Birleşmiş Milletler’e bağlı Gıda ve Tarım Örgütü’nden Dünya Bankası’na kadar pek çok emperyalist kurum, son dönemlerde sıkça, yükselişe geçen gıda fiyatlarının yaratacağı tehlikeye işaret etmekteler. Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim, hükümetlerin bu sorunlarla başa çıkması için politikalar geliştirmesine yardımcı olacaklarını ve tüm dünyaya zarar verecek fiyat artışlarına izin veremeyeceklerini söylüyor. Gıda ve Tarım Örgütü FAO, 2007 ve 2008 yıllarında görülen ve yoksul ülkelerde ayaklanmalara neden olan gıda krizinin tekrarlanabileceği uyarısında bulunuyor.
2008 yılının seviyesine daha şimdiden yaklaşmış olan gıda fiyatları burjuvaziyi korkutuyor ve ona kitlelerin isyanını yeniden hatırlatıyor. 2007 ve 2008 yıllarında özellikle Afrika ve Asya ülkelerinde geniş çaplı isyanlar patlak vermiş, açlar ordusu sokaklara dökülmüştü. Gıda fiyatlarındaki artış önümüzdeki dönemlerde de aynı hızla kitlelerin isyan hareketini yükselteceğe benziyor.
Kapitalistte yalan bitmez
Kapitalizmin tarihi boyunca, burjuvazi kendi arzularını gerçekleştirmek üzere hep yalan söyledi. Şimdi de kitlelerin gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor. Gıda fiyatlarındaki artışın suçunu kendisinde aramazken, doğaya ve iklim değişikliklerine atıyor. Kuraklık, aşırı yağış, ani mevsim değişiklikleri gıda fiyatlarının artmasına neden oluyormuş. Artan aşırı nüfusu da unutmamak gerekirmiş. Tüm bunlar olmasa aslında gıda fiyatları yerinde durabilirmiş. Amerika’daki son 50 yılın kuraklığı, Brezilya’daki zamansız yağışlar ve Rusya’daki üretimden kaynaklanan aksaklıklar fiyat artışlarının nedenleri olarak sıralanıyor. Avustralya’da yağışların yetersiz olması ve Hindistan’da muson yağmurlarının gecikmesi de fiyatların yükselmesine yol açtı deniyor. Tahıl fiyatları 1 Hazirandan beri zam üzerine zam gördü. Buğday %25, mısır %23, pirinç %8, diğer tahıllar %19 ve şeker %12 oranında zamlandı. Onlar bu artışlara bin bir türlü bahane sıralasalar da biz gerçeklere bakalım.
Mevcut ekolojik krizin kaynağında da kapitalizmden başka bir sebep aramamak gerekir. Bir örnek verecek olursak, Unilever, Cargill, Nestle, Kraft, Procter&Gamble gibi büyük gıda tekelleri, Sumatra’daki Riau bölgesinden gelen Endonezya hurma yağının talipleri arasında bulunuyor. Greenpeace’in 2007 tarihli bir raporuna göre, Riau’daki el değmemiş ormanların 1,4 milyon hektarı daha şimdiden yemeklik yağ üretimi için plantasyona dönüştürülmüş durumda. Bu yetmezmiş gibi 3 milyon hektarlık bir bölümün daha biyoyakıt amaçlı kullanılması planlanıyor. Bakir ormanlar kesildiğinde ve plantasyon alanı açmak için bataklık turbalıklar kurutulduğunda, karbon salımı gerçekleşiyor. Turba çürüyor ve bakteriler tarafından parçalanıyor. Böylece arazi yangına açık hale geliyor. Bu yangınlarda turbalık içten içe yanıyor ve onyıllar boyunca sera gazları salıyor. Bu da iklim değişikliğinin dünyanın yaşlanmasından ya da bir zamanlar Bush’un dediği gibi ineklerin fazlaca yellenmesinden kaynaklanmadığını gösteriyor.
FAO, dünya yüzeyinde ekilebilir tarım alanını 2,7 milyar hektar olarak açıklıyor. Ancak bunun sadece 1,5 milyar hektarı gerçekten ekilebilen alanı oluşturuyor. Büyük tekellerin son on yıl içinde kapattıkları 203 milyon hektarlık alanın yarısından fazlasıysa –ki bu alan İngiltere’den sekiz kat daha büyük bir alana denk geliyor– biyoyakıt şirketleri tarafından araç yakıtına dönüştürülmek üzere şekerkamışı, mısır ve soya üretilmesi için kullanılıyor. Tahıl ürünlerinin sadece gıda olarak tüketilmemesi, biyoenerji hammaddesi olarak kullanılması da fiyat artışlarının bir diğer nedenidir. Burjuvazi tüm bu alanlar yetmezmiş gibi 2021 yılına kadar biyoyakıt üretimini iki katına çıkarmayı hedefliyor. Tüm dünya üzerindeki toplam tarım alanları insanlığın gıda ihtiyacını karşılamaya yeterliyken, biyoyakıt ürünü ekilmesi için on milyonlarca hektar tarım arazisi heba ediliyor. Bir otomobilin yakıt deposunu doldurmak için kullanılan tahıl miktarı, bir kişinin 1 yıl boyunca tüketeceği tahıl miktarına eşit! İnsanların açlıktan ölmesi kapitalistlerin umurlarında bile değil. Önemli olan, onların sermayelerinin her geçen gün daha da büyümesidir.
FAO’nun Afrika kıtasındaki beş ülkede yaptığı bir araştırmaya göre, emperyalist tekeller 1 milyar dolar yatırımla, 2,5 milyon hektar tarım arazisini ya satın aldılar ya da 99 yıllığına kiraladılar. Etiyopya, Madagaskar, Mali, Mozambik ve Sudan gibi ülkeler gıda tekelleri için bir cennet haline gelmiş durumda. Onları engelleyecek herhangi bir yasal mevzuat ya da sınırlama yok. Burjuva hükümetler bu satışları seve seve onaylıyor, bürokratlar dünden razı geliyor, tarım arazilerinden hayatlarını kazanan köylülerin ise ellerinde tapuları yok, tekellere bu araziler neredeyse bedavaya geliyor. Tekeller bu topraklarda yakıt üretirken insanlar açlıktan ölüyor. Dünya nüfusunun 1 milyarı her gece yatağa aç giriyor. Bunların %60’ından fazlasını kadınlar oluşturuyor. Özellikle de Afrika ülkelerindeki insanlar beslenemiyorlar. İnsan beyninin %80’e yakın kısmı doğumdan sonraki ilk bir yıl içinde tamamlanıyor. Ancak temel gıda maddelerinin alınamaması sonucu, doğan bebekler hem bedensel hem de zihinsel gelişimlerini tamamlayamıyor. Üstelik bu çocukların önemli bir kısmı daha beş yaşını göremeden ölüyor. Dünyada her bir dakikada beş yaşın altındaki 12 çocuk hayatını kaybediyor. Avustralyalı madencilik devi Gina Rinehart saatte 1 milyon dolar kazanırken, 3 milyardan fazla insan günde 2 doların altında kazanıyor. 1,5 milyardan daha fazla sayıda insan ise günde 1 doların altında kazanarak hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bir kişinin saatte kazandığı rakam ile milyarlarca insanın günlük kazancı arasındaki fark, uçurum boyutuna yükselmiş durumda. Tek bir kapitalistin işçi sınıfından gasp ederek oluşturduğu kazanç, bir ülke dolusu insanın en temel ihtiyaçlarını karşılamaya, yıllarca doyurmaya yetiyor. İşte kapitalizm!
Gıda fiyatlarındaki artış ve tehlike çanları
Son üç aydır yükselişe geçen gıda fiyatlarının durumunu tartışmak üzere G-20 zirvesinin acilen toplanacağı açıklandı. FAO, ABD’den biyoyakıt üretiminde kullanılan mısır üretimini durdurmasını istedi. ABD, soya fasulyesi ve mısır üretiminde %35’lik bir payla dünyanın en büyük tahıl üreticisi konumunda. Devam eden ekonomik kriz de fiyatların artmasında rol oynuyor. Ama tüm bunların ötesinde, özellikle de spekülatörlerin dev miktarlarda ürün alımı ve satımı gerçekleştirmesi de önemli bir faktör. Nicolas Sarkozy’nin yaptığı bir açıklamaya göre, spekülatörler kendi kârlarını arttırmak için dünya buğday üretiminin 46 katını kısa bir süre içinde alıp sattılar. Piyasaya sürülmeden el değiştiren bu devasa miktar, gıda fiyatlarının tırmandırılması oyununun önemli bir parçasını oluşturuyor.
Gıda fiyatlarındaki suni artış devam ettiği sürece kapitalist sermayedarlar kârlarına kâr katacaklar. Ancak en temel ihtiyaç maddelerini bile satın alamayan yoksul emekçiler açlığın pençesinde kıvrandırılacak. Ne var ki emekçi kitleler, burjuvazinin tüm bu saldırılarını cevapsız bırakmayacaklardır. Hatırlayalım 2007 ve 2008 yıllarında 30’dan fazla ülkede kitleler ayaklanmış ve isyan dalgası uzun bir süre devam etmişti. Onları ne üstlerine doğrultulan silahlar, ne devletlerin orduları, ne de polis durdurabilmişti. Tanklara, tüfeklere rağmen kitleler öfkeyle sokakları zapt etmiş ve hükümetleri devirmişti. Çünkü Mısır’da ekmeğin fiyatı beş kat artmış, Haiti’de bir kâse pirincin fiyatı 60 sent olmuştu. Haiti’de çamur, tuz ve çeşitli otların karışımıyla yapılarak güneşte kurutulan çamur kurabiyesinin fiyatı bile 5 sentti.
Çamur kurabiyesi örneğinin farklı bir versiyonu bugün Çin’de yaşanıyor. Çin’de patates, tatlı patates ve plastik malzeme ile karıştırılarak ve patateslerin içine de ayrıca endüstriyel sentetik reçineler eklenerek sahte pirinç üretiliyor. Çin Lokantaları Derneğine göre bu karışımdan üç tas yemek, bir plastik çanta yemekle eşdeğer. Çin’de 2008 yılında da kimyasal malzemeyle yapılan sahte sütten kaynaklanan ve 300 bin insanın hastalanmasına, 6 çocuğun ölmesine neden olan zehirlenme vakaları yaşanmıştı. Gıda fiyatları yükseldikçe ve toprak altın değerine çıktıkça, sahte ekmekler, sahte sütler ve sahte buğdaylar üretilecek.
İnsanların besin değeri düşük gıdalarla beslenmesi ya da açlıktan ölmesi burjuvazinin umurunda değil. Milyarlarca dolar kâr eden market zincirleri, toprak piyasasını elinde tutan sermayedarlar kendi kurdukları kuruluşlarla da kimin neyi, ne kadar ve ne zaman üreteceklerine karar veriyorlar. Yazar F. William Engdahl “Yıkım Tohumları” adlı kitabında küresel gıda kriziyle GDO’lu ürünlerin patent hakkını elinde bulunduran dev şirketlerin ilişkisini şöyle anlatıyor:
“Yaşanan küresel gıda kriziyle GDO patentli pirinç, mısır ve soya tohumlarının yaygınlaşması arasında nedensel bir bağlantı var. Bu bağlantı da gıda üretiminin Monsanto, DuPont, Syngenta, Dow, Archer Daniels Midland ve Cargill önderliğindeki birkaç dev şirket tarafından küreselleştirilmesi. Bu güçlü lobi küresel bir tarım politikası oluşturdu ve hem ABD Tarım Bakanlığı hem de Avrupa Komisyonu Tarım Direktörlüğü’nde etkin. Bu güçlü tarım şirketleri perde arkasından Dünya Ticaret Örgütü’nün tarımla ilgili kararları üzerinde hâkim. Uzun vadeli politikalarından biri kasıtlı olarak dünyanın acil tahıl stoklarını azaltmak. Aynı zamanda bitkilerin ulaşımda yakıt olarak kullanılması için yetiştirilmesini öngören suç politikasının önde gelenleri de onlar. Yani biyoyakıt dolandırıcılığı.”
Ortada bu kadar pislik varken emperyalist kurumlar tehlikeye karşı önlem alacaklarından bahsediyorlar. Ancak onların alacakları önlem tahıl ambarlarının etrafını silahla kuşatmak, kitlelerin sokağa çıkmasını engellemek için sıkıyönetim ilan etmek, dinlemeyenleri kurşuna dizme yöntemlerini kullanmaktan farklı olmayacaktır.
Kapitalist sistem devam ettiği sürece işçi sınıfının huzuru kalmayacak. Kapitalistlerin açgözlülüğü yüzünden kursağımıza giren her bir besin sentetikleşecek. Fiyatlar arttıkça besin değeri yüksek ürünlere ulaşmak mümkün olamayacak. Tahıl ambarlarda çürüyecek, buğday filizlenmeyecek. Ete ve ekmeğe doymak imkânsız hale gelecek.
Fakat bunun karşısında isyanlar da yükselecek. Kapitalizmin alaşağı edilmesiyle açlığın olmadığı bir toplum kurmak mümkündür. Bu toplumda insanlar öylesine güzel bir dünyaya doğacaklar ki, güneş daima dünyaya gülümseyecek. Öyle bir dünya kurulduğunda bebeklerin güleceği güzel günler, susuzluktan, açlıktan kıvranmadığı, karınlarının davul gibi şişmediği günler olacak. O günler geldiğinde ne atom bombaları, ne savaşlar insanların canını alacak. O günler geldiğinde çiçek dalında büyüyecek ve yeşil en yeşile bulanacak, mavi kirlenmeyecek. İnsanlar bir arada kardeşçe yaşamın keyfine varacak. Toprak ana daha cüretkâr bir biçimde tüm nimetlerini insanlığın önüne serecek. İşte o güzel günlere bugünden hazırlanmak gerek.
link: Dicle Yeşil, Kapitalist Açgözlülük ve Gıda Krizi, 9 Eylül 2012, https://marksist.net/node/3077
Suriye’de Kanlı Açmazlar
12 Eylül’ün Yıldönümünde Bitmemiş Bir Görev