On bir kenti etkileyen ve on binlerce insanın hayatını kaybettiği 6 Şubat depremlerinin üzerinden 11 ay geçti. Yıkıntıların arasındaki insanların yardım seslerinin günlerce kulakları çınlattığı bir felâket olarak zihinlere kazındı bu depremler. Öte yandan siyasi iktidarın henüz kurtarma çalışmaları devam ederken gerekli özeni göstermek yerine kentleri yeniden inşa edeceklerine dair sözleri de hafızalara nakşoldu. Yıkılan alanlara, içinde canlı olup olmadığına bakılmaksızın daha onuncu gününden itibaren iş makinelerini sokup hızlıca moloz kaldırmaya giriştiler. Molozların arasından hâlâ canlı kurtarılabilecek yakınlarını umutla bekleyenler için ikinci bir yıkım oldu bu karar. Siyasi iktidarsa hem seçimlere yıkıntı manzaralarıyla gitmemek hem de yandaş sermaye kesimlerine yeni rant alanları yaratmak için bir an önce molozları kaldırmanın derdindeydi.
Hatırlanacağı gibi deprem bölgelerinde olağanüstü hal ilan edilmiş, hızla kamulaştırma kararları alınmıştı. Hatay’da bu kapsamda Orhanlı, Ballıöz, Gülderen ve Dikmece’de kamulaştırma kararı alındı. TOKİ üzerinden bu mahallelerin muhtarlarına gönderilen mektupta kamulaştırmanın gerekçesi “Deprem nedeniyle oluşan zaruriyet çerçevesinde depremzedelerin en kısa süre içerisinde barınma sorunlarının giderilmesine yönelik yapılacak konutların ivedilikle depremzedelere teslim edilebilmesi” olarak ifade edildi. Kamulaştırma tarım arazilerinin ve zeytinliklerin bulunduğu alanları da kapsıyor. Dikmece halkı Hazine arazileri dururken, ekip biçtikleri, geçimlerini sağladıkları kendilerine ait arazilerin kamulaştırılması kararını kabul etmediler ve aylardır devam eden bir direniş sergilediler. Dikmeceliler mücadelelerini hukuki yolla da sürdürüyorlar. Açtıkları davalar sonucunda yürütmeyi durdurma kararı alınsa da, siyasi iktidar kolluk güçlerini kullanarak onları yıldırmaya çalışıyor. Bütün engellere ve baskılara rağmen yerini yurdunu terk etmemek için direnen Dikmece halkına, 10 yıldır tarım arazisi, zeytinlik ve zeminin uygun olmaması gibi gerekçelerle imar izni verilmiyordu. Bu nedenle konut ihtiyacını karşılayamayan Dikmecelilerden önemli sayıda bir nüfus göç etmek zorunda kaldı. Şimdi ise zemin yapısı nedeniyle imar izni verilmeyen yerler, toplu konut yapılmak üzere ellerinden alınıyor. Bu da gerçekte bölgede ciddi bir araştırma yapılmadan aceleyle karar alındığını gösteriyor.
Dikmece halkı bütün engellere rağmen mücadeleyi sürdürürken, siyasi iktidar işini daha rahat görebilmek için bir adım daha attı ve 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun”u Kasım ayının başında revize etti. Bu kanun 2012’deki Van depreminin ardından yürürlüğe girmişti ve bugüne kadar birkaç defa revize edilmişti.
Son revizyon kapsamında Kentsel Dönüşüm Başkanlığı oluşturuldu ve belediyelerin de üzerinde bir yetkiye kavuşturuldu. Belediyelerin yetkileriyse kısıtlandı. Rezerv yapı alanları meskûn mahal olmama şartı kaldırılarak, yani yerleşim alanlarını da kapsayacak şekilde genişletildi. Kentsel dönüşüm kapsamında ipotek edilen mülkler Kentsel Dönüşüm Başkanlığına verilecek. Dönüşümün ardından esas sahiplerine maliyet farkını karşılamaları halinde mülkiyetleri geri teslim edilecek. Farkını karşılayamayacak durumda olanlara ise sadece oturma hakkı verilecek. Kentsel dönüşümde daha önce üçte iki olarak aranan çoğunluk, salt çoğunluk olarak değiştirildi. Çoğunluğun kararına uymayanların mülkleri, diğer hak sahiplerine satılabilecek. Tebligatlar muhtarlıklara asılarak ve e-devlet üzerinden elektronik ortamda duyurularak yapılmış sayılacak. Dönüşüm kararına direnenler kolluk kuvveti marifetiyle zor yoluyla engellenecek. Konutta kimse yoksa bile yine zor yoluyla tahliye gerçekleştirilecek. Daha birçok kanun maddesinde yapılan değişikliklerle Kentsel Dönüşüm Başkanlığına büyük miktarda bir sermayeyi kontrol etme imkânı sağlanıyor.
Aslında işi gerçekten hızlandırmak üzere kentsel dönüşümün halkın çıkarına olacak şekilde ve mülkiyet hakkına halel getirmeyecek şekilde düzenleneceğine dair güvence verilerek, karar alma süreçlerine halkı da dâhil ederek, konunun uzmanı meslek örgütlerinin zemin etüdü, şehir planlaması vb. üzerine yapacağı bilimsel çalışmalara da dayanarak bir planlama yapılsa itiraz edecek kimse çıkmayacaktır. Ancak mevcut siyasi iktidar her işinde yaptığı gibi tepeden kararla, oldubittiye getirerek işlerini yürütmeyi tercih ediyor. İtiraz edenler, direnenler marjinal olmakla itham edilebiliyor, büyük kayıplar yaşadığı bir felâketin ardından bu defa jandarmayla, polisle karşı karşıya getiriliyor.
Hatay’da halk mağdur ediliyor
Depremin ardından yapılan ilk açıklamalarda, kent merkezindeki yıkımın büyük olmasına neden olan zeminin yapısına dikkat çekilerek yeni şehrin Amanos dağı eteklerine kurulacağı ifade ediliyordu. Kent halkının mevcut yerleşimlerin depremden zarar görmediği bu bölgede yapılacak yeni konutlara taşınacağı, yıkılan tarihi yapıların aslına uygun olarak yeniden inşa edileceği, kent merkezinde yapılacak binaların 3 ya da 4 katla sınırlandırılacağı, aralarında belli bir mesafe olacağı ve daha çok yeşil alan oluşturulacağı ifade ediliyordu. Hatta ünlü bir mimara çizdirilen taslak projenin tanıtımı da bu kapsamda üç boyutlu simülasyon görüntüleri eşliğinde yapılmıştı. Ancak kanun değişikliğiyle birlikte Antakya, Defne ve Samandağ’da çok sayıda mahallede “rezerv yapı alanı” ilan edildi. Hemen ardından da, bu mahallelerde ikamet edenlerin telefonlarına, mülklerinin Hazineye devir işlemlerinin yapıldığına dair mesajlar gönderildi. Konutun sağlam raporu almış olması durumu değiştirmiyor. Bu da haklı olarak bölge sakinlerinin tepkisini çekiyor. Siyasi iktidar attığı adımlarla, komşularından, yakınlarından, çevresinden kopmak istemeyen bölge halkında, demografik yapının değiştirilmek istendiğine dair kaygıları da besliyor. Emekçiler, binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi için yapılacak dönüşüm ve yenilenme işlemlerine değil, bunun evlerinin, arazilerinin gasp edilerek zulme dönüştürülmesine karşı olduklarını belirterek tepki gösteriyorlar.
Yasa bu haliyle uygulanmaya devam edilirse, yoksulların, düşük gelirli emekçilerin kent çeperine gönderilmesi, rant değeri yüksek yerlerin zengin kesimlerin eline geçmesi söz konusu olacak. Yeni yapılacak binalara yerleşecek depremzedelerden inşaat bedelinin bir kısmı tahsil edilecek. Borcunu ödeyemeyecek durumda olanların sadece evde oturma hakkı olacak, dairenin mülkiyeti Kentsel Dönüşüm Başkanlığında olacak. Başkanlık bu yolla ciddi bir konut stokuna sahip olacak. Bunu nasıl kullanacağı ise muamma!
Afet Kanunu Değil Rant Kanunu, Kentsel Değil Rantsal Dönüşüm!
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, son günlerde yaptığı açıklamalarda, yeni keşfedilmişçesine, aktif fayların varlığına ve bunların barındırdığı tehlikelere işaret eden jeoloji uzmanlarının uyarılarına dikkat çekti. Bundan dolayı da kentlerin hızlıca depremlere hazırlanması gerektiğini belirtti. Kentsel Dönüşüm Başkanlıklarını kurmaları ve gerekli yasaları çıkarmalarıyla hızlıca hareket edebileceklerinden dem vurdu. Hatay’a yaptığı bir ziyarette kimsenin mülkiyet hakkına dokunmayacaklarını açıkladı, ancak 6306 sayılı yasada yapılan değişiklikle parası yetmeyenler, kendi konutları üzerindeki mülkiyet haklarını fiilen kaybedecekler.
Kısaca Afet Kanunu olarak adlandırılan kanunun adına bakınca afetlere karşı ciddi önlem alma amacı varmış gibi görünüyor. Ancak siyasi iktidarın bugüne kadar yaptıkları, yapabileceklerine dair de yeterince fikir veriyor. Örneğin bir emekçi mahallesi olan İstanbul Fikirtepe’de gökyüzüne uzanan yüksek katlı beton bloklar dikildi. Aradan geçen 10 yıla rağmen mahallenin hak sahiplerine ciddi bir mağduriyet yaşatılıyor. Konutların tesliminin ne zaman yapılacağı konusunda açıklama yok. İnşa sürecinin tıkanması, firmaların yapım işlerini ağırdan alması nedeniyle süreç uzadıkça uzadı. İşi hızlandırmak için bölge 2021’de rezerv yapı alanı olarak ilan edildi. Bu kapsamda tapular Hazineye geçirildi. Hak sahipleriyle hâlâ sözleşme imzalanmış değil.
Yine rant değeri yüksek emekçi mahallelerinden biri olan Tozkoparan’da yerlerini yurtlarını terk etmeye zorlanan mahalle halkına yaşatılanlar unutulmadı. Emekçi mahalleleri kentsel dönüşüm adı altında, siyasi iktidarın çevresiyle birlikte zenginleştiği rantsal dönüşüme uğratıldı. Şirketler ihya olurken mahallenin emekçi sakinlerinin büyük bir bölümü, bir daha dönmemek üzere başka yerlere taşınmak zorunda kaldı. Hemen her örnekte mülkiyet değişimi gerçekleşti, emekçiler gerçek anlamda yerlerinden sürüldü. Bakan Özhaseki’nin “kimsenin mülkiyet hakkına dokunmuyoruz” dediği de bu. Mülkiyet hakkını koruyoruz ama paran varsa!
Siyasi iktidar bugüne kadar yaptığı her işte olduğu gibi siyasi ve ekonomik çıkarına öncelik veriyor. Oy ve para gelmiyorsa, ne kadar gerekli olursa olsun emekçilerin genel çıkarını gözeten bir hizmet sunulmuyor. Çıkarılan yasalar kâğıt üzerinde birtakım sorunları çözüyor gibi görünüyor ama muhatabı olan emekçileri gerçekte mağdur ediyor. Emekçilerin mağduriyetlerinin ortadan kaldırılması, yenilerinin oluşmasının engellenmesi, depreme dayanıklı konut ihtiyacının karşılanması ve amacına uygun kentsel dönüşümün hayata geçirilmesi için, bu düzene karşı ortak bir mücadelenin örgütlenmesinden başka seçenek bulunmuyor.
link: Berdan Güney, Afet Kanunu Adı Altında Gasp, 5 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8154
Tüberküloz Hep Yoksulları Bulur!
Şovenizme Kapılma, Enternasyonalizmden Şaşma!