Cezaevlerinde 12 Eylül dönemini aratmayan uygulamalar sürüyor. Cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlalleri her geçen gün daha da artıyor. Tutsaklara yönelik görüş yasakları, disiplin cezaları, tedavi engelleri, baskı ve saldırılar sistematik olarak devam ediyor. Baskı ve saldırılar tutsak ailelerine de uygulanıyor. Geçtiğimiz haftalarda çeşitli cezaevlerinde devrimci tutsakların görüşüne giden yakınları çırılçıplak soyularak arandı. “Yasalar karşısında herkes eşittir” diyen burjuvazi, özellikle devrimci tutsaklara her türlü insanlık dışı yöntemi uyguluyor. Ancak sıra tutuklu Ergenekoncu paşalara ve onların yandaşlarına, faşist çete liderlerine gelince nasıl da seçmeci davranıldığı ortada.
· İzmir Torbalı Cezaevine oğlu Devrim Türkmen’in görüşüne giden Gülnaz Türkmen, görevli kadın polis tarafından iç çamaşırı çıkartılarak arandı. Anne Gülnaz Türkmen İHD İzmir Şubesine başvuruda bulunarak kendisine yapılan onur kırıcı arama dayatılmasına ilişkin yasal girişimde bulunulmasını istedi.
· Bayrampaşa Cezaevinden Silivri L Tipi Cezaevine sevk edilen Tarkan Durgun’un eşi Dide Durgun, cezaevi girişinde çırılçıplak aramaya maruz kaldığını açıkladı. Durgun, kadın gardiyanların sadistçe bir zevkle bu aramayı yaptığını belirtti.
· İzmir Tire B Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu olan Mehmet Deste’nin kızı Derya Deste babasının görüşüne gittiğinde görevli polis tarafından çırılçıplak arandığını açıkladı.
Cezaevi girişinde tutsak yakınları, “yakının ile görüşmek istiyorsan bizim arama biçimimiz böyle, bu şekilde aranmaya izin vermezsen görüşe giremezsin” denerek tehdit ediliyorlar. Savcılığa suç duyurusu yapmaya gittiklerinde ise savcılar tutsak yakınlarını “şahidin var mı?” sorusuyla karşılıyorlar. Cezaevlerinde yaşanan bu insanlık dışı uygulamalar tekil olaylar değil. Ne var ki bu uygulamaların çok azı dışarıya taşınıp kamuoyuna yansıtılıyor.
19 Aralık saldırısı sonrasında devrimci tutsaklar F tipi hücrelere atıldılar. F tipine atılan devrimcilere 12 Eylül askeri faşist dardesinden kalma baskı ve işkenceler uygulandı. 132 devrimci ölüm oruçlarında yaşamını yitirdi. Yüzlercesi sakat kaldı. Bunun yanı sıra, hasta olduğu halde tedavi edilmediği için ölen onlarca devrimci var. Ölümün eşiğine gelmiş ve tedavi için hastaneye bile götürülmeyen devrimci tutsaklar var. Tedavisi yapılmayan ve ölüme terk edilen devrimcilerden biri de Erol Zavar. Kanser hastası Erol Zavar’ı, bırakın tahliye edip dışarıda tedavi altına almayı, revire bile götürmüyorlar. Erol Zavar’ı ne burjuvazinin bakanı ne başbakanı görüyor. Aynı şekilde, burjuvazinin gör dediği her şeyi gören, duy dediği her şeyi duyan medya da Zavar’ı ne gördü ne de yazdı! Fakat sıra Ergenekon tutuklularına gelince durum değişiyor. Hepsi çeşitli hastalık bahaneleriyle teker teker tahliye ediliyorlar. Meselâ tutuklu kontrgerilla şefi emekli paşa Şener Eruygur üniversite hastanesinde tedavi altına alındı ve tahliye edildi. Hurşit Tolon’un benzeri bahanelerle tahliyesi de yolda.
Devrimci tutsaklara karşı üç maymunu oynayan burjuva medya, kendisi de bir burjuva olan Ergenekoncu Kuddisi Okkır’ı, F tipi cezaevinde yaşadıklarıyla gündeme getiriyor. Erbakan yaşından dolayı cezasını villasında çekerken affediliyor. Ama Erbakan’ın yaşındaki bir Kürt, yalnız başına F tipi bir beyaz hücrede tutuluyor. Erol Zavar ölümün eşiğinde olduğu halde serbest bırakılmıyor.
Ceza yasasına göre tutuklu ve hükümlülerin görüşlerine sadece birinci dereceden yakınları gidebiliyor. Üstüne üstlük fiili dayatmalarla onlar da ancak çırılçıplak soyunmayı kabul ederlerse yakınlarıyla görüştürülüyor. Ama Ergenekon tutuklusu paşaların aileleri, dostları, “dava arkadaşları”, ellerini kollarını sallaya sallaya cezaevine ziyarete gidebiliyor. Generaller, TSK adına kontrgerilla şeflerini resmi düzeyde ziyaret edebiliyor. Başbakan ise bu ziyaretin “insani bir ziyaret” olduğunu söyleyebiliyor.
Tüm bu farklı davranışların temelinde sınıfsal farklılıklar yatıyor. Eruygurlar, Okkırlar ve diğerleri, ne olursa olsun burjuvazinin bir parçasıdırlar. Devrimci tutsaklar ise, burjuvazinin yeryüzündeki saltanatını yıkma mücadelesi veren örgütlü ve onurlu insanlardır, işçi sınıfının bir parçasıdırlar. Siyasi ya da adli tutsaklara ve onların yakınlarına karşı sürdürülen saldırılara karşı mücadele vermek gerekiyor. İşçi sınıfının boynunun borcu olan bu mücadele, hak ve özgürlükler mücadelesinin bir parçasıdır ve boşlanamaz.
İşçi sınıfı burjuvazinin defterini dürüp sınıfsız toplumun yolunu açtığında, emekçiler bu sistemin yarattığı hapishanelerden de sonsuza dek kurtulmuş olacaklar.
link: Soner Güven, Cezaevlerinde Çıplak Arama Dayatması, Ekim 2008, https://marksist.net/node/1913
Milliyetçilik Zehrine Karşı Halkların Kardeşliği!
Kavgamızın Şehri İstanbul