Esenyurt’ta bulunan ve 1200 işçinin çalıştığı Colin’s tekstil işçileri 12 Ağustosta direnişe çıktılar. İşçilerin dağıttığı bir bildiride olayların gelişimi şöyle anlatılıyor: “11Ağustos Pazartesi günü hep birlikte ücretlerimizin yetersiz olduğunu patrona bildirmiştik.” İşçilerin isteği herkese 80 milyon ücret zammıydı. Bunun için Pazartesi günü bazı bölümlerde üretim durduruldu. Fakat işveren işçilerin birbirlerine ulaşmamaları için bölüm kapılarını kilitledi ve işçileri birbirinden yalıtmaya çalıştı. İşçiler kararlı davranarak bölümlerin kapılarını açtırdılar ve hep birlikte yemekhanede toplandılar. Taleplerini dile getiren işçileri işveren eve göndererek ertesi gün için görüşme randevusu verdi.
Ama “patron ne yaptı? 12 Ağustos Salı günü servis göndermeyip, yasadışı olarak işçilere işbaşı vermedi.” (Bildiriden) İşçiler işe kendi imkânlarıyla geldiler. Patron çevik kuvveti ve jandarmayı çoktan fabrikanın kapısına yığmıştı. Colin’s patronu bir kısım işçinin izine ayrıldığını açıklarken 250’den fazla işçinin işine son verdi. İşyerinin önünü terk etmeyen işçiler daha sonra Esenyurt Cumhuriyet Meydanına doğru yürüyüşe geçtiler ve yürüyüş sırasında “işçilerin birliği sermayeyi yenecek”, “baskılar bizi yıldıramaz”, “direne direne kazanacağız” gibi sloganlar attılar.
Polis, direnişin her an çevre fabrikalara sıçramasından korkarak patronlar adına direnişi kırmak için yoğun baskı kurdu. Altı işçi gözaltına alındı ve direniş yerine gelen ziyaretçilere saldırıldı. Tüm Bel-Sen ve Sümerbank işçileri de ziyaretçiler arasındaydı. DİSK genel başkanı Süleyman Çelebi, bundan böyle işçilerin yanında daha fazla yer alacaklarını söylemesine karşın somut bir adım atmadı. 16 Ağustosta işçiler bir bildiri yayınladı ve direniş için dayanışma çağrısı yaptılar.
Ancak dışarıda kalan işçiler arasında yeterince örgütlülük olmaması direnişte geri adımların atılmasını da beraberinde getirdi. Direnişte bulunan işçilerin sayısı her geçen gün azaldı ve moral bozukluğu egemen oldu. İçeride çalışan işçilerle bağ kurulmadı ve üretim tamamen durmadığı için patron üzerinde baskı kurulamadı. Buna karşın işveren işçileri yıldırmak için elinden geleni ardına koymayan patron, işçilere pişmanlık dilekçesi imzaladıkları taktirde işe dönebileceklerini bildirdi: “Böyle bir eyleme katıldığım için pişmanım ve işime dönmek istiyorum.” Kapitalistler sınıfı ve onların düzeni işçi sınıfını ve ezilen yığınları bastırmak, psikolojik çöküntüye uğratmak için sınıflarına uygun bir davranış sergileyerek işçileri kişiliksizleştirmek ve onursuzlaştırmak istiyordu. Ama Colin’s işçilerinin bir bölümü “pişman değiliz, onurluyuz, işçiyiz” diyerek patrona hakkettiği cevabı vermekte gecikmediler.
11 Ağustosta başlayan direniş, işçilerin mücadeleye “yasal yollara baş vurarak” devam kararı almasıyla, 25 Ağustosta bitti.
Bölgeye ve tekstil işkoluna kısa bir bakış
Esenyurt, bir yanında Firuzköy, diğer yanında Avcılar Ambarlı, daha ileride Haramidere ve daha da ileride Beylikdüzü’nü içine alan büyük bir sanayi bölgesinin bir parçası. Bu bölge, İstanbul’da sınıf mücadelesinin yoğunlaşacağı bölgelerin başında gelmektedir. Burjuvazi sınıf mücadelesinin merkezi olan metropollerdeki sanayiyi şehir dışına taşıyarak mücadelenin sona ereceğini zannediyordu. Ama bu konuda yanıldı ve yanılmaya devam ediyor.
Bu bölgede on binlerce işçi çalışıyor. Başta tekstil olmak üzere, metal, ilaç ve mermer sanayinin bulunduğu bir bölge. Tekstil işletmeleri oldukça fazla. Bunların bir kısmı 1990 sonrası palazlanmış orta ve büyük kapitalistlerin işletmeleri. Kısa adı Colin’s olan Eroğlu Şirketler Grubu da tekstil sanayindeki bu büyük işletmelerden biri. Bu sektör pek çok sorun barındırmakta ve sektörde örgütsüzlüğün yaygın olmasından ötürü kural tanımaz, dizginsiz bir sömürü hüküm sürmektedir. Kadın emeği yoğunluktadır ve işçilerin yaş ortalaması oldukça düşüktür. 1990 sonrasında patronları zengin eden de işte bu çocuk işçilerdir.
Bu işkolundaki ağır çalışma koşullarının önemli göstergelerinden biri, artık nerdeyse bu işkoluyla özdeşleşmiş olan düşük ücretler ve uzun çalışma saatleridir. Bunlara ilaveten sigorta yoktur, aşırı fazla mesailer söz konusudur ve işçiler evle iş arasına hapsolmuş durumdadır. İşçilerin bir mücadele geleneği hayli zayıftır; geçmişten bu güne tarihsel bilinç ve tarihsel hafıza aktarılamamıştır. Neredeyse tüm yasal haklarından habersizdirler. Küçük ve orta işletmelerin yaygın olduğu bu sektörde sendikal mücadele deneyimi yok denecek kadar cılızdır.
“Patlatmacı” anlayışlar
İşçiler arasında mücadele sendikal düzeyde bile örgütlü bir tarzda gelişmediğinden, kendiliğinden ve ani “patlamalar” biçimine bürünüyor. Bu durumda, mücadele kısa zamanda yenilmeye mahkûm oluyor. Mücadelenin bu kendiliğinden ani “patlamaları” işçilerin sorunları bir an önce çözme isteğinden kaynaklanıyor. Ancak bu acelecilik ne yazık ki, örgütsüzlük ve bilinçsizlikten ötürü patronların örgütlülüğüne çarpıp dağılıyor. Mücadelenin bu seyri izlemesinin tek nedeni elbette ki, işçilerin örgütsüz ve bilinçsiz olması değil. Dolayısıyla faturayı işçilere kesmek de pek mümkün değil.
Sektörün yapısı, çalışanların çoğunluğunun çok genç işçilerden oluşması, iş bulmanın görece kolaylığı ve bunun sonucu olarak da işin ve işyerinin çoğunlukla geçici bir iş ve işyeri olarak algılanması gibi faktörler bir araya geldiğinde, söz konusu sektör, devrimci çevrelerin de kolaylıkla ulaşabilecekleri bir sektör olarak öne çıkıyor.
Sendikaların bugün içinde bulunduğu durum, bürokrasinin hakimiyeti, küçük ve orta işletmelere dönük bir örgütlenme arzusunun olmayışı, bu tür işletmelerdeki iktisadi mücadeleyi örgütleme görevinin de, eğer varsalar, devrimcilerin omuzlarına binmesini beraberinde getiriyor. Ne var ki, bu konuda yeterli sabır ve hazırlıktan yoksun olanlar sadece işçiler değil. Onlara önderlik etme iddiasında olan sol çevreler de farklı durumda değiller. Aceleci bir tarzda olayları zorlamak, mücadelenin olgunlaşma sürecini yapay zorlamalarla hızlandırmaya çalışmak ve bu yolla çabuk gelecek başarı üzerinden kendi reklamını yapmak anlayışı yaygın durumda. Ne var ki, bu anlayışla hareket eden politik gruplar, sınıfın çıkarlarını hiçe sayarak kendi dar grupsal çıkarlarını öne çıkarmakla sekter bir tutum takınmış oluyorlar.
Bu yaklaşımın görünümlerinden biri, “patlatmacılık” olarak bilinen anlayışta somutlanıyor. Buradaki patlatmacılık, işçilerin kendiliğinden patlamaları değil de, devrimcilerin kimi sorunları öne çıkararak kıvılcımını çaktıkları “patlamalar”. Yani hiçbir ön hazırlığı olmayan ve bir ölçüde yapay olarak gerçekleştirilmiş “patlamalar”. Bunun en bilinen ve yaygın belirme tarzı, işyerindeki örgütlenme çabasının henüz asgari ölçüde yeterli noktaya getirilmeden önce düşmanla açıktan savaşın ilan edilmesidir. Böylelikle varolduğu kadarıyla dahi örgütlenme çabası heba edilir. Colin’s örneğinde de bu yaşanmıştır. Direniş yeterli örgütlenme ve hazırlıktan tümüyle yoksun biçimde başlatılmış ve bu nedenle çok çabuk ve kolayca yenilgiye uğramıştır. Direnişin tüm gelişim süreci örgütsüzlüğün her düzeyde kendisini hissettirdiği ibretlik bir ders halini almıştır.
Ekonomizm
Bu “patlatmacı” eğilimle yan yana mevcut olan bir diğer eğilim de ekonomizm eğilimidir. Sendikaların şu an içinde bulunduğu durumu gerekçe göstererek, sendikal örgütlülükten işçileri uzak tutmaya çalışan, sendikalara karşı güvensizliği öğütleyen ama kendilerini de fiilen ekonomik mücadele alanıyla sınırlayan anlayışlar, bu tarzda davrandıkları sürece sınıf mücadelesine zarar vermiş oluyorlar. İşçi sınıfının geri ve örgütsüz kesimleri içinde mücadele edildiği sürece, işyeri sorunları ve ekonomik mücadele başlıklarının öne çıkması elbette kaçınılmazdır. Ne var ki bu mücadele sendikalar olmaksızın ve sendikalara rağmen yürütülmeye çalışıldığında karşımıza tuhaf bir çeşit “devrimci sendikalizm” anlayışı çıkıyor.
İşin sol gözüken tarafı bu. Ne var ki durum bundan ibaret değil. Çoğunlukla görüldüğü gibi, bu tür sözde “radikal sol” yöntemler aslında en sağ tutumlarla iç içe gelişiyor. Bunun nasıl olabildiğine bir bakalım. Bu tip alanlarda bu bakış açısıyla hareket eden anlayışlar, öncelikle işçilerin en temel işyeri sorunlarına ve bu konudaki duyarlılıklarına hitap ederek etraflarında bir işçi halkası topluyorlar: “örgütlenirsek sorunlarımızı çözeriz”. Buraya kadar yanlış olan bir şey yok. Bu temelde biraraya gelen işçiler arasında kalıcı, sağlam ve ileriye dönük bir çalışmanın örgütlenmesi, bu çalışmayı gerçekleştirecek bir işçi ekibinin olgunlaştırılması ve belli bir düzeye geldiğinde bu işyeri örgütlenmesi çalışmasının sendikayla bağının kurulması gerekiyor. İşte yanlışlar bu noktadan itibaren başlıyor. Sendikayı dışlayan tutumlar, şöyle bir açmazla karşı karşıya kalıyorlar: “gizli” işyeri komiteleri vb. aracılığıyla yürütülen bu işyeri örgütlenme çabasını işçilerin gözünde meşru bir zemine oturtamamak. Henüz yetersiz bilinçli işçi kitlesinin, yasal ve meşru zeminler dışına çıkmama, polisle karşı karşıya gelmeme ve siyasal çevrelerden uzak durma yönündeki geri eğilimleri bu noktada belirleyici olmaya başlıyor. Kurulan işçi bağlarının sürekliliğinin sağlanması adına, işçilerin ürkütülmemesi adına, onların bu tür eğilimlerine prim verilmesiyle birlikte bu sol çevrelerde en ilkel ekonomizm hakim hale geliyor. Bu tür tutumlar kendi faaliyetini siyasetten uzak tutmakla kalmıyor, diğer “rakip” sol çevreleri de sırf siyaset yapmak istedikleri gerekçesiyle sekter ilan ediveriyor.
Bu bir yanıyla ekonomist, diğer yanıyla sekter tutumlar, işçi sınıfı hareketine zarar veriyor. Neredeyse “patlatılan” tüm direnişler başarısızlıkla sonuçlanıyor ve bu da işçilerin geneli arasında muazzam bir moral bozukluğuna yol açıyor. İşçilerin birçoğu, yalnızca devrimcilere güvensizlik beslemekle kalmıyor, iktisadi mücadelelere ve sendikal düzeyde örgütlenmeye bile soğuk bakmaya başlıyor. Bu patlamalardan geriye kalan birkaç kişiyi sözde politik örgütlülüklerine kazanmak uğruna, onlarca, yüzlerce işçinin, mücadele kaçkınlığının propagandacısı haline getirildiğine dikkat bile edilmiyor. Dahası, “kazanılan” işçilere aynı sürecin yeniden ve yeniden yaşatılması ve bunların politik bir eğitimden yoksun bırakılması, bir süre sonra onların da örgütlü mücadeleden uzaklaşmasının zeminini hazırlıyor.
Uzun soluklu düşünülmüş, işçiler arasında bilinçli bir örgütlülüğe dayanan, sınıf bilincini almış öncü işçilerden oluşan bir ekibin başını çektiği bir mücadele anlayışı ve buna uygun bir mücadele tarzı hakim kılınmadıkça daha pek çok direniş yenilgiye mahkûm olacaktır.
link: Esenyurt’tan MT okuru bir işçi, Colin’s Direnişinin Gösterdikleri, 25 Ağustos 2003, https://marksist.net/node/331
Emperyalizm ve Anti-Emperyalist Mücadele
Dünya İşçi Hareketinden Kısa Haberler