I
1929 yılında yazdığı Sürekli Devrim adlı çalışmasının çeşitli bölümlerinde Troçki şunları diyordu:
Bu kitap bu sorunu [tek ülkede sosyalizm sorununu –ç.n.], bütün yanlarıyla incelemiyor, diğer çalışmalarda zaten söylenmiş olanları tekrarlamaya gerek yok. Komünist Enternasyonal Program Taslağının Eleştirisi’nde, ulusal sosyalizmin iktisadi ve siyasi geçersizliğini teorik olarak açığa vurmaya çalışmıştım. [Sürekli Devrim, Yazın Y. s.17]
Tek ülkede sosyalizmin kurulması sorunu üzerinde, bu önsözün sınırları içinde etraflıca duramayız. Bu konuyu birçok makalede, özellikle Komintern Program Taslağının Eleştirisi’nde inceledik. [age, s.26]
Burada açıklanan düşüncelerin bir bölümü yazarın başka çalışmalarında özellikle Komintern Program Taslağının Eleştirisi’nde daha ayrıntılı olarak geliştirilmiştir. [age, s.37-38]
Bu çalışmanın niteliğini bütün bu şartlar belirlemektedir. Kitap, meseleyi tümüyle halletmemektedir. Söylenmeyen birçok şey kalıyor geriye –kısmen, kitabın başka çalışmaların, özellikle Komünist Enternasyonal Program Taslağının Eleştirisi’nin bir devamı olmasından ötürü. [age, s.45]
Bizzat Troçki’nin ağzından aktardığımız bu ifadeler, Sürekli Devrim çalışmasıyla onu önceleyen Komünist Enternasyonal Taslak Programının Eleştirisi çalışması arasında önemli bir süreklilik ilişkisi olduğunu göstermektedir. Bu sözlerde anlatılan olgu, üzerinde durulmayı hak etmektedir.
Sürekli devrim teorisi hakkındaki genel kanı onun azgelişmiş ülkelerdeki devrimin “aşamalarıyla” ilgili olduğu yolundadır. Teorinin böyle bir yönünün olduğu muhakkak olmakla birlikte, kapsamı ve temelleri bundan ibaret değildir. Özellikle azgelişmiş ülkelerdeki devrim “aşamaları” tartışması ağırlıklı bir gündem oluşturduğundan teorinin daha ziyade bu yönü sivrilmiştir. Ancak, henüz burjuva demokratik devrimin görevlerinin özellikle temel yönleri itibarıyla çözülmediği azgelişmiş ülkelerde, bu sorunların hakkıyla çözümü için dahi bir proletarya diktatörlüğünün gerektiğini savunmasıyla temayüz eden sürekli devrim teorisi, öte yandan bunun doğrudan uzantısı olan çok önemli diğer bir sorunu da, yani proletarya diktatörlüğü bir kez tesis olduktan sonra onun önündeki ne gibi olasılıklar olduğu, ya da kısaca onun kaderi sorununu da yanıtlamak zorundaydı. Nitekim sorunun bu veçhesi de teori kapsamında tartışılmış ve yanıtlanmıştır.
Esasen bu yanıt Marksizmin temel bir önermesinin yeni bağlamda bir kez daha ortaya konmasından başka bir şey değildi. Kurulan bu proletarya diktatörlüğü, özellikle ileri ülkelerde proletaryanın iktidarı alması ile tamamlanmak zorundadır. Aksi takdirde uzun süreli bir izolasyona maruz kalan, hele hele bunu geri bir ülkede yaşayacak olan proletarya iktidarının yaşama şansı olmayacaktır. İlk kez 1906 yılında yayınlanan Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe dile getirilen sürekli devrim teorisinin, yine orada yer alan bu temel önermesi o günlerde kimseye tuhaf gelmiyordu. Tuhaf gelmemek bir yana, işin bu yanı tartışmasız biçimde doğru kabul edildiği için, buradan hareketle diğer Marksistlerin neredeyse tamamı, teorinin yukarıda bahsettiğimiz ilk ayağını, yani geri bir ülkede bir proletarya diktatörlüğünün oluşma olasılığını reddediyorlardı. O zamanki kavrayış böyleydi.
Ne var ki devrimin uluslararası niteliğini vurgulayan ve o günlerde kimseye tuhaf gelmeyen temel ilke, özellikle 1923 sonlarında Almanya’daki devrimci krizin doğurduğu olanağın Komintern direktifleri altındaki Alman Komünist Partisi tarafından heba edilmesinin ardından, Troçki’nin başlattığı eleştirilerin de özel itkisiyle, 1924 yılından itibaren topyekûn bir saldırının hedefi haline gelmeye başlar. Başını Stalin’in çektiği bürokrasi, giderek bu saldırının ideolojik çerçevesini oluşturacak olan yeni bir teoriyi dolaşıma sokar: Tek ülkede sosyalizm teorisi.
Bu teori, işçi sınıfına karşı yürüttüğü karşı-devrimini hayli ilerletmiş olan bürokrasinin, kazanmış olduğu özgüveni yansıtırcasına, yalıtılmış tek bir ülkenin sınırları içinde de (üstelik geri bir ülke) sosyalizmin bal gibi kurulabileceğini iddia eder. Doğal olarak bu teori, dünya devrimi olmaksızın da tek bir ülkenin sınırları içindeki proletarya diktatörlüğünün uzun süre yaşayabileceğini, ve hatta yaşayabilmek ne kelime, bu çerçevede sosyalist topluma varılabileceğini savunuyordu. Troçki önderliğindeki Sol Muhalefet, önceleri pek dikkat çekmeyen bu iddianın giderek kazandığı merkezi öneme uygun olarak tartışmayı genişletti. Böylelikle Troçki’nin daha önce Sonuçlar ve Olasılıklar’da ortaya koyduğu Marksizmin temel ilkesi yeni bir bağlam ve tarihsel koşullar altında yeniden işlendi, güçlendirildi ve zenginleştirildi.
Tek ülkede sosyalizm teorisinin eleştirisi Marksizmin bürokratik bombardıman altındaki en temel yönlerinin savunularak geliştirilmesidir. Bu temel yönler nelerdir? Kapitalizmi kendisinden önceki tüm üretim tarzlarından kökten ayıran uluslararası işbölümüne dayalı bir dünya ekonomisi oluşturma dinamiği, bu dinamiğin emperyalizm döneminde kazandığı nitelik, eşitsiz gelişme yasasının kapitalizm altındaki gerçek içeriği, proleter devrimin bu nesnel temellere dayalı olarak bir dünya devrimi niteliği taşıması ve hepsinin üzerinde yükselen işçi sınıfı enternasyonalizmi, proleter devrimin gelişerek sınıfsız topluma evrilmesinin temel veçheleri. Elbette tartışma bu noktaların açımlanması üzerinden ilerleyerek her biri kendinde büyük önem taşıyan sayısız yan bağlantılar ve alt konularla zengin bir içerik kazanmaktadır. Tüm bu konu çeşitliliğine bu sunuşta değinmek yersizdir, okur burada sunulan eserde bu zengin içeriğin parlak bir gösterimiyle karşılaşma fırsatını bulacaktır. Sol Muhalefetin en önde gelen sözcüsü olarak Troçki, tek ülkede sosyalizm teorisi önem kazandığı andan itibaren bu teoriyi her fırsatta amansızca eleştirmiştir. Ancak Troçki’nin kendisinin de belirttiği gibi onun bu teoriye yönelik ilk kapsamlı eleştirisi, Sol Muhalefetin bürokrasiye karşı mücadelesinde yenilgisinin adeta kesinleştiği yıl olan 1928 yılında kaleme aldığı Komünist Enternasyonal Taslak Programının Eleştirisi adlı çalışmasıyla olmuştur.
Bu çalışmanın üç bölümünden birincisi olan ve Uluslararası Devrim Programı mı, Tek Ülkede Sosyalizm Programı mı? başlığını taşıyan bölüm Taslak Program bağlamında bu konunun kapsamlı bir değerlendirilmesine adanmıştır. Şaşırtıcı olabilir ama, birçok eseri Türkçe’ye çevrilmiş olmasına rağmen, Troçki’nin, belki de en çok tanındığı yönü olan tek ülkede sosyalizme muhalefetini, doğrudan doğruya bunu bir konu başlığı olarak hedefe oturttuğu ve kapsamlı bir inceleme biçiminde ortaya koyduğu çalışmaları Türkçe’ye çevrilmemiştir. Doğrusu büyük bir eksikliktir bu. Hele hele Troçki’nin, bizim bilebildiğimiz kadarıyla bu konuya hasredilmiş diğer önemli ve kapsamlı incelemesi olan ve büyük eseri Rus Devriminin Tarihi’ne bir ek olarak kaleme alınmış “Tek Ülkede Sosyalizm?” başlıklı bölümün de, eserin bütünü çevrilmiş olmasına rağmen çeviriye dahil edilmemiş olması daha da şaşırtıcıdır.[1] Her halükârda ortada önemli bir eksiklik olduğu açıktır. Bu eksikliğin sürüp gitmesi halinde, Troçki’nin bu önemli konudaki görüşlerini, derli toplu bir konu başlığı altında öğrenmek için onun Türkçe’ye çevrilmiş eserlerinin sayfalarını karıştıranlar böyle bir başlığı bulamamanın şaşkınlığını yaşamaya devam edeceklerdir.[2] Burada çevrilmiş olan eserin ilgili bölümü bu eksikliği tatmin edici ölçüde giderecektir.[3]
II
Troçki bu kitabı hangi bağlamda kaleme almıştı? Adından da anlaşılacağı gibi bu eser Komintern Program Taslağının eleştirisidir. 1928 yılında toplanan Komintern Altıncı Kongresinin gündemindeki en önemli konulardan birisi, o güne kadar bir programdan yoksun olan Komintern’i bir programa kavuşturmaktı. Yeterli bir merkezi uluslararası pratik deney birikiminin olmaması ve bizzat Komintern’in henüz oldukça yetersiz olan örgütlülüğü nedeniyle, başta Lenin’in yaptığı, program konusunda aceleci davranmama yönündeki uyarılar Komintern’in programdan yoksun ilk yıllarını açıklar. Nitekim kuruluş ve emekleme yılları olan ilk yıllarda, hem dünya devrimine bağlanan umutların istenilen çabuklukta sonuç vermediği, hem de Komintern seksiyonlarının hazırlıksızlığı, toyluğu ve zayıf örgütlülüğü ortaya çıkmakta gecikmedi. Ancak özellikle üçüncü ve dördüncü kongreyle birlikte seksiyonlarda bir toparlanma ve güç birikiminin, belirli bir olgunlaşmanın sökün ettiği görüldü. Ne var ki dünya devriminin 1917-1921 arası ilk fırtınalı yükseliş dönemini esasen yenilgiyle kapasa da, bu dönemden önemli deney ve kazanımlarla çıkmayı başaran Komintern, belirli bir süreç içerisinde Stalinist karşı-devrimin pençesine düşerek devrimci temellerde toparlanma, güç kazanma ve pişme dönemini sonucuna vardıramadı. Yine de Komintern’in devrimci dönemini oluşturan bu ilk dört kongrenin mirası, içerdiği tüm hatalara, zaaflara ve sorunlara rağmen uluslararası komünist hareketin şimdiye dek ulaştığı en yüksek noktayı temsil etmesi nedeniyle genel olarak paha biçilmez bir değer taşır. Bu miras, bir programın yokluğunu büyük ölçüde gideren ve ona doğru yükselen köşe taşlarını oluşturan, Komintern’in uluslararası pratiğine ışık tutan yol gösterici çok sayıda programatik belgenin de içinde yer aldığı bir mirastır. Ama, bu değerli programatik belgelerin, boşluğu önemli ölçüde doldurmalarına rağmen, Komintern, beri yandan program sorununu büsbütün boşlamamıştı.
Komintern için ilk program taslağı Buharin tarafından 1922’de toplanan Dördüncü Kongreye sunuldu. Bazı seksiyonlar adına sunulan diğer taslaklar da vardı: Alman Komünist Partisi adına Thalheimer’in, Bulgar Komünist Partisi adına Kabakçiyef’in sunduğu program taslakları ve İtalyan Komünist Partisi için sunulan bir eylem programı. Kongre bir programın kabulü aleyhine oylama yaptıktan sonra tüm taslakların “incelenmek ve ayrıntısıyla işlenmek üzere Komintern Yürütme Kuruluna ya da bu iş için görevlendirilecek bir komisyona teslim edilmesini ve Yürütme Kurulunun da kendisine iletilmiş olan program taslaklarını en kısa süre içinde yayınlamakla yükümlü olduğunu”[4] karara bağladı. Beşinci Kongrede bu konuda nihai kararın alınacağı öngörülüyordu. 1924’te toplanan Beşinci Kongre ise Buharin’in sunduğu programatik rapor üzerine, program komisyonu tarafından sunulan taslağın seksiyonlarda tartışılmak üzere esas alınmasını, metne son biçimini verecek bir komisyonun oluşturulmasını, komisyon tarafından taslağın yayınlanmasını, uluslararası tartışmanın yönetilmesini ve bir sonraki kongrede bir programın nihai olarak kabulünü içeren kararlar aldı. Ne var ki Altıncı Kongreye gelindiğinde, esasen Buharin tarafından kaleme alınmış ve Stalin’le birlikte ikisi adına sunulan yeni bir taslak ortaya çıktı. İşte Troçki’nin eleştirilerini yönelttiği taslak bu taslaktır. Troçki’nin eleştirilerinin içeriği hakkında daha ötesini söylemeden önce bu eleştirilerin arka planına, yani Altıncı Kongreyi önceleyen sürece göz atmak gerekir.
Stalinist bürokrasi, Sol Muhalefet şahsında devrimci işçi sınıfına karşı yürüttüğü karşı-devrimci taarruzun bir gereği olarak, 1924’teki Beşinci Kongreden sonra, tüzüğü de hiçe sayarak, bir kongre toplanmasına engel olmuştur. Stalinist bürokrasi Rusya’da parti ve devleti büyük oranda ele geçirmiş olmasına rağmen henüz Komintern’de bunu gerçekleştirebilmiş değildi. Bürokratik karşı-devrimin de kendince bir eşitsiz gelişimi söz konusuydu. Stalin önderliğindeki bürokrasi son derece önemli olan Komintern’i de ele geçirebilmek için, önce onun başlıca yöneticileri olan Zinovyev ve Buharin’le, Zinovyev’in tasfiyesinin ardından da, büyük ölçüde tek yönetici konumunda olan Buharin’le bir ittifak yaptı. Çünkü Stalin ve ekibi ne Komintern’in kuruluş yıllarındaki çalışmalarda yer almışlar, ne de dolayısıyla Komintern’de tanınmışlardı. Özellikle Troçki’nin ve dolayısıyla Sol Muhalefetin Komintern üzerindeki güçlü etkisinin kırılması gerekiyordu. Bunun araçlarından biri, bürokrasinin tabiatına uygun bir örgütsel önlem olarak kongreyi toplamamaktı. Örgüt denetiminden ve açık tartışmadan kaçmanın evrensel ve şaşmaz bir yolu! Ne zamanki bürokrasi, sayısız tasfiyeler yoluyla Komintern’i ele geçirdi, o zaman bir kongre yapılabilir hale geldi.
Öte yandan kongrenin toplanmasını bürokrasi açısından zorlaştıran başka hususlar da vardı. Komintern yönetimi 1923 Ekimindeki Almanya felaketiyle başlayan ve bu kitapta bazıları Troçki tarafından ayrıntılı olarak ele alınan 1924 Bulgaristan, 1924 Estonya, 1926 İngiltere, 1927 Çin olayları gibi kritik durumlarda belirginleşerek süren tam bir kronik başarısızlık tablosu sunuyordu. Bu başarısızlıklarla kâh iç içe geçen kâh onlara eklenen diğer bir dizi başarısızlık da, İngiliz-Rus Sendika Komitesi, Köylü Enternasyonali (Krestintern), Kuomintang’a katılma, Hırvatistan’dan Amerika’ya kadar birçok bölgedeki burjuva ve küçük burjuva fırıldakçı köylü önderleriyle, onları kızıl renklere boyama eşliğinde girişilen iki-sınıflı parti girişimleri vs. gibi, Komintern yönetiminin içine girdiği çeşitli örgütsel deneylerin fiyaskosuydu. İşte bu tablo yılda bir kez toplanması gereken Komintern kongresini tam dört yıl sonraya atmıştır. Aslında bir sonraki kongre olan Yedinci Kongrenin bundan tam yedi yıl sonra 1935’te yapılması ve daha sonra 1943’te kapısına bürokrasi tarafından kilit vurulana kadar hiç kongre yapılmaması düşünüldüğünde, buna şükretmek bile gerekebilir. Tek başına bu olgu bile, bürokrasinin vahim etkisinin grafik bir artışını görmek için yeterlidir. İç savaşın en nazik günleri de dahil olmak üzere devrimin en zorlu günlerinde dahi kongrelerin sektirmeden yapılışını sağlayan devrimci ruh ve azimle karşılaştırıldığında, bürokrasinin, kâbusu andıran boğucu ağırlığıyla bu devrimci örgütü nasıl dirhem dirhem soldurup mezara gömdüğü daha çarpıcı hale gelir.
Sonuç olarak bürokrasi, Komintern içinde yeterli etkiyi kazandığından emin olduğunda nihayet muhalefetin kongre baskısından kurtulmaya, yani aslında Sol Muhalefete son balyozu indirerek onu ortadan kaldırmaya karar verdi. Gerçekte bürokrasi bu darbenin daha fazla gecikmesinin kendisi için pek hayırlı olmayacağını görmüştü, zira öteki cephede yeni bir savaşa girişmek üzereydi. 1928’e kadar partinin proleter kanadına karşı Buharin-Rikov-Tomski (NEP’çi sağ kanat) üçlüsünde politik dışavurumunu bulan yeni kır burjuvazisiyle (Kulaklar) ittifak yapmış olmasına rağmen bürokrasi, yedi yıl boyunca sürmüş olan NEP sayesinde hatırı sayılır ölçüde palazlanmış olan Kulakların, hoşnutsuzluklarını ve güçlerini, önemli bir işaret olan 1928 tahıl kriziyle fiilen göstermeleri nedeniyle, bu ittifakın doğal ömrünün dolduğunu ve Kulakların tasfiyesinin aciliyetini kavramakta gecikmedi. Nitekim 1928’le birlikte Kulaklara ve genel olarak köylülere karşı muazzam bir saldırının ilk adımları atılmaya başlandı. Başlangıçta daha tereddütlü ve temkinli olmakla birlikte genel gelişme eğrisi itibarıyla dozu giderek yükselen ve 1932-33’e kadar süren bu büyük tasfiye hareketi boyunca değişik kaynaklara göre 1 ilâ 5 milyon arasında insan yaşamını yitirdi; ve elbette partinin NEP’çi kanadı da bu saldırıdan nasibini alarak tasfiye edildi.
Kongre herşeyden önce bürokrasinin Troçki ve Sol Muhalefet şahsında proletaryaya karşı kazandığı zaferi bütün Komintern nezdinde tescil ettirmek ve başta tek ülkede sosyalizm teorisi olmak üzere bu mücadelede ileri sürdüğü görüşleri değişmez resmi çizgi olarak kayda geçirmek zorundaydı. Kongre gündeminin başında yer alan program sorunu, buna gerekli biçimsel çerçeveyi vermek için bir anlamda biçilmiş kaftandı. Böylece tek ülkede sosyalizm teorisi, emperyalist aşaması da dahil olmak üzere kapitalizmin uluslararası organik bir işbölümüne dayanan karakterinin özde reddi, eşitsiz gelişme yasasının adeta bir yalıtık gelişme yasası olarak yorumu, sürekli devrimin reddi temelinde aşamalı devrim anlayışı, ülkeleri gelişme derecelerine göre birbirlerinden kopuk devrim aşamalarına oturtarak kompartımanlara bölen ulusalcı devrim anlayışı, uzlaşmacı strateji ve taktikler, bürokratik örgütsel işleyiş vb. konular, programda kendilerine özgü anlatımlarını bularak dünya komünist hareketinin geleceğine damgasını vuran temel referanslar oldular. Bu program egemen sınıf katına yükselen bürokrasinin gelişiminde önemli bir dönüm noktasını temsil ediyordu. Programa ruhunu veren ilkeler, Lenin’in sağlığında yapılan ilk dört kongreye yön veren ve bu kongrelerde benimsenen sayısız programatik belgede açık anlatıma kavuşturulmuş olan ilke ve yöntemlerin tasfiye edildiğini ilân ediyordu.
Buharin ve Stalin tarafından kaleme alınan program taslağı kongreden yalnızca iki hafta önce yayınlandı. Tüm tasfiyelere rağmen bürokrasi, programın seksiyonlarda incelenmesi ve uluslararası kapsamda geniş bir tartışmasına fırsat vermeye niyetli değildi. Sosyal karakterine uygun olarak, program taslağının kongrede plebisiter tarzda, fazla kurcalanmadan, öyle uzun boylu tartışılmadan kabul edilmesini istiyordu. Nitekim birkaç küçük değişiklik dışında taslak resmi program olarak kabul edildi. Taslağa yönelik tek kapsamlı eleştiri o sırada Alma Ata’ya sürülmüş bulunan Troçki tarafından yapıldı. Taslak eline ulaşır ulaşmaz yoğun bir çalışmaya girişen Troçki iki haftadan az bir sürede, üstelik kendisi gibi Sol Muhalefet saflarında mücadele veren kızının ölüm haberini almanın taze acısına rağmen elinizdeki kitabı yazarak kongreye yetiştirir. O günleri, otobiyografisinde, Rakovski’ye yazdığı bir mektuptan yaptığı alıntılarla şöyle anlatır:
Sevgili Kristiyan Georgiyeviç, sana ve öbür dostlara nicedir yazamadım, yalnız çeşitli belgeler gönderebildim. İli’den döndüğümüz zaman haber aldık Nina’nın hastalığını, sonra bir villa tutup oraya yerleştik. Birkaç gün sonra Nina’nın ölüm haberi geldi. Bunun bizim için ne demek olduğunu bilirsin.… Ama acele hazırlanması gereken yazılar vardı, Komünist Enternasyonalin altıncı kongresi için. Güç bir işti. Ama neye mal olursa olsun bu işi de bitirmeliydik, bu zorunluluk bizim için hardal yakısı yerine geçti ve ilk haftaların acısına karşı yardımcı oldu.
Şimdi kongre işlerini konuşalım. Ben işe program taslağını eleştirmekle başlamaya karar verdim, resmi yönetimin karşımıza çıkardığı bütün soruları elden geçirdim. Sonunda onbir forma tutabilecek kadar bir kitapçık çıktı ortaya. Son beş yıldaki, yani parti yönetiminin Lenin’in elinden çıkmasından bu yana, mirasın önce gelirini sonra kendisini yemeye başlamış epigonların utanmadan saltanat sürdükleri süre içindeki beraber çalışmamızın ne ürün verdiğini özetledim. [Hayatım, Yazın Y., Ekim 1999, s.581]
III
Bu sözlerde de ifade edildiği gibi, Troçki’nin bu çalışmadaki eleştirisi, kendisine program taslağını çerçeve olarak almakla birlikte esasen Komintern’in son beş yıllık icraatının bir eleştirisi niteliğindedir. Dolayısıyla bu kitap bir metin olarak Komintern Programının eleştirisinden ibaret değil, aynı zamanda bu programı önceleyen, onu doğuran ve tarihsel anlamına kavuşturan sürecin, yani Komintern’in 1923-28 arasındaki politikalarının, başarısızlıklarının, fiyaskolarının bir eleştirisidir. Bu süreç anlaşılmadan ne Komintern Programı anlaşılabilir, ne Stalinist bürokrasinin oluşumu ve gelişimi anlaşılabilir, ne de onun hakimiyetine geçen Komintern’in devrimci bir örgüt olmaktan çıkışıyla karakterize olan encamı anlaşılabilir. Komintern tarihinin belki de en kritik dönemi olan bu dönemini anlamadan bugüne ilişkin sağlıklı dersler çıkarılamaz. Troçki’nin kitabının adının Lenin’den Sonra Üçüncü Enternasyonal olması anlamlıdır. Esas hedef Enternasyonal’in Lenin’den sonra geçirdiği oportünist metamorfozdur, program yalnızca bu sürecin vardığı noktadır, bir aşamadır. Önemli olan, içinden geçtiği tüm duraklar ve görünümlerle birlikte sürecin gerçek mahiyetinin kavranılmasıdır. Yukarıda bu dönemin olayları olarak sıralanan başarısızlıklar, fiyaskolar ve revizyon girişimleri sürecin canlı dokusunu, görünümlerini, içinden geçtiği durakları oluşturmaktadır. Eleştirinin konuları bu görünümlerin ortaya koyduğu sorunlardır.
Bu geniş bağlam içinde tek ülkede sosyalizm teorisi sürecin ve Troçki’nin eleştirisinin zorunlu başlangıç noktasıdır: Uluslararası Devrim Programı mı, Tek Ülkede Sosyalizm Programı mı? Daha sonra Komintern’in Lenin sonrası siyasetinden doğan tüm strateji ve taktik sorunlarının genel bir çerçeveye oturtularak ele alındığı Emperyalist Çağda Strateji ve Taktikler bölümü gelir, ardından tek tek olaylar içinden en yoğun tartışmalara konu olan ve tüm geri ülkeler için özel bir önem taşıyan 1925-27 Çin devrimi deneyiminin ele alındığı Çin Devriminin Özeti ve Perspektifleri başlıklı bölüm. Ve son olarak, program eleştirisini oluşturan bu bölümlerden ayrı bir kısım olarak yer alan, Kongre üyelerine hitaben yazılmış ve özel olarak programdan söz etmeyip, doğrudan 1923-28 döneminin olaylarının genel bir çözümlemesi temelinde somut olarak neler yapılması gerektiğini ortaya koyan Şimdi Ne Olacak? başlıklı belge.
IV
Tek ülkede sosyalizme ilişkin bölümün önemine yukarıda kısmen değindik. Ancak bu bölümün içeriği hakkında herhangi bir ayrıntı vermedik. Her şeyden önce şunu söylemeliyiz ki, Troçki bu bölümde, bu teorinin dayandırılmaya çalışıldığı tüm noktaları Marksizmin balyozuyla yerle bir etmektedir. Bilindiği gibi bu teori, onyıllar boyunca, kasıtlı olarak yanlış ve ters anlam yüklenen topu topu birkaç Lenin alıntısına dayandırılmaya çalışılmıştır. Doğrusu teori fukaralığının böbürlenme vesilesi bile olabildiği bu topraklarda, bu kaba tahrifatlardan medet umanlar hâlâ vardır. Ama herşeye rağmen bu yöntem inandırıcılığını hayli yitirmiştir. Özellikle, iki arada bir derede duran merkezci akımlar, bu sapır sapır dökülen araçlara başvurmak yerine, tek ülkede sosyalizme daha “derinlikli” açıklamalar getiriyorlar. Genellikle en rağbet gören açıklama şudur: Evet, tek ülkede sosyalizm teorisinin Marksizmin teorik ilkeleri bakımından pek sağlam olmadığı ve kullanılan Lenin alıntılarının yanlış yorumlandığı doğrudur; ama tek ülkede sosyalizm, o günün şartları içinde dünya devrimi perspektifine göre daha gerçekçiydi, halk kitlelerine daha somut, daha elle tutulur hedefler gösteriyordu vs. vs. Kaba tahrifat yönteminden feragat ederek ileri adım atmış gibi poz kesen bu merkezci açıklama son dönemde daha çok itibar görmektedir. Aslında bu zavallı muhakeme, daha o zamanlar Muhalefetin sağlam eleştirilerine karşı cevap yetiştirme telâşıyla Stalinistler tarafından kullanılmıştı. İşte Troçki, elinizdeki kitapta, bize göre güncel bir önem taşıyan bu muhakeme tarzını da, çarpıcı biçimde deşifre etmektedir. Onun bu kitaptaki şu satırları, günümüzün cin fikirli merkezcilerinin açıklamalarına ne kadar da uyuyor:
Komintern’in önde gelen liderlerinden şöyle bir argüman işitmek mecburiyetinde kalıyoruz: Tek ülkede sosyalizm teorisi, şüphesiz temelsizdir, ama bu teori, içinde çalıştıkları zorlu koşullarda Rus işçilerine bir perspektif sunarak onlara cesaret verir. Bir programda, kendi sınıfsal yönelimleri için bilimsel bir temel değil, aksine manevi teselliler arayanların teorik tartışmalarının derinliklerini çözmek zordur. Olguları yalanlayan teselli teorileri bilim alanına değil, din alanına aittir; ve din insanların afyonudur.
Partimiz, kahramanlık dönemini, tek ülkede sosyalizme değil tümüyle uluslararası devrime yönelmiş bir programla geçmiştir. GKB [Genç Komünistler Birliği –ç.n.], üzerinde, geri Rusya’nın tek başına kendi güçleriyle sosyalizmi inşa edemeyeceğini yazan bir programatik bayrak altında, en zorlu iç savaş yıllarının, açlığın, soğuğun, zorlu Cumartesi ve Pazar çalışmalarının, salgın hastalıkların, karne usulü çalışmaların ve ileri atılan her adım için katlanılan sayısız özverinin içinden geçti. Partinin ve GKB’nin üyeleri cephede savaştılar veya tren yolu istasyonlarına kütük taşıdılar; bu kütüklerden ulusal sosyalizmi inşa etmeyi umdukları için değil, Sovyet kalesinin dayanmasını –ve ilâve her kütük Sovyet kalesi için önemlidir– zorunlu kılan uluslararası devrim hedefine hizmet ettikleri için. Bizim soruna yaklaşım tarzımız budur. Zaman ve ortam değişmekle (henüz, o derece köklü biçimde değil) beraber, ilkesel yaklaşım şu anda bile tüm gücünü muhafaza etmektedir. İşçi, yoksul köylü, partizan ve genç komünist, yeni incilin ilk kez ilân edildiği 1925’e kadar, tüm davranışlarıyla ona ihtiyaçları olmadığını önceden gösterdiler. Fakat ona ihtiyacı olan, yukarıdan kitleleri hor gören memurdur; rahatsız edilmek istemeyen küçük yöneticidir; herşeyi koruyan ve avutan bir formül kılıfı altında hükmetmeye çalışan aygıt uşağıdır. Cahil insanların “iyi habere” gereksinimi olduğunu ve avutucu teoriler olmaksızın insanlarla ilişkinin olamayacağını düşünenler onlardır. “%90 sosyalizme” ilişkin yanlış sözlere sarılanlar onlardır; zira bu formül, onların ayrıcalıklı konumunu, hükmetme ve yönetme hakkını, “şüpheciler” ve “inancı az” olanlardan gelen eleştirilerden kurtulma ihtiyacını onaylar.
Tek ülkede sosyalizmin inşası olasılığını inkâr etmenin cesareti kırdığı ve şevki öldürdüğü anlamına gelen şikayetler ve suçlamalar, çıkış koşulları tümüyle farklı olmasına rağmen, reformistlerin devrimcilere daima öfkeyle savurdukları suçlamalarla teorik ve psikolojik olarak yakından bağlantılıdır. Şöyle diyorlardı reformistler: “Siz işçilere kapitalist toplumun çerçevesi içinde paylarını gerçekte arttıramayacaklarını söylüyorsunuz; ve bununla siz yalnız onların savaşma güdülerini öldürüyorsunuz.” Aslında, sadece devrimcilerin önderliği altında, işçiler ekonomik kazanımlar ve parlamenter reformlar için gerçekten savaştılar. [s.61-62]
Troçki’nin kitabının ikinci bölümü, emperyalizm döneminde strateji ve taktik sorunlarının kazandığı anlam ve görünümler üzerinedir. Bu bölüm bilebildiğimiz kadarıyla Marksizmin tarihinde bu konuya hasredilmiş ilk etraflı incelemedir ve konuyla ilgili okur buradaki düşüncelerin paha biçilmez değerde olduğunu fark etmekte gecikmeyecektir. Ele alınan konulardan bazılarını saymak gerekirse: strateji ve taktiğin tanımı, emperyalist çağda bunların genel anlamı ve uygulanma tarzı; proleter mücadele biçimlerinin görünümleri ve aşamaları, bunlar arasında özellikle ayaklanma sanatı, ayaklanma-sovyetler ilişkisi; sovyetlerin önkoşulları, anlamı ve ona yaklaşım tarzı; manevra nedir, nasıl yapılır, ilkeler-manevra ilişkisi, manevranın önkoşulları, manevrayı değerlendirmenin gerçek ölçütleri vb. konular hemen akla gelenlerdir.
Kitabın üçüncü bölümü, Mao önderliğindeki 1949 devriminin gölgesinde bırakıldığı için bugün adeta kasıtlı olarak unutturulan 1925-27 Çin devrimini incelemekte ve Stalinist önderliğin Çin’de bu devrim sırasında izlediği Menşevik ihanet çizgisini teşhir etmektedir. İkinci Çin devrimi olarak da anılan 1925-27 devriminin (birincisi 1911 devrimiydi) uğradığı yenilginin anlaşılması için son derece önemli olan bu metin, aynı zamanda, hiçbir surette proleter bir nitelik taşımayan 1949 devrimine giden yolun nasıl açıldığını anlamak için de çok önemlidir.
Kitabın son bölümü ise, resmi Stalinist önderliğin 1928’le başlayan “sola dönüşünün” anlamını ortaya çıkarma çerçevesinde, 1923-28 arası dönemin genel bir çözümlemesini yapmaktadır.
V
Ne var ki Troçki’nin bu kitabı oluşturan eleştirilerinin delegelerin ellerine ulaşması büyük engellerle karşılaşır. Öncelikle buradaki üç bölüm ve bunlara eklenmiş olan bir mektuptan oluşan eleştirinin delegeler için çevirileri çok eksik yapıldı, öyle ki bütün bütün pasajların yanı sıra tastamam bir bölüm olan Emperyalist Çağda Strateji ve Taktikler başlıklı ikinci bölüm ve Şimdi Ne Olacak? başlıklı mektup tamamen çeviri dışı bırakıldı. Ardından bu eksik çeviriler dahi bütün delegelere değil yalnızca Program Komisyonunda yer alanlara ve bunların dışındaki tek tük kişiye dağıtıldı. Dağıtılan kopyaların da sıkı bir takibi yapıldı ve iadesi zorunlu kılındı. Program Komisyonunda bazı ürkek sesler çıktıysa da, Troçki’nin dediği gibi eleştirisi gözler kapatılarak geçiştirildi. Kongre delegeleri de, zaten yapmak için çağrılmış oldukları “Troçkizmi” oybirliğiyle mahkûm etme işini yerine getirdiler.
Bu kongrede kabul edilen Komünist Enternasyonal Programı o günden bugüne derin izler bırakmıştır ve özellikle bizimki gibi geri ülkelerde halen birçok grup, çevre, örgüt ve partinin kabul ettiği ve kendi programına temel yaptığı en önemli referans olarak kalmıştır. Öyle ki, onyıllar boyunca dünyanın dört bir yanında sayısız örgüt ve partiler bu programın yol göstericiliğinde burjuvaziyi cicili bicili renklere boyamış, kitleleri onun kuyruğuna takmış ve devrim inancının onulmaz yaralar almasına yol açmışlardır. Türkiye de bu sorunları fazlasıyla yaşamıştır. Bu hususlar Troçkist çevrelerce Stalinizmin eleştirisinde sıkça vurgulanmıştır. Vurgulanmıştır vurgulanmasına ama Troçki’nin vahim sonuçları olan bu programa dönük vakitli eleştirisi her nasılsa Türkçe’ye bir türlü çevrilmemiş ve en azından bu vahim sonuçları el yordamıyla sezen ve cılız da olsa Stalinizmi sorgulama eğilimine giren merkezci-orta yolcu eğilimlerin, Komintern Programıyla hesaplaşmalarında bizzat Troçki’nin kaleminden çıkmış bütünsel bir yol göstericiden yoksun kalmalarına meydan verilmiştir.
Merkezciler söz konusu olduğunda Troçki’nin eleştirisinin bir yönü daha var ki, bu bağlamda özellikle günceldir ve önem taşımaktadır. Komintern Programı tüm ruhu ve lafzıyla milliyetçi komünizm anlayışının, aşamalı devrim anlayışının, burjuvaziyle uzlaşmacı siyasetin programatik resmiyete kavuşturulduğu bir dönüm noktası olmakla birlikte, lafızda bazı sahte-devrimci formülleri de bulanık biçimde içermesi nedeniyle eklektik bir nitelik arz etmekte ve bu haliyle bazı gönülleri avutucu rol oynayabilmektedir. Özellikle bahis konusu orta yolcu-merkezci çevrelerin Stalinizmden, parça-bölük ya da iğreti değil, gerçek bir kopuşa ayak diremelerinde bu sahte-devrimci söylem bir dayanak noktası olabilmektedir. İşte Troçki programın bu aldatıcı ve eklektik yanını gözden kaçırmamış ve daha o zamandan bugünkü merkezcilerin dayanak noktalarını sağlam bir teşhirle çürütmüştür. Ne yazık ki bu programın merkezci formülasyonlarında deva bulmayı umanların sayısı bugün az değildir. Troçki’nin bu ufuk açıcı eleştirisinin, deva arayanlara hayırlı olması umulur.
Troçki’nin eseri hakkında değinilecek birkaç nokta daha var: birincisi Komintern’in 1923 ve 1935 arası döneminde, özü oportünist olan politikaları örtmek için sıkça başvurulan sol lafazan söylem ve sol sekter yönelimlerin, en önemli dışavurumlarından birisi olarak, “kapitalizm çöktü, çökecek!” çığırtkanlığıdır. Bu söylem muhtelif ifade biçimleri bularak, kapitalizmin sürekli krizde olduğunu, kendi krizini çözemeyeceğini, toparlanma olasılığının olmadığını vaaz ederek gönül avutucu sahte umutlar yaymış, hatta sonraları Mao’nun ağzından “kağıttan kaplan” efsanesi biçiminde şahikasına ulaşmıştır. Bugün o kağıttan kaplanın her nasılsa, Mao’nun kutlu ülkesi de dahil, gerçek dünyayı pençesinde kıvrandırdığı gerçeği, bu aymazlıkla vahşice alay etmektedir. Troçki daha o zaman Komintern’in bu eğilimlerinin ne büyük tehlikelere yol açabileceğini dile getirmiş ve Lenin’in kapitalizm hakkında söylediği o özlü “umutsuz durum yoktur” sözünü hatırlatarak gerçekler dünyasının diyalektiğinin hangi olasılıklara gebe olduğunu göstermiştir.
Burjuvazi kendisine yeni bir kapitalist büyüme ve iktidar çağı sağlayabilecek mi? Kapitalizmin içinde bulunduğu “umutsuz duruma” bel bağlayarak böyle bir olasılığı reddetmek devrimci lafazanlıktan başka bir şey olmayacaktır. “Mutlak olarak umutsuz durumlar yoktur” (Lenin). Avrupa ülkelerindeki kararsız sınıf dengesi, kesinlikle kararsızlığı nedeniyle sonsuza dek süremez. (...)
(...) Burjuvazinin kendini yeterince evinin efendisi olarak hissetmediği, proletaryanın da iktidarı alamadığı böylesine kararsız bir durum, er veya geç, o veya bu şekilde, ya proletarya diktatörlüğü lehine, ya da halk kitlelerinin sırtları, sömürge halklarının kemikleri ve ... belki bizim kendi kemiklerimiz üzerinde yükselen ciddi ve uzun bir kapitalist istikrar lehine apansız biçimde çözülmek zorundadır. “Mutlak olarak umutsuz durumlar yoktur!” Avrupa burjuvazisi ağır çelişkilerinden, sadece proletaryanın yenilgileri ve devrimci önderliğin hataları sayesinde kalıcı bir çıkış yolu bulabilir. Fakat aksi de aynı şekilde doğrudur. Ancak, proletaryanın mevcut kararsız dengeden devrim yolunda bir çıkış yolu bulması durumunda dünya kapitalizminin yeni bir yükselişi olmayacaktır. [s.59-60]
Bugün biliyoruz ki Troçki’nin burada dile getirdiği olasılıklardan olumsuz olanı ve üstelik Troçki’nin ortaya koyduğu nedenlerle –yani Komintern’in hataları nedeniyle– gerçekleşmiştir. Gerçekten de Avrupa II. Dünya Savaşının bitimine kadar uzanan uzun bir dönem boyunca muazzam devrimci çalkantılar yaşamış, deyim yerindeyse gitmiş-gelmiş, ama Avrupa proletaryası esas olarak Stalinist Sovyet bürokrasisinin kılavuzluğundaki KP’ler aracılığıyla, fiziksel imha dahil her türlü yolla iktidardan men edilmiş ve dahası bu KP’ler aracılığıyla kapitalizmin yeni yükselişine payanda edilmiştir.
Ancak bizim bu bahsi açmamızın bir diğer sebebi var. Troçki’nin öngörüsü gerçekleşmiştir geçekleşmesine, ama hangi somut biçimler altında olmuştur bu? İşte bugün üzerinde önemle düşünülmesi gereken soru budur. Bu öngörüyü Troçki’nin, bir dünya devrimi olmaması halinde SSCB’nin de bir karşı-devrimle yıkılacağı yolundaki öngörüsüyle –ki temelde diğerinde içerilmektedir– birlikte ele alarak birkaç söz söylemek istiyoruz. Bize göre Troçki’nin her iki öngörüsü de gerçek kapsamına onun düşündüğünden çok daha derin bir noktada kavuşmaktadır. Yukarıdaki alıntıda Troçki “bizim kendi kemiklerimiz üzerinde...” diyordu, özel olarak SSCB’nin yıkılma olasılığını kastederek. Oysa dünya devrimi olmamasına ve proletaryanın bugün hâlâ sancıları çekilen ağır yenilgilerine rağmen, SSCB yıkılmamış aksine dev bir güç haline gelmiştir. Bunun izahı nedir? Sorun elbette bir öngörüyü kurtarma sorunu değildir, ama bize göre çözümün anahtarı Troçki’nin öngörüsünü, onun, o koşullarda belki de aşılması mümkün olmayan yanlış bir varsayımından arındırmakta yatmaktadır. Yanlış varsayım, onun “biz” derken de, “SSCB” derken de yaşayan bir işçi devletinden bahsediyor oluşudur. Gerçekte işçi devleti olarak SSCB ya da işçi devleti olarak “biz” çoktan yıkılmış, yerine kendine özgü (sui generis) sömürücü bir egemen sınıf katına yükselen bürokrasinin devleti olarak SSCB kurulmuştu. Gerçekte bina yıkılmış ama tabelâ muhafaza edilmişti. Her ne kadar yaşamının sonlarına doğru bunu kabul etmenin eşiğine geldiğini ve genel olarak sorunun çözümüne tarihsel açıdan büyük katkılarda bulunduğunu düşünüyorsak da, Troçki esasta bu sorunu çözememiştir. İşte Troçki’nin çözemediği bu nokta SSCB’nin yıkılmak bir yana, yükselişini ve bununla birlikte onun kapitalizmin yeni bir yükselişinin olasılıklarına dair yukarıda andığımız öngörüsünün gerçekleşmesini açıklar. Yani Troçki’nin öngörüsü onun sandığı gibi mevcut SSCB’nin yıkılmasıyla değil ama gerçekten işçi devletinin yıkılmış olmasıyla gerçekleşmiştir. Gerçekten de kapitalizm, her ne kadar karşı-devrimci bürokrasinin eliyle de olsa, tam da Troçki’nin kastettiği gibi Sovyet işçilerinin, özellikle de onun en bilinçli öncü kesimlerinin “kemikleri üzerinde” yeni bir yükselişin imkânlarına kavuşmuştur. Troçki’nin tek yanlışı SSCB’nin hâlâ bir işçi devleti olduğunu sanmasındaydı. Onun elini kolunu bağlayan şey, bir karşı-devrimi yalnız ve yalnızca burjuva türde karşı-devrim olarak tasarlaması, diğer taraftan özgün bir gelişim izleyen bürokratik tipte ve tarihte ilk kez karşılaşılan (zaten zorluk da buradaydı) bir karşı-devrim türünü tasavvur edememesiydi. Zira yanlış biçimde bu tür bir tasarımın Marksizmin temel öncüllerini geçersizleştireceğini düşünüyordu.[5]
Değineceğimiz ikinci husus bugünlerde Türkiye bakımından özellikle güncel olan Avrupa Birliği sorunudur. Elinizdeki kitap, aslında çok eski bir proje olan AB projesi hakkında Troçki’nin görüşlerini ve o dönemde Komintern’in bu konuda izlemiş olduğu çizgi hakkında bilgileri içermektedir. Bu tartışmaların ve Troçki’nin ortaya koyduğu ve bir dönem Komintern tarafından da benimsenmiş olan yaklaşımların öğrenilmesi, AB konusunda hem dünya solunun hem de bizdeki solun hal-i pür melalini anlamada yardımcı olacaktır. Konuyu uzatmamak için sadece metin içinde yer alan bilgi notlarından birini aynen aktarmakla yetinelim:
1926 gibi geç bir tarihte Komintern’in yayınevinin, Sosyalist Avrupa Birleşik Devletleri konusunda yayınladığı resmi bir broşürde şöyle deniyordu: “Şurası çok önemlidir ki, bu burjuva sosyal demokrat slogana (“Pan-Avrupa”) karşı yalnızca eleştirel bir konuma sahip değiliz, fakat aynı zamanda, onun düzenbaz pasifist içeriğini yıkarak, ona karşı, geçişsel taleplerimiz için gerçekten kapsamlı bir politik slogan olabilecek pozitif bir slogan oluşturduk. Gelecek dönemde Sosyalist Avrupa Birleşik Devletleri sloganı, Avrupa komünist partileri için kapsamlı bir politik slogan görevi görmelidir.” (John Pepper, Die Vereinigten Staaten des Sozialistischen Europa, s.67, Hamburg, 1926.) Ne var ki slogan, Komintern Yürütmesi ve Avrupa partileri tarafından azalan frekansla ileri sürüldü ve sonunda sloganı savunan en önemli kişiye –Troçki– karşı verilen hizip mücadelesinin gerekleri, sloganın geri çekilmesi ihtiyacını doğurmuş göründüğünde ondan tümüyle vazgeçildi. [s.15]
Bu ifadeler, AB konusunda sol hareketin genelinin benimsediği milliyetçi tutumların aksine, Komintern’in daha o zaman sağlıklı bir sınıf perspektifi ortaya koyduğunu kanıtlıyor. Kanımızca bu ifadeler işçi sınıfının bu sorunda nasıl bir politika izlemesi gerektiğinin temel çizgilerini ortaya koyduğu gibi, aynı zamanda sol çevreleri de bu yaklaşımla hesaplaşmaya davet etmektedir.
[1] Troçki’nin Tek Ülkede Sosyalizm? adlı bu önemli yazısı daha sonra sitemiz tarafından Türkçeye kazandırılarak yayınlandı. –Marksist Tutum
[2] Şükür ki yayın hayatında bu konuda yakın zamanda bir istisna olmuştur. (Bkz. Stalin-Zinovyev-Troçki, Tek Ülkede Sosyalizm mi, Dünya Devrimi mi?, Göçebe Y., Ağustos 1998, İstanbul.) Ne var ki bu istisna, kapsamı, biçimi ve özel bağlamı bakımından bahsedilen eksikliği gidermek için tatmin edici olmaktan çok uzaktır.
[3] Tarih Bilinci Yayınlarının izniyle kitabın "Uluslararası Devrim Programı mı, Tek Ülkede Sosyalizm Programı mı?" adlı bölümünü sitemizde yayınlıyoruz. –Marksist Tutum
[4] Lev Trotskiy, EK-2: “Komünist Enternasyonal Programı Üzerine Karar”, Geçiş Programı içinde, Kardelen Y., 1992, İstanbul, s.62
[5] Bu görüşlerin, konuya az çok aşina okur için bu kadarıyla yetersiz görünmesi mümkündür. Ne var ki bu önsözün sınırları, bu görüşlerin ayrıntılarını işlememize elvermiyor. Bu konuda temennimiz, yayın hayatına yeni atılan Tarih Bilinci Yayınlarının, bilimsel bir değer taşıdığı ölçüde, SSCB’nin sosyo-ekonomik yapısına ve evrimine ilişkin, yaygın görüşlerin dışında kalan bu tür görüşleri içeren çalışmalara da yayınları arasında yer vermesidir. [Bu konuda Elif Çağlı tarafından kaleme alınmış önemli bir eser olan Marksizmin Işığında adlı çalışma Tarih Bilinci Yayınları tarafından basılmıştır. –Marsist Tutum]
link: Ufuk Demirsoy, "Lenin'den Sonra Üçüncü Enternasyonal"e Çevirenin Önsözü, Ağustos 2000, https://marksist.net/node/1364