Eşitsizlikler üreten kapitalist toplumda felâketler, toplumun en yoksul en çok ezilen kesimlerine en ağır bedelleri ödettiriyor. Kapitalizmin küresel ekonomik krizi tüm dünyada işçi ve emekçilerin yaşamını zorlaştırıyor. İşsizliğin artması, ücretlerin düşmesi, sosyal harcamaların kısılması en çok işçi ve emekçi sınıfın kadınlarını mağdur ediyor. İşsizlikten, açlıktan, güvencesiz ve kayıt dışı çalışmadan, düşen ücretlerden, eğitim ve sağlık hizmeti alma olanaklarını yitirmekten, bebek ölümlerinden, aile içi şiddetten, kadın cinayetlerinin ve cinsel tacizlerin artmasından emekçi kadınlar doğrudan etkileniyor.
Dünya Bankası’nın kriz döneminde 59 ülkede yaptığı araştırmaya göre ekonominin %1 oranında küçülmesi kız bebeklerin ölüm oranını binde 7,4, erkek bebeklerin ölüm oranını binde 1,5 arttırıyor. Kriz döneminde kız bebeklerin ölüm oranındaki artış, erkek bebeklerin ölüm oranındaki artıştan 5 kat daha fazla.
Kriz dönemlerinde işsizlik ve yoksulluk artarken, yoksul ailelerin çocuklarını okula göndermesi de zorlaşıyor. Çaresizlik içindeki aileler öncelikle kız çocuklarını okuldan alıyor ya da okula başlatamıyor. Rapora göre kriz döneminde kız çocuklarının ilkokulu bitirme oranı %29 oranında düşüyor. Ekonomik zorlukların yanı sıra kriz dönemlerinde annelerin daha düşük ücretlerle daha uzun süre çalışmak zorunda kalması, ev işlerine bakması beklenen çocukların okul hayatını sonlandırıyor. Öncelikle de kız çocukları ev işlerine baksın diye okuldan alınıyor.
Bu olgular Türkiye için de geçerli. Türkiye’de kadınların %19’u okur-yazar değil. Okur-yazar olmakla birlikte herhangi bir öğrenim kurumundan mezun olmayan kadınların oranı %21. Sadece ilkokulu bitirmiş kadınların oranı ise %37. Türkiye’de tüm kadınların %77’si ya hiç okul görmemiş, ya okulu bırakmak zorunda kalmış ya da ilköğrenim sonrası eğitim alma imkânı bulamamıştır.
Kriz dönemlerinde çocuk yaşta evlendirilen kızların sayısında da artış yaşanıyor. Ekonomik yükünü azaltmak isteyen yoksul aile, kız çocuklarını erken yaşta evlendirmeyi tercih ediyor. Türkiye’de kadınların %28’i 18 yaşından küçükken evlendiriliyor. Yasalar ailesinin izni olsa bile 16 yaşından küçük çocukların evlenmesine müsaade etmiyor. 2011 yılında 20 bin aile, 16 yaşından küçük kızlarını evlendirebilmek için mahkemelere başvurdu. Kızların erken yaşta evlendirilmesi ile ailelerin yoksulluğu arasında paralellik var. Kız çocukları da ailesinin yanında yaşadığı maddi sıkıntılardan kurtulma hayaliyle evliliği çıkış yolu olarak görebiliyor. Eğitimsiz ve kendilerini koruyamayacak yaşta evlendirilen kız çocukları fiziksel, duygusal ve cinsel şiddete daha fazla maruz kalıyor.
Plan International adlı kuruluşun yayınladığı raporda ekonomik kriz ve durgunluk dönemlerinde cinsel tacize, tecavüze ve şiddete uğrayan kadınların sayısındaki artışa dikkat çekiliyor. Krizle birlikte artan işsizlik, fahişeliğe zorlanan kadınların sayısını da arttırıyor. Çocuk yaştaki kızlar bile fuhuş batağına sürükleniyor.
Türkiye’de her dört kadından üçü çalışma yaşamının dışında kalıyor
2012 yılı verilerine göre Türkiye’de erkeklerin %72’si, kadınların sadece %30’u iş piyasasına katılıyor. AB 2020 yılı için kadın ve erkeklerde istihdam hedefini %75 olarak belirledi. OECD ülkelerinde kadınların işgücüne katılım ortalaması %62, dünya ortalaması ise %52’dir. AKP hükümetinin belirlediği 2023 yılı hedefi ise %35’tir. Türkiye’de hükümetin kadınlara biçtiği öncelikli görev en az 3 çocuk doğurarak genç işçi kuşaklarını yetiştirmektir. Başbakan “Bir çocuk iflas, iki çocuk patinaj, üç eh… Bize 4-5 çocuk lazım” diyerek ailelere çocuk sipariş ediyor. Hükümet kürtajın yasaklanmasını gündeme sokuyor, çocuk yapan ailelere teşvik üzerinde çalışılıyor. Türkiye kapitalizmi genç, dinamik, ucuz işgücü avantajını uzun vadede de sürdürmek istiyor.
Dünya Ekonomik Forumu Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporuna göre Türkiye, dünyada kadın-erkek eşitsizliğinin en derin olduğu ülkelerden biridir. Raporda ülkeler “ekonomik katılım ve fırsatlar, eğitime erişim, siyasal güçlenme, sağlık ve hayatta kalabilme” gibi dört temel kritere göre değerlendirildi. Bu kriterlere göre Türkiye 2009 yılında cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından 134 ülke içerisinde 129. sırada yer aldı. Yani cinsiyet eşitsizliğinin en derin yaşandığı, en kötü durumdaki 6. ülke oldu. Sermayenin sözcüleri ekonomik büyümeyle, Türkiye’nin dünyanın 17. büyük ekonomisi haline gelmesiyle övünüyor. İşçi sınıfının acımasızca sömürüsü sayesinde gerçekleşen ekonomik büyüme, kadınlar ile erkekler arasındaki cinsiyet uçurumunu azaltmıyor. Bilâkis sermaye, pek çok sektörde erkek işçilere kıyasla daha düşük ücretlerle ve kayıt dışı çalıştırılarak ağır sömürü koşulları dayatılan kadınların sömürüsü üzerinde yükseliyor.
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in 2009 yılı başlarında “küresel mali kriz ve Türkiye ekonomisi” konulu bir konferansta yaptığı konuşma, hükümetin kadınların işgücüne katılımı meselesine yaklaşımını göstermesi açısından iyi bir örnek oluşturuyor. 2008’de başlayan kriz yüzünden yüz binlerce işçinin işten atıldığı ve işsizlik oranının resmi rakamlara göre bile rekor düzeyde yükseldiği bir dönemde bakan, “işsizlik oranı niye artıyor biliyor musunuz? Çünkü kriz dönemlerinde daha çok iş aranıyor. Özellikle kadınlar arasında kriz dönemlerinde işgücüne katılım oranı daha artıyor” demişti. Şimşek işsizlik oranının artmasından kriz döneminde iş aramaya başlayan kadınları sorumlu tutmuştu. Gerçekten de kriz dönemlerinde iş arayan kadınların sayısı artıyor. Çünkü anneleri, babaları ya da eşleri işsiz kalan kadınlar mecburen iş aramaya başlıyor. Yoksulluğa direnebilmek için kadınlar buldukları her işte çalışmak zorunda kalıyor.
Kriz, kadın, işsizlik…
Kadınların işgücüne katılım oranlarının bu derece düşük olmasının en önemli sebeplerinden biri işsizliktir. Özellikle de kadın işsizliği oranı ortalama işsizlik oranının çok üzerinde seyretmektedir. Resmi rakamlara göre 2011 yılında kentlerde erkek işsizlik oranı %10,2 idi. Aynı yıl kadınlarda bu oran %16,5 idi. Devletin resmi rakamlarında “işsiz” olarak sayılabilmek için aktif olarak iş arıyor olmak gerekiyor. İş bulma ümidi kırılmış işsizler “işsiz” sayılmıyor. Türkiye İstatistik Kurumu yaptığı araştırmalarda insanlara “son 3 ay içinde iş arayıp aramadığını” soruyor. Son üç ay içinde iş aramamış olanları istatistiklere “işsiz” olarak dâhil etmiyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan geçtiğimiz günlerde TÜİK’in hesaplarının güncelleştirileceğini, böylelikle işsizlik oranının 1 puan daha düşeceğini açıkladı. Güncelleştirme yöntemi ise insanlara son 3 ay içinde değil “son 1 ay” içinde iş arayıp aramadıklarını sormak! Bu yöntemle işsizlik oranı resmi rakamlara göre daha da aşağı düşürülecek.
Biz devletin hesaplama yöntemlerinde izlediği sahtekârlıklar dünyasını bir yana bırakıp işçi sınıfının yaşadığı gerçekler dünyasına dönelim. 2011 yılında “ümidi kırılmış” işsizler de hesaba katıldığında erkek işsizliği %13,7, kadın işsizliği ise %28,1 olarak karşımıza çıkıyor. İşsiz kalan kadınların uzun süre aktif olarak iş arama şansı erkeklere göre çok daha az. Çünkü kadınları evlerinde ücretsiz ev içi işleri, çocuklara ve yaşlılara bakma yükümlülükleri bekliyor. Yani işsiz kalan kadınların uzun süre iş aramaya zamanları yok. Bu ümidi kırılan kadın işsizler işgücü piyasasının dışına düşüyor. İşsizliğin yüksek olduğu Türkiye’de kadın, toplumun biçtiği rol gereği evindeki ücretsiz çalışmaya dönerek işgücü piyasasının kapısında bekleyen yedek işgücü ordusuna katılıyor. Ev içinde çalışan kadının emeği görünmez oluyor. Kadının ömrü boyunca ev içinde harcadığı emek ona ne emeklilik ne de sosyal güvence sağlıyor. Kadının doğal görevi sayıldığından, bu emek kadına aile içerisinde ne takdir ne de saygınlık kazandırıyor.
Ümidi kırık işsizlerin yanı sıra uygun bir iş bulduğunda çalışmaya hazır olan işsizler de istatistiklerde “işsiz” sayılmıyor. Eğitimine ve mesleğine uygun iş bulduğunda çalışmaya hazır olan işsiz nüfusun büyük bir kısmını da kadınlar oluşturuyor. DİSK’in Kasım 2012’de yaptığı bir araştırmaya göre yüksekokul mezunu erkeklerde işsizlik oranı %7,6 iken kadınlarda bu oran %16,6; yani erkeklerin iki katından daha fazla. Yüksekokul diplomalı kadın işsiz sayısı bir önceki yılın aynı dönemine göre 110 bin kişi artış göstererek 342 bine yükseldi.
Kadına daha düşük ücret!
Çalışan kadınların %42’si tarımda, %15’i çoğunluğu tekstil olmak üzere sanayide, %43’ü ise hizmet sektöründe çalışıyor. Kayıt dışı çalışanlar içerisinde kadınların oranı çok yüksek. Kayıt dışı çalışanların çok düşük ücretlerle çalıştırıldığı zaten bilinen bir durum. SGK’ya kayıtlı sigortalı kadın işçilerin ücretleri erkeklerin ücretlerine göre daha düşük. İş yasasında “Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz” yazmasına karşın, aynı ya da eşdeğer işlerde ücret yarı yarıya fark edebiliyor. Kadın-erkek arasındaki ücret farklılığının daha az olduğu AB ülkelerinde bile yapılan araştırmalar aynı işi yapan kadınların erkeklere göre ortalama %17 daha düşük ücret aldığını gösteriyor.
Türkiye’de çalışan kadınların büyük bir kısmı çocuklarının bakımı için kreş hakkını kullanamıyor. İş yasasında yer almasına rağmen şirketlerin çoğu çalıştırdığı kadınlara kreş sağlamıyor. Bazen kadın evlendiği anda “kadının yakında çocuk yapacağı” öngörülerek işten çıkartılıyor. Bazı fabrikalarda patronlar kadın işçilere, çocuk yapacakları zaman önceden bildirmeleri ve izin almaları gerektiğini sıkı sıkı tembihliyor. Özellikle de kriz dönemlerinde şirketler kadın işçilerine kreş sağlamaktansa hamile kalan kadını işten çıkarmayı tercih ediyor. Evdeki çocukların ve yaşlıların bakımı için özel kreş ve bakımevlerine başvurulduğunda, çoğu durumda ailenin karşısına çıkan fatura, kadının iş bulup çalıştığında kazandığı ücretten daha fazla. Bu nedenle kadınların bir kısmı düşük ücretlerle çalışmaktansa ev işlerine dönmek zorunda kalıyor. Böylece çocuk doğuran kadın iş yaşamının dışına sürülüyor.
Kadınlar kayıt dışı çalıştırılıyor
Kadınlar çalışma hayatında her bakımdan eziliyor. TÜİK verilerine göre 2007 Kasımından 2012 Kasımına kadar Türkiye’de kayıt dışı çalıştırılan erkek işçi sayısı 282 bin azalırken, kayıt dışı çalıştırılan kadın sayısı 989 bin artmıştır. 2008 krizinden bugüne kadınların kayıt dışı çalışması büyük ölçüde artış gösterdi. 2009’daki ekonomik daralmanın ardından işsizler yeniden iş bulabildiler, ancak çok daha düşük ücretlerle, esnek, taşeron ve geçici iş sözleşmeleriyle çalışma yaygınlaştı. 2009’da iş bulup çalışmaya başlayan kadınların %56’sı kayıt dışı işlerde istihdam edildi. Kadınlar kriz döneminin dayattığı ekonomik zorla, daha düşük ücretlerle, kayıt dışı ve güvencesiz olarak çalışmak zorunda kaldı. Yapılan araştırmalar iş bulabilen kadınların yaklaşık yarısının part-time çalıştırıldığını gösteriyor.
Kadınlara yönelik mesleki eğitim veren kurslar marifetiyle kadınlara diploma ve “meslek” edindiriliyor ancak iş bulunamıyor. Meslek edindirme kurslarını bitirenlerin sadece %20’si edindiği meslekle ilgili iş bulabiliyor.
Kriz ve kadına yönelik şiddet
Kriz sadece batan bankalar, şirketler, çürümeye terk edilen üretim araçları yaratmaz. İşsizlik ve yoksulluk artarken sermaye daha az sayıda kişinin elinde yoğunlaşır. Zengin ile yoksul arasında derinleşen uçurum, insanlarda gerginliğe ve huzursuzluğa da yol açar. Kriz, yoksullaşma, işten atılma kaygısı, gelecek kaygısı, uzayan iş saatleri, ağırlaşan çalışma koşulları öfke ve tepki biriktirir. Biriken tepkinin, burjuva sınıfa ve tüm bu olumsuzlukların kaynağı olan kapitalizme yönelmesi doğru ve sağlıklı olandır. Tepki, doğru yere yönelmediği takdirde öfke ve çaresizlik içerisindeki insanlar en yakınlarından başlayarak birbirlerini yemeye başlar. Saldırganlık en yakınındaki kendinden güçsüz olana yönelir. Aile içerisindeki gerginlik ve kavgalar artar. Şiddet kadınlara ve çocuklara yönelir. Eşlerin ya da sevgililerin ayrılmaları hem artar, hem de tahammül edilmez psikolojik yıkımlara dönüşür. Adalet Bakanlığı, TBMM’ye verilen bir soru önergesi üzerine kadın cinayetlerine ilişkin sayıları açıkladı. 2002 yılında öldürülen kadın sayısının 66, 2009 yılının ilk yedi ayında öldürülen kadın sayısının ise 953 olduğu ortaya çıktı. 2002-2009 arası dönemde kadın cinayetleri %1400 oranında arttı. Kadın cinayetlerinde yaşanan patlamanın 2008 sonunda başlayan küresel kapitalist krizin etkilerinin en ağır yaşandığı, işsizliğin rekor seviyede arttığı 2009 yılında yaşanmış olması tesadüf olabilir mi?
Sermaye sınıfı, kadınları kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak istiyor. Sermaye kadınların çoğunluğunu işsizliğe mahkûm ederek iş piyasasının dışına sürüyor. Onları çocuk doğurma makinesi olarak görüyor; bol bol çocuk doğurmalarını telkin ediyor. Sermaye kadını güvencesiz, esnek ve ucuza çalışmak zorunda bırakıyor. Kapitalizm kadınların bilincini teslim alarak, onları düşünmeyen, sorgulamayan, karşı çıkmayan, sömürü düzeninin birer kölesi haline getirmek istiyor. Emekçi kadınlar, kapitalist devletin, dayakçı erkeğin ve sömürücü patronun karşısına örgütlü mücadeleyle dikilmeli, aşağılanma, sömürü, işsizlik karşısında kendilerine biçilen rolü reddederek işçi sınıfının mücadele saflarında yerini almalıdırlar. Dünya işçi sınıfının mücadele tarihi unutulmaz kadın işçi önderlerinin, birbirinden yiğit işçi kadınların hatıralarıyla bezelidir. Clara Zetkin’den, Kızıl Kanatlı Rosa’dan, Paris Komünü’nün barikatlarında çarpışan yiğit kadınlardan, şanlı Ekim Devriminin kadın kahramanlarından çağımıza uzanan kızıl hat yolumuza ışık tutuyor.
link: Zehra Aras, Kapitalist Kriz ve Kadınlar, Mart 2013, https://marksist.net/node/3210
Arap Halkları Gerçek Devrimlerini Bekliyor
Fukuşima Felâketinin İkinci Yılı