Yoksul emekçi kitlelerin işsizliğe, yoksulluğa ve diktatörlük rejimlerine karşı 2010 yılının Aralık ayında başlattığı kitlesel eylemlerin ilk durağı Tunus’tu. Kısa süre içerisinde değişime olan inanç ve umut rüzgârları diğer ülkelere de yayılmış, emekçiler benzer taleplerle neredeyse tüm Arap coğrafyasında meydanları zapt etmişti. Tunus’ta başlayan eylemlerin ateşini fitilleyen olay 27 yaşındaki Muhammed Buazizi adlı gencin işsizlik yüzünden hükümet binası önünde kendisini yakması olmuştu. İşsizliğe, yok sayılmaya, değersiz görülmeye ve baskıya dayanamayan bu gencecik insanın canını alan, gerçekte akıl almaz çelişkiler üreten kapitalist sömürü düzeniydi. İşte tam da bu yüzden milyonlar Buazizi’nin çığlığını sahiplenmiş, kadın, erkek, genç, yaşlı milyonlar canları pahasına sokaklarda hesap sormak için yerini almıştı. Demir yumrukla ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocakta iktidardan devrilmiş, ailesiyle birlikte ülkeden kaçmıştı.
Ancak kitlelerin genel hoşnutsuzluğunun dışa vurduğu bu eylemler devrimci bir örgütlülüğün olmadığı koşullarda gerçekleşti ve söz konusu ülkeler burjuva güçlerin iktidar kavgasının arenasına dönüştü. Kuşkusuz emperyalist güçler de bu kavganın doğrudan parçası oldular. Bu sırada emekçilerin kronikleşen ve değişmesini istediği tüm sorunlar çözülmek bir yana daha da artarak devam etti, ediyor.
Değişim isteyen emekçiler mücadeleye devam ediyor
Aradan geçen on yıl ve burjuvazinin türlü oyunları emekçilerin değişim isteğinin önüne geçemiyor. 2018’de ülkenin en büyük sendikası olan Tunus Genel İşçi Sendikasının (UGTT) çağrısıyla yüz binlerce kamu işçisi 1978 grevinden bu yana yapılan en büyük kamu grevine imza atmıştı. Ülkenin ekonomik krizini IMF desteğiyle çözmeye çalışan hükümet yine tüm yükü emekçilerin sırtına yıkmak, açlığı daha da derinleştirmek için adım atmıştı. Bunun üzerine 2018’deki genel grevde UGTT başkanının “aç ve boş midelerin devrimini görecekler” sözleri emekçiler arasındaki hoşnutsuzluğun boyutlarına vurgu yapıyordu. 2018’in ardından 2019’un ilk günlerinde de işçiler grevlerle ve kitlesel mitinglerle sokaklara çıkmaya devam ettiler. Havalimanlarında, okullarda, hastanelerde, toplu taşımada ve diğer kamu hizmetlerinde iş bıraktılar. Yapılan gösterilerde “İktidar Halka Ait!” sloganlarını yükselttiler, hükümete olan öfkelerini dile getirdiler. Ardından 2020’de koronavirüs egemenlere bir soluk aldırır gibi oldu ama bu soluk da kısa sürdü. Bu kez sağlık işçileri meydanlarda “Bu Durumu Değiştirecek Olan Bizleriz!” diyerek mücadeleyi büyüttüler. 27 yaşında gencecik bir doktorun ihmaller sonucu ölmesiyle sabırları taşan işçiler, “Çocuklarımızın Katilleri, Hırsızlar!” diyerek egemenlere öfke kusmuşlardı.
2021’e de eylemlerle giren Tunus’ta tüm bu yaşananlara sebep olan sorunlar derinleşmeye devam ediyor. Salgını önlemek adına hiçbir ekonomik ve sosyal güvence vermeden yasaklar üstüne yasaklar getiren hükümet emekçilerin yoksulluğunu daha da büyüttü. Her üç gençten birinin işsiz olduğu Tunus’ta bu sorunlar yasaklara rağmen 15-20 yaş arası işsiz gençlerin yoğun katılımıyla protesto ediliyor. 15 Ocakta başlayan eylemlerde “iş istiyoruz” sloganlarını yükselten işçi sınıfının gençleri, baskıyla ve zor gücüyle kitleleri susturmak isteyen egemenlere meydan okumaya devam ediyor. Gençleri geleceksizliğe iten egemenler bu talebi susturmak için polisi devreye soktular. Çıkan olaylarda çok sayıda insan yaralandı ve sivil toplum örgütlerinin açıkladığı sayıya göre 1000’e yakın insan gözaltına alındı. Bunun üzerine emekçilerin korkup evlerine dönmelerini bekleyen iktidar yanıldı! 18 Ocakta hükümet binası önünde bir araya gelerek toplumsal adalet ve iş talebini yineleyen Tunuslu emekçiler, “Korkmuyoruz, Sokaklar Halkındır!” sloganlarıyla gözaltına alınan sınıf kardeşlerinin derhal serbest bırakılmasını istediler. Gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi için eylemlere devam edeceklerini haykıran emekçiler kararlı olduklarının altını çiziyorlar.
Egemenlerin korkusu ve eylemleri karalama propagandası
Eylemler başkent Tunus’un yakınındaki işçi mahallelerinde, Kasserine, Gafsa, Sousse ve Monastir gibi nüfusun yoğun ve ülkenin en yoksul bölgelerinde yaşanıyor. Bu durum elbette bir tesadüf değil. Ekmek ve özgürlük talepleriyle sokaklara çıkan, öfkesi patladığında devletin zor gücüyle ilk elden sindirilmeye çalışılanlar da yine bu şehirlerdeki emekçilerdi. Belirsizliğe itilen, geleceksiz bırakılan gençler, hak arama mücadelelerinde egemenler tarafından her defasında “vandal, yağmacı” olarak suçlanıyor. Protesto hakkının çerçevesini “gündüz ve suç işlemeden” şeklinde çizen İçişleri Bakanlığına göre, polisin aşırı güç kullanarak eylemlere saldırması, işlenen suçun ortadan kaldırılmasına yönelik olağan bir durum! Buna karşı bir yandan da artan protestolar karşısında emekçilerin büyüyen öfkesini yatıştırmaya çalışan Başbakan Hişam Meşişi, “Kriz gerçek. Sesleriniz duyuldu, öfkeniz meşru, benim ve hükümetin rolü taleplerinizi gerçekleştirmeye çalışmaktır” diyerek emekçileri evlerine dönmeye çağırıyor. Ama iktidar temsilcileri protestoları karalayan ve bu yaşananların devrimle bir alakası olmadığını söyleyen açıklamalar yapmaktan da geri durmuyor. Devrilme korkusu yaşayanların şu ifadeleri bunun bir kanıtı niteliğindedir: “Burada gördüğümüz şey, bir grup genç azınlık tarafından yapılan vandalizm ve yağmadır. Bu bir devrim değildir.”
“Toplumsal adalet ve iş istediğimiz için sokaktayız” diyen gençlerin siyasi taleplerini reddetmek için var gücüyle çalışan egemenler, gençlerin içinde bulunduğu durumu küçümsüyorlar. Gençlerin aslında kafelerin, futbol kulüplerinin, okulların pandemiden kaynaklı kapalı olmasına öfkeli olduklarını belirterek, yaşanan protestoların toplumsal ve ekonomik konularla alâkalı olmadığı yönünde açıklamalar yapıp duruyorlar.
Buna karşı gençler ise devletin riyakârlığını şöyle ifade ediyorlar: “Sistemi protesto eden herkese hırsız diyorlar. İş istediğimizi söylemek için geldik. Onur istiyoruz.” Tunus’ta 23 yıl iktidarı elinde tutan diktatör Zeynel Abidin Bin Ali’nin devrilmesinin 10. yıldönümüne denk gelen eylemlerde “iş, özgürlük ve onur” talepleri canlılığını koruyor. “Devrim” adına işçilerin, emekçilerin devrimini çalan burjuvazi, onlara ne iş, ne aş, ne de özgürlük verdi. Eylemlere katılan bir genç işsizin, “Onurlu yaşamak ve gençlerin daha iyi bir yaşam umuduyla Akdeniz’i geçerken hayatlarını riske atmalarını bırakmalarını istiyoruz. Biz Ali’nin düşüşünden on yıl sonra, aynı temel şeyleri istemekten yorulduk ve bıktık” sözleri Tunus’taki gençlerin içine düştüğü durumu ve mücadele sebeplerini özetliyor. Bin Ali’nin devrilmesinin ardından geçen 10 yılda egemenler ülkedeki ekonomik ve toplumsal sorunların üzerine örtmek dışında bir şey yapmadılar. Yüksek işsizlik oranları, yetersiz ve kötü kamu hizmetleri, artan yoksulluk, hayal kırıklığını ve hoşnutsuzluğu arttırıyor.
Önümüzdeki günlerde protestoların seyri durulacak mı yoksa yeniden devrimci durumlara mı yol açacak takip edip göreceğiz. Ama şurası kesin ki her iki durumda da emekçilerin ekonomik ve siyasi taleplerinin bugün olmasa da yarın bir şekilde kendisini yeniden toplumsal ayaklanmalarla açığa vuracağı kesindir. Çünkü kapitalist sistem hele de içine düştüğü tarihsel kriziyle birlikte yol almaya devam ettikçe emekçi kitlelerin sorunları ve hoşnutsuzluğu büyümeye devam edecek. Bu sorunların sözde daha iyi vaatler sunan başka burjuva temsilciler tarafından çözülmesi mümkün değildir. İşte tam da burada işçi sınıfının devrimci örgütlerine olan ihtiyacı ve bunun yaratılması için gereken çabanın önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
link: Pınar Şafak, Tunuslu Emekçiler Yeniden Meydanlarda, 25 Ocak 2021, https://marksist.net/node/7155
Gün Geldiğinde Yıkılır Diktatörler
Kızıl Ufka Yelken Açan Bir Denizci: Valery Sablin