Diyarbakır’a bağlı Tavşantepe köyünde, 8 yaşındaki Narin Güran’ın 21 Ağustosta kaybolmasının ardından, özellikle muhalif kesimler, medya aracılığıyla, en başından itibaren sıradan bir kayıp olayı olmadığı belli olan bu olayın üzerine gittiler. Bu sayede belki de öncekiler gibi örtbas edilmeye çalışılacak elim bir vaka toplumun gündeminde tutuldu ve gerek olayın aydınlatılması gerekse de faillerin bulunup cezalandırılması için kamuoyu baskısı oluşturuldu.
Bu basıncın da etkisiyle 19 gün sonra Narin’in cansız bedeni, bir çuvalın içinde, yaşadığı köydeki Eğertutmaz deresinde bulundu. Hepi topu 120 hanelik bir köyde, kamuoyunun ilgisine ve kolluk kuvvetlerinin güya seferber edilmesine rağmen cesedin bu kadar geç bulunması kafalarda soru işaretleri doğurdu. Üstelik Narin’in evi derenin bir buçuk kilometre yakınındaydı. Ardından yine muhalif medyadan, köyün Hizbullahçı geçmişini, köyün muhtarı ve Narin’in amcası olan şahsın iktidar partisi ve devlet ile olan “derin” ilişkilerini, yasadışı faaliyetlerde bulunuyor olabileceği, daha önce de çocuk cinayetlerinin yaşanmış olabileceği yönündeki işaretleri öğrendik. Bunlara ek olarak AKP Diyarbakır milletvekili Ensarioğlu’nun aileyi koruyan ve sanki cinayetin aydınlanmasının istenmediği izlenimi veren sözlerini dinledik. Toplumun geniş kesimlerinde, kimi mahfillerce cinayetin aydınlatılmasının önlenmeye ve hatta örtbas edilmeye çalışıldığı inancı hâkim oldu.
Aradan geçen bir ayı aşkın sürede yığınla araştırma, pek çok gözaltı ve tutuklama yapıldı, neredeyse tüm köy halkı sorgulandı, pek çok bilgi ve kanıta ulaşıldı. Süreç halen devam ediyor. Ancak resmi makamlar tarafından şimdiye kadar tatmin edici tek bir açıklama yapılmış değil. Cinayet halen aydınlatılmadı. Aksine, sanki cinayet unutturulmak ve muhalif kesimler daha fazla olayın üzerine gitmesin istenircesine medyaya yayın yasağı getirildi. Fakat resmi makamların tüm çabasına rağmen kamuoyu ilgisini kaybetmedi, özellikle muhalif medya konuyu gündemde tutmaya devam ediyor ve kolluk kuvvetlerinin aksine, medyada yer alan bazı uzmanlar önemli açıklamalar yapıyorlar.
Yapılan bu açıklamalardan ve izlediklerimizden, dinlediklerimizden de anlıyoruz ki Narin cinayeti iktidarın kadın ve çocuk düşmanı politikalarının, devletin “derin ve kirli” ilişkilerinin, faşist rejimin toplumun dokusunu nasıl bozduğunun ve çürümenin vardığı boyutun bir göstergesi olmuştur. Narin cinayeti toplumdaki irinin patladığı örneklerden birini oluşturmaktadır.
Bu cinayet kesinlikle münferit bir vaka değildir. Başta Narin’in ailesi olmak üzere neredeyse bütün köy, son derece organize bir şekilde suçu işlemiş yahut ortak olmuş ve katilin ortaya çıkmasını, vakanın çözülmesini engellemek için el ele vermiştir. Cinayeti işlemekten delillerin karartılmasına, kolluk kuvvetlerinin yanıltılması için yanlış ve manipülatif bilgiler vermekten katili korumaya kadar, insan vicdanının ve midesinin kaldırmayacağı her şey yapılmıştır. Cinayetin baş şüphelileri arasında amcanın, annenin ve abinin bulunması bile olayın vahametini göstermeye yeterlidir. En yakınındakiler, en güvendikleri, en sevdikleri bir olup Narin’i adeta yok etmeye çalışmışlar ve maalesef başarmışlardır. Elbette bu tabloya amcaya yardım eden “üst ve derin aklı” da eklemek gerekir. Adli uzmanların söylemleri, amcanın ve ailenin birtakım çevrelerden profesyonel yardım aldığını bariz biçimde ortaya koymaktadır. Hollywood filmlerini aratmayacak şekilde soğukkanlı davranan aile bireyleri ve akrabalar, telefona program yükleyip arama-mesajlaşma geçmişini silmeler, telefonların alınmadığı gizli toplantılar, kolluk kuvvetlerini yanıltmak için profesyonelce yapılmış asılsız ihbarlar, sorguda bir türlü çözülmeyen zanlılar vs. Hepsi de Narin cinayetinin sıradan bir vaka olmadığını gösteren işaretlerdir.
Narin cinayetini doğru değerlendirebilmek için evvela bunun münferit bir cinayet vakası olmadığını iyi kavramak gerekir. Kadın ve çocuklara dönük şiddet, cinsel istismar ve öldürme vakalarının haddi hesabı yoktur. Örneğin TÜİK’in “Güvenlik Birimine Gelen veya Getirilen Çocuk İstatistikleri”ne göre, 2023 verilerinde 242.875 çocuğun yüzde 11,8’i cinsel suçlara maruz kalmıştır. Yani yılda yaklaşık 28.660 çocuk cinsel tacize veya tecavüze uğruyor. Üstelik de çoğunlukla aile bireyleri veya yakın akrabaları tarafından. Bu da günde ortalama 79 çocuğun mağdur olduğu anlamına geliyor. Daha da vahimi, bunların sadece resmi kayıtlara geçen veriler oluşudur. Basına yansımayan, kayıtlara geçmeyen binlerce çocuk vakasının daha olduğunu tahmin etmek zor değildir. TÜİK verilerine göre 2008-2016 yılları arasında 104 binden fazla çocuk kaybolmuştur ancak bu çocukların akıbetinin ne olduğu, bulunup bulunmadıkları bilinmemektedir. Daha da çarpıcı olanı 2016’dan bu yana TÜİK’in kaybolan çocuklara ilişkin bir veri paylaşmayı bırakmış olmasıdır.
Türkiye’de çocuk ve kadın cinayetlerinin münferit olaylar olmadığı, sistematik bir sorun olduğu aşikârdır. Bu tür vakaların hem sosyolojik hem de politik boyutları bulunuyor. Örneğin, Narin Güran cinayetinde baş şüpheli olan amca Salim Güran ve diğer aile bireylerinin AKP ile yakın ilişkileri olduğu biliniyor. Hatırlanacak olursa AKP’li milletvekili Galip Ensarioğlu, olayla ilgili yaptığı açıklamada, ailenin büyük bir aile olduğunu, herkesi suçlamanın doğru olmadığını ve en önemlisi de bildikleri her şeyi söyleyemeyeceklerini belirtmişti. Ailenin siyasi bağlantılarını kullanarak cinayetin üstünün örtülmeye çalışıldığı artık izahtan varestedir.
Kürt illerinde yaşanan benzer vakalarda çoğu zaman korucular, askerler, polisler ve iktidara yakın tarikatlar bu tür vakaların failleri olarak gündeme gelmektedir. Bu kişiler, siyasi iktidar tarafından korunarak ceza almadan kurtuluyorlar. Kimi zaman verilen cezalar dahi sembolik oluyor ve failler kısa sürede serbest bırakılıyor. Batman’da yaşanan Musa Orhan-İpek Er olayı bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Uzman çavuş olan Musa Orhan 18 yaşında genç bir kıza tecavüz etmiş, açılan davada tutuksuz yargılanarak 10 yıl hapis cezasına çarptırılmış, ancak bu ceza infaz edilmemiş, sonunda da tecavüze uğrayan İpek Er intihara teşebbüs etmiş, bir ay yoğun bakımda kaldıktan sonra hayatını kaybetmişti. Hatta mağduru sosyal medyada destekleyen kadın sanatçılara “kişiye hakaret” suçlamasıyla para cezası verilmişti. Bu durum, siyasi iktidarın yargı mekanizmasını kimlerin lehine kullandığını, bu tür olaylara göz yumduğunu ve hatta failleri nasıl desteklediğini açıkça göstermektedir.
Tecavüz ve kadın cinayetlerinde yani benzer vakalarda rejim, hele ki olay Kürt illerinde gerçekleşiyorsa, kendine yakın olanları korumayı tercih etmektedir. Siyasi iktidar, rejim yanlısı tarikatlarla veya kesimlerle işbirliği yaparak ve izlediği politikalarla toplumu karanlık bir girdabın içine itmektedir. Çocuk ve kadın cinayetlerindeki artış, bu durumun vahametini gözler önüne sermektedir. Kendini dindar olarak gösteren siyasi iktidar, çocukların geleceği ve kadınların değeri konusunda sahte söylemlerde bulunsa da yaşanan olayları örtbas etmeye çalışmaktadır. Açık ki, bu çürümüş rejim yıkılmadığı sürece ne kadınlar ne de çocuklar güven içinde yaşayabilecekler.
link: Çiğdem Berrak, Narin Cinayeti ve Rejimin Suskunluk Duvarı, 5 Ekim 2024, https://marksist.net/node/8358
Savaş Büyüyor: Ukrayna, Filistin, Şimdi de Lübnan…
Ekonomik Saldırılar ve Hak Gaspları Hız Kesmeden Sürüyor