Üretim araçlarını tekelinde bulunduran kapitalist sınıf, insanlığın geleceğini daha fazla kâr elde etme hırsıyla hiç tereddütsüz her geçen gün daha da çürüme ve yozlaşmanın girdabına doğru sürüklüyor. Kapitalist üretim ilişkilerinin ilk filizlenmeye başladığı dönemden bu yana bilim ve teknoloji alanında sağlanan çığır açıcı gelişmeler insanlığa daha sağlıklı ve konforlu bir yaşamın olanaklarını sunuyorken; bu üretim ilişkilerinin hukuksal ifadesini oluşturan mülkiyet ilişkileri, bu olanakları egemen sınıfın zenginliğini katlamasının araçları haline dönüştürüyor. Beri yandan kapitalizm, toplumun çoğunluğunu oluşturan ve dünyadaki zenginliklerin yaratıcısı olan işçi sınıfını, kendi emeğinin ürününe yabancılaştırarak her geçen gün daha da kötüleşen yaşam koşullarına mahkûm ediyor.
… emek zenginler için harikalar, ama işçi için yoksunluk üretir. Saraylar ama işçiler için inler üretir. Güzellik ama işçi için solup sararma üretir. Emeğin yerine makineleri geçirir, ama işçilerin bir bölümünü de makine durumuna getirir. Us ama işçi için budalalık, aptallık üretir. (Karl Marx, Yabancılaşma, s.24)
Emperyalist aşamayla birlikte kapitalist üretim ilişkileri yerkürenin en ücra köşelerine kadar sirayet ederek buralardaki alt sınıfları proleterleştirdi, kendisi için zenginlik yaratacak sınıfı yarattı. İnsanlar arasındaki kimi olumlu değer yargılarının, dayanışma ve paylaşma duygularının tümden yitirilmesinin zeminini hazırlayarak bencilliğin, bireysel kurtuluşun öğütlendiği, insanı kendi doğasına ve topluma yabancılaştıran, gelecek beklentisini yok eden, meta değişimi üzerine kurulu ticari ilişkilere göre şekillenen yeni toplumsal ilişkiler ağının yayılmasını sağladı.
İki ana sınıftan oluşan kapitalist toplumda, doğrudan üreticilerin üretim araçlarının sahipliğinden ve denetiminden kopmasından kaynaklanan yabancılaşma, her sınıfta farklı biçimlerde yansımasını bulur. Proleter yığınlar arasında insanlık dışı, yıkıma uğramış bir var oluş biçiminde tezahür ederken, burjuvazi içinde proletaryanın ürettiği artı-değer üzerinde yükselen zenginliğin sağladığı konforlu bir yaşam olarak karşılığını bulur. Burjuvazi bu yabancılaşma içinde, işçi sınıfının tersine, Marx’ın tabiriyle doğrulama bulur. Siyasal erki elinde bulundurması nedeniyle, proletaryanın emek-gücü üzerinde yükselen zenginlik içinde kendi var oluşunu görür.
Burjuvazinin işçi sınıfını sömürmesi üzerine kurulu kapitalizm, bağrında proletaryayı yaratıp her gün daha da büyütürken aslında kendi sınıf iktidarının temeline kendisini yıkıma götürecek dinamiti de koymuş oluyor. Nicelik olarak kendisini kat kat aşan ezilen kesimleri denetim altında tutabilmek için ideolojik araçlarını devreye sokarak proletaryanın bir sınıf olarak karşısına dikilmesinin önüne geçmeye çabalıyor. Bu nedenle toplumsal çürüme ve yozlaşma burjuvazinin bilinçli olarak körüklediği bir durumdur. Kendi doğasına yabancılaşmış, dayanışma ve ortaklaşa davranma duygusunu yitirmiş bir proleter, kapitalistlerin hesabına göre –ki doğrudur– burjuva iktidar için bir tehdit oluşturamaz. Uykusundan uyanmayan ve robottan farksız yaşamına devam eden bir proleterler kitlesi: işte egemenler bu durumu yaratma ve sürekli kılma çabasındadırlar.
Günlük yaşamın her alanını sarmalayan kapitalist üretim ilişkileri, emekçi sınıfların geçmişteki mücadele deneyimlerinden yoksun yetişen genç nesillerini, sürekli ideolojik bombardımana tabi tutarak, sorgulamaktan aciz sürü psikolojisinde, üretken olmayan, hazırcı, kendisinden yapılmasını isteneni hiç sorgusuz yapan, hakları uğruna mücadele etmeyen, örgütlenmekten korkan, sinik, itaatkâr ücretli köleler haline dönüştürüyor. Bu durumun örnekleri, büyük bölümü itibariyle geleceğin vasıflı işçileri olan üniversite gençliğinde somut olarak görülebilir. Sistemin ideolojik saldırılarıyla katmerleşen yabancılaşma, üniversite gençliği kitlesinde kendi sorunlarına ve toplumsal sorunlara duyarsız, gelecekten beklentisi olmayan, bilimsel düşünebilmekten uzak bir var oluşla kendini ortaya koyuyor.
Burjuva ideolojisinin yeniden üretildiği öğretim kurumları olan üniversiteler, egemen sınıfın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde genç dimağları eğitirler. Genelde olduğu gibi yaşadığımız ülkenin üniversitelerinde de verilen eğitimin içeriği, sermayenin ucuz işgücü ihtiyacını karşılama rolüne uygun olarak belirleniyor; öğrenciler vasıflı ucuz işgücüne sahip işçiler olarak geleceğe hazırlanıyorlar. Bu nedenlerden ötürü, derslerin içerikleri pozitif bilimler alanında da, soysal bilimler alanında da tahrifatlarla doludur. Üniversiteler bilimin değil, bilime yabancılaşmanın ve bilimin topluma yabancılaşmasının üretildiği yerlerdir. Bu toplumda emek ve bilim aynı kaderi paylaşırlar.
İşçi sınıfının doğru bir tarih bilincinin oluşması, gerçek anlamda sınıf bilincinin de oluşması anlamına gelecektir. Bu durum, burjuvazi açısından kendi sınıfsal iktidarına yönelik bir tehdit oluşturur ve o asla işçi sınıfı içerisinde gerçek bir tarih bilincinin oluşmasını istemez. Tarih derslerinin içeriğinin iktidardaki sınıfın çıkarlarına göre belirlenmesi, “gerekli” yerlerinin “düzeltilmesi”, kapitalist sistemin selâmeti için elzemdir. İlköğretimden başlayarak üniversiteye kadar uzanan eğitim sürecinde, gençler, tüm diğer devletlerin kendi ülkelerini yıkmaya çalışan düşmanlar oldukları, devletin kutsal bir varlık olduğu propagandasıyla ve milliyetçi duygularla eğitiliyorlar. Böylece enternasyonalist bir sınıf bilincinin oluşmasının önünde ciddi bir engel yaratılmış oluyor. Yaşadığımız coğrafyada yükselen sınıf mücadelesinin önünü kesmek için tezgâhlanan 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi devletin nasıl bir zor aygıtı olduğunu ve kendisine yönelen öfkeyi ortadan kaldırmak için okul sıralarında öğretilen “halkın devleti” imajını bir kenara bırakarak nasıl da burjuvazinin imdadına yetiştiğini ve gerçekte kimin devleti olduğunu çıplak bir şekilde gözler önüne serdi. Yaşananlar bir kez daha insanlığın, geleceği için, burjuvazinin tüm iktidar aygıtının yıkılıp parçalanmasından başka bir seçeneğinin olmadığını ortaya koyuyor.
Pozitif bilimler alanında da benzeri tahrifatlar söz konusudur. Son yıllarda genetik alanında kat edilen gelişmeler insanlığa pek çok hastalığın kökünün kazındığı daha sağlıklı bir yaşamın olanaklarını sağlayabilecek durumda. Bir başka örnek olarak, fizik alanındaki gelişmeler sayesinde maddenin derinliklerinde yatan enerjiye ulaşılmış, dünya üzerinde enerji sıkıntısının ortadan kaldırılabilmesini mümkün kılmıştır. Ne var ki insan yaşamını kolaylaştırabilecek bu gelişmeler, hâkim sınıfın elinde, aklı dumura uğratacak başka amaçların hizmetine sunuluyor. Teknolojik gelişmeler yaşamı kolaylaştırmak için kullanılacak yerde, öncelikle nüfuz alanlarının yeniden ve yeniden paylaşımı için yürütülen savaşlar için kullanılarak insanlık yok oluşa doğru sürükleniyor.
Tüm bunlar olmadan burjuvazinin kendi sınıfsal iktidarını, çoğunluğu oluşturan emekçi sınıflara kabul ettirebilmesinin başka bir yolu olmadığını biliyoruz. Burjuvazinin kendi ideolojisini yaymak için kullandığı araçlar, öğrenci gençliğin toplumsal sorunlara ilgisiz, edilgenleştirilmiş bir zihniyette yetiştirilmesi için gerekli ve yeterli. Hizaya gelmeyene, ehlileşmeyene sopa, burjuvazinin çizdiği rotadan sapmayıp yolunda “istikrarlı” yürüyenlere de küçük küçük havuçlar! Çürümeye ve yozlaşmaya iteklenen insanlığı toplumsal özgürlüğe taşıyabilecek olan işçi sınıfı, burjuvaziden geçmişin hesabını sormak ve siyasal iktidarı zapt etmek üzere harekete geçmedikçe, kapitalistler insanlığı istedikleri doğrultuda yönlendirmeye devam edecekler.
Marx’ın 150 yıl önce dile getirdiği düşünce, hem kapitalizmin tüm şiddetiyle varlığını sürdürdüğü günümüzde Marksizm geçerliliğini yitirmediğinin hem de çöküşünün eşiğinde duran insanlığın kurtuluşunun yolunun ancak işçi sınıfının devrimiyle açılabileceğini net bir biçimde ortaya koyuyor:
Dahası, yabancılaşmış emeğin özel mülkiyet ile bu ilişkisinden, toplumun özel mülkiyetten, kölelikten vb. kurtuluşunun, işçilerin kurtuluşunun siyasal biçimi içerisinde dile getirildiği sonucu da çıkar. Bu, meselenin yalnızca onların kurtuluşu meselesi olmasından değil, onların kurtuluşunda insanlığın evrensel kurtuluşunun içerilmesinden ötürü böyledir. Bu evrenselliğin nedeni, insanın tüm köleliğinin işçinin üretimle ilişkisine bulaşmış olması ve tüm kölelik ilişkilerinin bu ilişkinin değişim geçirmiş biçimleri ve sonuçlarından başka bir şey olmamasıdır. (Marx, Yabancılaşmış Emek, 1844 Elyazmaları içinde)
Yerküre üzerinde üretim araçlarını tekelinde bulunduran burjuvazi bir yandan da proleter yığınları kalabalıklaştırmaya devam ederek varlığını idame ettiriyor. Savaşlar, yıkım, toplumsal çürüme, yabancılaşma ve işçi sınıfının artan sefaleti sınıflı toplum var olduğu sürece devam edecektir. Ta ki işçi sınıfı, devrimci Marksizmi rehber edinmekle sınıf savaşımları sahnesindeki yerini alarak burjuvaziyi ve sınıflı toplumu ortadan kaldırarak gerçek özgürlüğün yolunu açana kadar. İşçi sınıfına bu bilinci taşıyacak olanlar, bugün devrimci Marksizmi öğrenme ve hayata geçirme çabasında olan işçi sınıfının genç kuşakları olacaktır.
link: Cem Keskin, Yabancılaşma ve Gençlik, 19 Kasım 2004, https://marksist.net/node/279
İçimizdeki “Burjuva İnsan”ı Öldürelim!
Soruşturmalar Yıldız Teknik Üniversitesinde Sürüyor