Kapitalizm her geçen gün çok daha adaletsiz, eşitsiz, hukuksuz ve anti-demokratik bir dünya yaratıyor ve sistemin bütün parçaları domino taşları gibi birbirini olumsuz etkiliyor. Sağlık sistemi, kapitalizmin paralelinde adaletsizliğin, eşitsizliğin, haksızlığın ve hukuksuzluğun bütün görünümlerini sergiliyor. Bakım, tanı ve tedavi hizmetlerine ancak ve ancak maddi imkânlar ölçüsünde kavuşulabiliyor. Sağlık sistemi tekellerin kontrolündeki bir ticari sektöre dönüştü. Küçük büyük bütün hastalıklar kapitalizm için kâr kaynağı işlevi görüyor. Hastadan, hastalıktan beslenen bu sistem, iyileşmeyi de her geçen gün imkânsız hale getiriyor.
Tüm dünyada kanser hastalığında bir artış görülüyor. Almanya ve İngiltere’de yapılan çeşitli araştırmalar 2008 ekonomik krizinin bu açıdan da bir milat olduğunu ortaya koyuyor. Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansının yaptığı araştırmaya göre 2007 yılında sosyoekonomik açıdan düşük gelir grubundaki erkeklerin kanser riski, üst gelir gruplarına göre 7 kat daha fazlaydı. 2018 yılına gelindiğinde yoksul erkeklerde kanser görülme sıklığı yüzde 23’e kadar çıktı. Aynı oran kadınlar için yüzde 20. Araştırmaya göre kanserin görülme sıklığında tüm dünyada sosyal eşitsizliğin rolü belirleyici. Örneğin kansere yakalanma ve ölüm oranlarında Kanada ve ABD’de gelir dağılımının etkisi büyük. Avusturya, Kuzey Amerika veya Batı Avrupa gibi yüksek gelire sahip ülkelerde kansere yakalanma oranları; Hindistan, bazı Körfez ülkeleri ve Sahra altı Afrika ülkeleri gibi düşük ve orta gelirli ülkelerden çok daha az. Ülkeler arası eşitsizlikler gibi her ülkenin kendi içinde yaşadığı eşitsizliğe göre de kansere yakalanma oranı yoksullukla paralel olarak artıyor. Her yıl dünyada 10 milyon ölümcül kanser hastasının yüzde 70’i, yoksul emekçilerden oluşuyor. Kanserin ölümcül etkileri sınıfsal ayrım temelinde yaşanıyor.
Kanser ölümcül bir hastalık olarak bilinse de, Dünya Sağlık Örgütü sadece erken tanı ve tedavi ile kansere bağlı ölümlerin yüzde 30 ilâ 50 oranında önlenebileceğini belirtiyor. Kanser hastalığının teşhisi modern teknoloji sayesinde hayli kolaylaşmış durumda. Herhangi bir hücrenin kanserli olup olmadığı kısa bir tetkik ile anlaşılabiliyor. Hastalığın tedavi edilmesinde erken teşhis ise son derece hayatidir. Örneğin her yıl dünya genelinde yaklaşık 2 milyon kişinin akciğer kanseri teşhisi aldığı ve 1,8 milyon kişinin buna bağlı nedenlerle yaşamını yitirdiği biliniyor. Kanser hastalıklarının çoğu geç evrelerde tespit ediliyor. Tanı konulduğunda hastaların yarısından çoğunun metastaz geçirdiği ortaya çıkıyor. Erken teşhis ve tedavi ile hayatta kalabilecek milyonlarca insan neden kurtarılamıyor? Çünkü kapitalizmin önceliği emekçilerin sağlıklı bir hayat sürmeleri değildir. Çalışma ve günlük hayatta karşılaştığımız asbest, radon, arsenik, kurşun, nikel, tütün dumanı, ultraviyole ışınlar, radyasyon vb. kanserojen etkiye sahiptir. Sağlık sistemi hiçbir zaman toplumsal sağlık yararına organize edilmedi. Kronik hastalıkların, salgınların, bebek ölümlerinin tecrübesi de gösteriyor ki hükümetlerin finanse edip büyüttüğü ilaç tekelleri ve sağlık kuruluşları, hastalıkların yok edilmesinden ziyade kamusal sağlık sisteminin çökertilmesi pahasına uzun yıllara varan tedavileri daha kârlı buluyorlar.
Kanserin dünyaya toplam ekonomik maliyetinin 16 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Dünya genelinde her 6 ölümden birinin, Türkiye’de ise her 5 ölümden birinin kanser nedeniyle gerçekleştiği görülüyor. Buna rağmen Türkiye’de bazı kanser ilaçları SGK kapsamı dışında tutuluyor. Bütçede sağlık giderlerine ayrılan pay şirketleri ihya ediyor. Faşist rejimin sözcüleri hekimleri ülkeden kovmaktan, halkın arasında galeyana gelen kimileri de sağlık personeline saldırmaktan çekinmiyor. Faşist rejim siyasi bir tümöre dönüşmüştür. Hastanelerden randevu almak bile son derece zorken ve emekçilerin özel hastanelere gitmesi mümkün değilken, erken teşhis ve tedavi sadece lafta kalmaktadır. Küçük bir azınlığın sahip olduğu bu olanağı, kanser riski taşıyan milyonlarca insan kullanamamaktadır.
Bütün bu nedenlerle kanser son dönemde en yaygın ve ölümcül hastalıkların başında geliyor. Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı yakın zamanda dünya çapında her 5 erkekten birinin ve her 6 kadından birinin kansere yakalanacağını öngörüyor. Ajans her 8 erkekten birinin ve 10 kadından birinin kanserden hayatını kaybedeceği tehlikesine dikkat çekiyor. Uzmanlar 2040 yılına kadar dünya çapında yeni kanser hastalarının sayısının 30 milyona çıkması, her 4 kişiden birinin kansere yakalanması olasılığının her geçen yıl artacağını ifade ediyor.
Kapitalist sistem dahilinde sağlıklı bir hayat sürmek yoksul emekçiler için sadece hayaldir. Çalışma ve yaşam koşulları sömürü sisteminde ruh ve beden sağlığını kısa sürede bozar. Hastalıklar yoksul milyonları dört bir yandan pençesine alır. Sağlık örgütleri kanserden korunmanın mümkün olduğunu söylüyorlar. Kansere yakalanmamak için de bir dizi öneri formüle ediyorlar. Örneğin sigara ve alkol tüketmemek, stressiz bir hayat sürmek, hareketli bir yaşama adapte olmak veya beden kitle endeksini korumak… Fakat vardiyalı çalışan bir işçiden, evin ve çalışmanın yükünü sırtlanan emekçi kadından, düşük emekli maaşı nedeniyle çalışmak zorunda kalan bir emekliden böylesi bir yaşam biçimini sürdürmesini beklemek zaten mümkün değildir. Kapitalist efendilerin zenginliği uğruna milyonlarca işçi ve emekçi hayatını zar zor idame ettiriyor. Bu durumda insanlardan kendi kendilerini koruyacak bireysel önlemler almalarını salık vermek ne denli sağlıklı bir tavsiye olabilir? Bu, trafiğin yoğun olduğu bir anda karşıdan karşıya gözü kapalı geçmeyi önermek kadar yararsız bir tavsiye değil midir?
Birçok hastalık gibi kanser de özellikle bağışıklık sistemi zayıflamış bünyelerde çok daha hızlı gelişir. Bu da bizi çoğunluğun yaşadığı kaotik sosyal ve ekonomik çevreye götürür. Yoksul emekçilerin yaşadığı sosyal çevre; çarpık kentleşme, sanayi tesisleri ve gürültü kirliliğiyle bütünüyle insan bünyesini zayıf düşüren, hastalıklara kapı aralayan bir ortamdır. Uzun ve yorucu çalışma saatlerini, stres gibi faktörleri de eklediğimizde bu kapı daha da aralanır. Bu koşullar milyonlarca emekçinin bağışıklık sistemini öğüten, parçalayıp zayıf düşüren güçlü bir etkendir.
Toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçiler ile küçük bir azınlık olan sermaye sınıfının sağlık hizmetlerinden veya hastalıklardan aldığı pay aynı değildir. Sağlık sistemi ve hizmetlerine çoğunluk ulaşamıyor. Bilimsel ve teknik olanakların çağ atlaması ezilen sınıfın bu imkânlardan otomatik olarak yararlanacağı anlamına gelmiyor. Kapitalist sistem çürüdükçe insanlar daha çok hastalanıyor, kronik ağrılar çekiyor ve yaş farkı gözetmeksizin yarınından çok daha fazla endişe eder hale geliyor. Modern çağın sonunda insanlığın büyük çoğunluğu envai çeşit ilaca bağımlı hale getirildi.
Toplum sağlığı, kapitalist sistemin gelişiminin hiçbir aşamasında temel bir amaç olmamıştır. Akıllı ilaçlar, robotik cerrahi, organ nakli, yapay zekâ uygulamalarının erken teşhis bildirimleri, hatta anne karnında gen tedavisi gibi muazzam gelişmeler daha sağlıklı kuşaklar anlamına gelmemektedir. Sermayenin emrindeki sağlık sektöründe asıl hedef artan hastalıklardan azami kârlar elde etmektir. Günümüzde tam da bu anlayışa denk düşen özel hastaneler, ilaç şirketleri, tıbbi cihaz endüstrisi bu hedefe ulaşmış durumdadır. Milyonlarca sağlık çalışanının ucuz işgücü olarak kullanılması da zincirin en temel halkasını oluşturuyor. Bu nedenle hangi ülke söz konusu olursa olsun kapitalist sağlık sisteminden toplumsal sağlığı koruyup, geliştirmesini beklemek beyhude olacaktır.
Yaşam kaynağı olan dünyamız kapitalist sistemin neden olduğu karanlık bir dönemden geçiyor. Kapitalist üretim çevrenin adeta canına okuyor. Nice canlı türü yok oluyor, evrimsel süreç hâkim üretim biçimi nedeniyle yaratıcı akışını kaybediyor. Kâr ve rekabet uğruna yeşilin yok edilmesi, kirlilik ve betonlaşma nedeniyle birçok alanda alarm zilleri çalıyor. Küresel ısınma, kuraklık beraberinde hastalıkların çeşitlenmesini ve şiddetlenmesini de getiriyor. Hızlı üretim ve tüketime odaklanmış kapitalist sistem dünyayı yok oluşa sürüklüyor. Sigara, alkol, uyuşturucunun teşvik ve imtiyazlarla çeşitlenip çoğalması kanser vakalarını arttırıyor. Diğer yandan gıda, giyim, temizlik malzemelerinde kullanılan kimyasallar zehir saçıyor. Gıda ürünlerinin üretimi, ambalajlanması ve depolanması esnasında kullanılan koruyucu, renklendirici ve tatlandırıcılar da öyle. Tüm bunların bilimsel araştırmalarla ortaya konması kapitalistleri zerrece etkilemiyor. Kârını azamiye çıkarma isteği içindeki burjuvazi, milyarlarca emekçinin sağlığını umursamadığı gibi “benden sonrası tufan” diyor. Tüm bunlar gösteriyor ki, kapitalizm altında sağlıklı bir hayat mümkün değildir. Ya kapitalizmin devamı için daha çok hastalık ya da sağlıklı bir hayat için kapitalizmden kurtuluş!
link: Adil Aksu, Kanser Tehlikesi Yayılıyor Ama Yoksullar İçin!, 9 Ocak 2024, https://marksist.net/node/8160
Enflasyon Yalanları ve Emekçilerin Gerçeği