantılı olarak her geçen gün daha da artmaktadır.
Burjuva devletin bütün ideolojik argümanları eğitim sisteminin içeriğine de yansımıştır. Ders kitaplarında öğrencilere verilen sosyal bilgiler baştan aşağı gerici ve idealist bir içerikle doludur. Öğrencilerden bunları anlaması değil ezberlemesi istenir. Araştıran ve sorgulayan, doğru bulmadığını eleştiren, doğru bildiğini sonuna kadar savunan bir kafa yapısı burjuva eğitim anlayışıyla asla bağdaşmaz. Onun istediği kendisinin doğru dediğine doğru diyecek, yanlış dediğine yanlış diyecek, kısacası egemen ideolojiyi tartışmasız kabul etmeye yatkın, pasifleşmiş ve edilgen hale gelmiş beyinlerdir.
Kimi ülkelerde daha demokratik bir işleyişe sahip gibi görünse de, kapitalist sistemin tamamında başta üniversiteler olmak üzere tüm eğitim kurumları burjuva devlet aygıtının ya doğrudan bir parçasıdırlar ya da onun güdümündedirler. Son yıllarda Türkiye’de de kurulmakta olan özel üniversitelerin ve okulların varlığı, devletin eğitim sistemi üzerindeki etkisinin azaldığı anlamına gelmez. Burjuva devlet çok çeşitli ve karmaşık mekanizmalarla eğitim sistemi üzerindeki kontrolünü sürdürmektedir.
O halde üniversitelerde ve okullarda devrimci gençliğin ve eğitim emekçilerinin yürüteceği mücadele hangi politik eksen üzerinde ilerlemelidir? Sorunun özü mücadelenin ve örgütlenmenin burjuva devletten ve onun ideolojisinden bağımsızlaşması, üniversitelerde sınıf mücadelesinden kopuk ve bağımsız bir mücadelenin varolamayacağının kavranmasıdır.
Nasıl bir eğitim istiyoruz?
Burjuva eğitim sistemi eşitsiz bir yapıya sahiptir. Burjuva gençler paralı ve pahalı okullarda tüm imkânlara sahip olarak okurlarken, işçi ve emekçi sınıftan çocukların ve gençlerin böyle bir şansı yoktur. Onlar burjuva devletin sözümona parasız dediği köhnemiş ve bakımsız okullarda, her türlü eğitim araç ve gereçlerinden yoksun bir şekilde, burjuvazinin kendisine layık gördüğü eğitim hakkını kullanmaya çalışıyorlar. Kalabalık sınıflarda ve bilimsellikten uzak yöntemlerle yapılan bu eğitimin işçi sınıfından gençlere parlak bir gelecek sunması mümkün değildir. Ancak bu kadarı bile bir iş bulabilmek bakımından onlar için önemlidir ve söz konusu kısıtlı haklarını kullanmak için dahi nice çileye katlanmak zorundadırlar.
Eğitimin her kademesinde parasız eğitimin sağlanması için verilecek mücadele bu bağlamda bilhassa önemlidir. İşçi ve emekçi çocukları da yüksek öğrenim alma hakkını ancak bu sayede koruyabilecektir. Üniversitelere giriş sınavlarının kaldırılması talebi de bu çerçevede savunulması zorunlu bir hedeftir. İsteyen herkese yeteneği olduğu alanda yüksek öğretim görme hakkı sağlanmalıdır. Her yıl sınava giren 1,5 milyona yakın gençten sadece 230 bininin üniversiteyi kazanabildiği düşünülürse, bu hakkın işçi ve emekçi sınıfların çocukları için ne kadar önemli olduğu anlaşılacaktır.
Gerek okullar ve gerekse de üniversitelerde yapılan eğitim sonucu, burjuvazi ihtiyaç duyduğu nitelikli işgücü açığını kapatmaktadır. Ancak burjuvazinin çıkarları açısından sürekli olarak bir işsizler ordusunun yedekte bulundurulması sonucu, mezun olan öğrencilerin büyük bir çoğunluğu iş bulamamakta veya işsizlik korkusunun etkisiyle çok düşük ücretlere ve son derece kötü koşullarda çalışmaya razı olmaktadırlar. Ayrıca öğrencilerin işyerlerinde stajyer veya çırak olarak, fakat sigortasız, sendikasız, uzun çalışma süreleriyle ve düşük ücretlerle çalıştırılmaları da sorunun bir başka yanını oluşturuyor.
Bugünkü haliyle içi boş ve diplomalı işsizler yetiştiren bir eğitim anlayışının yerine, üretim süreciyle içiçe geçen ve üretken bir eğitim anlayışı savunulmalı, üniversiteler ile işyerlerinin işbirliği bu temelde tanımlanmalıdır. Üniversitede veya orta öğretimde okuyan öğrencilerin üretim süreci içerisinde yer almaları, yani bir yandan okuyarak bir yandan çalışmaları bizler açısından karşı çıkılması değil savunulması gereken bir durumdur. Karşı çıkılması gereken yan ise, bu işgücünün değerinin çok altında bir bedel ödenerek sömürülmesi ve her türlü sosyal haktan ve güvenceden yoksun bırakılmış oluşudur. Öğrenci işçiler ancak sigortaları tam ödenerek, yaşlarının izin verdiği çalışma süreleri aşılmaksızın, uzmanlaşmaya çalıştıkları işlerin dışına çıkılmaksızın ve aynı işi yapan işçilerin ortalama ücretlerinin altına inilmeksizin çalıştırılabilmelidir.
Eğitim sisteminin tüm kademelerinde, bireylerin kültürel ve ulusal kimlikleri, dilleri ve dinleri birer baskı sebebi olmaktan çıkarılmalı, milliyetçi ve şoven eğitim anlayışına karşı mücadele edilmelidir. Eğitim kurumları bir baskı ve asimilasyon aracı olmaktan çıkarılmalıdır. Herkese anadilinde eğitim görme hakkı tanınmalıdır.
Bizler, burjuva eğitim anlayışına ve onun en üst düzeydeki kurumu olan YÖK’e karşı çıkışların üzerinde yükseldiği ideolojik temeli sonuna kadar eleştiriyoruz. Burjuva düzenin sınırları içinde, ondan bağımsız, hatta onu aşan bir eğitim sisteminin yaratılabileceğini savunmak tümüyle sakat bir yaklaşımdır. Muhalif kesimlerin büyük bir çoğunluğu, ki buna eğitim emekçilerinin sendikal örgütleri ve solun büyük bir kesimi de dahildir, karşı çıkışlarının merkezine kapitalist sistemde kapitalist olmayan bir eğitim sistemi kurulabileceği yanılsamasını yerleştirmektedirler.
Burjuva devletin üst kademelerinde dönen kayıkçı dövüşünde taraf olmak da bizim işimiz değildir. YÖK’e ve yeni YÖK tasarısına karşı çıkış, milliyetçi ve devletçi bir temelde değil sınıf mücadelesinin çıkarları temelinde örgütlenmelidir. Üniversitelerdeki mücadele bir kez sınıf mücadelesinden ve dolayısıyla onun taleplerinden koparıldılar mı, hemen arkasından uzlaşmacı ve hayalci talepler kendisini göstermeye başlar. Oysa aksine, üniversitelerdeki mücadeleyi şimdikinden çok daha fazla sınıf mücadelesinin talepleriyle ortaklaştırmak gerekmektedir.
Bugün üniversitelere ve okullara hakim olan burjuva devletin eğitim anlayışının ne olduğu, okullarda hüküm süren askeri kışla disiplininden rahatlıkla anlaşılabilir. İlkokuldan üniversitelere kadar tüm eğitim kurumlarında, eğitimin içeriğinden çok daha fazla öğrencilerin kılık kıyafetiyle ve benzeri biçimsel konularla uğraşılmaktadır. Bu yolla gençliğin pasifleştirilmesi, sindirilmesi ve olası karşı çıkışların bastırılması hedeflenmektedir. Açık hava hapishanelerine çevrilen okullar, polis ve mafyanın işbirliği sayesinde birer uyuşturucu bataklığına dönüştürülmektedir. Gençleri eğitim amacıyla bu binalara dolduran ve ardından onları kapitalist düzenin en iğrenç ve aşağılık pislikleriyle zehirleyen de yine aynı burjuva düzendir.
Tüm bunlar herkesin gözleri önünde olup biterken sesini dahi çıkarmayan, “uyuşturucu” ve “terörizm” panelleri düzenleyen, çocuklara polis tarafından katledilmiş insan bedenlerinin fotoğraflarını göstermekten çekinmeyen burjuva devlet, bir yandan bu insanlık dışı düzeni yıkmak isteyen devrimcileri “terörist” diyerek damgalamakta, diğer yandan öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin her türlü örgütlenme ve mücadele girişimini bastırmaktadır.
Unutmayalım ki, üniversiteler de burjuvazinin düzeninin bir parçasıdırlar ve bu düzenin yarattığı sorunların dışında kalmaları olanaksızdır. Eğitimdeki eşitsizliğin, gerici, baskıcı ve bilimsel olmayan eğitim anlayışının, okullardaki anti-demokratik yönetimlerin ve kalitesiz eğitimin sorumlusu burjuva devlettir. Bu alanda da tek amacı kâr etmek olan burjuvazi, eğitim sistemini metalaştırmış ve özel üniversiteler sayesinde eğitim kurumlarını “bacasız fabrika”lara dönüştürmüştür.
Bu yüzden taleplerimizi elde etmek için vereceğimiz mücadele, burjuva düzeni değiştirmek için verilecek mücadeleden bağımsız olamaz. Bugün YÖK’e karşı yürütülen mücadelenin başarıya ulaşması, hem öğrenci gençliğin hem de burjuva düzene karşı verilen sınıf mücadelesinin örgütlülüğüne bağlıdır. Öğrenci gençliğin mücadelesini sınıf mücadelesinden ayırmaya kalkışmak, onu ölüme mahkûm etmekle eşdeğerdir. Gençliğin ve eğitim emekçilerinin ortak örgütlenmeleri savunulmalı, okul yönetimlerinin örgütlenmeyi engelleyici uygulamalarına karşı birlikte mücadele verilmelidir. Mücadelede hedeflerimize yaklaşmak ancak bu sayede mümkün olacaktır.
HERKESE EĞİTİM HAKKI VE PARASIZ EĞİTİM İSTİYORUZ!
ÜNİVERSİTELERE GİRİŞ SINAVLARI VE HAR(A)ÇLAR KALDIRILSIN!
YÖK’E DE YEK’E DE HAYIR!
ÖRGÜTLÜYSEK HER ŞEYİZ ÖRGÜTSÜZSEK HİÇBİR ŞEY!
link: Tuncay Alp, Kapitalizm ve Eğitim, 30 Nisan 2004, https://marksist.net/node/1343
Marksist Tutum’un 2. Yaşı Kutlu Olsun
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan