16 Nisanda yapılacak referanduma az bir zaman kaldı. “Evet” cephesi devletin olanaklarını da kullanarak kampanyasını yürütürken, “hayır”cı kesimler OHAL koşullarında ve çok sınırlı imkânlarla çalışıyor. Lakin Erdoğan ve ekibi, devletin tüm olanaklarını “evet” propagandası için seferber ettiği halde toplum üzerinde istediği etkiyi kurabilmiş değil. Neredeyse bütün televizyon ve gazeteler Erdoğan’ın ve Binali Yıldırım’ın yaptığı miting veya toplantı haberleriyle dolu. Buna mukabil muhalefetin açıklamaları ve faaliyetleri medyada doğru dürüst yer bulmuyor. Ve her şeye rağmen gerek iktidarın gerekse muhalefetin yaptırdığı kamuoyu yoklamalarında “hayır” oyları fazla çıkıyor, Erdoğan ve AKP de bu durumun fazlasıyla farkında.
Peki, Erdoğan ve ekibi, “hayır”cı kesimlerin argümanlarına nasıl cevaplar veriyor ve ne gibi karşı argümanlar öne sürüyor? Saadet Partisi’nden MHP tabanına, CHP’den HDP’ye ve sosyalistlere dek çok farklı görüşleri barındıran geniş bir “hayır”cı kesimin ortaklaştığı ve ortaya koyduğu en temel argüman başkanlık rejiminin “tek adam rejimi” olduğudur. 18 maddenin tamamının neler getirip götüreceğini herkes kendince topluma anlatarak “hayır”ı örgütlemektedir. İktidar ise maddelerin üzerinden değil, daha çok muhalefete altı boş argümanlarla saldırarak bir kampanya yürütüyor. Erdoğan’ın yöntemi bölme ve kamplaştırmaya dayanıyor. Bunu yapabilmek için de en sık başvurduğu söylem “PKK, FETÖ, DEAŞ hayır diyor, hayır diyenler teröristtir”. Ancak bu söylem beklediği etkiyi yaratmadı, tam tersi geri tepti. Çünkü sağ partilerin dahi çoğunluğu “hayır”cı. Haliyle “terörist” söylemi muhafazakâr seçmende gerekli yankıyı bulamadı.
Erdoğan’ın, muhalefetin “tek adam” eleştirisini çürütmek için öne çıkardığı söylem tam bir komedi. Muhalefet “bütün yetkiler bir kişinin elinde toplanıyor, demokrasi, denetim, kuvvetler ayrılığı ortadan kalkıyor, diktatörlüğe geçiliyor” diyor. Erdoğan ise tek adam rejimine geçilmediğini, sadece gücün tek kişide toplandığını söylüyor! Güya tek adam diktatörlüğüne geçilmediğini anlatayım derken tam da her şeyin tek kişinin yetkisine bırakıldığını kendisi ifade ediyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı ve başbakan arasında yaşanan tartışmaların devlette çokbaşlılığa ve krize neden olduğunu söylüyor. Bunu da 2001 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Ecevit arasında yaşanan kitapçık fırlatma meselesine dayandırıyor: “Bu ülkede cumhurbaşkanının başbakana anayasa kitapçığını fırlattığını gördük mü, yaşadık mı, kardeşlerim ya dünyada böyle bir çirkinlik olur mu ya? Bunu bile yaşattılar bize ya. Şimdi biz ne diyoruz biz bunu da kaldırıyoruz ve tek kişide bu gücü topluyoruz, böylece kitapçıkları fırlat böyle bir şey olmayacak.” Yani niçin evet diyecekmişiz? Bir daha bu kitapçıklar fırlatılmasın, kriz çıkmasın diye! Bu kangrenleşmiş bir sorunmuş ve bu sorunu çözmek için bütün yetkilerin bir kişide toplanması zaruriymiş! Bu söylemin ne kadar gülünç olduğu ortada. Ama yine de hatırlatmak gerekir ki 15 yıldır ülkeyi Erdoğan ve AKP yönetiyor. Kitapçık meselesini ise yaşı 30’un altında olan insanlar hatırlamıyor bile…
“Tek adam” anayasasına göre artık başbakan olmayacak, gensoru olmayacak, bakanları Cumhurbaşkanı belirleyecek, bakanlar yalnızca Cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacak, meclis tarafından denetimi söz konusu olmayacak. Cumhurbaşkanının meclisi feshetme yetkisi olacak. Meclisin Cumhurbaşkanı hakkında soruşturma açması için 360, Yüce Divana göndermesi içinse 400 milletvekilinin oyu gerekiyor. Bu maddeler Cumhurbaşkanının üzerinde fiilen hiçbir denetimin olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Peki, Erdoğan muhalefetin bu eleştirisine ne diyor? Şunu: “Seçimlerde ne olacak? Beş yıl süre ile görev verilen cumhurbaşkanı, milletten başka kimseye hesap vermeden tabii ki anayasa çerçevesinde vazifesini yerine getirecektir.”
Erdoğan her maddeye getirdiği savunma ile muhalefetin izah etmeye çalıştığı gerçekleri bizzat kendisi ifade etmek zorunda kalıyor. Beş yılda bir seçim yapılmasının denetimle bir alâkası olabilir mi? İşte Erdoğan bunu demagojik bir söylemle geçiştireyim derken aslında denetimsiz olduğunu da açıkça itiraf ediyor.
AKP’nin çıkışsızlığının geldiği nokta başbakan Binali Yıldırım’ın sözlerinde somutlanıyor. Kendisi yeni sistemi şöyle savunuyor: “Seçimde mevcut sisteme göre siz hükümeti seçemiyorsunuz, sadece meclisi seçiyorsunuz. Kim bakan olacak kim başbakan olacak buna karar veremiyoruz. Sonra orada abidik gubidik birtakım işler oluyor. Bir bakıyorsunuz hiç aklımıza gelmeyenler Başbakan olmuş.” 15 yıldır ülkeyi AKP hükümeti yönetiyor, bu süreçte Abdullah Gül, Erdoğan, Davutoğlu ve Binali Yıldırım başbakan oldular. Binali Yıldırım bunlardan hangisini kastediyor acaba? Kendisi hariç hepsi seçime başbakan adayı olarak girdi ve seçim sonucunda o koltuğa oturdu. Ama sonra tam da dediği gibi “abudik gubidik olaylar” oldu, seçilmiş başbakan Davutoğlu istifa ettirildi, yerine “hiç akla gelmeyen” Binali Yıldırım başbakan oldu!
Yıllardır AKP’nin türlü yalanlarıyla kandırılan kitleler artık bu bayağı, sığ argümanları inandırıcı bulmuyor. AKP de beklediği gibi “evet” oylarında ciddi bir çıkış yakalayamamış durumda. Bu durumu AKP’nin yandaş yazarları da kimi yazılarında itiraf ediyor. Yandaş gazeteci Abdulkadir Selvi Avrupa ile yaşanan kriz öncesinde durumu şöyle özetlemişti: “Referandum kampanyası henüz başlamadı ama milletin kararı yavaş yavaş şekilleniyor. ‘Evet’ cephesinde son 2 hafta olumsuz gelişmeler yaşandı. İlk defa rüzgârın tersine dönmeye başladığı söyleniyor. Özellikle İstanbul ve Ankara’da son 2 hafta ‘Evet’ cephesinde bir gerileme yaşanmaya başladı. Bu oranın yüzde yarım mı, yoksa bir mi olduğu belli değil. Ama parti yönetimi çok az bir oran olsa dahi bu durumu önemsiyor. Peki, olumsuz bir hava esmesine neden olan gelişme ne? 1- ‘Hayır’ diyenlerin PKK, DAEŞ ve FETÖ’cü olarak gösterilmesi, 2- KHK’larla akademisyenlerin ihracı, 3- Varlık Fonu tartışmaları, 4- Meral Akşener’in Çanakkale’de konuşturulmaması. Bu gelişmeler tek adamlık, otoriterleşme gibi olumsuz algıları güçlendiren eylemler olarak görünüyor.”
Selvi’nin de itiraf ettiği gibi “tek adam” algısı muhafazakâr seçmen içinde de güçlenmekte, böylece AKP’nin öne sürdüğü eften püften argümanların etkisi azalmaktadır. Bunun farkında olan Erdoğan ve AKP “evet” oylarını arttıracak yeni bir motivasyon yaratmaya girişmişlerdir. Son günlerde AKP’li yöneticilerin Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde mitingler, toplantılar yapmak istemeleri ve bunların engellenmesi AKP tarafından fırsata çevrilmeye çalışılıyor. AKP bu tip toplantıların engelleneceğini bildiği halde özellikle planlayarak kriz çıkmasını sağlamak ve mağdur edebiyatı yaparak, bir taraftan yurtdışı oyları konsolide ederken bir taraftan da iç kamuoyunda milliyetçi histeriyi tırmandırarak “evet” oylarında bir çıkış yakalamak istemektedir. Nitekim bu gerçeği yine AKP’nin kalemşoru Abdulkadir Selvi çok açık bir şekilde ifade ediyor; “16 Nisan’dan sonra başka bir Türkiye olacak. Hayır çıktığı anda Türkiye eski Türkiye olamayacağı gibi anlamlı bir evet çıktığı takdirde de mevcut durumun devam etmesi mümkün görünmüyor. 16 Nisan sandığından çıkan sonuç birçok sürprize gebe olacak. Bu arada AK Parti, CHP üzerinden sağlayamadığı motivasyonu Avrupa üzerinden sağlamaya çalışıyor. Referandumda çıkacak yüksek oranda bir ‘evet’in Avrupa’ya balans ayarı olacağı görüşünde.”
AKP kendisinin kurduğu senaryoyu uygulamaya koydu. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Kaya başrol oyuncusu olarak Hollanda’ya gönderildi. Hollanda’nın “bu hafta seçimlerimiz var, haftaya gelin” uyarısının dikkate alınmaması ve haber verilmeden Almanya üzerinden Hollanda’ya giriş yapılması olayın bir kurgu olduğunu yeterince ortaya koyuyor. Kurgunun devamında havuz medyası başta olmak üzere tüm burjuva medya harekete geçirilerek 15 Temmuz havasında milliyetçi histeri yükseltilmeye çalışıldı. Hollanda’nın Ankara ve İstanbul büyükelçiliğinin önünde protestolar yapıldı, milliyetçilik coşturulmaya çalışıldı. Uzun süredir hep aynı şeyleri tekrarlayan Erdoğan için meydanlarda konuşulacak yeni malzeme çıkartıldı. Erdoğan her zaman yaptığı gibi “Eyy” diye başlayan cümlelerle başta Hollanda olmak üzere Avrupa Birliği’ne esip gürledi. AKP sandı ki bu yolla evet oyları yükselecek. Hatta AKP İzmir milletvekili Hüseyin Kocabıyık çıktığı TV programında bunu çok açık bir şekilde itiraf etti: “Bu Almanlara Hollandalılara hep kızmayalım, belki azıcık teşekkür de etmemiz gerekiyor, bizim evet oylarına 2 puan filan katkı yaptılar.”
AKP’nin umduğu şey evet oylarının bu yolla artırılmasıydı. Ancak AKP’nin amaçlarının aksine Avrupa ile çıkarılan kriz evet oylarında beklenen yükselişi sağlamamış, sadece motivasyonu bozuk evet cephesini bir anlığına hareketlendirmiştir. Sonuçta bu tür ülkelerle kriz yaratarak iç kamuoyunu etkilemede AKP ustalaşmıştır. Lakin İsrail, Suriye, Rusya örneklerinde olduğu gibi önce kriz ve tehdit, ardından yelkenleri suya indirip özür dilemeler AKP’yi destekleyenler açısından dahi artık kabak tadı vermiştir. Kısacası AKP’nin yalan barutu gün geçtikçe tükenmektedir. Ne demişler, yalancının mumu yatsıya kadar yanar!
link: Hakan Sönmez, AKP’nin “Evet”e İkna Sıkıntısı, 27 Mart 2017, https://marksist.net/node/5553
Bir Kürt Genci Olarak Hayır Diyorum!
Kıdem Tazminatlarının Gaspı ya da Kuşa Bak Kuşa!