2000 yılı Aralık ayında devrimci tutsaklar, TC egemenlerinin dayattığı hücre tipi yaşama karşı bedenlerini ölüme yatırmış direniyorlardı. Egemenler devrimci tutsakları F tipi hücrelere tıkarak iradelerini teslim almanın kirli hesaplarını yapıyordu. Yüzlerce devrimci tutsak Ekim ayında açlık grevine başlamıştı. Kasım ayı sonlarına gelinirken onlarca tutsak açlık grevini ölüm orucuna çevirmişti. “İrademizi teslim alamazsınız” diyen tutsaklar direnirken kamuoyunda duyarlılık artmış, kitlesel eylemler Ecevit hükümetini köşeye sıkıştırmıştı. Hem kamuoyunun tepkilerini yatıştırmak, hem de katliama dönüşecek kanlı operasyonun hazırlıklarını tamamlamak için MGK’da alçakça bir plan hazırlandı. Aydınlar arabulucu olarak Bayrampaşa cezaevine müzakere için giderken, medyada açlık grevleri ve ölüm oruçları uzlaşmayla sona erecekmiş gibi iyimser bir hava yaratıldı önceleri. Hükümet F tipi cezaevlerinin yeniden gözden geçirilebileceğini açıklıyordu. Ardından medyada devrimci örgütlerin uzlaşmayı reddettiğine, tutsakları ölüme götürmek istediğine dair rezil bir yalan bombardımanı başlatılmış, böylelikle kanlı katliamın zemini döşenmişti.
Devlet 19 Aralık 2000’de Türkiye tarihinin en büyük cezaevi katliamına girişti. Burjuva devlet tam da kendine yakışan bir ikiyüzlülükle “hayata dönüş operasyonu” adını verdi bu katliama. 21 cezaevinde devrimci tutsaklar saldırıya uğradı. Burjuva devlet bu saldırı için binlerce jandarma komando timini özel olarak hazırlamıştı. Kurdukları barikatlardan başka savunmaları olmayan tutsakların üzerine, panzerleriyle, ağır iş makineleriyle, gaz bombalarıyla, mermileriyle saldırdı. Tutsaklar içeriği halen bilinmeyen kimyasal silahlarla zehirlenerek, derileri eritilerek, kurşunlanarak katledildiler.
19 Aralıkta 21 cezaevinde aynı anda başlatılan saldırı, 22 Aralıkta 28 devrimcinin ölümü ve yüzlercesinin yaralı olarak “ele geçirilmesiyle” sona erdi. Alçaklıkta sınır tanımayan burjuvazi, yüzlerce yaralıya hatta ölenlere bile “devlet malına zarar vermekten”, yani katledildikleri sırada orada bulunmaktan ötürü davalar açtı.
Sadece Bayrampaşa cezaevinde 12 devrimci katledildi. Bayrampaşa Katliamı sonrası açılan dava 10 yılı aşkın süredir mahkeme arşivlerinde süründürülüyor. Jandarma Komutanlığı “Tufan” adını verdiği katliam operasyonunun planını ancak 10 yıl sonra mahkemeye sundu. Savcılık daha önce defalarca planı istemiş, Jandarma Komutanlığı ise mahkemeye sadece planın üstün körü hazırlanmış bir özetini sunmuştu. Savcılığın operasyon planının orijinalini istemesi sonucu, yıllardır gizlenen operasyon planı nihayet gün yüzüne çıktı.
Planının ortaya çıkışıyla birlikte katliama dair bazı ayrıntıları da öğrenmiş olduk. Dönemin başbakanı Ecevit “Hayata Dönüş” operasyonu yapıldığını söylüyordu, oysa Jandarma Komutanlığı “Tufan” hazırlamış. Zaten devletin devrimci tutsakları “hayata döndürmek” gibi bir kaygısının olmadığını biliyorduk. Katliama “Tufan” adı verdiklerini öğrenmiş olduk.
Devlet arabulucu heyet kanalıyla 12 Aralıkta devrimci tutsaklarla görüşmeler başlatmıştı. Tufan katliamının hazırlığının 15 Aralıkta yani görüşmeler sürerken tamamlandığı belgelenmiş oldu. Devrimci tutsakları F tipi hücrelere tıkmanın hazırlığının genel olarak 1 yıldır sürdürüldüğü zaten biliniyordu. Devlet, arabulucuların başlattığı görüşmeleri katliamın son hazırlıklarını tamamlarken kamuoyunun gözünü boyamak ve devrimcileri oyalamak için kullanmış.
Operasyona katılan askeri birliklerin ve jandarma komandoların isimleri de mahkemeden gizlenmişti. Oysa plan, operasyon için eğitilen birliklerde yer alanların kan gruplarıyla birlikte isim isim kaydedildiğini ortaya koyuyor.
Jandarma Komutanlığı’nın katliamın görüntü kayıtlarının olmadığına dair iddialarının da yalan olduğu açığa çıktı. Tufan Planında, “hukuki sorumluluk doğurmayacak şekilde operasyonun bütün safhalarının video kamera ve fotoğraf makinesi ile tespit edileceği” yazılmış. Demek ki bu kamera kayıtları da halen jandarma arşivlerinde gizli tutulmaktadır.
TV kameralarının helikopterle çekim yapmasının engellenmesi, cezaevi dışında toplananların gözaltına alınması da Tufan planının parçası. Katliamı kamuoyundan gizlemek, medyaya tek merkezden resmi propagandanın gerektirdiği biçimde bilgi ve görüntü servis etmek de katliam planının parçasıydı. Cezaevi çevresinde tutsak yakınlarının protestosunu engellemek de yine “çatlak seslerin” tamamıyla önüne geçme niyetini gösteriyor. Bu kapsamda bir cezaevi katliamı planlarken tüm muhalefetin sesini kesmek gerektiğini katliamcılar gayet iyi biliyorlar.
Dönemin Başbakanı Ecevit tutsakların taleplerini reddettiğinde “tufan” planı artık hazırdı. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk operasyondan haberi olmadığını söylemişti 19 Aralıkta. Oysa 15 Aralıkta yani 19 Aralıktan 4 gün önce katliam izni verdiği “Tufan planı” açığa çıkınca belgelenmiş oldu.
Tufan operasyonuyla devrimci tutsaklar katledilmiş, yaralanmış, F tipi hücrelere tıkılmış ama ölüm oruçları sona ermemişti. 6 yıl süren ölüm oruçlarında 122 devrimci hayatını kaybetti, 400’e yakın devrimci sakat kaldı. Bu yıllar boyunca medyada ölüm oruçlarına dair haber yapılması da devlet tarafından engellendi. Devletin resmi yalanı “operasyon sayesinde ölüm oruçlarının sona erdiği, böylece daha az insanın öldüğü” biçimindeydi. Bu yalanın topluma benimsetilmesi için medyanın haber yapmasına engel olunmalıydı.
Geçen yıllar içerisinde tutsaklarla müzakere etmek için görevlendirilen aydınlar da görüşmelerin aslında aldatmaca olduğunu, devletin kendilerini kanlı planları için kullandığını açıkladılar.
Katliamın 10. yılında Zülfü Livaneli kendi tanık olduğu olayları gazetede yazdı. Livaneli gazetedeki yazısında “Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ü telefonla arayıp ölümlerin önüne geçmesi için yalvardığını, Türk’ün Ecevit’i aradığını, Ecevit’in ise talepleri kabul etmeyerek katliamı onayladığını, Hürriyet gazetesinin, arabulucuları, ölüm orucundakileri cesaretlendirmekle suçladığını, medyadaki bu tür yayınlarla katliam hazırlıklarının tamamlanmış olduğunun netleştiğini, devletin tutuklulara saldırıp insanları yaktığını, medyanın ise ‘tutuklular örgüt emriyle kendilerini yakıyor’ propagandası ile katliamı perdelediğini, devlet görevlilerinin acımasızlığına ve caniliğine şaşırdığını” anlatıyor.
19 Aralık operasyonunun öncesinde ve sonrasında devrimci örgütlerin direnişe bakışları, yükledikleri misyonlar ve izledikleri taktikler ayrı bir tartışma konusudur. Burjuva devletin katliamcı yüzü ise aşikârdır.
19 Aralık katliamı ne ilktir ne de son olacaktır. Burjuva devletin erdemli olması, dürüst ve mert davranması zaten beklenemez. Egemenler, isyan edenleri yıldırmak ve toplumu bütünüyle uysallaştırıp teslim almak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Katliamcı burjuva düzen milyonlarca emekçinin mücadelesiyle yıkılana dek, daha nice cana kıyacak, ezilenlere daha nice tufanlar yaşatacaktır.
Burjuva düzen bugüne kadar yüzlerce katliam gerçekleştirdi. Egemenlerin zalimliğini de yitirdiğimiz gencecik karanfilleri de unutmayacağız. Günü geldiğinde egemenler ne ektilerse onu biçecekler. Katliamların hesabını devrimci işçi sınıfı soracaktır!
link: Zehra Aras, Katliamcı Devletin "Tufan Planı", Mayıs 2011, https://marksist.net/node/2672
Kapitalizm ve İnsan Sağlığı
Mersin’de 6 Mayıs Anması