2016 yılında, “boşanma olaylarının araştırılması” ve “aile kurumunun güçlendirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla” kurulan Meclis Araştırma Komisyonunun yayınladığı raporda, boşanmanın giderek büyüyen bir sorun olduğu belirtilerek, böyle söylenmese de boşanmanın zorlaştırılması için nafaka hakkının kısıtlanması önerildi. Bu raporun ardından dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ basına yaptığı açıklamalarda “3 gün, 1 ay, 5 ay evli kalıp ölene kadar nafaka verme yükümlülüğü adil değil. Bunun bir ölçüsünün, endazesinin olması lazım. Bu çözüm hem kadını koruyacak hem de erkeği koruyacak” ifadelerini kullanmıştı. 14 Mayıs seçimlerinden sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı olan Mahinur Özdemir Göktaş ise basına verdiği ilk demeçte şunları söyleyerek tartışmayı tekrar gündeme taşıdı: “Ailenin güçlendirilmesi bizim öncelediğimiz alanlardan bir tanesi. Uygulamadan, mahkeme kararlarından kaynaklı bazı mağduriyetler doğuyor ise bunları ele almak lazım. Süresiz nafaka konusunu da önemsiyorum. Süresiz nafaka ödemek gibi bir uygulama kabul edilemez. Eğer bir mağduriyet oluşuyorsa bu mağduriyetin de üstesinden gelmek lazım.” Çeşitli bakanlar ve iktidar temsilcileri, belli ki bilinçli bir politikayla, bu meseleyi gündemde tutmaya çalışmaktalar.
Bir dönem demokrat pozlar kesilip alkışlar eşliğinde imzalanan İstanbul Sözleşmesinden “tek adam”ın kararıyla çekilinmesinde en somut örneğini yaşadığımız üzere, faşist rejimin izlediği politikalar, kadın haklarında, aile politikalarında ve cinsiyet eşitliğinde büyük bir gerilemeye yol açtı. Ama AKP’ye de, onun destekçisi tarikatlara da, Yeniden Refah gibi İslamcı partilere de bu kadarı yetmiyor.
Medeni Kanunda nafaka, boşanma sırasında verilen tedbir nafakası, çocuklar için verilen iştirak nafakası ve boşandıktan sonra maddi anlamda zorluğa, yoksulluğa düşecek tarafa verilen yoksulluk nafakası olarak ayrılıyor. Tartışmalara konu olan ise yoksulluk nafakası. Nafaka uygulaması 1926 yılında Medeni Kanunla yürürlüğe girmiş ve 1 yıl ile sınırlandırılmıştır. Yaşanan mağduriyetler nedeniyle 1988 yılında “süresiz” hale getirilmiştir. Bugünkü tartışmaların odak noktası da bu “süresiz” olma iddiasıdır.
Nafaka tartışmasında erkeklerin mağdur olduğunu söyleyen iktidar temsilcileri, Süresiz Nafaka Mağdurları Platformu ve benzeri oluşumlar, kısa süren evlilikler sonrası dahi erkeklerin boşandığı eşlerine yıllarca nafaka ödemek zorunda kaldığını, kadınların bu yolla kendilerine geçim kapısı elde ettiğini, hatta zenginleştiğini, erkeklerin nafaka öderken büyük mağduriyetler yaşadığını iddia ediyorlar. Fakat veriler bu iddiaların gerçeklikten son derece uzak olduğunu gösteriyor. Bu tartışmaların başlamasıyla başta Ankara, İstanbul, İzmir baroları olmak üzere bazı barolar ve pek çok kadın hakları savunucusu örgüt bu konuda araştırmalar ve çalıştaylar yaparak raporlar yayınladılar. Örneğin Kadın Dayanışma Vakfının 2019’da yaptığı Yoksulluk Nafakası Araştırması Raporunda boşanma dosyalarının yüzde 83’ünde kadına yönelik şiddet iddiası olduğu ve bu dosyaların büyük bölümünde nafaka talebinin olmadığı belirtiliyor. Ayrıca bir önceki dönemin Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, Ocak 2022’de yargı reformuna dair yapılan bir toplantıda nafakaların yüzde 66’sının ödenmediğini belirtmişti. 2014’te Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının yayımladığı bir raporda da nafakaların çoğunlukla ödenmediği, kadınların bu konuda yaşadığı en önemli sorunun da bu olduğu belirtilmişti.
Buradan da anlaşılacağı üzere asıl sorun nafaka ödenmesi değil erkeklerin ödemeleri gereken nafakayı ödememesidir. Pek çok durumda, nafaka yükümlüsü erkeklerin kendilerini sigortasız ya da maaşlarını düşük göstererek, mal varlıklarını başkasının üstüne yaparak nafaka miktarını düşürdükleri ya da hiç vermemenin yollarını buldukları görülüyor. Nafaka ödemediği için icralık olan erkekler adres değiştirerek vb. icradan da kaçmanın yollarını buluyorlar. Zaten kadınların çoğu mahkemeyle uğraşamayacaklarını düşünerek ve türlü baskıdan çekinip şiddetten korktukları için icra yoluna başvurmuyor. Ayrıca nafaka miktarının enflasyona göre artması için de nafaka alan tarafın yine mahkemeye başvurması gerekiyor. Bu durumda mağdur olan, nafaka ödeyen erkekler değil yıllarca emek gücünü aileyi ayakta tutmak, çocuk, yaşlı, hasta bakımı, ev işleri için tüketmiş, bu nedenle dışarıda gelir elde edeceği bir işte çalışamamış, çalışmasına izin de verilmemiş, pek çoğu eğitim hakkından mahrum bırakılmış, boşanınca ise geçim derdiyle baş başa kalmış kadınlardır. Acilen çözülmesi gereken, erkeklerin verdiği nafakanın kısıtlanması ya da ortadan kaldırılması değil, kadınların evlilik yaşamında şiddet görmesinin etkin yaptırımlarla engellenmesi, şiddet gören kadının geçim derdi düşünmeden bir an önce evliliğini bitirmesine yardımcı olacak hukuksal ve sosyal şartların sağlanmasıdır.
Kadınların nafaka almak için boşandığını iddia etmek gerçeği çarpıtmaktır. Nafaka parasının genelde nafakayı ödeyecek tarafın maaşının yüzde 25’i düzeyinde bağlandığı, Türkiye’de ortalama ücretin asgari ücreti biraz aştığı, dolayısıyla emekçi sınıfların kadınlarının son derece düşük miktardaki bu nafaka parasıyla bir yaşam kurmalarının imkânsız olduğu gerçeği bir tarafa, boşanmış kadın olarak yaşamanın toplumsal önyargılar nedeniyle kadın için en son tercih edilecek şey olduğu hiç konuşulmuyor iktidar çevreleri tarafından. Görece yüksek miktarlarda ödenen ise iştirak nafakası yani tarafların bakmakla yükümlü olduğu çocuklar için ödenen nafakadır. Her ne kadar konuyu ortaya atanlar kısıtlanmak istenenin nafakanın bu türü olmadığını iddia etse de, pek çok durumda nafaka yükümlüsü erkek, çocuklar için verdiği parayı da ödemeyerek bunu kadına bir ceza aracına dönüştürüyor.
Medeni Kanunun 175. maddesine göre nafaka yoksullaşacak olan tarafa veriliyor: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” Yani kanunda nafaka kadına verilir diye bir ibare yok. Fakat yukarıda değindiğimiz nedenlerle kadın çalışma hayatından koparıldığı için, muhtaç durumda olan çoğunlukla kadın olmaktadır. Ayrıca boşanan kadının geçimi ve çocuklarının bakımı için gereken parayı kazanacağı bir işe girmesi de zor olmaktadır. Bütün bunlar kadınların boşanma kararı almalarını fazlasıyla zorlaştıran toplumsal sorunlardır. Üstelik nafaka da aslında kadının şiddet gördüğü ya da ilişkisini bitirmek istediği erkeğe bağımlılığını devam ettiren bir uygulamadır.
Kadınların boşandığı ya da hâlihazırda kocası olan erkeğe tüm bağımlılığını sonlandırabilmesi için kendi gelirini kazanabileceği bir işi olması gerekir. Fakat Türkiye’de TÜİK’in 2023 Mayıs ayı verilerine göre, işgücüne katılım oranı kadınlarda yüzde 36 iken erkeklerde yüzde 71,5’tir. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitsizliğinde Türkiye’nin geriliği, durumu çok daha vahim yerlere taşıyor. Haziran 2023’te yayınlanan Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre Türkiye 146 ülke arasında genel cinsiyet uçurumunu kapatma oranı bakımından yüzde 63,8 ile 129. sırada ve Avrasya ve Orta Asya bölgesinde en kötü orana sahip ülkeler arasında. Ekonomik yaşama katılım ve fırsatlar bakımından 133. sırada. Kadınların ekonomik hayata katılımı bakımından Türkiye bölgede Tacikistan ile birlikte en kötü durumda olan ülke. Türkiye’de, boşandığı için mağdur durumda kalan kadınlara iş olanağı sağlayan ve iş bulana kadar destekte bulunan bir sosyal hizmet sistemi de bulunmamaktadır. Kadınların en önemli mücadele konularından biri bu olmalıdır.
Nafaka maddesine karşı olanlar asıl karşı çıktıklarının nafakanın süresiz olması olduğunu iddia ediyorlar fakat kanunda “süresiz” ibaresi geçse de başka bir maddeyle bu durum düzenleniyor. Koşullar değiştiğinde nafaka yükümlüsü mahkemeye başvurup kararı değiştirebiliyor. Medeni Kanunun 176. maddesi nafakanın kaldırılması koşullarını belirliyor ve talep olduğunda ve şartlar oluştuğunda nafaka mahkeme tarafından kaldırılabiliyor. Yani “süresiz nafaka” diye bir şey kanunen de yok. Kanuna göre, nafaka, kadının çalışmaya başlaması, yeniden evlenmesi, taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkmakta; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da “haysiyetsiz” hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılmaktadır. Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde miktarın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilmektedir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, 2012 yılında yoksulluk nafakasını “Yoksulluk nafakasının amacı alacaklısını zenginleştirmek değil, boşanma sonucu yoksulluk durumuna düşecek eşin asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanmasıdır… Evlilik birliğinde eşler arasında geçerli olan dayanışma ve yardımlaşma yükümlülüğünün devamıdır” diyerek nafakanın süresiz talep edilebilmesini Anayasaya uygun bulmuştur.
İktidarın nafaka konusunda yapmak istediği değişikliğin, 2 yılın altındaki evliliklerde 5 yıl, 2 ilâ 5 yıl arasında süren evliliklerde 7- 8 yıl, 5 ilâ 10 yıl arasındaki evliliklerde ise 12 yıl nafaka verilmesi şeklinde olabileceği konuşuluyor. Süre sonunda nafaka alan eşin maddi olumsuzlukları devam ediyorsa “ara süre” uygulanabileceği ve 2-3 yıl daha nafaka alabileceği öngörülüyor. Yapılması tartışılan başka bir değişiklik ise nafakada kusur aranmasıdır. Mevcut durumda nafaka alacak tarafın kusurunun diğer taraftan daha fazla olmaması şartı aranıyor. Yapılmak istenen değişiklikte ise eşit kusur bulunması halinde nafaka verilmemesi ve süre ve miktar belirlenmesinde kusurun göz önüne alınması tartışılıyor. Kusurun belirlenmesi hâkimin takdirine bırakıldığında nasıl bir sonuçla karşılaşılacağını görmek için bugüne kadar kadın cinayetleri davalarında yaşanan örneklere bakmak yeterlidir. Kadın cinayeti davalarında kadınların ev işi yapmamaları bile hâkimler tarafından ceza indirimi gerekçesi yapılabiliyor.
Nafaka tartışmalarında bir başka başlık ise Avrupa ülkeleriyle kıyaslama yapılarak Türkiye’de koşulların erkekler için ağır olduğu safsatasıdır. Bu tarz karşılaştırmalar yabancı olduğumuz bir durum değil. Mesela emeklilik yaşı konusunda da aynı demagoji ve manipülasyona maruz kalmıştık, kalıyoruz. Egemen sınıf Avrupa’da emeklilik yaşının Türkiye’ye göre çok yüksek olduğunu, bunun da rekabette olumsuz sonuç doğurduğunu, Türkiyeli işçilerin tembel olduğunu söylüyor. Ama bunu söylerken çalışma koşullarında, sosyal haklarda bir karşılaştırma yapmıyor. Nafaka meselesinde de aynı durum geçerlidir. Kadınların çalışma yaşamına katılma oranı ve sosyal haklar ortaya konmadan böyle bir karşılaştırma yapmak yanlıştır, dahası kötü niyetli bir çarpıtmadır. Örnek gösterilen Avrupa, ABD, Kanada gibi ülkelerde kadınların işgücüne katılım oranlarının yüksekliği ve kadın hakları Türkiye’yle kıyaslanmayacak kadar ileri durumdadır. Öte yandan evlilik sonlandıktan sonra sağlanan sosyal destek sayesinde kadınlar ve çocuklar Türkiye’deki örneklerdeki gibi büyük mağduriyetlerle karşılaşmamaktadır. Özellikle çocukların asgari düzeyde dahi olsa ihtiyaçları karşılanmaktadır. Ayrıca bu ülkelerin bir kısmında nafaka ödemeyen erkeğin yükümlülüğü devlet tarafından yerine getirilmekte, sonra da nafaka yükümlüsünden tahsil edilmektedir. Bütün bunların yanında nafaka uygulaması her ülkede farklılık göstermektedir. Örneğin İngiltere’de nafaka ödeme süresi ve miktarı hâkimin takdirine bırakılmıştır. Belçika’da yoksulluk nafakasının süresi evlilik süresiyle eşit tutulmuştur, Hollanda’da 5 yıldan az süren evliliklerde evlilik süresiyle sınırlıdır, 5 yıldan uzun süren evliliklerde ise 12 yıla kadar çıkabilmektedir. ABD’de eyaletler arası farklılıklar olsa da bazı eyaletlerde nafaka yükümlülüğü ölünceye kadar devam ediyor. Sonuç olarak Türkiye’de yoksulluk nafakasının süreli olması gerektiğini söyleyenler bu ülkelerden örnek verirken işlerine gelen uygulamaları öne çıkarıyorlar.
Peki son derece mesnetsiz iddialara dayanan nafaka tartışmaları neden bu kadar gündeme oturtuluyor? Nafakanın yüksek miktarlarda ve uzun yıllar ödenmesini burjuva sınıfın erkeklerinin sorun olarak gördüklerine ve Erdoğan rejiminin bu adımı atmasında bunun da bir rolü olduğuna şüphe yoktur. Fakat bu meselenin sadece bir ayağıdır ve asıl olan değildir. Burada iktidarın asıl niyeti boşanmayı engellemek ve kadını her koşulda erkeğe bağımlı kılmaktır. “Aile kurumunun güçlendirilmesi” söyleminin arkasında da bu niyet yatmaktadır.
Aile, erkek egemenliğinin ve kapitalist üretim ilişkilerinin devamı, burjuva ideolojisinin yeniden üretimi açısından kilit bir rol oynamaktadır.[1] Aileyi oluşturan kadın, erkek ve çocuklar kapitalist üretim, paylaşım ve egemenlik ilişkileri içinde anlam bulurlar. Erkek, aile içindeki egemen konumuyla otoritenin temsilcisidir. Kadın itaatkârca çocuk doğurmalı, her koşulda aileyi beslemeli ve devamlılığını sağlamalıdır. Çocuklar ise barış zamanı kapitalist sömürüye boyun eğmeli ve gerektiğinde cephelere sürülmelidir. Düzen açısından ailenin bütünlüğü bu işlevselliği nedeniyle sürdürülmeli, herkes konumunu ve rolünü iyi bilmelidir. Otoriter ve totaliter rejimlerde ise ailenin bu işlevleri çok daha belirginleşir. Çünkü bu tür rejimler burjuva ideolojisinin sağ politikalarını en uç noktalara götürürler. Kapitalizmin aile bağlarını zayıflatma yönündeki eğilimini tepeden müdahalelerle engellemeye çalışırlar. Bunun için aile kurumunu “zor yoluyla (örneğin boşanmayı yasaklayarak ya da zorlaştırarak), dinsel baskıyı körükleyerek ya da maddi teşviklerle ayakta tutmaya”[2] ve böylelikle kendi ideolojilerini toplumun hücrelerine daha kolay yayarak egemenliklerini sürdürmeye çabalarlar. Türkiye’deki faşist rejimin yaptığı da budur. Bu rejim itaatkâr olmayan kadını kendine tehdit olarak görmekte, aileyi bir esaret kurumuna dönüştürerek onu zapturapt altına almaya çalışmaktadır.
Emekçi kadınlar bu rejime karşı da kapitalizme karşı da mücadelenin en ön saflarında yerlerini almak zorundadırlar. Emekçi kadınların kurtuluşu ve özgürlüğü, onları erkeğe bağımlı kılan, şiddet sarmalına hapseden, çifte ezilmişliğe mahkûm eden bu sistemin yıkılmasından geçmektedir.
[1] Oktay Baran, Faşizmin Kadın ve LGBT Düşmanlığı, 10 Kasım 2022, marksist.net/node/7794
[2] Oktay Baran, age
link: Meral İnci, Rejimin Nafaka Tartıştırmaları!, 25 Kasım 2023, https://marksist.net/node/8132
“Acılarla Akraba Olmayalım!”
Bangladeş’te Tekstil İşçilerinin Grevi Sürüyor