Merhaba, uzun bir zamandan beri Marksist Tutum’u takip ediyorum ve onun bir öğrenci okuruyum. Marksist Tutum ortaya koyduğu teorik ve politik hatla, Marksizme kara çalmanın moda olduğu günümüzde, bir fener olarak bizlere yol gösteriyor. İşçi sınıfının devrimci teorisi Marksizmi bizlere taşıyarak ve bunu oldukça anlaşılır bir dille, bilinçli bir tarzda yaptığı için Marksist Tutum’a teşekkür etmek istiyorum. Sınıf mücadelesinin diplerde seyrettiği (ama şimdilik böyle) bir dönemden geçiyoruz; buna rağmen, Marksist ideolojiyle donanmış biz Marksist gençler daha güzel ve yaşanabilir bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. O dünyanın adı sosyalizmdir. Bizler, Marksist gençlik olarak böylesine bir dünyayı içimizde, düşüncelerimizde, yoldaşça ilişkilerimizde yaşatıyoruz. Geleceğin komünist dünyasına sahip çıkalım; genç arkadaşlarımızı kapitalist pislik düzeninin iğrenç ve yabancılaşmış, yozlaşmış dünyasından kopartarak kendi saflarımıza, komünist saflara katalım. Marksist gençlik olarak gelecek güzel günler için daha çok politika yapalım ve Marksizmin ateşiyle her yeri tutuşturalım!
Ama önce bilinçlerimizi uyandıralım!
2001 yılında üniversite denen o cumhuriyete (!) girdim. Hani halk arasında bir söz vardır ve genellikle hayal kırıklığını anlatmak için kullanılır: “ne hayaller beslemiştim!” Kurulan düşlerin yitip gitmesi karşısında geçmişe, onca tatlı hülyaya bir sitemdir adeta bu sözler. Beslenen hülyalar ile mevcut gerçeklik genellikle bağdaşmaz. Toplumsal gerçekliği kavrayamadığımızda sıkça düş kırıklığı yaşamamız kaçınılmazdır. Öğrencilerin kendilerini farklı hissetmelerini sağlayan, toplumla aralarındaki bağı kopartarak onları “önemli adamlar” mertebesine yükselten büyük üniversite duvarlarının arkasındaki çimenli yollarda yürüdüğümde benim de hayallerim tuzla buz olmuştu. Esasında tüm öğrenciler böylesine bir düş kırıklığı içine düşmekten, bocalamaktan kaçınamazlar. Ama önce kendilerini aldatarak, kendilerine yabancılaşarak mevcut konumlarını toplumun gördüğü gözle, onlara verilmiş statüyle görmeye başlarlar. Olanları topluma itiraf edemedikleri gibi, kendilerine de itiraf edemezler. Sanki onca şişirilen ve uğruna yapılmadık fedakârlık kalmayan o soğuk duvarların arkasındakileri olduğu gibi anlatırsak etrafımızdakilerin gözünde birden bire değersizleşeceğiz! Böylece bizlere biçilen değer bir balon gibi sönüp gidecek! Daha baştan bir bataklığın ortasında kalakalırız. Üniversite üzerinden bir kişiliğimiz oluşmaya başlar. Bir statü sahibi olmak anlamına gelen üniversitelilik, burjuva eğitimiyle birlikte bizleri tamamen soyup çırılçıplak bıraktıktan sonra, kişiliğimiz soğuk duvarların arkasında kalırken unvanlarımızı giyinerek kapıdan çıkarız. Artık daha bir dik bakıyoruzdur dünyaya, öyle yüce ve öylesine engin insanlarızdır ki… Kimseye anlatamayız yüce fikirlerimizi, zira kimse bizi anlamıyor!
Daha ilk mektubumu yazdığım için size bir itiraf gibi gelebilir söylediklerim; ama ne yazık ki gerçeklik bu! Belki de yapılması gereken öncelikle böylesi bir itiraftır. Fakat bu itiraf gelecekte sömürüsüz bir dünyanın kurulmasına hizmet etmelidir; belirtmeliyim ki, Marksist olmadan, Marksizmi öğrenmeden böylesine yararlı itiraflarda bulanamayız! Belki size naif gelecek, ancak ben üniversiteye girdiğimde önüme birçok olanak sunulacak diye düşünüyordum. İstediğim şeyleri yapabilecek, istediğim gibi eğlenecek ve kendimi geliştirerek dolu dolu yaşayacaktım! Bunları niye anlatıyorum? Sakın beni üniversiteye karşı düşmanlık beslemekle suçlamayın; şimdi benim hayal kırıklığı olarak dert yandığım bu kuruma girmek amacıyla öğrenciler daha ilkokul sıralarından koşturulmaya başlatılıyor. Böylesine anlamsız veya gerektiğinden fazla abartılan bir şey için tüm bu yapılanlar niye? Derdim bunu beyan etmektir işte!
Oysa hayatımızın en verimli çağı üniversite yılları değil mi? Ben hayatımın en verimli çağı olması gereken yılları üniversiteye girmemle (üniversiteye girmek neyse?) gerilere ittim, erteledim. Sınavlardan kafamızı kaldırıp dünyada olup bitene bakamadan günlerimiz öylece geçip gidiyor; bizlerin tek amacı okulu bitirmeye dönüşüyor. Bunun için de “inek” gibi ders çalışıp duruyoruz. Niçin, ne adına? Çünkü kafamız, ailemizin, çevremizin, devletin ve son tahlilde kapitalist düzenin yüceleştirdiği, çok az insanın ulaştığı bir boş hayalle yıkanmıştı. Yaratılan tamamen bir illüzyondu ve Marksizm bu yanılsamayı yerle bir etti!
Yıl 2004 ve ben o ulaşılması zor ve hatta imkânsız gibi gözüken (sanki cennet misali bir vahadan söz ediyorum) yüceleştirilmiş üniversitenin dışında değil, içindeydim. İçindeydim, ama neyin?
Onca çaba göstererek içine girdiğimiz (veya düştüğümüz ya da düşürüldüğümüz) üniversite kurumu geçtik bizlere nitelikli bir eğitim sunmayı, varolan insani yönlerimizi, duyarlılığımızı da alıp götürüyor. Bu kurumlardan öğrenciler bencil, kendilerine ve topluma karşı yabancılaşarak çıkıyorlar. İlkokul sıralarında başlayan burjuva öğretimi ve eğitimi üniversite ile birlikte doruğa ulaşıyor. Üniversitede dördüncü yıl geride kaldığında kapitalist sistem “burjuva insan”ını yaratmış olarak, içi rahat bir şekilde piyasaya salıyor. Tüm genleri ele geçirilmiş ve düşünceleri burjuva ideolojisiyle kodlanmış “burjuva insan” dış dünyaya kapalı, kendi dışında olup bitenlere kayıtsız, duyarsız, “benini” seven, böylelikle sürekli iç dehlizlerine yönelen, giderek kendi içinde kaybolan hastalıklı bir nesneye dönüşüyor. Marx bireyin mutluluğu toplumun mutluluğundan geçer demiş zamanında. O kadar haklı ki, topluma karşı duyarsız, sosyal alanda ne olup bittiğinden bihaber “burjuva insan” olsa olsa kendi iç dünyasına yönelir; böylece dışındaki gerçeklikten kopan insan beyninin yarattığı kurgularla yaşamaya başlar. Lakin beynin ürettiği kurgular ile verili mevcut gerçeklik örtüşmediğinden ve giderek amansız bir çatışma yaşandığından olup biteni açıklayamayan “burjuva insan” sürekli huzursuz, kaygılı, sinirleri bozuk, ayakları yere basmayan, dolayısıyla da kendisiyle barışık olamayan bir ucube olarak yaşamını sürdürür. Üniversitelerde ve diğer burjuva kurumlarında, diğer alanlarda burjuvazi böylesine hastalıklı insanlar yetiştiriyor. Çevrenize bakın, bunu göreceksiniz!
Araştırmaktan, sorgulamaktan, düşünmekten, üretmekten alıkonularak, yani insanı insan yapan tüm özelliklerin, değerlerin elimizden alınmasıyla tek tip insan olup çıkıyoruz. Kendi sınıfınızın (işçi sınıfının) öğretisi Bilimsel Sosyalizmden yoksun kaldığımız sürece de böylesine tek tip insan olarak kalmaya devam edeceğiz. Düşünmeyen insanların yanında düşünmekten, mücadele etmekten söz etmek adeta onlara küfür gibi geliyor. Zira onlara bir şeyleri hatırlatıyor olmalıyız ki, bizlere karşı şiddetle tepki gösterirler. “Burjuva insan”ın derinlerinde yatan o insani öze seslendiğimiz için, gerçekte onların yaralarına dokunmuş gibi oluyoruz. Burjuvazi bizim sınıfımızdan olanların bilincini çarpıtmakla kalmamış, gözlerine renkli gözlükler de takmış. İnsanların gözlüklerini gözlerinden çekip aldığımızda şiddetle tepki gösteriyorlar. Çünkü gözlüksüz kaldıklarında tüm olup biteni çıplak olarak görecekler ve bu onlara dayanılmaz geliyor; mücadele etmek gerektiğini hatırlatıyor. Ama korkunun ecele faydası yok, renkli dünyaların dehlizine girerek gerçeklerden soyutlanarak kendimizi kurtaramayız. Bizler inatla ve kararlılıkla burjuvazinin gözümüze çektiği sis perdesini yırtıp atacağız. Gerçekler ne kadar açıksa, yapılması gereken de o kadar bellidir! Şimdi tam da bu noktaya gelmişken, okulda yaşadığımız somut bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Daha çok politika yapmalıyız!
Olay, geçtiğimiz Kasım ayında, konu olarak “yasalar”ı işleyeceğimiz bir ders sırasında geçiyor. Sınıfta sessizlik hakim; hoca denen o yüce gönüllü insan dersini müfredata uygun anlatıyor. Hocanın soru sorma hevesi gelmiş olmalı ki, “para neden önemli” diye soruverdi! Arkadaşlar sağ olsunlar küt diye cevabı yapıştırdılar: “hayatımızı devam ettirmek için, bilmem ne marka araba veya ev almak için” falan filan… Heyecanlı sesler yükseliyor; bu para ne menem bir mahlûkatsa artık, arkadaşların çenesini açıverdi! Mesele paradan açılmış ve arkadaşlarımız böylesine gevşemişken (bütün hikmet parada galiba, hocada değil), hocamız marka meraklısı arkadaşa “şu bilmem ne marka daha gözde” demekten kendini alıkoyamadı. O an bana karşımda duran bir eğitimci değil de sanki burjuva sistemin kendisiymiş, burjuva sistem hocada cisimleşmiş gibi geldi. Son tahlilde ne fark eder; eğitimci dediğimiz o insan burjuva eğitimcisidir. Para ve markalar da burjuva eğitimin bir parçası. Kimden ne bekliyoruz ki?
Ama gözlerimizin içine baka baka burjuva fikirleri bizlere zerk etmesine de izin vermemek gerekiyor. Bilinçlerimizin körelmesini sağlayan her şeye karşı olmalıyız. Nitekim tartışmaya başka arkadaşlar da katıldılar. Söz alan bir arkadaşımız özetle şunları söyledi: “Para kapitalist düzen ve kapitalistlerin kâr hırsından bağımsız düşünülemez; para denen şey sermayedir ve sermaye işçilerin ödenmemiş emeğinin birikmiş halidir; para olarak sermaye uğruna kapitalistlerin yapmadıkları yok, bu amaçla kan dökmekten de geri durmuyorlar; para düzeni milyonlarca insanı aç bırakıyor, haksız yere savaşlarda milyonlarca insan öldürülüyor, sakat kalıyor, insani bir muamele görmeden yaşamaya itiliyor.” Vay efendim, sen misin böyle konuşan? Sınıfta bir yaygara koptu; birkaç faşist kafaya göre, yapılan şey derse siyaset sokmakmış! Onlara karşı saygısızlıkmış! Neymiş, bizler derslerde hep politika yapıyormuşuz! Sanki siyaset dersten hep uzakmış ve o uğursuz mahlûkatı sınıfa bizler getirdiğimizden, bu sevgili arkadaşlarımızı siyaset “ham” yaparsa suçlu da bizler olacakmışız gibi! Neymiş? Saygısızlıktır! Siyaset yapıyorsun! Evet, gerçekten siyaset “yapılmıştı”!
Hoca denen o yüce insan, o yüreği hümanizmle dolup taşan eğitimci insanın burjuva siyasetine inat, kendi sınıfımızın haklı ve meşru siyaseti yapılmıştı. Ders anlatma bahanesi altında bizlere aşılanan kapitalist ideoloji ve onun politikasına karşı milyonlarca emekçinin, kadınların, savaşta hunharca katledilenlerin çıkarı savunulmuştu. Tüm insanlık birikimini hoyratça yok eden kapitalist düzen karşısında tek haklı siyaset var; o da geleceğin toplumunu kuracak olan işçi sınıfının siyasetidir.
Sınıfta tepki gösteren birkaç “burjuva insan” arkadaşımızın reaksiyonları sınıf dışına da taştı. Söz alıp “siyaset yapan” arkadaşlarımızın arkasından atıp tutmaya, onları karalamaya başladılar. Ama iş burada bitmedi. Ertesi gün, konu sınıfın gündemine taşındı. Ders başlamadan tüm arkadaşlar sınıfta toplandık ve mesele tekrar anlatıldı. Söz konusu kişilerin nasıl dedikodu yaptığı, nasıl karalamalarda bulunduğu, amaçlarının ne olduğu anlatıldı. “Savaşa karşı çıkmak, insanların Irak’ta ABD tarafından öldürülmesine karşı durmak, Filistin’deki katliama sesiz kalmamak, SSK sorununda herkese eşit, parasız ve kaliteli sağlık hizmetini savunmak vb. politika yapmaksa, evet biz politika yapıyoruz” dendi. Solcu olmaktan gocunulmadığı, başkalarının “bunlar solcu” demelerine gerek olmadığı, bizlerin solcu insanlar olduğu açıklandı. Birkaç kişi ses çıkartmaya çalıştıysa da, diğer arkadaşlar bizleri desteklediler. Arkamızdan konuşan bir arkadaş sesini çıkartmadığı gibi sürekli kızarıp bozardı ve gelip özür diledi. Daha sonra hoca geldiği için devam edemedik. Ama ders çıkışında birçok arkadaş gelip bizleri tebrik etti; boynumuza sarıldılar. Böylelikle savunduğumuz fikirlerin meşruluğunun haklılığından geldiğini bir kez daha anladık. Savunduklarımızı korkarak değil, göğsümüzü gere gere savunduğumuzda ve bunu anlaşılır temellerde yaptığımızda, şimdilik devrimci politikaya katılmasalar da, arkadaşlarımız bizlerin yanında yer almaktan çekinmeyecektir. Biz bunu yaşadık ve gördük, öğrendik.
Tüm bu süreçlerde ve her daim, sizlerle paylaştığım şu yazının yazıldığı şimdiki an, sınıfımızın enternasyonalist mücadelesine, Marksizme, daha güzel ve daha yaşanabilir bir dünyanın kurulacağına olan inancım yüreğimde, beynimde bir kıvılcım ateşi gibi büyüyor. Düşmana inat büyüyecek! Komünist Manifesto’da dile getirildiği gibi; sınıfları ve sınıf uzlaşmazlıkları ile birlikte eski burjuva toplumun yerine, her insanın özgür gelişiminin, insanların tümünün özgür ve mutlu gelişiminin koşulu olduğu yeni bir toplum kuracağız! O toplumun adı komünizm!
Kahrolsun kapitalist eğitim sistemi!
“Burjuva insan”ı öldür, o, toplumu öldürmeden!
Yaşasın sosyalizm!
link: Marmara Üniversitesi'nden MT okuru bir öğrenci, İçimizdeki “Burjuva İnsan”ı Öldürelim!, 29 Kasım 2004, https://marksist.net/node/284
“Küçük alazlar” ve okur mektupları
Yabancılaşma ve Gençlik