Son sözleri “Nefes alamıyorum” olan George Floyd’un geçtiğimiz yıl bir polisin dizleri altında can vermesiyle birlikte ABD’de ve tüm dünyada büyük bir protesto dalgası başlamıştı. Milyonlar “Siyahların Hayatı Değerlidir” ve “Nefes Alamıyoruz” sloganları etrafında buluşarak sokaklara çıkmıştı. Geçtiğimiz hafta tam da ABD’de Floyd davasının başladığı sıralarda, benzer kahredici bir manzaraya Türkiye’de tanıklık ettik. Yaklaşık 100 gündür direnişlerini sürdüren Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri bir kez daha vahşi bir polis saldırısına maruz kaldı, onlarca öğrenci gözaltına alınırken Floyd’un katledildiği anları hatırlatan anlar yaşandı. Dünyanın neresine bakarsak bakalım örgütlü kötülük her yerde! Kapitalist efendiler ve onların tüm maşaları, insanlığı kelimenin gerçek anlamıyla nefessiz bırakıyorlar.
Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum rektöre karşı başlayarak genişleyen ve onlarca şehre yayılan eylemler üçüncü ayını doldurdu. Bu sürecin başından bu yana rejim sopasına başvurmaktan, başta öğrenciler olmak üzere akademisyenleri ve Boğaziçi’nden yükselen sese sesini katan kitleleri sindirmeye çalışmaktan geri durmadı. Provakasyonlar, karalamalar, tehditler, polis saldırıları, gözaltılar, tutuklamalar, ev hapisleri sökmedi. Eylemlerin biteceğini uman rejim, her seferinde karşısında direnenleri buldu. Öğrenciler direndikçe toplumsal destek arttı. Yapılan anketlere göre öğrencilerin haklı bir tepki ortaya koyduğunu düşünenlerin oranının yüzde 70’lere çıkması bunun göstergesidir. Sonuçta Boğaziçi direnişi, sıradan bir hadise değil, nefessiz bırakılan bir toplumun en doğal reflekslerinden yalnızca biridir.
Üniversite öğrencileri nefes alamıyor, işçiler nefes alamıyor, aileler nefes alamıyor, akademisyenler nefes alamıyor. Hiçbirimiz nefes alamıyoruz. Boğazımıza çöken, ümüğümüzü sıkan sadece kolluk kuvvetleri değil, iplerini ellerinde tutan efendileri ve onların kahrolası sistemleri toplumu nefessiz bırakıyor. Kan kaybederken saldırganlaşan bir rejim tarafından hayatımız çepeçevre kuşatılmış durumda, nefes alamıyoruz. Tarihsel bir krizle temelleri sarsılan, tüm çürümüşlüğüyle birlikte hayatı insana cehennem eden kapitalist sistem bizi nefessiz bırakıyor.
İçerde ve dışarıda iyice sıkışan rejim yalpalıyor, yalpaladıkça da saldırganlaşıyor. “Milli irade” ahkâmı kesenler, emekçi kitlelerin en ufak bir iradesine dahi tahammül göstermiyorlar. Atanmış bir kayyumu değil seçilmiş bir rektörü isteyen öğrencilere saldırıyorlar. Haksızlığa boyun eğmeyen işçileri sindirmek istiyor, karşılarına dikiliyorlar. Cargill işçilerini devletin gücünü test etmekle tehdit ediyor, metal işçilerine saldırıyor, Migros işçilerini yerlerde sürükleyerek gözaltına alıyorlar. Meclis onaylı önemli bir uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesinden Erdoğan’ın bir imzayla çekilinmiş olmasını protesto eden kadınlara saldırıyorlar. Ülkenin 6 milyon vatandaşının oyunu alan bir siyasi partiyi, HDP’yi toplumun gözünde terörize edip kapatmaya yelteniyorlar. Gazetecileri gazetecilik yaptıkları için, vekilleri de vekillik yaptıkları için içeri atıyorlar. Çünkü korkuyorlar! Ancak korkunun ecele faydası yok!
Önümüz 1 Mayıs! İşçi sınıfımızın uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma gününün yaklaştığı bugünlerde örgütlü mücadeleyi büyütmek bir kez daha tarihsel bir önem arz ediyor. Bizler işçi sınıfının gençleriyiz. Bu düzende işsiz, geleceksiz ve nefessiz bırakılanlarız. Sınıfımızın saflarında örgütlenmekten, birbirimizin nefesi ve umudu olmaktan ve bu mücadeleyi zafere taşımaktan başka yolumuz yok!
link: İstanbul’dan MT okuru gençler, ABD’den Türkiye’ye: Nefes Alamayanlar Her Yerde!, 6 Nisan 2021, https://marksist.net/node/7335
Hindistan’dan ABD’ye: Anlatılan Senin Hikâyendir
Ezenlerin Değil Ezilenlerin Hikâyesi: “Haydari Kampı”