Kapitalist sistemin dünya çapında içine girmiş olduğu ekonomik kriz giderek derinleşiyor. Birçok dev tekel kriz nedeniyle çökerken, egemen sınıf krizin faturasını işçi-emekçi kitlelere ödetmek için her yola başvuruyor. Ekonomik kriz nedeniyle her gün binlerce çalışan işsizler ordusuna katılıyor. Ücretsiz izinler, işten atmalar, ücretlerin ödenmemesi, ücretlerde kesintiler, sigorta primlerinin ödenmemesi vb… Her gün işçi sınıfının omuzlarına bindirilen yük bir kırbaçtan farksız. İşsizlik, açlık, yoksulluk her geçen gün kat be kat artmakta. Bugün milyonlarca kişi, insanlık dışı koşullarda yaşam mücadelesi veriyor.
İşçiler kriz nedeniyle açlığa, yoksulluğa mahkûm edilirken, krizden kârlı çıkmanın hesaplarını yapanlar da yok değil. Başbakan ve bakanlar; “kriz bizi etkilemez, kriz teğet geçecek vb.” açıklamaların arkasından “bu krizden kârlı çıkabiliriz” diyebiliyorlar. Ne pahasına? Biz işçilerin işsiz kalması, aç kalması, insanlık dışı koşullarda yaşaması pahasına…
Her yıl Asgari Ücret Belirleme Komisyonu, işçilere verilecek olan asgari ücreti belirliyor. Bu yıl, 503 YTL olan asgari ücret 527 YTL’ye yükseltildi. 24 YTL zam! Elektriğe, suya, doğalgaza, gıda ürünlerine vs. yapılan zamları düşündüğümüzde asgari ücrete yapılan zam devede kulak kalıyor. Hatta bu kadar zammın fazla olduğunu bile söyleyebiliyorlar, hiç yüzleri kızarmadan. İşçi sınıfının örgütsüz olduğu böylesi bir dönemde burjuvazinin boyalı basını kitleleri kendi istedikleri şekilde yönlendirebiliyor. Bilinçsiz kitleler medyanın da katkısıyla 24 YTL zamma bile ses çıkaramıyor.
Krizin gittikçe derinleştiği ve işçi sınıfının örgütsüz olduğu bugünlerde, önümüzdeki aylarda yapılması planlanan yerel seçimler gündemi şimdiden işgal etmeye başladı. Egemen sınıf kendi çıkarları doğrultusunda, örgütsüz olan kitleleri yönlendirmek istiyor. Egemen sınıf, kendi arasındaki it dalaşına işçi-emekçileri de ortak etmek istiyor. YSK’dan Anayasa Mahkemesi başkanına, başbakandan diğer siyasi parti liderlerine kadar herkes seçimlerle ilgili açıklamalarda bulunuyor. Yani, filler tepişmeye devam ediyor; fakat alttaki çimenleri ezmeyi de sürdürüyorlar. “Beldelerde seçim nasıl olacak” tartışması bir yana, Kürtlere yönelik uzun yıllardır sürdürdükleri inkâr ve imha politikaları devam ediyor. “Dağdan inip düz ovada siyaset yapsınlar!” diyenler bugün “teröristlerin seçim listelerinde isimleri niye var?” diyebiliyorlar. YSK geri adım atıp seçim listelerini yeniden oluşturuyor ve “terörist” ilan edilenlerin isimlerini seçim listelerinden siliyor. Demokrasiden bahsedip, “oy kullanmak en demokratik haktır” diyenler, bugün oy kullanmak isteyene de “teröristsin, senin oy hakkın yok” diyorlar.
Başbakan konuşmalarında, “her türlü etnik milliyetçiliğe karşıyız!” diyor. Egemen sınıfın kendi ulus-devletini kurmak için kullandığı “Türkçülük” ideolojisi etnik milliyetçiliğe dayanmıyor mu? Kendi devletlerini kurmak için bütün etnik kültürleri yok sayıp “Türkçülüğü” ön plana çıkarmadılar mı? Yıllardır işçi-emekçiler egemen sınıfın şoven milliyetçi ideolojisiyle beslenmedi mi? Türk milliyetçiliği kitlelere empoze edilirken, hatta insanlar bu yolla zorla asimile edilirken; kültürleri, dilleri, inançları zorla bastırılırken neden egemen sınıfın kullandığı “etnik milliyetçiliğe” karşı olmadınız? Yıllardır sürdürülen inkâr ve imha politikaları sonucunda on binlerce insan yaşamını yitirdi. Yitirmeye de devam ediyor. Ordusuyla, polisiyle, meclisiyle, anayasalarıyla, mahkemeleriyle, hapishaneleriyle, medyasıyla vb. örgütlü olan egemen sınıf, kendi çıkarları için bir halkı yok etmeyi bile göze alabiliyor. Örgütsüz olan işçi-emekçiler milliyetçilik zehriyle zehirleniyor ve ezilen Kürt halkının vermiş olduğu mücadeleye karşı kin kusuyor. Milliyetçilikle zehirlenen kitleler, kendilerine yöneltilmiş olan imha politikalarına da sessiz kalıyorlar.
Önümüzdeki aylarda krizin derinleşmesiyle kitlelerde oluşacak olan hoşnutsuzluğu burjuvazi seçimler ve asker cenazeleriyle gidermek isteyecek gibi gözüküyor. İşçi-emekçilerin egemen sınıfın bu politikalarından çıkarı ne? Açlık, yoksulluk, sefalet ve daha fazla sömürü, daha fazla gözyaşı…
Ekonomik kriz derinleştikçe fatura daha kabarık olacak, eğer ki işçi-emekçiler örgütlenip mücadele etmezse. Egemenlerin oyunlarına gelip sessiz kalınırsa ve onların ideolojisiyle beslenmeye devam edilirse işçi-emekçilerin sosyal kazanımlarına saldırılar daha hız kazanacak. Patronların temsilcilerinin dillerinden düşürmediği “ya sev, ya terk et!” nefretine işçi-emekçileri de ortak edecekler. Yunanlılar, Ermeniler derken Kürtler de düşman ilan edildi. Ne için? Egemenlerin saltanatı için. İşçi-emekçileri açlığa, yoksulluğa, sefalete mahkûm edenler Kürtler mi? İşçileri sömürenler kim? Örgütsüz olan işçi-emekçiler, asıl düşmanın kim olduğunu göremez oldu içtiği milliyetçilik zehri nedeniyle. Asıl düşman, patronlar sınıfı ve onların sistemi. İşçi-emekçileri sömüren, açlığa, yoksulluğa mahkûm eden kapitalist sistemin ta kendisidir.
Kriz bahanesiyle egemen sınıf, işçi-emekçi sınıfa ve Kürt halkına karşı baskısını gittikçe artırıyor. Faturayı siz ödeyin diyor. İşçi sınıfı, kendi sınıfsal çıkarları için faturayı ödemek yerine ödettirmeli yapılan saldırılara karşı mücadele etmeli ezilen ulusa yönelik yapılanları durdurmak için örgütlenmeli ve sınıf cephesini ilmik ilmik örmeli. Burjuvazinin seçimler vb. oyunlarına gelmemeli. Bütün haksızlıkları durduracak, dünyayı daha yaşanabilir hale getirecek olan, işçi sınıfının dünya çapında vereceği örgütlü mücadeledir.
İşte bunun için işçi sınıfı, burjuvazinin yalanlarına kanmamalı, onun işçi sınıfının düşmanı olduğunu bilmeli, kendi sınıfsal çıkarları temelinde örgütlenmeli ve mücadele etmeli. Filler tepinirken ezilen çimen olmamalı…
Örgütlen, Örgütle, Mücadele Et!
link: İkitelli’den bir metal işçisi, Ezilen çimen miyiz?, 15 Ocak 2009, https://marksist.net/node/2018
CHP’nin Türbanla Dansı
Nazım Hikmet TC Vatandaşlığına Alındı!