10 Ekim günü Ankara garı önünde patlatılan bombalar, hem bu katliama maruz kalan sosyalistler, sendikacılar ve Kürtler üzerinde hem de toplumun diğer kesimlerinde izleri uzun yıllar boyunca gözlenmeye devam edecek etkiler yarattı. Diyarbakır ve Suruç katliamlarının da devamı olduğu anlaşılan bu saldırının, bir yanıyla Kürt halkını ve onunla dayanışma içinde olanları sindirmeyi ve yıldırmayı diğer yanıyla da toplumun diğer kesimlerini manipüle etmeyi amaçladığı açıktı. Nitekim katliam sonrasında yaşanan tüm gelişmeler bu gerçeği işaret etti. Kürt halkı ve katliama karşı tepkilerini ortaya koymaya çalışan devrimciler saldırılara, tutuklamalara ve baskılara maruz kalırken, toplum da çeşitli kanallardan üzerine boca edilen manipülatif propagandanın etkisi altında şekillendirildi.
Katliamın duyulmaya başlamasıyla birlikte burjuva medyanın tümü ağız birliği içinde “terör saldırısı”ndan bahsetmeye başladı. Bu “terör saldırısı”nın sorumlusunun muhtemelen IŞİD olduğu da burjuva medyanın söylemlerine eşlik ediyordu. Dikkatlerin asıl sorumlunun üzerine yönelmemesi için genel bir terör kahırlanmasıyla sürdürülen yayınlarda, katliamın sorumlusunun devlet olduğunu işaret eden Demirtaş’ın üzerine birinci dakikadan itibaren gitmek de ihmal edilmedi. Ekranlar böyle bir şeyin mümkün olamayacağını savunan burjuva yorumcularla doldu. Sanki bu ülke, on binlerce devrimcinin, demokratın, Kürdün devletin açık ya da gizli örgütleri eliyle katledildiği, yine bu güçler tarafından 1977 1 Mayıs’ında Taksim’in, daha sonra Maraş’ın, Çorum’un kana bulandığı ülke değildi!
Onlara göre bu işin sorumlusu terör örgütleriydi ve şimdi hepimize düşen görev sorumluların ortaya çıkarılması için devletin yapacağı incelemeleri sabırla beklemekti. Daha birkaç ay önce gerçekleşen Diyarbakır ve Suruç katliamlarının ardından yaşananlar hafızalarda tazeyken bile, her meşrepten burjuva yorumcular utanmadan bu telkinde bulunabiliyordu. Sanki bunların sorumluları ortaya çıkarılmış, bu katliamların üzerleri kapatılmamıştı! Saldırının muhtemel sorumlusunun IŞİD olduğu söyleniyor ama bunu söyleyen bütün burjuva yorumcular tarafından devlet güçleri ile IŞİD arasındaki kirli ilişki[1] görmezden gelinerek değerlendirmeler yapılıyordu.
“Kokteyl terör” safsatası
IŞİD’in saldırısının arkasında kimi aramak gerektiği ilk andan itibaren apaçık ortadaydı. Ancak sözümona demokrat yorumcular bile bu gerçeği görmezden gelen değerlendirmeler yapıyorlardı. AKP’nin çanakyalayıcıları ise kafaları bulandıracak türlü saçmalıkları icat etme telâşındaydılar. Bu zevat için ana malzeme, Davutoğlu tarafından piyasaya sürüldü. Başbakan saldırının şüphelileri olarak IŞİD’in yanı sıra PKK, DHKP-C ve MLKP’yi sayıyor ve “kokteyl terör” diye bir kavramdan bahsediyordu. “Terör örgütlerinin hepsi aynı kaptan su içer. PKK, DAEŞ, DHKP-C, kaos ister. Hepsinin hedefi Türkiye’de kaos çıkarmak. Son olayın failleri ve irtibatları biliniyor. DAEŞ’in içinde Esad rejiminin unsurları var. PKK’nın ve PYD’nin içinde başka ülkelerin istihbarat unsurları var. Kokteyl terörden kastettiğim bu” sözleriyle bu kavramı açıklamaya çalışıyordu. Davutoğlu daha sonra da katıldığı televizyon programlarında bu tuhaf kavramı kullanmaya devam etti.
Elbette Davutoğlu’na Tayyip Erdoğan da eşlik etti ve “Kalkıyorlar, burayı DAEŞ yaptı, bilmem kim yaptı… Burada DAEŞ de var, PKK da var, Muhaberat da (Suriye İstihbarat Teşkilatı) var, burada Suriye’nin kuzeyindeki PYD terör örgütü de var…” diyerek bu söylemi sahiplendi. AKP’li çanakyalayıcı yorumcular da bundan sonraki tüm değerlendirmelerini bu kavramı kullanarak ve geliştirerek yaptılar. Ankara katliamıyla ilgili her haber ve yorumda bu ifadeyi kullandılar.
Zırva tevil götürmez. Bu yüzden “kokteyl terör” kavramının anlamsızlığı ya da yanlışlığı üzerinde durmayacağız. Ancak kullanımı hiç de geçici olacakmış gibi gözükmeyen bu söylemi AKP çevresinde kümelenenlerin nasıl anlamlandırdığından ve ne şekilde kullanmak istediklerinden bahsetmek gerekiyor. Çünkü bu kavramın içeriği ne kadar zırvalamalarla dolduruluyor olursa olsun, ilk elde kitlelerin algısını yönlendirmede başarılı oldu ve muhalifleri sindirme doğrultusunda kitle desteği sağlamak için uzun bir süre boyunca da kullanılacakmış gibi görünüyor.
AKP’ye yakın Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) genel koordinatörü Burhanettin Duran’a göre “kokteyl terör” ifadesi Türkiye’nin istikrarını istemeyen terör örgütlerinin ve çeşitli ülkelerin etkileşimine ve işbirliğine işaret ediyor. Uzun zamandan beri kullanılagelen ve her daim iş gören “küresel güçler ve onların içerdeki işbirlikçileri” söyleminin yeni ve daha kullanışlı bir hali yani. Duran’a göre bu terör örgütleri ve destekçileri “Türkiye iç siyasetinin fay hatlarını ve seçimleri gözetlemekle kalmıyor. Birbirlerinin stratejilerinden ve tepkilerinden yola çıkarak yeni eylemler planlıyorlar. Ankara saldırısı da buna bir örnek”.[2] “Kokteyl terör”ün kısa vadede bitmeyeceğini de söyleyen Duran, bu kavramın söz konusu çevre tarafından daha uzun süre kullanılacağının işaretini verdi.
AKP’nin önde gelen yorumcularından Abdülkadir Selvi de “PYD bir yandan ABD’lilerle çalışıyor. Diğer yandan Esed rejimi ve IŞİD’le anlaşma yapıyor. Şimdi ise Kürt bölgesi olan Kamışlı ve Haseke’de Rusya askeri yığınak yapıyor, en büyük yardımcısı ise PYD. Ankara katliamında DEAŞ’la birlikte PYD-PKK parmağının aranması niye acayip geliyor ki? PYD-PKK’nın iş tutmadığı mı var? Esed’le anlaşmalılar, İran’la beraber çalışıyorlar. Rusya ile mutabık haldeler, ABD’den silah yardımı alıyorlar”[3] diyerek aklınca bu “kokteyl”in içeriğini açıkladı!
“Dış mihraklar ve onların güdümündeki yerli işbirlikçileri” masalından her zaman korkmuş ve bu korkuyla yönlendirilmiş milliyetçi-muhafazakâr kitle için, bu içeriğin etkileyici ve kabul edilebilir olduğu çok açık. Türkiye Cumhuriyeti’nin dahili ve harici düşmanları, her ne kadar birbirleri ile de savaşsalar, fırsat bulduklarında bir araya gelirler ve ortaklaşa Türkiye’ye saldırırlar! Olup biten bütün kötülüklerin bunun dışında şeylerle açıklanmasına da ihtiyaç yoktur! Bu yüzden AKP de Ankara katliamının hemen ardından bu söylemleri tedavüle soktu ve tıpkı Suruç’ta olduğu gibi hedefin Türkiye olduğunu söyleyerek kitlelerin bilinçlerini bulandırmaya çalıştı. Milliyetçilikle zehirlenmiş kitlelerle bu yolla yeniden ve kuvvetli bir ilişki kurdu. Bunu da devasa bir propaganda aygıtını kullanarak gerçekleştirdi.
Burjuva medyanın televizyonlarından gazetelerine kadar tüm mecraları bu söylemin defalarca tekrarlanmasına sahne oldu. Daha ilk anlardan itibaren katliamı gerçekleştiren canlı bombalardan birisinin Suruç katliamı saldırganının kardeşi olma ihtimalinin kuvvetle muhtemel olduğu ifade edilse de, Ankara katliamının sorumlularının arasında PKK hatta HDP’nin de olduğunu ima ya da iddia eden yayınlar sosyal medya da dahil tüm iletişim araçlarında yaygın olarak kullanılmaya başladı. AK-yorumcular değerlendirmelerini bulundukları mecralarda bu tez ve daha sonraları “kokteyl terör” kavramı üzerinden yaparlarken, “AK-troller” ve “AK-botlar” aracılığıyla bu ve benzeri içerikler bir merkezden yaygınlaştırıldı.
Nitekim bu çaba AKP’nin istediği gibi büyük ölçüde başarıya ulaştı. Gezici Araştırma Şirketinin katliam sonrasında yaptığı araştırmada Ankara katliamının failinin, katılımcıların %27,8’i tarafından PKK, %10,1’i tarafından da HDP olarak belirtilmesi bu “başarı”yı net bir biçimde ortaya koyuyordu. Söz konusu propaganda mekanizması, aynı zamanda, ölenleri ve yaralananları, hedeflediği kitleler nezdinde PKK’li, dolayısıyla düşman olarak kodlamayı da başardı. Milli futbol takımının Konya’daki maçı öncesinde, katliamda ölenler için yapılan saygı duruşunun ıslıklanması ve bu sırada düşman görmüş yeniçeri gibi tekbir getirilmesi kitlelerin ne yönde güdülendiğini açıkça gösterdi.
Davutoğlu’nun o günlerde utanmazca söylediği gibi, bu propaganda sayesinde Ankara katliamı sonrasında AKP’nin oyları yükseldi ve bu etki seçim sonuçlarında da karşılığını buldu. “Türkiye’nin yükselişine” karşı olan tüm güçlerin AKP’ye karşı birleştiği, AKP’nin de bu “şer odakları” ile tek başına mücadele ettiği algısı oldukça geniş bir kesimde kabul gördü.
Tüm bunlar, bütünüyle zırvalarla dolu içeriğine rağmen “kokteyl terör” safsatasının ne denli etkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu başarı bundan sonra da AKP’nin bu kavramı üstelik geliştirerek kullanmasının önünü açacaktır. İstediği her şeyi içine atmaya müsait bu “kokteyl terör” torbasına, sosyalistler, sendikacılar, sivil toplum örgütleri, yeri geldiğinde “paralelciler” de rahat rahat sığacaktır. Hükümete yönelik her eleştiri bir ulusal güvenlik tehdidi olarak topluma bu kavramla yedirilmeye çalışılacaktır.
AKP’nin yalanlarına karşı sesimizi yükseltelim
Ankara katliamının ardından, kaybedilen devrimcilere, emekçilere ve onların mücadelesine sahip çıkılmaya çalışıldı. Özellikle de ilk günlerde, Türkiye’nin dört bir tarafında binlerce emekçinin katıldığı gösterilerle katliam protesto edildi. Cenazeler kitlesel katılımlarla defnedildi. Her ne kadar adına layık bir şekilde örgütlenemese de genel grev, şimdiye kadar olanlardan çok daha geniş ve yaygın eylemlerle hayata geçirildi. Okullardaki boykotlar da oldukça etkili oldu. Pek çok üniversite tatil kararı almak zorunda kaldı.
Devletin bunlar karşısındaki tavrı ise gösterileri yasaklamak ve göstericilere saldırmak yönündeydi. Cenazeler sırasındaki tepkiler yüzünden bile tutuklananlar, devlet memurlarından görevden uzaklaştırılanlar oldu. Bu tehditkâr ortamda, kısa bir süre sonra tepkilerin sokağa yansıyan kısmı sönümlendi ve geri çekildi. AKP’nin güçlü ve etkili propaganda mekanizmasıyla geniş kitleleri etkisi altına alması ve yanına çekmesiyle de katliama karşı yükselen sesler iyice azalmaya başladı. Tüm haklılığına ve büyük mağduriyete karşın kısa sürede gerçekleşen bu geri çekilme ve bir ölçüde sinme de açık ki sendikaların ve işçi örgütlerinin zayıflığının sonucu oldu.
AKP savaş politikalarını sürdürmek, Kürt halkının haklı taleplerini boğmak ve emekçileri sindirmek için saldırılarına devam edecektir. Bunu yaparken de etkili propaganda mekanizmasını kullanarak emekçilerin zihinlerini yalan bombardımanı altında tutacak, geniş emekçi kitleleri yanına çekebilmek için onları aldatmayı sürdürecektir. Yapılması gereken, burjuvazinin örgütlü yalanlarının karşısına örgütlülüğümüzü güçlendirerek çıkmak ve işçi sınıfının bağımsız sesini yükseltmektir.
[1] Kerem Dağlı, Bir Yalanın Anatomisi: “Türkiye’nin IŞİD’e Desteği Yok”, MT, Eylül 2015
link: Selim Fuat, Ankara Katliamının Ardından AKP’nin Manipülasyonları, 2 Kasım 2015, https://marksist.net/node/4564
34. Yılında YÖK
Büyüyen İşsizlik Rakamları ve İşsizlik Sigortası