

Ağrı pili takıldığı için bir günlüğüne hastaneye yatırıldım. Tıpkı örgütlü işçi kardeşlerim gibi, ben de temas ettiğim her işçiyle sohbet eder, mümkünse kalıcı bir iletişim kurmaya çalışırım. Hastanede kaldığım gecenin sabahında yürümeme ve dışarı çıkmama izin verildi. Sabahın erken saatlerinde koridorlarda yalnızca temizlik işçileri vardı. Dikkatimi çeken ilk şey, hiçbirinin iş elbisesi ya da uygun ayakkabısı olmamasıydı. Oysa her bölümün farklı renkte iş kıyafetleri olur. Yüzlerine baktığımda hepsinde moral bozukluğu, yorgunluk ve öfke apaçık görünüyordu. Onları meşgul etmemek için konuşmadım.
Kantin benzeri bir yerden 20 liraya bir çay alıp hastane girişine çıktım. Az sonra, dört temizlik işçisinin çay molasında olduğunu gördüm. Biri kadın, üçü erkekti. Aralarında öfkeyle konuşuyorlardı. Genç bir işçi, “Birlik olursak bizi böyle ezemezler” dedi. Kadın işçi içini döktü: “Mahkûmsak köle değiliz. O karaktersiz adam bizi köle yerine koymaya çalışıyor. Gırtlağını sıkmamak için kendimi zor tutuyorum.”
130 kiloluk görünen bir erkek işçi söze girdi: “Açık cezaevinden denetimli serbestlikteyiz, ama bu neyin serbestliği? Maaş yok, yol parası yok. Ayakkabım su içinde. O adam başımızı kaldırmamıza bile karışıyor. Yere bakarak çalışın, siz mahkûmsunuz, sesinizi duymayayım, diye tehdit ediyor. Önceden taşeron temizlik işçisiymiş, şimdi bizden nefret ediyor. Birlik olmaya mecburuz.”
Bu dört işçi, bizim, yani ezilenlerin, işçi sınıfının bir parçasıdır. Türkiye’de 2024 itibariyle 342.526 kişi cezaevlerinde tutulmakta, kapasite 295.328 kişiyle sınırlı. Neredeyse 50 bin kişi yataksız. Siyasi mahpuslar ise infazları bitse dahi serbest bırakılmıyor. Hastalansalar bile dışarı çıkamıyorlar, ancak öldüklerinde bedenleri dışarı çıkıyor.
AKP iktidarı cezaevleri açmakla övünüyor. Oysa milyonlar açlığa, borçlara, işsizliğe sürükleniyor. Elektrik, su, doğalgaz borcunu ödeyemeyen cezaevine atılıyor. Kriz dönemlerinde hırsızlık, gasp ve fuhuş artıyor. Faşist baskılarla sendikacılar, demokratlar, sokak röportajında konuşanlar bile tutuklanıyor. Ama Dilan Polat gibiler, mafya babaları yan kapıdan çıkıyor.
Sevgili işçi kardeşlerim, Oktay Baran’ın “Hapishaneler İktidarın Aynasıdır” makalesinde anlatıldığı gibi, iktidar bu korkuyla yaşıyor. Tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar. İşte bu düzen de böyledir. Ama biz varız. Direniş hep vardı, hep olacak. Zindanlar, bu sömürü düzeni devrilmeden yıkılmayacak.
Mahkûm işçinin “birlik olursak bizi böyle ezemezler” sözü boşuna değil. Bir de düşünelim, bu işçilerin sınıf mücadelesinde örgütlü olduğunu… İşte o zaman hiçbir güç karşımızda duramaz.

link: MT okuru emekli bir işçi, Birlik Olursak Bizi Böyle Ezemezler, 11 Nisan 2025, https://marksist.net/node/8492