Erdoğan, 15 Mayısta, “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi”ne ilişkin bir genelge yayımladı ve ardından Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, Ankara’da “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı”nı tanıttı.
Bu planı tanıtırken Göktaş, “Türk aile yapısı”na yönelik risk ve tehditlere karşı koruyucu ve önleyici tedbir almak amacıyla risk haritaları belirleyeceklerini, mahalle bazlı sosyal hizmet modelini hayata geçirip ailelere danışmanlık ve psikososyal destek vereceklerini ifade etti. Ailenin güçlendirilmesi için Aile Enstitüsü aracılığıyla eğitim vererek kadının ve erkeğin, sevgi, merhamet, birlik ve beraberlik temelinde yuva kurmalarına destek olmayı sürdüreceklerini söyledi. 16 bakanlık, 27 kamu kurum ve kuruluşu, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle hazırlanan bu eylem planının “odağına aileyi alması” nedeniyle ilk olma niteliği taşıdığına işaret etti.
Bu plan 2024-2028 yıllarını kapsayacak. Eylem planının 5 stratejik amaç, 15 stratejik hedef ve 100 faaliyeti içerdiği ve temel hedefin “aileyi korumak”, evliliklerin geç yaşa bırakılmasının, genç nüfusun azalmasının ve boşanmaların önüne geçmek, küresel riskler ve demografik dönüşüm karşısında aileyi güçlü kılmak, dijitalleşmenin kötü etkileri karşında aileyi korumak olduğu belirtiliyor.
Aileye dair burjuva ideolojisinin empoze ettiği kalıpların etkisinde kalıp bu satırları okuyanlar, toplumun mutluluğu ve huzuru, geleceği için uğraşılıyor diye düşünebilirler. Oysa plan dikkatli bir şekilde incelendiğinde ve şimdiye kadarki pratiği göz önüne alındığında siyasi iktidarın böyle bir derdinin olmadığı açıktır. Tüm burjuva iktidarlar, “toplumun en küçük yapı taşı” olarak tanımladıkları aile aracılığıyla kendi ideolojilerini çocukluktan başlayarak topluma empoze etmek, erkek egemen toplum yapısını sürdürmek, burjuva düzenin yerleşik ve hâkim anlayışlarına uygun olarak rıza üretmek, sınıflı toplum yapısını korumak; aileyi burjuva düzenin çıkarlarına hizmet eden bir kurum olarak muhafaza etmek isterler.
Türkiye gibi faşist bir rejimin hüküm sürdüğü ülkelerde ise iktidarın bu arzusu çok daha güçlü bir şekilde tecelli eder. Bu tür rejimlerde aileye yüklenen misyon çok daha fazladır ve aile yapısı ve anlayışı tamamen egemen faşist ideoloji çerçevesinde oluşturulmaya, pekiştirilmeye, yayılmaya çalışılır. Kuşkusuz hem faşist hem de olağan burjuva rejimlerde ailenin genel bir işlevi de işçi üretmektir. “Genç nüfus azalıyor” diye kopartılan yaygaranın ardından “aileyi koruyacağız” yahut 5 çocuk yapın denmesinin sebebi de budur. Dolayısıyla bu faşist iktidar aileleri kendi kontrolü altında tutarak, “Türk aile yapısını korumak” adı altında itaatkâr bir nesil yetiştirmek, aile kurumunu faşizmin payandası haline getirmek istemektedir. Kadınların mücadeleden alıkonulmasını, çocuk doğurmasını, evinde analık görevlerini yerine getirmesini, “iyi bir eş, iyi bir anne” olarak “kutsal” vazifelerini fedakârca yerine getirmesini istiyorlar.
Çok iyi biliyoruz ki, burjuva düzenin yasalarında kulağa hoş gelen, süslü açıklamalar yer alsa da fiiliyatta uygulamalar daima egemenlerin çıkarlarına uygun şekilde hayata geçirilir. Mesela Anayasanın 41. maddesinde “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır”, “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar” ifadeleri yer almaktadır. Oysa mevcut iktidar, eşleri yani kadın ve erkeği eşit görmediği gibi anneyi ve çocukları korumayı da pek umursamamaktadır. Aksi takdirde faili ağırlıklı olarak kocalar, babalar veya abiler olan kadın cinayetlerini önlemek için harekete geçer, okullarda aç aç okumaya çalışan çocuklara hiç değilse bir öğün ücretsiz yemek temin ederdi. Çocukların küçük yaşta çalıştırılmasının önüne geçer, MESEM cinayetlerine engel olurdu.
Burjuva toplumda aile işçilerin gelecek nesillerini yetiştirir ve böylece işgücünün sürekliliğini sağlar. Aile içi roller, cinsiyet temelli olarak dağıtılır. Bu cinsiyet temelli rol dağılımı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besler. Kadınlara analık ve eş görevlerinin layıkıyla yapılması propaganda edilir. “Kutsal” bir role büründürülerek kadınların buna uygun davranması dayatılır. Kadınların faşist rejimdeki yeri ise çok daha vahimdir. Ondan beklenen çok çocuk doğurması, evin tüm iş yükünü ve çocukların bakımını üstlenmesidir. Fakat çocukların bakımı anneler üzerinde hem psikolojik hem de fiziksel bir yüktür. Kreş sorunu çözülmediği için işçi kadınlar bu yükün altında ezilmektedir.
Genel olarak medya, reklâmlar, TV dizileri gibi araçlarla, geleneksel rolleri üstlenmeleri için kadınlara çocukların bakımı, ev işleri ve bunun yanı sıra bir işte çalışsa dahi bu görevlerin kadının görevleri olduğu kanıksatılır. Toplumun her alanında cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili sorunlar yaşanır. Kadınlar, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde daha sık çalışırken, erkeklerle aynı işi yaptıkları halde genellikle erkek işçilerden daha az ücret almaktadırlar. Bu, emekçi kadınların çifte yük altında daha da ezilmesine neden olmaktadır. Burjuva ideolojik bombardımanın bir parçası olarak kullanılan din aracılığıyla da, kadınlara yaşanan eşitsizliğe boyun eğmeleri dayatılmaktadır.
Aileyi korumaktan, boşanmaların önüne geçmekten söz edip plan üstüne plan yapan siyasi iktidar, yaşanan sorunların temel nedeni olan kapitalist sömürü düzenine asla dil uzatmamaktadır. Aksine onun daha vahşi şekilde işlemesi için önündeki tüm engelleri kaldırmaya çalışmaktadır. Örneğin uzun çalışma saatlerinin hem erkek hem de kadın işçiler açısından pek çok sorun doğurduğunu, aile bireyleriyle yeterince vakit geçirememenin eşler arası iletişimi bozduğunu, çocukların bakımını genel bir problem haline getirdiğini bildiği halde çalışma saatlerini düşürmek yerine daha da arttırmaktadır.
Genelgede ailenin refah düzeyinin yükseltilmesinden de bahsediliyor. Kulağa elbette hoş geliyor. Peki, “refah düzeyi” nasıl yükseltilecek? Bunun için ücretler mi yükseltilecek? Alım gücünün korkunç derecede düştüğü, yoksulluk sınırının 61.789 lira, açlık sınırının 18.969 lira olduğu dikkate alınarak meselâ asgari ücret buna göre mi belirlenecek? Bir ailede eşlerin her ikisi de çalışsa ve asgari ücretin biraz üzerinde ücret aldığını varsaysak bile yoksulluk sınırına ulaşılamıyor. Emekçilerin yaşam standartlarının yükseltilmesi istenseydi işe ücretlerin yoksulluk sınırını aşması ile başlanabilirdi. Bu sadece başlangıç için bir adım olurdu. Hiçbir zaman egemenler kendiliğinden işçi sınıfına bir hak bahşetmemişlerdir. İşçi sınıfı haklarını geçmişten bu yana mücadele ederek kazanmıştır. Dolayısıyla bunun söylenmesi aldatıcıdır, göz boyamadır, gerçek hedeflerini gözden saklamak anlamına gelmektedir. Son yıllarda sürekli yoksul ailelerin dram dolu yaşamlarına şahit oluyoruz. İntiharlar artıyor. Haberlere konu olduğundaysa devletin yetkili makamları gerçek nedenleri gözlerden saklamak için kişilerin psikolojilerinin bozuk olduğunu söylüyorlar. Peki, sormak gerekmez mi bu insanların psikolojileri niye bozuluyor? Çocuklarının en temel ihtiyacını bile karşılayamayacak düzeyde yoksulluk çeken ana-babaların psikolojileri sağlıklı kalabilir mi? Aile içi şiddet de yoksulluk artıkça çoğalıyor. Ekonomik sorunlar geçimsizliği de beraberinde getiriyor.
“Makul kadın” olmak
Genelgede yer verilen konulardan biri de iktidara göre medyada makul olmayan kadın ve aile profilleri meselesi. Bu bağlamda güvenli internet hizmetini (GİH) kullanan abone sayısını artırmayı hedefliyorlar. “Aile ve çocuk dostu” yapım ve dizileri teşvik ederek ve destek sağlayarak “sorunu” çözeceklermiş! Deniliyor ki; dünya üzerinde yaygınlaşan medya aracılığıyla tektipleştirme ve cinsiyetsizleştirme çocuklar ve gençler başta olmak üzere aile bireylerini, aile kurumunun yapısını tehdit etmekte ve dayatmacı bir anlayışla etki alanını genişlemektedir! Teknolojilerin bireylerin hayatlarına kolaylık sağlasa da aile etkileşiminin azalmasına ve zararlı içeriklerle aileye zarar verdiği söyleniyor.
Rejim kadınlardan “makul” giyinmelerini ve “kabul gören” davranış biçimlerinin dışına çıkmamalarını istiyor. “Makul kadın” dindar, itaatkâr, asi olmayan, ideal bir eş ve anne olarak yansıtılıyor. Bu kalıplara uymayan dizi veya filmleri “içerikleri tehlikeli, aileye zarar veren yapıtlar” olarak değerlendiriyorlar. Yetmiyor para cezalarıyla yıldırmaya çalışıyorlar. Adı geçen genelgede çocuklara ve gençlere sağlıklı gelişim ve mahremiyet eğitimleri vermek amacıyla ailelere rehber doküman hazırlanacak, aileler ve çocuklar rejimin istediği gibi “eğitimden” geçecek. Oysa bu faşist iktidar, en tepeden başlayarak çürümekte ve kendisiyle birlikte tüm toplumu da çürütmekte, toplumun dokusunu da bizzat kendisi bozmakta, aile bireyleri arasındaki ilişkileri giderek daha sağlıksız hale getirmektedir.En çok yozlaşmanın, çürümenin, gayri insaniliğin, şiddetin vb. bu dönemde görülmesi tesadüf müdür? Toplumu bu hale getirenlerin onu sözümona düzeltmesi nerede görülmüştür.
“Gençlerin Türk kültür ve tarih bilinci ile millî ve manevi değerlere sahip olarak yetişmeleri ve toplumsal hayata aktif katılımlarını sağlamak üzere etkinlikler, seminerler, atölyeler ve projeler yaygınlaştırılacaktır” deniliyor. Aileler için bürolar kurularak dini rehberlik ve manevi danışmanlık hizmetleri verilecek. Kur’an kurslarında, camilerdeki vaaz ve hutbelerde ailenin önemi ve aile değerleri konularına yer verilecek. Bu maddeden de anlıyoruz ki, milli tarih adı altında tamamen uydurma ve hurafelere, masallara dayalı bir tarih anlayışı gençlere dayatılacak, kafalar milliyetçi, şoven ve cinsiyet ayrımcı fikirlerle, bugünün ideolojisiyle uydurulmuş bir tarih safsatasıyla bulandırılmaya devam edilecek. Böylece insanların faşizmin ideolojik zırvalıklarına karşı çıkmasının önüne geçilmeye çalışılacak.
Tüm bu sıralanan maddeleri okuduğumuzda işçi sınıfı için hayırlı sonuçlar beklenemeyeceği açıktır. Siyasi iktidar toplumsal yaşamı kendi çıkarlarına göre şekillendirmek istemektedir. Bunu da aileyi kutsayarak ve gerçek amaçlarını bu kutsanmış varlığı koruma adı altında meşrulaştırarak yapmaya çalışmaktadır.
İşçi sınıfına gereken örgütlü olmaktır
Faşist iktidarlar kimin nasıl yaşayacağına, kaç çocuk doğuracağına, evliliklere ve hayatın her alanına müdahale ederler. Toplumun en küçük hücrelerine kadar her şeye hâkim olmak isterler. Hatırlayalım, Erdoğan en az üç çocuk doğurmasını buyuruyordu kadınlara. Tüm faşist rejimlerin ortak özelliğidir aile “hassasiyeti” ve çocuk sayısı. Ancak onlar ne kadar isterlerse istesin ağır yaşam şartları altında ezilen emekçi kitleler karınlarını zar zor doyuruyorken bunun hayat bulması pek mümkün görünmüyor. Yeni evlilikleri teşvik etmek için, evlenen çiftlere 2 yıl geri ödemesiz 48 ay vadeli 150 bin lira faizsiz evlilik kredisi verileceğini iddia ediyorlar. Ama yeni evlenecek çiftler masrafların çok yüksek olması dolayısıyla evliliklerini ertelemek durumunda kalıyorlar. Düğün masraflarını karşılasalar bile evin masraflarını nasıl karşılayacaklarını kara kara düşünüyorlar. İktidarın evlilik desteği adı altında vereceğini iddia ettiği bu para verilse bile hiçbir yaraya merhem olmayacaktır. Ayrıca geçerken belirtelim 2023 Kasım ayında “Aile ve Gençlik Fonu” yani evlilik kredisi olarak da geçen fon Resmi Gazetede yayınlanıp yürürlüğü girmişti. Belli ki denedikleri bu çalışma istedikleri sonucu vermiyor ve her defasında yeni diye sundukları programın kapsamı genişliyor.
Her türlü özgürlükçü, demokratik çabayı boğmaya çalışan faşist rejimin aile politikaları da otoriter biçimde şekillenmektedir. Devletin gücünü pekiştirmek, milliyetçiliği yaymak ve kendi ideolojisini yeni nesillere aktarmak için bu konuya özel olarak önem verir. Bu ideolojiye uygun davranmayanları ötekileştirir, düşmanlaştırır. Eğitim sistemiyle, medyasıyla ve çeşitli yollarla faşizmin zehri beyinlere zerk edilir. Sınıf mücadelesi, hak mücadelesi yürüten herkes düşman ilan edilir. Güçlü aile sayesinde toplumun da devletin de güçlü olacağı vurgulanır. Oysa güçlenen şey toplum değil onu yöneten egemen faşist rejimdir. Alman faşizminde Hitler aileyi “ırksal üstünlüğün” koruyucusu olarak gösterdi. Nazi propagandası, anneleri ve çocukları kutsal bir şekilde tasvir ederek aile değerlerini sık sık propaganda etti. Faşist İtalya lideri Mussolini de aile değerlerinin önemini hiç ağızlarından düşürmedi. Aynı şekilde İspanya’da Franco diktatörlüğü de aile ile milliyetçiliği harmanladı. Din, aile, vatan, milliyetçilik gibi kavramlar kapitalist sistemin olağan dönemlerinde de bolca kullanılır ama olağanüstü rejimlerde bunların kullanımı had safhaya çıkartılır. Hitler’in propaganda bakanı Goebbels “silahla bir halkı kontrol edebilirsin ama onların gönlünü kazanmak daha iyi olacaktır” diyordu. Yani kitleleri sadece zor yoluyla bastıramazsın, onlara gerçekçi görünecek, “gönlünü” alacak şeyleri de beraberinde yapılmasını anlatır bu sözler. Dini motiflerin kullanılması gibi. Örneğin bu genelgede 16 bakanlığın içinde Diyanet İşleri Başkanlığının da fazlasıyla rolü bulunmaktadır.
Çocuklar tarikat yurtlarında tacize, tecavüze uğradıklarında sesi çıkmayan rejimin, mesele iktidarlarını pekiştirmek olduğunda sesi oldukça yüksek çıkmaya başlıyor. Okullarda açlıktan ağlayan çocukları görmezden geliyorlar. Bir öğün yemek vermeyi bile masraf olarak görüyorlar. Kadın cinayetlerinin haddi hesabı bulunmuyor. Karısını öldüren adama iyi hal davranışından dolayı cezalarda indirim yapıyorlar. Adeta öldürmeyi teşvik edercesine ödül gibi cezalar veriliyor. Bahsettikleri ailede eşitlik kavramı bulunmuyor. Bütün zorlukların yükü kadının üstüne yıkılmaya çalışılıyor. Sorunlar kadınların cephesinde daha da katmerleniyor. Bu programda destek aldıkları kurumların hepsi kendi yandaşları ve kurumlardan oluşuyor. Dernekler/vakıflar ve sivil toplum örgütleri dedikleri kurumların hepsi rejimin politikalarını destekleyenlerdir. Baroların kadın hakları merkezi, kadın dernekleri bu oluşum içinde kendine yer bulamıyor haliyle.
Siyasi iktidar uzun yıllardır aile, kadın, çocuk, gençler üzerine çeşitli “projeler” üretti. Sorgusuz sualsiz rejimi destekleyecek kitle yaratmaya çalıştı. Özellikle de istedikleri aile yapısını bir türlü oluşturamadı. Bunu belli düzeylerde tarikatlar ve din üzerinden gerçekleştiriyor olsa da hedeflenen noktaya ulaşamıyorlar. Toplumun büyük kesimi hayatın gerçekleriyle, söylenenler arasındaki farkı yaşayarak görüyor. Siyasi iktidarın toplumu kutuplaştırmasına, sahte düşmanlar yaratmasına, kadın düşmanlığına, her türlü baskılara karşı mücadele verilmeden bu sorunların hiçbirisi aşılamaz. İşçi sınıfı olarak kadınıyla, erkeğiyle bizi sahte kimliklere bölerek, yapay olarak ayrıştırmaya çalışanlara inat biz büyük bir sınıfın parçasıyız. Sınıf olarak sorunlarımız ortak, mücadelemiz de ortaklaşmak zorundadır.
link: Çiğdem Berrak, “Aileyi Koruma” Adı Altında Yapılmak İstenenler, 12 Haziran 2024, https://marksist.net/node/8280
Yaşamın Düşmanlarına Karşı Birleşelim
15 -16 Haziran’ın Çukurova’daki İşçilere Etkisi