Arjantin’de 1976 yılında gerçekleştirilen bir darbeyle iktidara gelen faşist askeri diktatörlük, 30 binden fazla insanı katletmişti. 1977 yılında Arjantin’in Plaza De Mayo meydanında bir araya gelen 14 kayıp annesi faşizme meydan okudular. Onların verdiği mücadele sonucunda toplumsal hareket büyümüş ve 1983 yılında üç faşist general yargılanıp hapse yollanmıştı. Bu örnek mücadele yıllar içinde unutulmadı ve 1996 yılında toplanan 1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı, 17-31 Mayıs tarihlerini Uluslararası Kayıplar Haftası olarak ilan etti. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayının ikincisi 1997’de Kolombiya’nın başkenti Bogota’da, üçüncüsü 1999’da Filipinler’in başkenti Manila’da, dördüncüsü 2002’de Almanya Nürnberg’de, beşincisi ise 2006 yılında Diyarbakır’da gerçekleştirildi. Bu kapsamda, geçtiğimiz Mayıs ayının 17-31 günleri arasında gözaltında kayıplar haftası dolayısıyla dünyanın birçok ülkesinde çeşitli protestolar, etkinlikler ve anmalar düzenlendi.
Gözaltında kayıpların ve faili meçhullerin hesabını sormak için Türkiye’de de alanlara çıkıldı. Acıları ve öfkeleri bir an bile dinmeden, çocuklarının solmuş resimleriyle egemenlere karşı onurlu bir mücadele veren Cumartesi Anneleri, onları yalnız bırakmayan devrimciler ve öncü işçiler bu yıl da bir aradaydılar.
Burjuvazi kendi iktidarını korumak için devrimcileri, öncü işçileri, militan sendikacıları ve aydınları cezalandırmaya ve gözaltında katletmeye devam ediyor. Devrimcilerin kaybedilerek katledilmesi, topluma gözdağı vermek ve örgütlü mücadeleyi geriletmek amacını taşıyor. Fakat bugüne dek uygulanan devlet terörü devrimci mücadeleyi yok edemedi ve edemeyecek!
Kayıpların sorumlusu burjuva devletlerdir
Kurulduğu günden beri TC, toplumu baskı altında tutarak sindirmeye çalışıyor. 12 Eylül faşizmiyle baskı ve şiddet en tepe noktasına ulaştı. Faşist diktatörlük işçi sınıfının örgütlülüğünü tümüyle dağıttı. Başta sosyalistler olmak üzere işçi sınıfı ve Kürt halkı çok ağır bedeller ödedi. 12 Eylül’ün zifiri karanlık günlerinde yüz binlerce insan gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi. Binlercesi insanlık dışı yöntemlerle katledildi. Gözaltına alınıp bir daha geri dönemeyenlerin aileleri, yakınları ve avukatları onlar hakkında hiçbir bilgi alamadı. Onlar evlerinden, çalıştıkları işyerlerinden, sokaktan geçerken gözaltına alındılar ve bir daha geri dönmediler. O dönemde sokaklarda iki insanın yan yana yürümesi bile suç sayılıyor, gözaltına alınıp işkenceden geçiriliyordu. Çocukları gözaltına alınan binlerce anne-baba, onların götürüldüğü işkencehanelerin kapılarında gece gündüz bekledi. “Bir haber yok mu, çocuğum burada mı?” diye sorduklarında, “bizim kayıtlarımızda bu isimde kimse yok” cevabını aldılar defalarca.
Yıllar sonra açıklanan rakamlar yaşananların dehşetini gözler önüne seriyor. 1 milyonun üzerinde insan fişlendi, 650 bin kişi gözaltına altına alındı, 171 kişinin işkencede öldüğü belgelendi, 300 kişi “kuşkulu” bir şekilde öldü, 43 kişinin “kuşkulu” bir şekilde intihar ettiği bildirildi, 16 kişi “kaçarken” vuruldu, 95 kişinin “çatışmada” öldüğü söylendi, 73 kişiye “doğal” ölüm raporu verildi ve idam cezası verilenlerden 50’sinin infazı gerçekleştirildi.
Kayıp yakınları öyle bir hale getirildi ki, oğullarına ya da kızlarına sağ kavuşmaktan vazgeçip ölülerini ister hale geldiler. Ama onlara ölülerini bile geri vermediler. Analar, gözlerinin önünde yaka paça alınıp götürülen çocuklarından geriye kalan bir kanlı gömleklerini bile geri alabilmiş değiller hâlâ.
12 Eylül karanlığı geçti derken, İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre 90’lı yıllardan bugüne kadar on bin kişi faili “gizlenen” cinayetlerle katledildi. Beş bin kişi gözaltında kaybedildi. İHD’nin 2004 verilerine göre çoğunluğu Kürtlerden oluşan 834 kişinin akıbetiyle ilgili hiçbir bilgi yok. Ağlamaktan gözpınarları kuruyan kayıp analarının feryadı devam ediyor. Cumartesi Annelerinin mücadeleleri de o yıllarda başlamıştı. Büyük bölümü Kürt kadınlarından oluşan Cumartesi Anneleri, gözaltında kaybedilen çocuklarını bulmak için yıllarca, her Cumartesi günü, Taksim Galatasaray Lisesinin önünde oturma eylemi yaptı. Cumartesi Anneleri polis saldırısına uğradı, yerlerde sürüklendi, üzerlerine köpeklerle saldırıldı ve haklarında davalar açıldı. Yıllardır aradıkları çocuklarından hiçbir haber alamayan anneler, birikmiş tüm öfkeleriyle her saldırıya uğradıklarında şöyle haykırıyorlardı: Çocuklarımızın cesedini dahi bulamıyorsak bizi de öldürün!
İspanya’dan, Portekiz’e, Yunanistan’da Türkiye’ye, Arjantin’den, Şili’ye, Kolombiya’dan, Sri Lanka ve Nepal’e kadar onlarca ülkede binlerce kişi gözaltında katledildi ya da “faili meçhul”e kurban gitti. Bu bizlere, her nerede olursa olsun burjuva devletin gerçek karakterinin ne olduğunu gösterir.
“Faili meçhul” cinayetler Arjantin, Yunanistan, Portekiz gibi kimi ülkelerde, gelişen toplumsal mücadeleler sayesinde kısmen de olsa aydınlandı. Generallerin bir kısmı sanık sandalyesine oturtuldu. Türkiye’de ise faşist rejim işçi mücadelesiyle değil de tepeden kontrollü bir şekilde çözüldüğü için, gözaltındaki kayıpların ve cinayetlerin hâlâ hesabı sorulamamıştır. Gözaltında kayıplar ve faali meçhul cinayetler sürüyor. Kaybedilenlerin akıbetinin ne olduğunu devrimci işçi sınıfı bir gün mutlaka aydınlığa kavuşturacaktır. Burjuvazinin saltanatının yerle bir edildiği işçi devrimleriyle birlikte tüm gizli belgeler açılacak ve gerçek ortaya çıkacaktır. Bu belgeleri açığa çıkartan devrimci işçi sınıfı kaybedilenlerin hesabını da burjuvaziden soracaktır.
link: Soner Güven, Kaybedilenlerin Hesabını Devrimci İşçi Sınıfı Soracak, 24 Temmuz 2008, https://marksist.net/node/1838
Her Şey Satılık, Organlar da!
Kapitalizm “Dokunulmazlar”a da Dokunuyor