Gotha Programının Eleştirisi
Marx ve Engels, August Bebel ve William Liebknecht’in kurucuları arasında olduğu Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisini bilimsel komünizmi savunan sağlam bir kitle partisi haline getirmek için çok emek vermişlerdi. Onlar, Bismarck rejiminin yasaklarına ve polis baskısına karşı partinin verdiği mücadeleyi takdir ediyor ve destekliyorlardı. Partinin kitle içindeki örgütsel çalışmasını, sendikalar içindeki faaliyetini ve parti yayınları için sarf edilen çabaları övgüyle karşılıyorlardı. Fakat Almanya’da aynı dönemde Ferdinand Lassalle’ın başında olduğu Alman İşçi Birliği de işçi sınıfı içinde çalışmalarını yürütmekteydi ve iki örgütün birleşmesiyle parti birliğinin gerçekleştirilmesi konusu gündeme getirilmişti.
Marx ve Engels, hareketi ilerletebilecek bir birliğin ancak bilimsel komünizmin ilkelerinin kabulü temelinde sağlanabileceğini ısrarla savundular. Birleşik bir parti oluşumuna ilerleyen süreçte, iki farklı kanat arasında ilkelerden taviz vererek gerçekleştirilecek bir birleşmenin partideki oportünist unsurları güçlendireceğini, ideolojik seviyeyi düşüreceğini, neticede yarardan çok zarar getireceğini biliyorlardı ve buna karşı çıktılar. Bebel’lerin başında bulunduğu ve Eisenachcı diye adlandırılan kanat bir süre Marx’ın uyarılarına bağlı kaldı. Ne var ki, sonunda Liebknecht Lassalcılara uzlaşma elini uzattı ve ilkesel bir birlik sağlanmadan birlik görüşmeleri başlatıldı. 1875 Şubatında her iki kanat yeni bir program taslağı üzerinde uzlaşmaya karar verdi. Bu yeni program taslağı oportünist akıma teslim olmaktan ve yürürlükteki Eisenach programına kıyasla geri adım atmaktan başka bir anlam taşımıyordu. Marx yoldaşlarına, yeni taslağın bir tartışma temeli olarak bile uygun olmadığını, zira partinin gelişmesine engel oluşturacağını söyledi. Program taslağı üzerindeki eleştirilerini tamamladıktan sonra, eleştirel notlarını Bebel’lere aktarması için 5 Mayıs 1875 tarihli bir mektupla Bracke’ye gönderdi.
Marx mektubunda, program taslağına düştüğü kenar notlarının Birlik Programı’nın eleştirisi olduğunu belirtiyordu. Kongrede program taslağı kabul edilirse, Engels’le birlikte bu programla hiçbir ortak yanlarının olmadığını açıklayan bir bildiri de yayınlayacaklardı. “Mahkûm edilmesi gereken ve partinin moralini bozan bir programı tanımamak benim için bir görevdir” diyordu Marx. Marx’ın uyarılarına rağmen, 1875 yılı içinde Almanya’nın Gotha kasabasında Lassalcı ve Eisenachcı kanatların birleşme kongresi gerçekleşti ve bu kongrede Gotha Program Taslağı kabul edildi. Bu nedenle de Marx’ın eleştirel kenar notları, daha sonra “Gotha Programının Eleştirisi” olarak tanımlanıp basıldı ve Marx’ın devasa çalışmaları arasında yerini aldı. Gotha Programının Eleştirisi, Marx’ın programatik görüşlerini içermesi bakımından, tıpkı Komünist Manifesto gibi, geçmiş tarihlerden günümüze dek büyük bir öneme sahip oldu.
Marx bu özlü yapıtında, proleter devrimin stratejisine, kapitalizmden komünizme geçiş dönemine, komünist toplumun alt ve üst evresine değin pek çok can alıcı hususa açıklık getirmiştir. Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm döneminin yer alacağına ve bu geçiş döneminin ancak ve ancak proletaryanın devrimci diktatörlüğü altında sürdürülebileceğine ilişkin satırlar tarihsel bir önem taşır. Ayrıca Marx, “ücretlerin tunç kanunu” gibi saçma teoriler icat eden, sendikal mücadelenin ve grevlerin beyhude bir çaba olduğu görüşünü yayan ve devletçiliği savunan Lassalcılığı açıkça mahkûm etmiştir.
Marx’a göre Gotha Programındaki kabul edilemez yanlardan biri de, Lassalcıların mevcut devletin kurulacak üreticiler kooperatiflerine yardım etmesini sosyalizme erişmenin bir yolu olarak sunmalarıydı. Marx kenar notlarında, yeni bir toplumun, tıpkı yeni bir demiryolu yapımı gibi devlet borçlarıyla kurulabileceğini sanmanın tam da Lassalle’a yaraşır bir kuruntu olduğunu vurgulamıştı. Bu nokta son derece önemliydi ve zaten Marx da başlıca eleştirisini, programda devletin rolünün çarpıtılmasına yöneltmişti. Birbirine düşman sınıflara bölünmüş bir toplumda devletin sınıflar üstü bir doğaya sahip olduğundan söz etmek, işçi sınıfının devrimci mücadelesini baltalamak demekti. Gotha Programının, dönemin ulusalcılığı yücelten diktatörü Bismarck’a da tavizler verdiğini düşünüyordu Marx. Ayrıca, programda “özgür halk devleti” gibi saçmalıkların yer alması onun sert eleştirilerine konu olacaktı. Programda geçen “devlet tarafından sağlanan temel eğitim” talebini de doğru bulmamıştı Marx. Ona göre bu yaklaşım da otoriterliğe kapı aralayan bir anlayışı içeriyordu. Tersine, devrimci işçi sınıfı, okuldan hükümetin ve kilisenin her türlü etkisini uzak tutmayı savunmalıydı. Keza Marx’a göre, programdaki “akademik özgürlük ve inanç özgürlüğü” talebi de aslında liberalizmin modası geçmiş sloganlarından ibaretti. Artık bu gibi talepler burjuva anayasalarında bile yer almaktaydı. İşçi sınıfının partisi inanç özgürlüğünü savunmakla birlikte, burjuva çerçeveye hapsedilen “inanç özgürlüğü”nün neticede dinsel temelde bir “özgürlük”ten ibaret olduğunu bilmeliydi. Devrimci parti kendini burjuva çerçeveyle sınırlamamalı ve esasen program, inancı dinin yarattığı yanılsamalardan kurtarma çabasında olduğunu ifade etmeliydi.
Lassalcılar, bütün öteki sınıfların işçi sınıfına oranla yalnızca gerici bir yığın oluşturduğu şeklinde yanlış bir kavrayışa sahiptiler ve bunu programa da yansıttılar. Bu hatalı yaklaşımı şiddetle kınadı Marx. Bu yaklaşım, işçi sınıfıyla köylülük arasındaki ittifakın reddedilmesi anlamına geliyordu ve o dönem için bunun mücadeleye zararı büyük olurdu. Oysa işçi sınıfının yıllar önce ortaya konan devrimci programında (Komünist Manifesto), burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içersinde yalnızca proletaryanın gerçekten devrimci bir sınıf oluşturduğu açıklanmıştı. Fakat Marx’a göre Gotha Programındaki en büyük hata, proletarya enternasyonalizmi ilkelerinin göz ardı edilmesiydi. Son ve önemli bir nokta ise, Marx’ın eleştirel notlarında geleceğin sosyalist toplumuna ilişkin düşüncelerini açımlamış olmasıydı ve bu devrimci teoriye yapılan büyük bir katkıydı. Gerçekten Marx’ın yıllar önceki bu açılımları, günümüz dünyasında işçi devleti, sosyalizm ve komünizm konularında doğru bir kavrayışa sahip olmak isteyenlere parlak ışığıyla yol göstermeyi sürdürüyor.
Grundrisse’den Kapital’e uzanan yol
Marx 1848-51 döneminden sonra, Londra’da British Museum’da 1857 yılına uzanan hummalı bir araştırma çalışması sürdürdü. Marx’ın burjuva iktisat teorilerini eleştirerek kapitalizmin iç işleyiş mekanizmalarını çözümlediği bu süreçte kaleme aldığı muazzam elyazmaları büyük bir öneme sahipti. 1857 yılına gelindiğinde ise, Amerika’nın ve İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin finans kuruluşlarından ve mali sistemlerinden yansıyan veriler, büyük bir ekonomik krizin kapıda olduğunu gözler önüne serdi. Marx ve Engels krize dair haberleri büyük bir sevinçle karşıladılar. Marx yazışmalarında, 1848’in yarım kalmış devrimci sürecini yeniden başlatacak hareketi beklediklerini belirtiyordu.
20 Ekim 1857’de yazdığı mektubunda, “Amerika’daki kriz bir harika” demekteydi Marx. 13 Kasımda “Kendim de mali sıkıntı içinde olmama rağmen, 1849’dan beri hiç bu bunalımdaki kadar keyifli olmamıştım” diye yazıyordu. Engels’e 15 Kasım tarihli mektubunda yer alan satırlarında ise, kapitalizmin kriz içinde kıvranmasından duyduğu mutluluğu dile getiriyordu: “Geçen yedi yılın burjuva boku belli bir ölçüde bana da bulaşmıştı, şimdi o temizlendi, bambaşka biri oldum. Kriz bana bedenen en azından deniz havası kadar iyi geldi. 1848’de demiştik ki: şimdi bizim vaktimiz geliyor. Bir bakıma gelmişti de, bu sefer ama tam olarak geliyor.” O dönemde kaleme aldığı gazete yazılarında ve Engels’le yazışmalarında, 1857 krizinin kökenlerine ve doğasına ilişkin önemli analizler gerçekleştirdi Marx. Ayrıca, yaşandığı dönemde yarattığı etkiye rağmen, 1857 krizinin kendine özgü özelliklerinin abartılmasına ve onun kendi başına bir olay olarak gösterilmesine de karşı çıkmıştı. Örneğin, 4 Ekim 1858 tarihli New York Daily Tribune gazetesinde yer alan makalesinde, “Her ekonomik krize özgü ayırt edici özelliklerin bu krizlerin hepsi için geçerli olan yanları örtmesine izin verilmemelidir” diye yazıyordu. Kapitalizm, açık ki, giderek şiddetlenecek krizlerle yaşamaya mahkûmdu ve Marx’ın bu bağlamda üzerinde özellikle durduğu birinci konu kredinin önemi, ikinci konu ise uluslararası finansal işlemlerin oynadığı rol oldu.
Devrim beklentisinin coşturduğu ruh hali içindeki Marx, Engels’e ekonomik çalışmalarına yeniden başladığını haber veriyordu. Geceleri sabah dörtlere kadar deliler gibi çalışarak ekonomik araştırmalarını toparlamaya çabaladığından, bu mahiyetteki elyazmalarını, patlayacak tufandan önceye yetiştirmeye niyetlendiğinden söz ediyordu. Elyazmalarını 1857 bunalımının tetiklediği heyecan atmosferinde, bu bunalımın nedenlerini ortaya koymak üzere bir an önce yazıp bitirmeye girişmişti. Ne var ki, elyazmaları henüz tamamlanmadan Avrupa ülkelerindeki devrimci ruh hali ortadan kalkmış ve çalışmanın bitirilmesi hedefi acilliğini yitirmişti.
Marx 1857 Ağustosuyla 1858 Martı arasındaki kısa zaman dilimi içinde 750 sayfayı bulan elyazmasını kaleme aldı. Böylece, ölümünden sonra devasa incelemelerinin “Grundrisse (Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön-Çalışma ya da Taslak)” diye adlandırılıp yayınlanacak olan kısmını ortaya koymuş bulunmaktaydı. Marx’ın yoğun düşüncelerini depoladığı bu elyazmaları, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’dan Kapital ciltlerine dek daha sonra kaleme alacağı çalışmalarının da ana taslağıydı. Taslak, “Giriş”, “Para Bölümü” ve “Sermaye Bölümü” başlıkları altında üç ana bölümden oluşuyordu ve Marx’ın tarihsel materyalizmle kapitalizm konusundaki ön çalışmalarını gözler önüne seriyordu. Taslak başlığı altında derlenen notların bir yıldan kısa bir süre içinde kaleme alındığı hesaba katılacak olursa, Marx’ın bu ön çalışma sırasındaki düşünsel yoğunlaşmasının inanılmaz temposu tahayyül edilebilir. Bu muazzam çalışmanın, bir de Marx ve ailesinin yoğun bir sefaletle boğuştukları koşullarda üretildiği hesaba katılırsa, sarf edilen emeğin ve fedakârlığın boyutları daha iyi anlaşılır.
Marx’ın yıllar boyunca elyazması defterlerde saklı kalan değerli çözümleme notları, ilk kez 1939 yılında Moskova’da Grundrisse (Taslak) adı altında, Marx-Engels-Lenin Enstitüsü tarafından sınırlı sayıda yayınlandı. Fakat ancak 1953 Berlin baskısıyla birlikte yaygın biçimde tanınmaya başladı. Türkiye’de ise ilk kez Birikim Yayınları tarafından 1979 yılında basılarak okurla buluşabildi. Kapital ciltleri içinde yer alan çözümlemelerle Grundrisse içinde yer alanlar özünde aynı olsa da, pek çok konunun anlatımı Kapital’de çok daha anlaşılır ifadelere kavuşturulmuş ve Marx yıllar içinde eksik ya da yanlış olduğu sonucuna vardığı hususlarda düzeltmeler yapmıştır. Netice olarak şunu söylemek gerekir ki, Marx’ın ekonomi politik eleştirilerini içeren Grundrisse’yi ve Kapital’i ana hatlarıyla kavramadan, kapitalizmin işleyişini, iç yasalarını, krizlerini anlayabilmek mümkün değildir. Marx’ın Kapital’i yazma planının oluşmasını ve yöntem sorununu sergilemesi bakımından Grundrisse büyük önem taşır.
Marx, yoğun çalışmasının sürekli genişleyen, yazıp bozulan büyük serüveniyle hayatının geri kalan kısmını Grundrisse’de yazdıklarını olgunlaştırmaya hasretmiştir. Böylece ortaya çıkan altı bini aşkın sayfa ise, bir kısmını Marx’ın sağlığında yayına hazırladığı, diğer bir kısmı ise ancak ölümünden sonra derlenip basılan muazzam eserlerinde vücut bulabilmiştir. Marx’ın amacı, bu ekonomi çalışmasını sermaye, toprak mülkiyeti, ücretli emek, devlet, dış ticaret ve dünya pazarı başlıkları altında altı kitap halinde yazıya döküp bitirmektir. Ama ne yazık ki, yaşam koşulları ve yaşam süresi Marx’ın bu arzusunun tam anlamıyla gerçekleşmesine izin vermemiştir. Marx’ın neredeyse tüm bir ömrünü vakfederek ürettiği Grundrisse’den Kapital’e uzanan çözümlemeler insanlığı aydınlatarak akan muazzam bir nehir gibidir. Marx’ın bu çalışmaları, ekonomik alana ilişkin eleştiri ve değerlendirmelerin yanı sıra, dünya tarihine ilişkin ufuk açıcı nitelikleriyle de okura zengin bir bilgi kaynağı sunmaktadır.
Marx’ın tutkusu, tarihin bilinmeyenlerini çözümleyerek tarihsel materyalizm kavrayışını geliştirip derinleştirmekti. Bu tutkuyla Marx giderek daha da derinlere dalarken, tarımsal ilişkileri ve toprak rantının oluşumunu ele aldı ve toprak mülkiyetinin çeşitli halklar arasındaki kökeninin ve gelişmesinin çok kapsamlı bir araştırmasını yaptı. Bu araştırma Marx’ı, toprakta özel mülkiyet öncesi bir tarihsel dönem olarak komünal toprak mülkiyetini ve bunun dünyanın farklı coğrafyalarında farklı tipte çözülme şekillerini inceleme noktasına ilerletti. Marx, Batı toplumlarının gelişme çizgisinde ilkel komünizm, kölecilik, feodalizm ve kapitalizm olarak dört farklı üretim tarzı yaşandığını belirtti ve bunların özelliklerini ayırt etti. Fakat ilerleyen çalışmaları içinde, Doğu toplumlarının Batı tipinden farklı bir gelişme çizgisine sahip olduklarını görecek ve Doğu’ya egemen olan Asyatik üretim biçimini keşfedecekti. Marx, Asya tipi üretim tarzında toprak üzerinde özel mülkiyetin olmadığını ve toprağın Tanrının temsilcisi kabul edilen devlete ait olduğunu ortaya koyacaktı.
İçerdiği çok yönlü bilgiler bir yana, Grundrisse’de esas olarak ele alınan kapitalist toplumdur. Kapitalizmin derininde yatan sırların neler olduğunu, kapitalist krizlerin doğasını, kapitalist üretim ve dolaşım sürecinde mekanizmaların nasıl işlediğini, artı-değerin oluşumunu Marx’ın Grundrisse’den Kapital ciltlerine uzanan eşsiz çözümlemeleri sayesinde öğrenebilmişizdir. Marx olmadan kapitalizmi ve onun iç yasalarını kavramak mümkün değildir. Öyle ki, kapitalizmin sorunlarına sistem çerçevesinde bir ölçüde “çözüm” bulmaya çabalayan burjuva iktisatçıları bile Marx’a muhtaç olmuşlardır. Böyleleri, siyasete sıra geldiğinde devrimci Marx’ı mahkûm ederler ama iktisadî alanda çaktırmadan ondan öğrenmeye çalışırlar.
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı
Marx yalnızca insan toplumlarının tarihsel serüvenini çözümleyen materyalist tarih anlayışını ortaya koymakla kalmamış, bunun için gerekli olan yöntem sorununu da açıklığa kavuşturmuştu. Esasen her alanda doğru bir kavrayışa ulaşabilmek için birincil derecede önemli olan, doğru bir yönteme sahip olmaktı. O nedenle, burjuva iktisadın eleştirisi kapsamında çalışmalarını yoğunlaştıran Marx’ın öncelikle üzerinde durduğu konu da yöntem sorunu olmuştu. Nitekim 1857 yılında kaleme aldığı ve sağlığında yayınlanmayan “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Giriş” adlı yazısının bir bölümünü tamamen bu soruna ayırmıştı. Marx’ın açıklığa kavuşturduğu üzere, burjuva iktisadın sosyal ilişkileri ve sistemleri inceleme yöntemi hatalıydı. Metafizik yöntem gerçekliğin bütünselliğini ve zenginliğini kavrayabilmekten uzaktı ve gerçekliği bileşenlerinden kopuk soyut belirlemeler halinde kategorize etmekle yetiniyordu. Diyalektik yöntem ise, soyutlamaları daha üst düzeyde kavranmış gerçekliğe ulaşabilmek (yani somuta varabilmek) için düşünce sürecinin bir bileşeni olarak kullanmaktaydı. Diyalektik yöntem, somuttan soyuta ve soyuttan somuta ilerleyerek gerçekliği kavramaya çalışan özelliğiyle bilimsel düşünce sürecinin bütünlüğünü oluşturuyordu. Marx, ilerleyen yıllar içinde kaleme alacağı çalışmalarıyla yöntem sorununa daha da açıklık getirecek ve bu konudaki bilimsel kavrayışı geliştirecekti.
Marx’ın politik iktisadın eleştirisi bağlamında yürüttüğü devasa çalışmalarının içinden yayına hazırladığı ilk kapsamlı kitabı, 1859 yılında bastırdığı “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” oldu. Onun Katkı’ya yazdığı önsözde yer alan ünlü satırları, tarihsel materyalizm anlayışını eşsiz biçimde açıklığa kavuşturur: “İnsanlar, varlıklarının toplumsal üretiminde, aralarında zorunlu ve kendi iradelerinden bağımsız, belirli ilişkiler içine girerler. Bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme aşamasına karşılık gelir. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukukî ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.” Yine aynı yerde Marx’ın vurguladığı üzere: “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar.”
Yukarda örneklenen alıntılardan da anlaşılacağı üzere, “Katkı” Marx’ın insanlık tarihinin materyalist kavranışına dair önemli açılımlarıyla tanındı. Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da Marx, kendi ekonomik çözümlemelerinin burjuva iktisatçıların teorilerini ve dogmalarını yere seren üstünlüğünü de gözler önüne sermekteydi. Eserin önemini ortaya koyan göstergelerden biri de, Marx’ın dahice vuruşlarla yıktığı putların altında ezilen burjuva dünyanın verdiği tepki tarzıydı. Alman burjuva basın eseri bir susuş komplosu ile karşıladı. Fakat işin bu yönünün böyle olacağını tahmin eden Marx, aslında çalışmasının uzun dönemde yaratacağı etkiyi bildiğinden, Şubat 1859’da Weydemeyer’e mektubunda şöyle yazacaktı: “Partimiz için bilimsel bir zafer kazanacağımı umuyorum.”
Kapital
Kapital çalışmalarına başladığında, bunu kısa sürede bitireceğini varsaymaktaydı Marx. Ancak daha sonra yanıldığını anlayacak ve aslında bu çalışma ölümüne dek bitmeyen hummalı bir faaliyete dönüşecekti. Bu sürecin en yakın tanığı olan Jenny, “Başka pek az kitap bunun kadar güç koşullar altında yazıldı ve ben sonsuz ölçüde sessiz endişeyi, sıkıntıyı ve acıyı açığa vuran bu kitabın gizli yanlarının hikâyesini yazabilirim” diyerek Kapital’in ardında yatan gerçekliği dile getirmişti. Nitekim Marx’ın “bütün sağlığımı, mutluluğumu ve ailemi feda etmiş olduğum kitabım” diye söz ettiği Kapital çalışması hakkında yazdığı mektuplar da bu gerçeği yansıtmakta ve Marx’ın yazışmalarının içinde önemli bir yer tutmaktadır. Marx 12 Kasım 1858 tarihinde F. Lassalle’a yazdığı mektupta, bu yapıtın sağlık sorunları nedeniyle berbat olmasına razı olmamasının nedenlerini belirtir: “1- Bu yapıt, on beş yıllık araştırmanın, yani ömrümün en güzel yıllarının ürünüdür. 2- Bu yapıt ilk kez, toplumsal ilişkileri yeni ve önemli bir görüş açısından bilimsel olarak sunmaktır. Bu nedenle yapıtın, hasta bir karaciğerin izlerini taşıyan asık suratlı ve kasılmış bir üslupla çirkinleşmesine engel olmak benim için bir parti görevidir.”
Marx ve Engels’in yaşamları boyunca sürdürdükleri yazışmaları arasında bulunan üç bin mektup içinden, yalnızca Marx’ın Kapital çalışmasına ilişkin olan 234 mektup seçilmiş ve 1964 yılında Paris’te “Kapital Üzerine Mektuplar” adıyla yayınlanmıştır. Marx’ın Kapital hakkındaki mektupları, bu çalışmanın gelişmesi boyunca yapılan planları, incelemeler sonucunda ortaya çıkan sonuçların planda zorunlu kıldığı değişiklikleri ve Engels’in fikrini almak üzere iletilen soruları yansıtır. Mektuplar aynı zamanda Marx’ın coşkulu iyimserliğinin de tanığıdır. Örneğin Engels’e 2 Nisan 1851 tarihli mektubunda, “Çalışmalarımda o kadar ilerledim ki, beş hafta sonra bütün şu ekonomi pisliğini başımdan atmış olacağım” diye yazar Marx. Artık bu ekonomi çalışmasının sürüp gitmesinden rahatsız olmaya başlamıştır ve başka bir bilim konusuna dalmayı arzulamaktadır. Fakat ne yazık ki Marx bu arzusunu gerçekleştiremeyecek ve 1859 yılında yayınladığı “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”dan sonra, bu kez aynı mahiyetteki çalışmasının kendi tabiriyle ikinci kısmının hazırlığına girişecektir. Marx’ın 28 Aralık 1862 tarihinde dostu Kugelmann’a yazdığı mektup, bu ikinci kısmın da giderek Kapital cildi yazımına dönüşmesini anlatır. British Museum’un kitaplığının mahzenleri, Kapital için bazen günde 15-16 saate varan bir tempoyla çalıştığını söyleyen Marx’ın en yakın tanığıdır.
Engels ve yakın dostları, Marx’ın olağanüstü bir çalışma kapasitesine sahip olduğunu belirtmişlerdir. Eğer yürüttüğü çalışmalar için gerekiyorsa, Parlamento tutanaklarını okumak için günün on iki saatini British Museum’da geçirecek kadar sebatlıydı Marx. Onun tüm eserleri bir yana, yalnızca New York Daily Tribune için yazdığı makale ve haberlerin toplamı kalın ve hacimli bir cilt oluşturur. Uluslararası İşçi Birliği Genel Konseyi’nin saatlerce süren toplantılarında sergilediği performans ya da burjuva iktisadının eleştirisi konusunda hummalı bir tempoyla ürettiği elyazmaları, çalışkanlığının ve emeğinin başlıca örnekleri olarak hatırlanır. Fakat Marx yürüttüğü çalışmalarda o denli detaycıdır ki, bu çalışma alışkanlığının onun eserlerinin ortaya çıkmasını engellemesinden endişe duymuştur Engels. Marx’ın Kapital’i bitirmesini büyük bir şevkle arzuladığından, bu endişesini zaman zaman Marx’a ilettiği şikâyetleriyle dile getirmiştir.
Marx’ın Ocak 1862-Temmuz 1863 dönemi, Adam Smith ve David Ricardo’nun değer teorilerini eleştirdiği ve ilerde Kapital’in dördüncü cildi kabul edilecek olan “Artı Değer Teorileri”nin yazımıyla geçer. 1865 yılının sonuna doğru ise, Kapital çalışması karalamalarla, silintilerle dolu tam bir ham taslak mahiyeti taşıyan 1200 sayfalık devasa bir elyazması oluşturmuştur artık. Marx 1866’nın yılbaşı günü bu elyazmalarından düzgün bir taslak elde etmek üzere çalışmaya koyulur. Canını yakan çıbanların ve karaciğer hastalığının sıkıntıları arasında kendini yine de çalışmaya vermek istediğinde, bu kez de kırtasiyeci aldığı son parti kâğıdın parası ödenmeden yenisini vermediğinden bu sorunla boğuşmaktadır. Böylesi dertlerin ortasında günler ve çalışması ilerlerken, Marx bir mektubunda, Artı-Değer Teorileri haricinde yapıtını üç cilt halinde yayına hazırladığını belirtir. Adını da “Kapital, Ekonomi Politiğin Eleştirisi” olarak koymaya karar vermiştir. Nihayet 16 Ağustos 1867’nin gece yarısında yoldaşı Engels’e birinci cildin bittiğini müjdelemekte ve “Bu bir tek senin sayende mümkün oldu. Benim için katlandığın özveri olmasaydı, üç cilde ait o muazzam işin hiçbir zaman üstesinden gelemezdim. Seni teşekkürlerimle kucaklıyorum. Selamlar benim iyi ve sevgili dostum” diye yazmaktadır Marx.
Kapital, Marx’ın ifadesiyle burjuvazinin ve toprak sahiplerinin kafalarına o güne kadar yöneltilmiş olan en korkunç top mermisiydi. Kapital’in birinci cildi Hamburg’da bin adet basılmıştı. Ne var ki Alman burjuva basını, kapitalist düzen karşıtı bu büyük eserden duyulan korku, endişe nedeniyle sessiz kalmayı tercih etmişti ve kuşkusuz bu bir sınıf tavrıydı. Bu çarpıcı eserin tanıtımı için kolları sıvama işi yoldaşı Engels’e düşmüştü ve Engels Kasım 1867’de Kugelmann’a mektubunda, bu sessizliğe karşı bir şeyler yapmanın önemini vurguluyordu: “Önemli olan kitabın anlatılması ve yine anlatılması. Marx bu sorunda, hem hareket özgürlüğüne sahip olmadığından, hem de bir kız kadar utangaç olduğundan bunu yapmak başkalarına, bize düşüyor.” Marx’ın Engels’e Kapital hakkında yazdığı bir mektupta yer alan satırlar ise, Marx ve Kapital sözcüklerinin bir araya gelmesindeki ironinin bizzat Marx tarafından dillendirilen çarpıcı bir ifadesidir: “Bugüne dek paradan bunca yoksun birinin para hakkında yazmış olduğunu sanmıyorum.”
Burjuva basın Kapital’i ya suskunlukla öldürmeye ya da yalanlarla karalamaya çalışırken, madalyonun diğer tarafında ise Kapital’e karşı giderek yükselen bir ilgi yer almaktaydı. Birinci Enternasyonal çevresinde yer alan çeşitli ülkelerden işçiler, bu eseri devrimci mücadelenin bir kazanımı olarak değerlendirdiler. 1868 Eylülünde Enternasyonal’in Brüksel Kongresinde Alman delegelerinin teklifi üzerine, bütün ülkelerin işçilerinin Kapital’i incelemeleri ve çeşitli dillere çevrilmesi karar altına alındı. Bu kararda, kapitalist sistemin ilk bilimsel çözümlemesini yapan Marx’ın mücadeleye hizmetinin paha biçilmez olduğu belirtiliyordu.
Kapital, Enternasyonal’de kararlaştırıldığı üzere çeşitli dillere çevrildi. Örneğin Çarlık Rusya’sında Kapital çevirisi bittiğinde 1872 yılı içinde üç bin adet baskısı yapıldı. Ne var ki talebin bu rakamdan da büyük olduğu söyleniyordu ve nitekim bir yıl içinde birinci baskı tükenmişti. Marx o dönemde Rusya’da gelişen devrimci hareketlere büyük önem veriyordu ve o nedenle de Kapital’in Rusça baskısını büyük bir merakla beklemeye başlamıştı. Nihayet Petersburg’dan postalanan Rusça baskı eline ulaştığında, Marx bunun kendisi, ailesi ve dostları tarafından kutlanması gereken son derece önemli bir olay olduğunu söylemişti. İşin esprili bir tarafı da vardı, Çarlık sansürü Kapital’in basımına “nasılsa Rusya’da bunu anlamak bir yana, okuyacakların sayısı bile birkaç kişiyi geçmez” diye izin vermişti. Oysa Kapital Rusya’da, Çarlık rejimini devirecek işçi devriminin yolunu açan Lenin önderliğindeki ilk Marksist çevrelerin başlıca eğitim malzemesi olacaktı.
Marx’ın kendi deyişiyle ömrünün en güzel yıllarını çalan Kapital çalışmaları, sayfalarca not, taslak ve hazırlıklarla gün ışığına çıkmak için olağanüstü bir düzenleme çabası gerektiren bir derya gibiydi. Marx’ın ölümü nedeniyle bu deryanın içinden çıkmak, Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yayına hazırlamak işi yoldaşı Engels’e kalacaktı. Kapital’in ikinci cildi 1885’te ve üçüncü cildi ise 1894’de Marx’ın taslaklarına uygun olarak Engels tarafından düzenlenerek yayınlandı.
Engels Kapital’in ikinci cildi için yazdığı 1885 tarihli önsözde, Marx’ın defterlerinde “Artı-Değer Teorileri” başlığıyla yer alan kısmı Kapital’in dördüncü cildi olarak yayınlamayı düşündüğünü belirtmişti. Kautsky’ye ve Bernstein’a yolladığı 1884 tarihli mektuplarında bu metnin büyük ölçüde yayına hazır olduğunu yazıyordu. Engels’in bir an önce bu işi bitirmeyi arzu etmesine karşın, araya giren başka işler onun bu arzusunu yaşama geçirebilmesini engelledi. Ve nihayetinde 1895 yılı geldiğinde, Engels’in ölümü nedeniyle artık bu iş başkalarına kaldı. Artı-Değer Teorileri’nin Kautsky tarafından yayına hazırlanan Almanca kısaltılmış baskıları 1905 ve 1910 yıllarında yayınlandı ve bu kısaltılmış baskının İngilizce çevirisi 1951’de Londra’da okurla buluştu. Nihayetinde Marx’ın bu elyazmaları 1963 ve 1971 yıllarında Kapital’in IV. cildi olarak Moskova’da basıldı. Marx’ın devasa elyazmalarından üretilmiş olan muazzam Kapital dizisine, 1933 yılında Moskova’da hazırlanıp Kapital’in birinci cildine ek olarak basılan “Dolaysız Üretim Sürecinin Sonuçları” adlı çalışmayı da ekleyebiliriz.
Marx’ın ölümünden sonra, yoldaşı Engels’in Kapital ciltlerini yayına hazır hale getirmek üzere yürüttüğü zahmetli ve fedakâr çaba fazlasıyla takdiri hak eder. Bu çaba olmasaydı, Marx’ın Kapital taslaklarından hareketle tüm ciltlerin yayına hazırlanması ve okurla buluşması asla mümkün olamazdı. Marx’ın ölümünden kendi yaşamının son günlerine dek, Engels kendisini Marx’ın okunması son derece zor elyazmalarını çözümleyip basılmaya hazır hale getirmeye adamıştır. Engels Kapital notlarıyla boğuşurken Bebel’e şöyle yazar: “Sınıflandırılmamış, karmakarışık yığılmış, sadece sonraki bir çalışma için toplanmış alıntılar. Bir de şu yazı; doğrusu, onu okuyabilecek –hem de öyle kolayca değil– tek kişi benim.” Keza Engels’in 28 Ocak 1889’da Kautsky’ye yazdığı mektupta yer alan satırlar da, yaşı ilerleyen ve artık gözleri iyi görmeyen Engels’in fedakârlığını ve özenini gözler önüne serer: “Tahmin ediyorum ki, iyileşmem için, en iyi durumda, daha çok uzun süre gözlerimi tutumlu kullanmak zorunda kalacağım. Bu durum, Kapital’in IV. cildinin elyazmasını birisine benim yazdırmam olanağını, en azından birkaç yıl süreyle ortadan kaldırıyor. Öte yandan, ben işin içinde olmasam bile, Marx’ın yalnız bu elyazmasının değil, başkalarının da yararlanılabilir durumda olduklarını düşünmem gerek. Bu da ancak, bu çetrefil yazıyı, gerektiğinde yerimi alacak ve bu arada herhalde baskı işinde bana yardım da edebilecek başka kişilere öğretirsem mümkün olur. Ve bu yolda, yalnız seni ve Ede’yi (Bernstein) kullanabilirim. Ben de baştan bu işi üçümüz birlikte yapmamızı öneriyorum.”
Engels’in Kapital ciltlerini yayına hazırlarken sergilediği özveriye ve sabra işaret etmişken, vaktiyle Marx’ın onun hakkındaki güzel duygularına değinmeden geçmek doğru olmayacaktır. Dönemin tanıkları, Marx’ın sevgili arkadaşı ve politik mücadele yoldaşı Engels’e dair düşüncelerini açıkça paylaşmaktan mutluluk duyduğunu belirtmişlerdir. Örneğin Marx 1853 yılında geçen bir siyasi tartışmada, gerçek destek beklediği tek kişinin, adeta evrensel ve otantik bir sözlük gibi iş gören, ister mutlu ister hüzünlü olsun, gece gündüz her saat çalışabilen, yazmada ve kavramada süratli ve cin gibi olan Engels olduğunu ifade etmiştir.
Kapital’in birinci cildini yayına hazırlama sürecinde Marx, Engels’e yazdığı bir mektupta (Şubat 1866), ona “sevgili çocuk” diye hitap ederek hislerini şu sözlerle dile getirecektir: “Her koşulda aramızdaki dostluktan dolayı kendimi hiç olmadığım kadar şanslı addediyorum. Sen de biliyorsun ki hiçbir ilişki benim için böylesi değerli değil.” Keza bir yıl sonra elyazmaları yayıncıya teslim edildiğinde ise Marx, “sensiz bu çalışmayı asla bitiremezdim ve seni temin ederim ki kendi ticari işlerini bir kenara bırakıp o muhteşem gücünü salt benim için harcamış olman, vicdanıma Alpler kadar büyük bir yük bindirdi. Üstelik benimle birlikte bütün sefaletime de katlanmak zorunda kaldın” diyerek yoldaşı Engels’e duyduğu derin minneti ifade etmeye çalışmıştır.
İki yoldaş arasındaki dostluk ve mücadele paydaşlığından kaynaklanan duygular o kadar güçlüdür ki, her bir örnek dünden bugüne bize bu duyguyu yansıtmaktadır. Örneğin Marx’ın Birinci Enternasyonal için sarf ettiği emeğin değeri çok büyüktür ve o nedenle Engels, yaşamının son yıllarında, onun enternasyonal mücadele alanındaki çabasını ortaya koyabilmek için kapsamlı bir biyografisini yazmayı arzulamıştır. Fakat ne yazık ki, Engels’in ölmeden Kapital ciltlerini yayına yetiştirebilmek amacıyla yürüttüğü zahmetli çalışma bu arzusunun gerçekleşmesini engellemiştir.
Engels’in paha biçilmez emeği sayesinde bitirilen Kapital ciltleri, 19. yüzyıldan günümüze dek çeşitli dillerde basıldı ve dünya çapında bir etkiye sahip oldu. Kapital çalışması tüm ciltleriyle ekonomi politiğin devasa bir eleştirisidir ve bu eleştiri alternatif bir ekonomi politik değildir. Yıllar boyunca yürüttüğü eleştirel çalışmalarıyla burjuva iktisadın tüm varsayımlarını sarsan Marx, bunu yapmakla ortaya yeni bir iktisat teorisi koymamış, tersine, politik iktisattan tam bir kopuş sağlamıştır. Marx için kapitalist geçmişin bu anlamda kapsamlı eleştirisi, kapitalist üretim tarzından kurtulmuş bir geleceği tasavvur edebilmek için de gerekli bir aşamadır.
Marx’ın Kapital çalışması yöntemsel olarak da çok eğiticidir ve diyalektik materyalist yöntemin uygulanmasının çarpıcı bir örneğidir. Marx, gerçek bir bilimsel çalışma için tek doğru yöntem olan kendi yönteminin üstünlüğünü gözler önüne sererken, olgulara somut koşullardaki değişimi hesaba katmadan ve tarih dışı yaklaşan burjuva iktisadın metafizik karakterini ve dolayısıyla zaafını da ortaya koyar. Kapital, onu gerçekten anlayanlar tarafından insan aklının erişmiş olduğu büyük bir başarı olarak değerlendirilmiştir ve bu eserin Marksist düşüncenin ve bilimsel komünizmin gelişmesine yaptığı katkıya paha biçilemez.
Kapital çalışmasında Marx, ekonomi politiğin değişmez olgular haline getirip, gerçek içeriklerini ve aralarındaki ilişkileri çarpıtarak teorize ettiği meta, değişim değeri, rekabet, kâr, ücret gibi kategorileri ele alır. Bu bağlamda bir yandan ekonomi politiğin yaklaşımlarındaki sakatlıkları ve siyasal tarafgirliği sergilerken, diğer yandan da ele aldığı hususlara ilişkin doğruları ortaya koyarak kapitalist üretim tarzının gerçek işleyişine dair sırları açıklamış olur. Marx, ekonomi politik eleştirisiyle burjuva iktisat teorilerinin ekonomik gerçekleri açıklığa kavuşturan bir bilim olmadığını, burjuva düzenin bekasına hizmet eden bir ideoloji olduğunu kanıtlamıştır.
Kapital ciltlerinin her biri son derece önemli tespit, çözümleme ve değerlendirmelerle akıp giderken, bunların içinden yalnızca bazı noktaları seçmeye çalışmak aslında beyhude bir çabadır. Ne var ki, bu yazının kapsamının izin verdiği çerçevede yine de son derece kısa bir toparlama yapmak yararlı olacaktır. Kapital’deki çözümlemeler, ücretli emeğin sermaye tarafından nasıl sömürüldüğünü ve kapitalizmdeki egemen üretim ilişkisinin niteliğini gözler önüne serer. Oysa klasik burjuva iktisadı, David Ricardo gibi önemli düşünürleri de dahil, artı-değerin kaynağını ve gerçek niteliğini açıklayamamıştır. Bu nedenle Engels, Marx’ın kapitalist sömürünün özünü keşfettiğini ve bulutsuz gökte çakan bir şimşek gibi artı-değerin bilimsel teorisini ortaya koyduğunu belirtir.
Kapitalizm genelleşmiş meta üretimi demektir ve kapitalizmin gelişmesi zaman içinde bir dünya pazarı yaratmıştır. Marx’ın kapitalist sistemin özelliklerine dair çözümlemelerinin odak noktasını metanın karakteri oluşturur. Marx, metanın ikili niteliği olduğunu Kapital çalışmasından önce tespit etmiştir, fakat Kapital’de bunu sistemleştirir. Tüm metalar (işgücü de bir metadır) “kullanım-değeri” ve “değişim-değeri” olmak üzere ikili bir karaktere sahiptirler. Kapitalistin amacı insanların şu ya da bu ihtiyacını karşılamak üzere kullanım-değeri üretmek değil, kâr elde etmek amacıyla değişim-değeri üretmektir. Kapitalist üretim süreci bir artı-değer üretme sürecidir ve o nedenle sömürü dediğimiz olgu kapitalist üretim sürecinde gerçekleşir.
Sermaye, daha önceki dönemlerde canlı emeğin yaratmış olduğu ölü emek birikimidir. Sermaye vampir gibi canlı emeği emerek beslenip büyür. Artı-değer, üretim sürecinde işçinin kendi geçimi için gerekli-emek zamanı dışında, bir de sermaye için artı-emek zamanı harcamasından kaynaklanır. Bu nedenle, kapitalistin gerekli-emeğe karşılık gelen iş saatleri dışında işgününü uzatması, artı-değeri ve sömürüyü arttıracaktır. Daha fazla artı-değer emmeğe duyduğu ihtiras nedeniyle, sermaye işgününü işçinin yıpranması pahasına uzatmaya eğilimlidir. Sermaye ile işçi o denli büyük bir zıtlık içindedir ki, sermaye emellerine işçinin yaşamından çalarak, onun ömrünü kısaltarak ulaşabilir. Kısacası, kapitalizmde bir meta olan işgücüne sermayenin yaklaşımı, onun üretim yapma süresini uzatırken ömrünü kısaltmak şeklinde özetlenebilir.
İnsanlığın esenliği açısından bakıldığında, kapitalizm işte bu denli saldırgan ve akıl dışı bir sistemdir. Fakat diğer yandan, kapitalizm de kendi içinde bunalımlarla yol almaya mahkûm bir üretim tarzıdır. Teknolojinin sürekli gelişmesi, genişletilmiş yeniden üretim sürecinin özellikleri ve kârı arttırma tutkusuna endeksli rekabet, kapitalizmi kaçıp kurtulamayacağı biçimde periyodik krizlerle yaşamaya mahkûm kılmıştır. Daha da önemlisi, zamanla sistemin krizlerini atlatma potansiyelleri tükenmekte ve kredi mekanizmasının aşınması örneğinde çarpıcı biçimde somutlandığı üzere, kapitalizmin krizleri giderek büyüyüp üst üste binmektedir. Bu işleyişin, sonunda sistemi tarihsel bir tıkanma noktasına doğru sürüklemesi kaçınılmazdır ve günümüzde yaşanan da budur.
Marx Kapital ciltlerinde somutlanan kapsamlı çalışmalarıyla, burjuva iktisatçıların itiraftan kaçındıkları gerçekleri birer birer gün yüzüne çıkartmıştır. Burjuva iktisatçıların kapitalist düzeni ayakta tutma çabasıyla ürettikleri bilim dışı iktisadî analizler tam anlamıyla kafaları karıştırırken, bu sistemin günümüzde yaşadığı tarihsel bunalımı ve doğuracağı sonuçları kavrayabilmemiz Marx’ın ufuk açıcı çözümlemeleri sayesinde mümkün olabilmiştir. Nesnel olarak gidişat şuna işaret etmektedir: Toplumsallaşan üretici güçlerle kapitalist özel mülkiyet ilişkileri arasında dayanılmaz ölçekte büyüyen çelişki, kaçınılmazlıkla devrimci durumlara yol açacaktır. Dünya ölçeğinde büyüyen ekonomik, siyasal ve toplumsal krizler aslında kapitalizmin ölüm çanlarını çalmaktayken, tarih uyuklayan işçi sınıfını giderek çok daha yakıcı biçimde görev başına çağıracaktır. Kapital’in üçüncü cildinde yer alan satırlarında, Marx, belirli bir olgunluk aşamasına ulaştıktan sonra bu özgül tarihsel biçimin (kapitalizmin) de ortadan kalkacağını ve yerini daha yüksek düzeydeki bir üretim tarzına (sınıfsız ve sömürüsüz topluma) bırakacağını açıkça ifade etmiştir. Kuşkusuz bu yaklaşım bir kehaneti değil, bilimsel bir çözümlemeyi yansıtır.
Kapital hakkındaki kısa değinmelerimizi bitirirken, bürokratik diktatörlükler tarafından onca çarpıtılan komünist toplum anlayışını, yıllar önce bizzat Marx’ın yere sermiş olduğunu hatırlamak gerekir. Marx Kapital’in üçüncü cildine ilişkin elyazmalarında, burjuva ideolojisi tarafından içi tamamen boşaltılan özgürlük kavramına dair açıklamalar getirmiştir. Açık ki, zorunluluktan kaynaklanan çalışmanın olduğu yerde özgürlükten söz etmek boş laftır. İnsanlık ancak, işçi sınıfının devrimci eylemiyle kapitalizme son verilip sınıfsız toplum düzenine geçildiğinde zorunlu çalışmadan kurtulabilecektir. Böylece kendisine dilediğince değerlendirebileceği boş zaman yaratacak ve gerçek özgürlük dünyasına varılabilecektir. İşte Marksizmin komünist toplum düzenine ilişkin öngörüleri böylesine nesnel ve bilimsel bir temele dayanır ve gerçek komünizm ancak Marx’ın çözümlemeleri sayesinde kavranabilir. Gerçek komünizmle, Stalinist rejimlerin yarattığı sınıflı, sömürülü ve en önemlisi de işçilere ağır koşullarda çalışmayı dayatan, onların boş zamanını tamamen kendi kontrolüne alan, dahası özgürlüğe açıkça düşman sözde komünist rejimlerin en ufak bir ilgisi yoktur. Bu önemli gerçeklik, bu konuları samimi biçimde kavramaya çalışanlar için artık yeterince açık olmalıdır!
Sonsöz yerine
Marx’ı 200. yıldönümü vesilesiyle bir kez daha anarken sözü daha da fazlaca uzatmaya gerek yok. F. A. Sorge’nin Marx hakkında dediği gibi: “Marx’ın bir bilim adamı, işçi sınıfının bir savunucusu olarak yaptığı şeylerin, ne dökme demirlerden anıtlara ne de ateşli söylevlere ihtiyacı yoktur. Marx’ın eylemlerini dile getiren şeyler bronz ya da granit anıtlar değil, yer yuvarlağının her yanında sayısız işçinin Marx’ın ölümsüz savaş çağrısını izleyerek oluşturdukları saflardır.” Bu gerçeklik, dünden bugüne burjuva düzen güçlerini korkuya saldı durdu. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar güneş balçıkla sıvanamaz! Nitekim Karl Marx’ın devasa eseri Das Kapital, 2008 yılında düzenlenen Frankfurt kitap fuarında en çok satılan kitaplar arasında en başta yerini aldı. Keza 2009 yılında BBC tarafından düzenlenen “bin yılın en büyük düşünürü” adlı online anketinde Marx yine ilk sırayı kaptı.
Evet, Marx yıllara meydan okuyan tüm yapıtları ve yaktığı devrimci meşalesiyle bugün aramızda yaşıyor. Onun ve yoldaşı Engels’in, işçi sınıfının devrimci mücadelesine miras bıraktıkları Komünist Manifesto hâlâ dünyada en çok basılan eserler arasında ilk sıraları korumayı sürdürüyor. Ve de bu çürümüş kapitalist düzen insanlığı yıkıma sürükleyen krizleriyle, kanlı savaşlarıyla, dayanılmaz toplumsal eşitsizlik ve baskılarıyla dünya işçilerini devrimci isyanlara çağırdığı ölçüde, Marksizmin ve Karl Marx’ın kıymeti gün geçtikçe daha iyi anlaşılacak. Bu böyle biline!
link: Elif Çağlı, Bu Dünyaya Marx Geldi! /4, 3 Ağustos 2018, https://marksist.net/node/6455