Dünya işçi sınıfının en büyük tarihsel eyleminin, şanlı Ekim Devriminin üzerinden 100 yıl geçti. 1917’de dünyayı sarsan bu kızıl fırtına, tarih nehrinin yatağını değiştirdi. Dünyanın tüm ezilenleri bu fırtınanın yarattığı umudun etkisi altına girdiler. O güne kadar gördükleri en büyük kıyım olan dünya savaşının biteceğine, sömürünün son bulacağına, yepyeni bir dünya kurulacağına, gerçek mutluluğa ve özgürlüğe ulaşılacağına inandılar. O dünyayı elleriyle kurmak için işe giriştiler. Bu erdemli çabalar, ezilenlere aydınlanma ve mutluluk getirdi. Tüm insanlık için daha güzel bir dünya yaratma ideali uğruna birlikte dövüşmek, kolektif bir çaba ile insanlığın ideallerini gerçekleştirmek için ter dökmek toplumda bambaşka bir ruh hali yaratmıştı. Ekim Devrimi toplumun içine itildiği karanlığı yırtmış, dünyanın tüm ezilenlerinin umudu haline gelmişti. Ekim Devrimi gösteriyor ki bugün dünyanın içinde bulunduğu karanlık da sonsuza kadar hüküm sürmeyecek, insanlık bu darboğazdan da çıkacaktır.
Ekim Devrimi: Proleter devrimler çağının ilk perdesi
Aradan geçen bir asırlık zamanda kapitalizmin egemenleri Ekim Devrimine kara çalmaya çalışmaktan bıkıp usanmadılar. Dünyanın tüm ezilenlerine umut veren bu büyük ve cüretkâr başkaldırı, onlarda derin bir korku ve nefret yarattı. Ekim Devriminin bürokratik bir karşı-devrimle yenilgiye uğratılması, “tek ülkede sosyalizm” adına dünyanın geri kalanında işçi sınıfının pasifize edilmesi, SSCB’nin dağılması kapitalist egemenlere rahat bir nefes aldırsa da yeterli gelmedi. Ekim Devrimini unutturmak, işçi sınıfının hafızasından kazımak istediler. Önderlerini karaladılar, şeytanlaştırmaya çalıştılar. İşçi sınıfının öldüğü yalanını tedavüle soktular. Sosyalizmin ve komünizmin denendiğini ama kapitalizmin daha üstün bir sistem olduğunun anlaşıldığını, üstünlüğü nedeniyle diğer sistemlerin onunla rekabet edemediğini, çöküp gittiğini iddia ettiler. Devrimler çağının geçtiğini, o defterin artık kapandığını ilan ettiler. “Kapitalizm ölümsüzdür” diye haykırdılar. Ancak bu yalanlar mezardan geçenin korkusunu bastırmak için ıslık çalmasına benzer.
Açıktır ki Ekim Devrimi ve onu önceleyen Paris Komünü dünya işçi sınıfının daha ilk atılımlarıdır. Marx, Paris Komünarlarının göğü fethe çıktığını söylerken tüm görkemine rağmen bu ilk atılımın yenilgiye mahkûm olduğunu anlatır. Söz konusu sınıf savaşımları olunca ilk hamlede zafer elde etmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Önemli olan bu ilk deneyimin derslerini, siyasal sonuçlarını bilince çıkarmak ve mücadeleye devam etmektir. Komünün geleceğin atılımları için nasıl bir kapı araladığını, önemini derinden kavrayan Marx, kalkışmanın derslerini eksiksiz bir biçimde süzmeye girişti. Marx’ın yerine getirdiği bu görevin önemi 46 yıl sonra gerçekleşen Ekim Devrimi ile daha berrak biçimde açığa çıktı. Bu anlamıyla Komünün yenilmiş olması onun paha biçilmez bir deneyim olduğu gerçeğini değiştirmez.
Aynı şey Ekim Devrimi için fazlasıyla geçerlidir. Ekim Devriminin yerini Stalinist karşı-devrime bırakması, o devrimin önemini ortadan kaldırmaz, haklılığını soldurmaz. Ekim Devriminin gerçekleşmiş olması başlı başına bir zaferdir. Ekim Devrimi işçi sınıfının tarihsel mücadelesinde bir dönüm noktasıdır, insanlığın ileriye doğru yürüyüşünde bir deniz feneridir. Emperyalizm çağındaki bu ilk atılımı yeni ve daha büyük atılımlar takip edecektir. “Denenen” ve hiçbir üstünlüğü olmadığı ortaya çıkan kapitalizmin ta kendisidir. Kapitalizm çürümüştür, insanlığa acı ve yok oluştan başka hiçbir şey vaat etmemektedir ve artık tarih sahnesinden çekilip yerini sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz, özgür üreticiler dünyasına bırakmalıdır.
Çürüyen kapitalizmin kuyusunda çırpınan insanlık
Dünyamıza hâkim olan kapitalizm, adeta etleri çürüyen ve lime lime dökülen cüzamlı bir bünyedir. İyileşmesi, tedavi edilmesi mümkün değildir ve yeri mezardır. Ama henüz ayakta olduğu için dünyaya çürüme, acı ve ölüm yaymaktadır. İşte bu durum geri kalan her şeyi belirliyor. Çürümenin etkileri gezegenin her bir köşesinde, gündelik yaşamın her alanında derinden hissediliyor. Dünyaya yoğun sömürünün, savaşın, şiddetin, açlığın, işsizliğin, değersizleşme ve yozlaşmanın zehirlediği kasvetli ve boğucu bir atmosfer egemen. Çürümeden nasibini fazlasıyla alan işçi ve emekçi insanlar, gençler genel olarak çaresizlik, ümitsizlik, mutsuzluk, karamsarlık ve çıkışsızlık içinde. İşçi sınıfının saflarında kendine inançsızlık, yozlaşma, yanlış hedeflere kanalize edilmiş nefret kol geziyor. Çürümenin alabildiğine derinleştiği, sınıflar mücadelesinde işçi sınıfının büyük yaralar aldığı bu dönemde toplum karanlık bir kuyunun dibinde çırpınıyor. Sınıf mücadelesinin geri çekildiği böylesi dönemlerde, toplum keskinleşen çelişkilerin, sorunların çözümünün mümkün olmadığını düşünerek karanlığa esir olabilir. Örgütlenmenin ne denli hayati olduğunu unutabilir. Bugün işçi ve emekçi kitlelerin kendi güçlerinin farkında olmaması, çözümü başka yerde araması, sınıf düşmanlarının oyunlarına gelmesi, umutlarını faşist liderlere bağlayabilmesi bundandır.
Oysa işçi sınıfının mücadelesinin yükseldiği dönemlerde yürekler aydınlanır, toplumda adeta örgütlenme seferberliği olur, geleceğin daha güzel şekilleneceği ümidi büyür. İnsanlar daha güzel bir geleceğin yaratılmasına katkı verme isteği ve azmi ile dolarlar. Topluma iyimserlik, azim, ümit, coşku, kardeşleşme, dayanışma ve mutluluk hâkim olur. En koyu karanlıklar bile dağılmaya ve peşleri sıra sonsuz enerjisiyle ışığı getirmeye yazgılıdır. Tarihin en karanlık kesitleri bile gelip geçmeye mahkûmdur.
Milyonlarca görünmez zincirle bilinci esir alınmış işçi ve emekçi insanlar, kitleler bu gerçeğin farkında olmasa da Marksizmin ışığıyla aydınlanan, tarihsel iyimserliği soluyan komünistler farkındadır. Onlar, koşullar ne denli zorlu olursa olsun, olması gerekeni yaratmak için yorulmak nedir bilmeksizin çalışırlar. Onların bu çabasının kıymeti sınıf hareketinin yeniden yükselişe geçtiği dönemlerde berrak biçimde açığa çıkar. Tarih yazılırken kapitalist egemenlerin zafer çığlıkları attığı karanlık dönemlerin, sınıf devrimcilerinin baltalarını biledikleri dönemler olduğu, işçi sınıfının öfkesinin biriktiği dönemler olduğu anlaşılır. Toplumun ruh hali değişir, değişim isteği yürekleri doldurur ve sınıf devrimcileri işçi sınıfına yol gösterir.
Bolşevik Parti ve devrimci direnç
“Yönetici bir örgüt olmazsa, kitlelerin enerjisi pistonlu bir silindir içinde sıkışmayan buhar misali uçup gider. Bununla birlikte, hareket silindir ya da pistondan değil, buhardan ileri gelir.”[1] Devrimi kitleler yapar ama örgütlü ve öncü partilerinin yolunda ilerleyen kitleler. Önderliği olmayan kitleler devrim yapamaz, kitlelerin gücüne dayanmayan öncü tarihin akışını değiştirecek atılımların önünü açamaz. Sınıfın öncüsünün sınıfın önderi haline gelebilmesi ancak kendini bu göreve hazırlamasıyla mümkün olur. Ekim Devrimi bu gerçeğin doğrulanışıdır.
İşçi sınıfının önderliğini kazanmak, kapitalizme meydan okumak ve dünya devrimini başarıya ulaştırmak isteyen sınıf devrimcilerinin zorlu ve kahırlı günlerde sabırla ve azimle çalışmayı bilmesi gerekir. Onların kapitalizmin gücü karşında yılgınlığa kapılma; toplumun üzerine çökmüş atalete, karamsarlığa, gericiliğe, çürümeye bakıp eseflenme, moral bozma, yenilmişlik duygusuna prim verme lüksü yoktur. Kapitalizmi yıkmak için verilen mücadele tepeden tırnağa haklı bir mücadeledir ve bu mücadele içinde olan insanlar tepeden tırnağa umutla, inançla, dirençle, bilinçle kuşanmalıdır. Haklılık duygusunun gücüne sarılarak coşkuyu, kararlılığı yitirmeden çalışmaya devam etmelidir. Bu ruh olmadan, zorlu şartlar, zorlu sınavlar atlatılamaz, kitleler bu haklı davanın saflarına çekilemez.
Kitlelerin bilinçlenmesi dümdüz bir çizgide ilerlemez. Kitleler öne atılır, şüphe duyar, durur, geri çekilir, yeniden ayağa kalkar, başa döner, kabuğuna çekilir, öfkesiyle yeniden meydanlara çıkar... Bu zikzaklı süreçte risk taşıyan, kritik kararların alınması gereken anlar vardır ve bu kritik süreçler kitlelerin güvendiği, önderliğini gönülden kabul ettiği bir örgüt olmadan, bu örgütün aşıladığı umut ve güç olmadan atlatılamaz. Bu nedenle önderliğin kendisinin uyanık, umutlu, dirençli ve güçlü olması gerekir. Zorlukların sınavından başarıyla geçmiş olması gerekir.
Ekim Devriminin mimarı olan Bolşevik Partinin lideri Lenin, zorluklar karşısında gösterdikleri direnci şöyle özetlemiştir: “Bir avuç insan, birbirimizin elini sımsıkı tutmuş halde, sarp bir yolda, uçurumun kenarında yürüyoruz. Her taraftan düşmanlarla sarılmışız ve yolumuza neredeyse devamlı düşman ateşi altında devam etmek zorundayız. Özgürce almış olduğumuz kararla, tam da düşmanlara karşı savaşmak için birleştik.”[2] Hedefine kilitlenen Lenin’in bu kararlılığı Bolşevik Partinin yaratılabilmesine, Rusya işçi sınıfına öncülük edebilmesine ve büyük Ekim Devrimine imkân sağladı. Lenin’in eşi ve yoldaşı olan Krupskaya, Lenin’in en zorlu sürgün yıllarına, polis takibine, partiyi inşa etmek için giriştiği politik kavgalara, gericilik günlerinin karalama kampanyalarına çelikten bir iradeyle göğüs gerdiğini anlatır. Bolşevik tarzı bu sayede yarattığını dile getirir. Kendisi de büyük bir devrimci olan ve Bolşevik tarzın içselleştirilmesi için ter akıtan Krupskaya, Lenin’in en koyu gericilik dönemlerinde bile işçi sınıfına olan inancını asla yitirmediğini defalarca dile getirir. İnanç, umut, direnç, azim Lenin’de cisimleşmişti. Onun bu gücü, sımsıkı kaynaşmış o bir avuç insandan başlamak üzere tüm Rusya işçi sınıfına yayılmıştı.
Klavdiya Sverdlova, eşi Sverdlov üzerinden Bolşeviklerin zorluklara nasıl göğüs gerdiğini şöyle anlatır: “Bu koşullar altında; dostluk duygusu, zamanında söylenen bir arkadaş sözü, basit, insani bir paylaşım, zor bir anda içtenlikle sunulan bir parça ekmek, sıcak bir öğle yemeği, ya da birkaç ruble, büyük rol oynuyordu. Bir yoldaşı köklü bir şekilde, evet sıkı denetime alarak kendisini bırakmasına engel olmak, kendisine sahip olması için onu azarlamak, bir kitapla, herhangi bir şeyle ve küçük bir şeyle de olsa meşgul olmasını sağlamak bazen ne kadar da önemliydi! İnsan için, yoldaşlar için, kavga arkadaşları için verilen sıkı savaşım, son dakikaya kadar «yaşayan ruhunu» korumasını bilen ve başkalarına da kendilerini kaybetmemeleri için yardım eden Sverdlov, sürgünlerin sevgi ve takdirini alıyordu.”[3]
Devrim, özlemleri için mücadele eden kanlı canlı insanların eseridir. “Devrimin en tartışma götürmez özelliği kitlelerin tarihsel olaylara doğrudan müdahaleleridir. Normal zamanlarda, ister monarşik ister demokratik olsun, devlet ulusa tepeden bakar; tarih erbaplarınca yapılır: Monarklar, bakanlar, bürokratlar, parlamenterler, gazeteciler... Ama keskin dönemeçlerde, eski düzen artık onlar için katlanılmaz hale geldiğinde, kitleler kendilerini siyaset arenasından ayıran duvarları birer birer yıkarlar, geleneksel temsilcilerini yerlerinden ederler ve bu müdahaleleriyle yeni bir düzenin başlangıç ortamını yaratırlar. Devrimin tarihi bize göre, her şeyden önce, kendi kaderlerinin karara bağlandığı sahaya kitlelerin aniden dalmalarının öyküsüdür.”[4]
İşte Ekim Devrimi böyle bir öyküdür ve bu öyküde Rusya işçi sınıfı sahaya inmiştir. Artık sahada eskinin çöküşünden korkmayan ve yeni için savaşan bir işçi sınıfı vardır. Elbette kitlelerin tümü bilinçli değildi, çoğu zaman “devrimin ateşini ancak ellerini yakarak ve geri kaçarak körüklemeyi öğreniyorlardı”. Bolşevikler sabırla çalışarak, izah ederek, teşhir ederek kitlelerin öğrenim sürecini hızlandırıyorlardı. Ve sabırlarının ödülünü nihayetinde adılar. Onların inanç ve kararlılığı sonunda kitlelerin inanç ve kararlılığı haline geldi. İşler zorlaştığında meydanı terk etmeyenler, ateş çemberinden geçmeyi göze alanlar kitleleri kazandılar. Devrim için katlanılan zorlukların büyüklüğü zaferi de büyüttü, değerli kıldı. Zaferin mimarlarına mutluluk ve onur verdi. Klavdiya Sverdlova, “kat edilen yola geri dönüp bakıldığında, sovyet devriminin ilk yıllarında Bolşevik Partinin, kahraman işçi sınıfı ve köylülüğün atlatmak zorunda olduğu sıkıntılar, o zamanki zor çalışma koşulları üzerine düşünüldüğünde, halkımız, partimiz, büyük Lenin ve mücadele arkadaşlarının onur dolu anılarıyla insanın kalbi kabarıyor” demiştir.[5]
Direnç karanlıkları yırtar, devrim dönüştürür!
1905 devriminin ardından gelen gericilik yılları Bolşeviklerin ve işçi sınıfının saflarını dağıtmıştı. Geriye bir avuç insan kalmıştı. Ancak 1912’de Lena madenlerinde gerçekleşen eylemler ve bunun sonucundaki katliam işçi sınıfında yeniden bir öfke patlamasına neden oldu. Bolşevikler güç kazanmaya, fikirleri yeniden işçi sınıfının saflarında yayılmaya başladı. Ancak bu yükselişten kısa süre sonra dünya savaşının patlak vermesiyle işçi hareketi yeniden geri çekildi. Bolşevikler bir kez daha büyük bir sınavla karşı karşıya kaldılar. Savaşın tozu dumanı içinde sınıfa ihanet edenlerin sesi gerçek enternasyonalist devrimcilerin sesini bastırdı. Rusya’nın yoksul köylüleri ve işçileri ancak milyonlarca kayıp verdikten sonra Bolşeviklerin sesine yeniden kulak vermeye başladı. Kitleler barış istiyorlardı ve Bolşevikler bu talebi tutarlı ve kararlı bir biçimde öne çıkartarak devrimin kaldıracı haline getirmeyi başaracaklardı.
“Bolşevikler iktidarı alırken ne varlıklı sınıflarla ne çeşitli siyasal önderlerle anlaşmaya girişmiş ne de eski hükümet mekanizmasını kendilerine bağlamak istemişlerdi. Ufak bir kliğin örgütlenmiş şiddet eylemi de değildi bu. Eğer tüm Rusya’da kitleler ayaklanma için hazır olmasalardı başarısızlık kesin olurdu. Bolşeviklerin tek başarı nedeni, halkın en derin köşelerinde yatan geniş ve basit istemlerini harekete geçirerek geçmişi yıkmak ve kendileriyle birlikte henüz dumanı tüten bu yıkıntılar üzerinde yeni bir dünya kurmak için onları işbaşına çağırmalarıdır.”[6]
İşçi sınıfı her türlü baskıyı ve sömürüyü ortadan kaldıracak tek sınıftır ve yalnızca kendi çıkarları için savaşmaz. Bu nedenle savaşımına tüm ezilenleri ortak etmeli, onları kendi bayrağı altında birleştirebilmelidir. Bolşeviklerin önderliğinde bu da başarılmıştı. Köylüler, askerler ve denizciler de Bolşeviklerin çağrılarına kulak vermişti. Onlar, daha önce hiç olmadığı kadar büyük bir kendine güven duygusuna ve yepyeni bir umuda kapılmışlardı. Bolşevik Partinin barış, toprak, üretimin denetlenmesi gibi sloganları işçi sınıfını harekete geçirdi ve toplumun ezilen kesimlerinden destek alabilmesini sağladı. Bu durum kitleleri devrime hazırladı.
Burjuvazi devrimi ezmek için her şeyi yapıyordu. “Ama gücün burjuvaziden yana olduğu zaman geride kalmıştı. Petrograd’ın işçi semtleri dişinden tırnağına kadar silahlanmıştı. Her işletme, her fabrika devrimin bir kalesine dönüşmüştü. Bolşevikler işçilerden alaylar, bölükler ve mücadele grupları oluşturdu. Petrograd’ın devrimci garnizonu, silaha sarıldı. Şanlı Kronştad ve Helsingfors başkaldırdı. Baltık tayfaları, partinin çağrısıyla gemilerin kazanlarını ateşledi. Bütün ülkede halk ayağa kalktı ve nihai kavga için başkaldırdı.”[7]
Devrim yaklaşırken işçilerin yoğun olduğu sanayi merkezleri ve kalabalık garnizonlu taşra kentleri adeta kaynıyordu. Sovyetler buralarda giderek yayılıyor, güçleniyordu. Çöken merkezi iktidarın ve yerel otoritelerin yerini sovyetler alıyor, kitlelerin çözülmesi gereken sorunlarını çözüyor, yönetim organı haline geliyorlardı. Toplum tam bir uyanış içine girmişti. İşçiler kendilerini bekleyen görevlerin daha fazla farkına varmaya başlıyordu. Sverdlova, o günler için, “bütün ülkeye bir gösteri ve siyasal güç dalgası hâkimdi” diyordu. “Bir sınıf ve çağın acil ihtiyacına cevap veren sloganlar kendilerine binlerce kanal yaratır. Kaynama halindeki devrimci ortam fikirlerin yüksek derecede akışkanlığıyla ayırt edilir.”[8] Bolşeviklerin gazeteleri her yerde yüksek sesle okunuyordu. Lime lime oluncaya kadar defalarca okunan bu gazetelerdeki önemli makaleler ezberleniyordu. O gazetelerdeki fikirler her yerde anlatılıyordu. Bolşeviklerin fikirleri ezilenlerin bilincine ve ruhuna akıyor, onları şekillendiriyordu.
Sovyet Kongresinin 18 Haziranda düzenlediği gösteri de bunu kanıtlıyordu. Şöyle anlatıyor Krupskaya: “Hazırlıklar, gösteriye az kimsenin katılacağı düşünülerek yapılmıştı ancak umulanın tam tersi oldu. Gösteriye yaklaşık 400 bin işçi ve asker katıldı. Gösteriye getirilen yafta ve dövizlerin yüzde doksanın üzerinde Bolşevik Merkez Komitesinin «Bütün İktidar Sovyetlere!», «Kahrolsun On Kapitalist Bakan!» sloganları okunuyordu. Geçici Hükümeti destekleyen sadece üç yafta vardı.”[9] 18 Haziran gösterisi göstericilerin kendisinin üzerinde büyük etki yarattı. Kitleler Bolşevizmin bir güç haline geldiğini gözleriyle gördüler. Kararsızlık ve tereddüt içinde olanlar Bolşevizme yönelmeye başladılar. Moskova’da, Kiev’de, Harkov’da, Yekaterinoslav’da ve daha pek çok kentte gösteriler Bolşeviklerin etkisinin son derece arttığını ortaya koydu.
Toplumdaki coşku artıyor, fabrika komiteleri, sovyetler güçleniyor, devrimin ayak sesleri Rusya’yı sarıyordu. Bu durum burjuvazinin saldırılarını arttırmasına neden oldu. İşçilere yönelik saldırılarda nice kayıpların verildiği Temmuz günleri bambaşka bir ruh hali yarattı ve kitleler bir kez daha yalpaladı, Bolşeviklerden uzaklaştı. İşçi sınıfının tüm düşmanları Bolşeviklere karşı saldırıya geçti. Son bir hamle yapacaklarını ve Bolşeviklerin kökünü kazıyacaklarını zannediyorlardı. Kitleleri onlara karşı kışkırtıyorlardı. Bu durumda Bolşeviklerin daha da sabırlı olması gerekiyordu ve öyle de yaptılar. Yıllarca yanı başlarında çalışan ve Bolşeviklere lanet yağdıran işçilere “madem Bolşevikler hain, Alman ajanı, işçi sınıfının düşmanı, o halde neden başımızdan def etmek istediğimiz herkesin hedefindeler? Savaşın devam etmesini isteyenler, Kerensky’ler, kadetler, prensler, patronlar… Neden herkes onlara saldırıyor?” diye sordular.
Ağustos ayında, General Kornilov’un, kabaran devrimi bastırmak için darbe girişiminde bulunması işçi kitlelerinde büyük öfke yarattı. Bolşevikler Kornilov’a karşı etkin bir mücadeleye giriştiler. Temmuz günleri geride kalmış, Bolşeviklerin sayesinde General Kornilov’un yenileceği ve Petrograd zindanlarını boylayacağı düşüncesi halkta heyecan yaratmıştı. Ağızdan ağza efsaneler dolaşıyordu. Zırhlı araçlar tümenindeki bir asker olan Mitreviç bu durumu şöyle anlatır: “Tek sözü edilen şey kahramanlık ve yiğitlikti ve bu devam ettiği müddetçe bütün dünyayla başa çıkılabileceği söyleniyordu. Bolşevikler yeniden hayat bulmuşlardı. Uyanmış olan kitleler tereddütlerin, ayak sürçmelerin ve geçici gerilemelerin ardından kaybettikleri zamanı geri kazanmaya çabalıyor gibiydiler. Sular genel, inatçı ve karşı konulmaz bir şekilde yükseliyordu. Evet, Bolşevikler şevkle ve yorulmak bilmeksizin çalışıyorlardı, kitlelerin, meslek örgütlerinin her gün, sürekli olarak içindeydiler. Her zaman orada oldukları, her önemli işte olduğu gibi fabrikanın ve kışlanın tüm ayrıntılarına hükmettikleri için onların bir parçası olmuşlardı. Kitle Bolşeviklerle birlikte yaşıyor ve soluyordu.”[10]
Devrimci dalga kabardıkça burjuvazinin ve işbirlikçilerinin ümitsizliği artıyor, morali bozuluyordu. Kornilov’a bağlanan umutlar da boşa çıkmıştı. Burjuvalar korkuyla titriyor, kitlenin her talebini, her mücadeleyi, her sloganı Bolşeviklik olarak “yaftalıyorlardı”. Ama bu da ters tepti. Haklı talepleri karşısında Bolşeviklikle “suçlanan” işçiler, askerler, gençler, kadınlar Bolşevikleri kendilerine daha da yakın hissetmeye başlıyordu. Meselâ sıradan askerler Bolşeviklikleri konusunda o kadar çok şey duymuşlardı ki, hepsi de kanlı canlı gerçek bir Bolşevik görmek, onu dinlemek istiyorlardı. Etrafta bir Bolşevik olduğu söylentileri bile subayların kötü muamelelerini azaltıyordu ve askerleri mutlu ediyordu. “Milyonlarca asker beyni olayları yeniden zihin süzgecinden geçiriyor ve siyasi deneylerinin bilançosunu çıkartıyordu. Cephedeki biri bir gazete yayın kuruluna şöyle yazıyordu: «Sevgili yoldaşlar, işçiler ve askerler, tüm dünyayı kana bulayan bu uğursuz K harfine meydanı boş bırakmayın. Bir numaralı cani Kolka (Çar Il. Nikola), Kerensky, Kornilov, Katedin, Kadetler, hepsi de K harfiyle başlıyor. Kazaklar da bizim için tehlikeli insanlar. İmza: Sidor Nikolayev.» Burada boş inancın zerresi yok; bu olsa olsa siyasi belleği eğitmede bir yöntem” diyordu Troçki.[11]
Krupskaya devrimin öngününde toplumun geçirdiği dönüşümü şöyle anlatır: “O günlerde sokaklar ilginç bir görünüm içindeydi. Her yerde, en son olayları heyecanlı bir şekilde tartışan insan kümeleri görülüyordu. Bu toplulukların arasına katılarak onları dinliyordum. Yollar üzerindeki bu toplantılar o kadar ilginçti ki bu yüzden bir gün Şirokaya Caddesinden Krzesinska Köşküne kadar tam 3 saatte gidebildim. Kaldığımız ev bir arsaya bakıyordu ve orada bile geceleri pencereyi açtığımız zaman ateşli bir tartışmayı duymak mümkündü. Arsada bir asker oturur ve çevresinde çoğu kez aşçılar, bitişik evde çalışan hizmetçiler veya gençlerden oluşan bir dinleyici grubu bulunurdu. Gece yarısından bir saat sonra bu gruptan gelen sesler arasında «Bolşevikler», «Menşevikler» gibi kelimeler kulağımıza çarpardı. Sabaha doğru saat üçte «Milyukov», «Bolşevikler» gibi kelimeler duyulur ve politika üzerinde sürdürülen bu «köşe başı» konuşmaları sabah saat beşte bile devam ederdi. Petrograd’ın beyaz geceleri, şimdi belleğimde, bütün gece süren bu politik tartışmalar olarak kalmış.”[12] John Reed ise o günlerde olayları izlemek üzere Rusya’ya gelen yabancıların Rus işçilerinin Bonapartizm üzerine tartıştığını gördüğünde yaşadığı şaşkınlığı anlatır. Toplumdaki bu ruh hali onlar için anlaşılmazdı ama sonuna kadar gerçekti.
Krupskaya bir müddet Viborg’ta, Asker Karılarına Yardım Komitesinde çalışır. Komiteden askerler arasında çalışma yürüten bir kadının Krupskaya’ya anlattıkları da toplumdaki değişime ilişkin çarpıcı bir örnektir: “Benim kocam cephede. Kendisiyle çok iyi anlaşırdık ama geri döndüğü zaman ne olacağını bilmiyorum. Ben şimdi Bolşeviğim ve Bolşeviklerle birlikte ilerliyorum ama cephedeki kocamın ne düşündüğünü, Bolşeviklerden yana olmamız gerektiğini kavrayıp kavrayamadığını bilmiyorum. Çoğu kez geceleri yatağıma uzanır, eğer kocam hâlâ bunu kavrayamamışsa ne olacağını düşünürüm. Tabii kendisini bir daha görüp görmeyeceğimi de bilmiyorum.”[13]
Krupskaya, gençler arasında yapılan çalışmalarda da aktiftir ve orada yaşanan değişime ilişkin örnekler de aktarır. “Bir gençlik örgütü olan «Işık ve Bilgi», kendi programını hazırlamıştı. Üyeleri, Bolşevik, Menşevik, Anarşist ve hiçbir partiye bağlı olmayanlardan oluşuyordu. Program çok sadeydi ve bir bakıma ilkeldi ancak bu programın yol açtığı tartışmalar çok ilginçti, örneğin, programdaki maddelerden biri, her üyenin dikiş dikmeyi öğrenmesini zorunlu kılıyordu. Üyelerden biri (Bolşevikti) şöyle bir öneride bulundu: «Neden hepimiz dikiş dikmeyi öğrenelim? Eğer bu madde bütün kızların dikiş öğrenmesini zorunlu kılsaydı anlardık, çünkü dikiş dikmesini bilmeyen bir kız, zamanı geldiğinde kocasının pantolonunun bir düğmesini dikemeyecektir, ama neden hepimiz öğrenelim?» Bu karşı çıkış, büyük bir gürültü kopardı. Erkekler gibi kızlar da bu görüşü protesto ediyor ve sıralardan ayağa fırlayarak; «Kim demiş bir kadın kocasının pantolonunun düğmesini dikecek diye? Ne demek istiyorsunuz? Sizler de eskiden olduğu gibi evine bağlı köle gibi kadınlar mı istiyorsunuz? Bir kadın kocasının yoldaşıdır, hizmetçisi değil!» diye bağırıyorlardı. Yalnızca kadınların dikiş dikmesini öneren talihsiz çocuk, ses çıkarmadan yerine oturmak zorunda kalmıştı.”[14]
Nihayet vakit gelmiş, devrim gerçekleşmiştir. 25 Ekimde Smolny’de işçi ve asker temsilcilerinin Petrograd sovyeti toplantısında Lenin, “yoldaşlar” diye seslenir, “Bolşeviklerin her zaman zorunluluğundan bahsettikleri, işçi ve köylü devrimi başarıldı!” İşçilerin, askerlerin, denizcilerin yüzleri aydınlanır. Bu zafer kanlı dünya savaşının biteceği, açlığın ve sömürünün sona ereceği umudunu perçinler. Toplumsal dönüşümü hızlandırır. İşçi sınıfının yıktığı eski iktidar azınlığın çoğunluğun üzerindeki iktidarıydı. Oysa yeni kurulan işçi iktidarı artık çoğunluğun bir avuç sömürücü üzerindeki iktidarıydı. Halkın yaratıcı etkinliğine dayanıyordu. Toplumsal ve siyasal nitelikleriyle bu iktidar işçilerin, köylülerin, askerlerin devrimci iktidarıydı. “Bu gerçekten bir mucizedir: Açlığın soğuğun ve ekonomik çöküntünün anlatılması güç eziyetini çeken işçiler, yalnızca kendi morallerini yüksek tutmamışlar, Sovyet iktidarına olan tüm bağlılıklarını sürdürmemişler, fakat hazırlıksız ve tecrübesiz olmalarına rağmen devlet gemisini yönetme yükünü üstlerine almışlardır! Ve bunu fırtınanın azgın bir kerteye vardığı bir sırada yapmışlardır.”[15]
Azgın fırtına henüz dinmemiştir. Devrimden sonra karşı-devrim şahlanır, iç savaş, açlık, kıtlık baş gösterir. Kırsal alanda yoksul kitleler açlıkla karşı karşıyadır. Lenin devrimin ateşi içinde pişmiş işçilere yiyecek sorununu çözmek için halkın arasına karışmanın ne denli devrimci bir görev olduğunu anlatır. İşçiler bu çağrıya kulak verir. “Lenin yoksulları düşündüğü için yoksullar da onu düşünürdü” diye aktarır Krupskaya: “İlyiç’in sekreteri Lydia Fotieva yoksul bir köylü ailesinden gelme bir Kızıl Ordu erinin Kremlin’e uğrayarak ekmeğinin yarısını Lenin’e verilmesi için kesip bıraktığını anlatır. «Bunu yesin, bugünler açlık günleri» demiş. Lenin’le görüşmeyi bile istememiş. Fakat yalnızca geçerken onu uzaktan kendisine göstermelerini dilemiş.”[16]
O açlık günlerinde Kızıl Ordu erleri tartışmaya, okumaya, öğrenmeye de açtılar ve artık Hıristiyanlık üzerine okumak istemiyorlardı. “İlyiç’in bir konuşma yaptığı Okul Dışı Eğitim Kongresinde, cepheye gitmeleri için delegelere çağrıda bulunan bir karar tasarısı kabul edildi. Pek çoğu gitti. Bunlar arasında, tecrübeli bir öğretmen olan Elkina da vardı. O Güney cephesine gitti. Elkina, o zamanlar kullanılan ders kitaplarının tümdengelim yöntemine dayalı, onlara ders vermeye başladı: «Maşa kaşa (yulaf unundan yapılmış lapa) yedi», «Maşa tereyağ yaptı», vs… Kızıl Ordu erleri «Sen bize neler öğretiyorsun?» diye itiraz etmeye başladı: «Maşa da hangi Allahın cezası?» «Biz o saçmalıkları okumak istemiyoruz.» Ve Elkina okuma yazma derslerini değişik bir yöntem üzerine kurdu: «Biz köle değiliz, köle değiliz biz.»”[17]
Dünün ezilenlerinin yüreğini umutla, beynini bilinçle dolduran devrimdi ve ezilenler onlara bunu armağan eden devrime, devrimin önderine fedakârca sahip çıkıyorlardı. Kızıl Ordu erleri, eski düzenin ordularına karşı korkusuzca çarpışıyor, hapishaneleri basarak tutukluları kurtarıyorlardı. İşçiler, toplumun ihtiyaçlarının karşılanması için canla başla çalışıyordu. Beyaz ordulara karşı savaşıyorlardı. Gençler sovyetlerin zaferi için canlarını vereceklerini haykıran marşlar söylüyorlardı. Öğretmenler ücretsiz çalışıyor, bilmeyenlere okuma-yazma öğretiyorlardı. Kadınlar cephe gerisinde görev alıyor, evlatlarını devrim mücadelesinde yitirilenlerin anılarıyla büyütüyorlardı. Toplum artık başka bir toplumdu. Ekim Devrimi işçi sınıfının yarattığı kızıl bir fırtınaydı ve işçi sınıfı bu fırtınanın dindirilmesine izin vermemek için canla başla çalışıyordu.
Sonradan yaşananlar ne olursa olsun Ekim Devrimi, işçi sınıfının ve insanlığın deniz feneridir, umududur. Burjuvazinin yok etmeye çalıştığı o büyük umut sınıf devrimcilerinin yüreğinde kor gibi yanmaya, toprağın altından fışkırmak ve dünyaya yayılmak için derinden derine büyümeye devam ediyor. Bugünün dünyasının ve insanının içinde bulunduğu durum Ekim Devriminin ışığına ne denli büyük bir ihtiyaç duyulduğunu gözler önüne seriyor.
[1] Troçki, Rus Devrimin Tarihi, c.1, önsöz, Yazın Yay.
[2] Lenin, Seçme Eserler, c.2, Dogmatizm ve “Eleştiri Özgürlüğü”, s.41, İnter Yay.
[3] Klavdiya Sverdlova, Sverdlov Urallı Delikanlı, Ceylan Yay., s.231
[4] Troçki, age, c.1, önsöz
[5] Klavdiya Sverdlova, age s.323
[6] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Yordam Yay. s.313-314
[7] Klavdiya Sverdlova, age, s.310
[8] Troçki, age, c.2, s.308
[9] Nadejda Krupskaya, Lenin’den Anılar, Odak Yay. c.2, s.228
[10] Suhanov’dan aktaran Troçki, age c.2 s.287-288
[11] Troçki, age, c.2, s.289
[12] Krupskaya, age, s.218-219
[13] Krupskaya, age, s.231
[14] Krupskaya, age, s.231-232
[15] Lenin, aktaran Krupskaya, age, c.3, s.187
[16] Krupskaya, age, c.3, s.113
[17] Krupskaya, age, c.3, s.162
link: Ezgi Şanlı, Karanlıkları Yırtan Fırtına: Ekim Devrimi, 7 Kasım 2017, https://marksist.net/node/6023
Okurlarımızdan: Ekim Devrimine Selam Olsun!