

15 Nisanda geçirdiği ciddi kalp sorununun ardından yapılan ağır ameliyat sonrasında günlerce yoğun bakımda yaşam savaşı veren Sırrı Süreyya Önder’i kaybettik. Tüm ezilenlerin dostu, yoldaşı, dertdaşı ve hak savunucusu olarak geçirdiği hayatıyla, geride ona sevgi ve saygı duyan milyonlar bırakarak göçtü bu dünyadan Sırrı Süreyya.
1962’de Adıyaman’da sosyalist bir babanın evladı olarak gözlerini açtı dünyaya. Böylece bu ülkede sosyalist olmanın zorluklarına da bebeklikten itibaren tanık oldu. Babasını sekiz yaşında kaybettiğinde, ona çocuk işçiliğin yolları göründü. Ailesinin yükünü sırtlandı küçücük bedeniyle. Fotoğrafçı çıraklığıyla başlayan işçilik hayatı lastik tamirciliğiyle devam etti. Lisede Maraş Katliamını protesto ederken yaşadı ilk zindan deneyimini. Sonra 12 Eylül faşizminin ağır işkenceleri, zindanlarda geçen yedi yıl… İçeriden çıktıktan sonra yaşamını idame ettirmek için saz çalmaktan kamyon şoförlüğüne kadar pek çok iş yapan Sırrı Süreyya, tüm bunların yanı sıra emek emek ördüğü entelektüel birikimiyle karşımıza köşe yazarı, senaryo yazarı, oyuncu, yönetmen bilge ve nüktedan Sırrı olarak çıktı ve gönüllerde taht kurdu.
Zorlukları örerken bu bilgeliğin hamurunu da kardığını görüyoruz Sırrı Süreyya’nın hayatına baktığımızda. Sosyalist bir baba ve o babayı kaybettikten sonra onun hayatında önemli bir figür olarak varlığını devam ettiren Nurcu bir dayı… Kendisi, “bu akrabalık denklemi”nin onun “bu ülkenin toplumsal kodlarını çözme”sinde çok önemli bir rol oynadığını belirtirken şöyle diyordu: “Çünkü ya babam ya dayım ya da ikisi birden içerideydi. Ama ikisi birden dışarıda nadir oldu.”
Senaryosunu yazıp yönettiği Beynelmilel filmi onun sanatsal yeteneklerinin büyük fikri bir derinlikle yoğrulu olduğunu ortaya koymuştu. Bir yandan 12 Eylül faşizminin acımasız baskıcılığını mütevazı bir Anadolu kentinin sahnesi üzerinde teşhir ederken, bir yandan da olağanüstü derinlikteki bir toplumsal gözlem gücüyle, farklı sınıf ve katmanların davranış tarzlarını veriyordu. Hayat verdiği karakterleri klasik romanlarda görülecek türden derinlikli bir gözle ele alıp onları gerçek çelişkileri içinde verebiliyordu. Ve tüm bunları zerrece didaktikliğe, basitliğe, yavanlığa, sakilliğe düşmeden, üstün bir incelikle, nüktedanca başarıyordu. Kendisiyle belli ölçüde benzerlikler taşıyan sosyalist yönetmen Yüksel Aksu’nun, Sırrı Süreyya hakkında ölümünün ardından söylediği, onun modern zamanın Nasreddin Hocası olduğuna dair sözler yerindedir. O, bu toprakların kendine özgü kadim mizahını da kendi harcına ustaca katabilmiş bir sosyalist sanatçıydı.
Sırrı Süreyya, acı ve kahırla yoğrulmuş bu kadim topraklarda yeşermiş nadide bir insandı. Çok geniş kesimlerin saygısını kazanmış bir gönül insanıydı. Kendisine “zamane dervişi” denmesi boşa değildi. Ama o aynı zamanda mücadeleciliğiyle ve mücadeleleriyle taht kurdu ezilenlerin kalbinde. 2011’de Emek, Barış ve Demokrasi Bloku’ndan, ardından BDP ve HDP’den milletvekili oldu. Ezilen, sömürülen işçilerin, emekçilerin, zulme uğrayan Kürtlerin, dindarların ve hatta ağaçların vekiliydi o. 2013’te başlayan “çözüm süreci”nde aktif görev aldı ve bu nedenle 2018’de Erdoğan faşizminin zulmüne uğradı bir kez daha. 10 aylık bir hapislikten sonra siyasi yasaklı olarak devam etti mücadeleye. 2023 seçimlerinde DEM Partiden tekrar milletvekili seçildi ve bu kez TBMM Başkanvekilliği görevi de verildi kendisine. Geçtiğimiz yıl sonundan itibaren, okkanın altına gitme pahasına, bir kez daha Kürt sorununun çözümü için sorumluluk üstlendi ve İmralı heyetinin içinde yer aldı. AKP hükümetinin 2013’ten bu yana arttırarak sürdürdüğü zulüm Sırrı Süreyya’nın mücadele azmini kıramadı ama onu içten içe kemiren hastalıkları da musallat etti ne yazık ki.
Sırrı Süreyya Önder hayata gözlerini yumsa da, bu topraklarda verilen emek, barış ve özgürlük mücadelesinin unutulmaz isimlerinden biri olarak ezilenlerin kalbinde hep yaşayacak. Uğurlar olsun Sırrı Süreyya!

link: Marksist Tutum, Sırrı Süreyya Önder’in Ardından, 3 Mayıs 2025, https://marksist.net/node/8507