İktidarıyla muhalefetiyle burjuva partilerin, özellikle ilk kez oy kullanacak milyonlarca genci tavlamak için vaat üstüne vaatte bulunduğu bir seçim sürecinden geçtik. Bedava internet, ilk araba alacaklara vergi muafiyeti, üniversiteyi kazananlara vergisiz bilgisayar ve cep telefonu, gençlere bayram ikramiyesi, evlilik destekleri vb. Peki gençliğin sorunları gerçekte bunlar mı? Erdoğan’a kalsa, bunlar bile fazla aslında! Zira gençlere, kıyaslamayı Türkiye ile dünya arasında değil de, eski ile yeni Türkiye arasında yapın diyerek sitem edip, şükretmelerini talep etti. Düzen içi muhalefet ise bahar şarkıları eşliğinde hayal dağıttı.
Oysa gençler arasında işsizlik %45’lere dayanmış durumda, o da resmi rakam. Üniversite mezunlarının üçte biri yıllar boyunca işsiz kalıyor. İş bulabilenlerin çoğu asgari ücrete talim ediyor. Lise ya da üniversite eğitimlerine devam edenler çayı, kahveyi bile hesaplayarak içiyorlar. Diğerleri işsizlikten dolayı ailelerinin yanına sığınıyorlar, “ev genci” onlar! Gelecek kaygısı yaygın ve derin. İşsiz ve atıl kalmanın getirdiği değersizlik ve yetersizlik hissi, kendi ayakları üzerinde duramama, bağımlı olma durumu ruhları kemiriyor. Gezip dolaşmaya para yok, eğlenecekleri ücretsiz konser ve festivaller de bin bir bahaneyle yasaklanıyor. Spor? Onu yapmak da izlemek de parayla. Üniversitede bilimsel eğitim ve araştırma? Hak getire. Siyasi faaliyet? Çok isteyene cezaevlerinde yapmak serbest! Diğerlerini de saymadan özetleyelim: Demokratik hak ve özgürlüklerden yoksunluktan kaynaklı bir sıkışma, boğulma, boyunduruk altında olma hissi, geleceksizlik, ümitsizlik, yoksulluk ve yoksunluk. Tüm bunlara, iktidar eliyle giderek muhafazakârlaştırılan bir toplumun içinde kadınların yaşadıkları ezilmişlik ve baskılanmayı da eklemek gerekir.
Tüm bu sorunların bireysel olmadığı, derin toplumsal kökleri olduğu apaçıktır. Bu nedenledir ki, çözüm de ancak aynı düzlem ve ölçekte mümkün olabilir. Gençliğin olduğu kadar toplumun bütününün de içine düştüğü sıkışmışlık hissiyatının temelinde, tarihsel miadını çoktan doldurmuş ve çürümeye yüz tutmuş olan kapitalist sömürü sisteminin, sermayenin en azılı, en gerici kesimleri tarafından olağanüstü baskıcı yöntemlerle (faşizm, şovenizm, dinsel gericilik vb. gibi) sürdürülmesi çabası yatmaktadır. Rejim, yıllardır toplumu inanılmaz bir yalan ve kara propaganda bombardımanına maruz bırakıyor, bilhassa da gençliği. Geçtiğimiz günlerde, seçimlerin ikinci turundan hemen önce, Erdoğan, gençliği bir kez daha kandırmak için Twitter üzerinden bir açıklama yaparak şöyle dedi: “21 yıldır iktidardayız. Bu 21 yıl boyunca hiçbir genç kardeşimin hayat tarzına müdahale etmediğimiz gibi kimsenin bir başkasının kılık kıyafetine, düşünce tarzına, beklentilerine, beğenilerine karışmasına da izin vermedik. (…) fikirlerinizi rahatça ifade edebilmeniz, gençliğinizi özgürce ve doyasıya yaşayabilmeniz için de var gücümüzle çalıştık. Bugün her türden sanat etkinliğinin rahatça düzenlenebildiği, uluslararası organizasyonlara ev sahipliği yapan, sporun, müziğin, bilimin, teknolojinin hiç olmadığı kadar hayatımızın içinde yer aldığı bir Türkiye’de yaşıyoruz.” Burada ne söyleniyorsa, tam tersini doğru kabul edin, Türkiye’de gençlerin yaşadığı gerçekliğe ulaşmış olursunuz. Bu söylenenlerin ne denli büyük bir yalan olduğunu kanıtlamaya çalışmak, örneklerini sıralamaya kalkmak bile züldür. Erdoğan’a biat etmiş, sorgulama yeteneğini tümüyle kaybetmiş olanlar dışında herkes bunların kuyruklu yalan olduğunu, insanları aptal yerine koymak anlamına geldiğini çok iyi bilmektedir. Dahası bu kuyruklu yalan ve kara propaganda bombardımanının farkında olmak, muhalif gençleri, bir çıkış yolu göremediklerinde daha da büyük bir umutsuzluk girdabına sürükleyebiliyor.
İşte bu noktada, yalnızca iktidardakilerin değil, sözümona muhalefetteki burjuva partilerin de sorumluluğu ortaya çıkıyor. Son seçimlerden sonra beklediğimiz üzere derin bir hayal kırıklığından beslenen ciddi bir karamsarlık havası oluşmuştur. Peki seçimlere ilişkin bu denli büyük bir hayal kırıklığı yaşanmasının baş sorumlusu düzen içi muhalefet değil midir? İzledikleri “majestelerinin muhalefeti” çizgisiyle 2015 yazından beri, insanları defalarca seçimleri beklemeye endekslediler, tıpkı iktidar gibi demokrasiyi sandıkta oy kullanmaya indirgeyip diğer tüm hak arama ve mücadele yöntemlerini küçümseyip göz ardı ettiler, sokaktan uzak durulmasını salık verdiler. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, gereklerini yerine getirmemelerine rağmen her seferinde bu kez farklı olacağı yalanıyla kitleleri daha da büyük boş hayallere sürüklediler. Sanki mümkünmüş gibi, “diktatörlüğü demokratik yöntemlerle devireceğiz” diyerek halkı aldattılar. Bu anlamda açıkça kitlelerin seferber edilme çabasını baltaladılar. Bugün daha da belirginleşmiştir ki; iktidar muhalif kitleleri korku, baskı ve zorbalıkla sindirirken, düzen içi muhalefet de boş hayallerle onları pasifize etme rolü oynamıştır.
Muhalefetin yarattığı yanılsamalardan biri de gençliğe dair idi. Birçok muhalif burjuva yorumcu bu seçimlerin sonucunu “Z kuşağı”nın belirleyeceğini ve bu kuşağın da önemli bir çoğunlukla muhalif tutumlar sergilemesinden ötürü iktidarın seçimi kaybedeceğini savunuyordu. Seçim sonuçlarını gerçek kabul etmek, açıklanan sayısal verileri doğru kabul etmek mümkün olmadığından, onlardan yola çıkarak kesin bir hükme varmak mümkün de, doğru da değildir. Yine de bir fikir vermesi bakımından, bu verilerin analizinden gençliğin de toplumun bütünü gibi yaklaşık olarak ortadan bölündüğünü çıkarmak mümkündür. Gençliğin çoğunluğunun AKP-MHP blokundan hoşnut olmadığı açıktır, ama bu hoşnutsuzluk, rejimin faşist doğasının kavranışına ve ona karşıt bir konumlanmaya ya da genel demokratik hak ve özgürlüklerin savunulması noktasında bir politik tutuma dönüşmüş değildir. Tam da bu noktada, Erdoğan’ın türlü manevralarla yarattığı ya da tekrar parlattığı ve özünde devletçi-milliyetçi olan particiklerin bu hoşnutsuzların bir kısmını kendilerine çektiğini ve bu dolayımla hoşnutsuzların bir bölümünü rejim cephesi içerisinde tutmayı başardığını söyleyebiliriz.
Öte yandan yapılan bir çalışma, Emek ve Özgürlük İttifakını oluşturan partilerin oy tabanının dörtte birinden fazlasını yeni seçmenlerin oluşturduğunu ortaya koyuyor. Bu çok önemlidir. Ama ona yakın bir kısmın da doğrudan (AKP-MHP ve YRP) ya da dolaylı olarak (Ata İttifakının bir kısmı) faşist cepheye destek olduğunu unutmamamız gerekiyor.[*]
Gezi direnişinden bu yana yapılan kuşak güzellemeleri tamamen palavradır. O zamanki Y kuşağı gibi, Milenyum sonrasında doğmalarıyla tanımlanan Z kuşağının da genelleştirilebilecek ya da ortaklaştırılabilecek olumlu anlamda kayda değer bir yanı olmadığını söyleyebiliriz. Yukarıda belirttiğimiz siyasal ve iktisadi sorunlar neredeyse tamamının ortak derdi olsa da, bunların çözümü hakkında, yani siyasal yönelim ve davranışları hakkında ortak bir unsurdan bahsetmek mümkün değildir. Teknolojiyle ilgili olmaları ve ellerindeki araçlarla tüm dünyadan anında haberdar olmaları, kimi aklıevvellerin vurguladıklarının aksine, onları çok bilgili ve ilgili değil, kafası çöp değerindeki bilgilerle şişip karmakarışık hale gelmiş, okumuş cahiller haline getirmektedir. Dahası, içinde yaşadıkları ülkenin ve dönemin özelliklerini yansıtırcasına, fikirlerinde ne bir iç tutarlılık ne de demokratik değerlerle ilişkilenme söz konusudur. Post-truth denilen dönemin kara propaganda ve manipülasyon yöntemlerine tümüyle açık durumdadırlar. Sorgulamak, ispatlamak, edindikleri bilgiyi teyit etmek, sağlamasını yapmak gibi refleks ve alışkanlıklar yok denecek kadar zayıftır. Bu onların suçu değil, egemenlerin bilinçli olarak mahvettikleri eğitim sisteminin büyük başarısıdır aslında!
Z kuşağının olumlu anlamda kayda değer ortak bir yönünün olmadığını söyledik. Ama tamamını olmasa da geniş bir kesimini olumsuz anlamda kapsayan bir ortak yön söz konusudur: türlü biçim, ton ve dozajlarda milliyetçilik. Rejim cephesinde bu Turancılık, ümmetçilik, Osmanlıcılık, Kürt düşmanlığı ya da bunların farklı bileşimleri görünümündeki ırkçı-şoven bir milliyetçilik olarak tezahür ediyor. Düzen içi muhalefet cephesi ise bu açıdan çok daha heterojen. Aynı unsurları o denli ırkçı ve şoven biçimde benimsememiş ama yine de aşırı-sağ kökenli bir milliyetçilikten Kemalist milliyetçiliğe, “ulusalcılığa”, “yurtseverliğe” uzanan geniş bir yelpaze. Bu muhalif cephenin ortak paydasını Kürtlerden haz etmemekten nefret etmeye uzanan bir Kürt düşmanlığı ile bariz bir göçmen düşmanlığı oluşturuyor. Bu cephedekilerin, Türklüğü övmek bağlamında olmasa bile, kendinden olmayana karşı nefretinin ırkçılık boyutlarında olduğunu (bunun da farkında olmadıklarını) söylemek mümkün. Rejim cephesiyle karşısında yer alan düzen muhalefetinin adeta bir milliyetçilikler kermesi yarattığını düşünebiliriz.
Bilhassa 2015’ten bu yana bu alanda muazzam bir bombardıman yaşandı ve egemenler arzu ettikleri sonucu elde ettiler. İktisadi plandaki çöküş tablosu giderek ağırlaşırken ve Ortadoğu’daki emperyal planları suya düşerken faşist rejimin gençliğe verebileceği yegâne şey milliyetçilik gazıydı. Öyle de yaptılar ve hayli mesafe kaydettiler. Eğitim alanı bu bakımdan kilit bir rol oynadı. İlkokuldan başlayarak üniversite sonuna kadar müfredatın şoven ve dinsel gericilikle yoğruluşu zaten 12 Eylül’ün ürünüydü. AKP hükümetleri en başından itibaren bunun dinsel boyutunu daha da belirginleştirdiler. İmam-hatiplerin sayısı alabildiğine arttırıldı, normal devlet okulları imam-hatiplere çevrildi, farklı isimler altında din derslerinin sayısı arttırıldı. Eğitim emekçileri, özellikle de demokrat ve devrimci öğretmenler yıldırıldı, sindirildi. Tabanları eriyen muhalif sendikalar etkisiz hale geldikçe iktidar aparatlarına gün doğdu. İktidarın payandasına ve uzantısına dönüşen tarikatlar, kurdukları dernekler aracılığıyla dinsel gericilik zehrini devlet okullarında organize ettikleri “etkinliklerle” kendi yapıları dışındaki gençlere de doğrudan zerk ediyorlar. Ama tüm çabalarına rağmen “dindar ve kindar” nesil yetiştirme heveslerine tam ulaşamadılar (bunun nedenleri ayrıca ele alınmayı hak ediyor). Fakat dindarlık eksiğini 2015’ten itibaren aşırı milliyetçilikle doldurmakta epey mesafe katettiler. Rejimin faşistleşmesiyle birlikte ideolojik propagandanın dinsel boyutu kadar ırkçı-şoven boyutu da körüklendi. Medya bu minvalde 24 saat propaganda bombardımanı yapıyor. İktidar yanlısı kanalları tarihi kahramanlık menkıbeleri üzerine kurulmuş dizi ve filmler doldururken, ister iktidar yanlısı ister muhalif gözükenleri olsun, tüm kanallarda Kürt düşmanlığı temelinde, orduyu, polisi ve istihbarat teşkilatlarını öven diziler öne çıkıyor. Yani gerek tarihsel gerekse de güncel planda milliyetçilik, ırkçılık, militarizm, devlet tapınmacılığı gırla gidiyor. Tüm bunlarla geldikleri noktayı göstermek için tek bir örnek: Son dönemde genç bir seyirci kitlesi karşısına siyasileri çıkartarak hayli etkili bir yayın haline gelen BaBaLa TV’deki “Mevzular Açık Mikrofon” programı, farklı eğilimlerden gençlerin ne denli milliyetçi-şoven, göçmen düşmanı ve militarist bir kimlik taşıdıklarını çarpıcı bir şekilde sergilemektedir.
Tüm dünyada faşist eğilimin güç kazanması kapitalizmin kitlelere daha iyi bir yaşam sağlayamamasının dışa vurumlarından biridir. Kapitalizmin tıkandığı noktada küresel olarak geçerli bir olgu, genç kuşakların kendi ebeveynlerinden çok daha kötü yaşam koşullarına ve çok daha ağır çalışma koşullarına gözlerini açmış olmalarıdır. Artık kapitalizmin en gelişmiş olduğu zengin ülkelerde bile gençlik geleceğe dönük büyük bir kaygı duymaktadır. Son yıllarda Batılı metropollerin sokaklarının gençliğin türlü isyanlarıyla tutuşmasının nedeni budur.
Türkiye’deki gerçeklik karşısında, faşizme karşı mücadeleyi büyütmek yaşamsal bir ihtiyaçtır. Sosyalist parti ve örgütlerin, sınıf mücadeleci sendikaların ve işçi örgütlerinin ve başta emekçi Kürt halkı olmak üzere tüm ezilenlerin en geniş cephesini örmeye çalışmak, birleşik bir emek cephesini inşa etmek, günümüzün en temel görevidir. Geleceği için mücadele etmek isteyen gençlik için de tek yol bu kavgaya katılmaktır.
[*] Erol Taymaz, İttifak Siyaseti 2023, 23/5/2023, https://birikimdergisi.com. Verilerin sağlıklı olmadığını fakat bir fikir verdiğini unutmadan, Taymaz’ın, partilerin aldıkları oyların ne kadarının yeni seçmenlerden oluştuğuna dair verdiği şu oranları aktaralım: “genç seçmenlerden en yüksek oranda oy alan partiler TİP (%27,3), YRP (%23,6), Yeşil Sol Parti (%23) ve Ata ittifakı (%23) olurken en düşük oy alanlar da MHP (%15,8) ve AKP (%18,5).”
link: Oktay Baran, Gençlik İçin Tek Çıkış Yolu Devrimci Mücadeledir, 5 Haziran 2023, https://marksist.net/node/7989
Tayland’ın 14 Mayısı
Can Atalay’a ve Siyasi Tutsaklara Özgürlük!