Meksika, volkanik patlamaların ve depremlerin sıkça yaşandığı Pasifik deprem kuşağında yer alan bir ülke. Fay hatlarıyla çevrili Meksika’nın yakın tarihi, şiddetli depremler ve bu depremlerden çıkarılan derslerle örülen mücadele deneyimleriyle dolu. Türkiye’deki 6 Şubat depremlerinin nedenleri ve sonuçlarıyla taşıdığı benzerlikler bakımından, 1985 Mexico City depremine ve sonrasındaki mücadele deneyimlerine daha yakından bakalım.
19 Eylül 1985’te, sabahın erken saatlerinde meydana gelen 8,1 büyüklüğündeki depremle gözlerini açtı Meksikalılar. Birkaç dakika içinde binlerce bina yıkılmış, 100 binden fazla ev ağır hasar almış ve on binlerce insan enkaz altında kalmıştı. İspanyol sömürgecilerin kuruttuğu bataklıklar ve yüzyıllar içinde doldurulmuş bir göl üzerine, depreme dirençli olmayan binalarla inşa edilen şehir yerle bir olmuştu. Şehir merkezi, katedraller, müzeler, anıtlar, hastaneler bir anda moloz yığınlarına dönüşmüştü.
Depremin ertesi günü, çoğunlukla konfeksiyon atölyelerinin bulunduğu San Antonia Abad’da 7,3 büyüklüğünde ikinci bir deprem meydana geldi. Bu deprem sonucunda 800’den fazla atölye yıkıldı, 1600’den fazla kadın işçi hayatını kaybetti. Enkaz altındaki kadın işçilerin sesini duyan, onlara el uzatan devlet değil birlikte çalıştıkları kadın işçilerdi. On binlerce işçi, ailesini, arkadaşlarını, evlerini ve işlerini kaybetmişti. 400’den fazla kadın işçi arama kurtarma ekipleri gelmediği için enkaz altında ölüme terk edilmişti. Devlet ortada yoktu, atölye sahipleri ise enkazdan kasalarını, makinelerini ve giysilerini kurtarmakla meşguldü. Yüzümüzü Türkiye’deki 6 Şubat depremlerine dönelim. Ülkeler farklı ama depremin felâkete dönüşmesine yol açan siyasi iktidarların ve patronların tıyneti aynı. Hasarlı fabrikalarda işçileri zorla çalıştıran, yakınlarından bir haber almak için enkaz başlarında bekleyen işçilere fesih bildirimleri gönderen, artçı depremler devam ederken, makinelerini ve ürünlerini kurtarmak için işçileri fabrikalara zorla sokan Türkiyeli patronları hatırlayalım. Meksikalı patronlarla birbirilerine ne kadar çok benziyorlar, değil mi?
Meksika’da yaşanan bu depremlerin felâkete dönüşmesinin en büyük nedeni, 56 yıllık Kurumsal Devrimci Parti (PRI) iktidarıydı. PRI iktidarı depremin ilk iki gününde ortada yoktu. Sonraki günlerde ise depremzedelerin yaralarını sarmak için çaba gösteren gönüllülere engel oluyor, deprem haberlerinin yapılmasını engelliyor, uluslararası yardım tekliflerini reddediyordu. Tek parti diktatörlüğüyle geçen yıllar içinde, bilimsel uyarılar dikkate alınmamış, afet kriz planları yapılmamış, yaşam alanları depreme uygun bir şekilde inşa edilmemişti. Depremde hayatını kaybeden insanların sayısı 30 bine yaklaşmışken, resmi rakamlar 5 bin olarak açıklanıyordu. Felâketin boyutları gözlerden gizlenmek isteniyordu. On binlerce insan ya enkaz altında ölüme terk edilmiş ya da kayıtlara geçmeden defnedilmişti. Siyasi iktidarın yağma ve talan düzeninin çürümüşlüğü ne kadar da tanıdık, değil mi?
Meksikalı emekçiler “birlik ve örgütlenme zamanı” diyerek yaşamı yeniden kuruyor
Meksikalı emekçiler, yaşamı yeniden kurabilmek için birleşmek ve örgütlenmek zorunda olduklarını yaşadıkları felâketle tecrübe ettiler. Aslında 60’lı yıllardan itibaren tek parti diktatörlüğüne karşı tepkilerini gösteren protestolar düzenlemiş, başta demiryolu işçileri ve eğitim emekçileri olmak üzere geniş çaplı grevler örgütlemişlerdi. Öğrenciler özgürlük talepleriyle sokaklara çıkmışlardı. Ama tek parti yönetimi, emekçilerin taleplerine kulaklarını tıkamış, derhal baskı, korku ve sindirme politikalarına başvurmuştu. Yıllar içinde çürüyen PRI iktidarının deprem sonrasındaki beceriksizliği ve çöküşü toplumun geniş kesimleri tarafından daha görünür hale gelmişti.
Barınma, beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan Meksikalı emekçiler, barınma hakkı talebiyle Afetzedeler Hareketini kurdular. Dayanışma ağları aracılığıyla PRI iktidarına basınç bindirdiler. Güçlerini ve örgütlülüklerini birleştirmek üzere, yerellerdeki dayanışma ağlarını Afetzedelerin Birleşik Koordinasyon Komitesi (CUD) çatısı altında birleştirdiler. PRI iktidarı artan toplumsal basınç sayesinde evleri yıkılan depremzedeler için prefabrik konutlar inşa etmek zorunda kaldı. Sonrasında ise 45 bin konutluk bir proje başlatıldı. Meksikalı emekçiler yıllar içerisinde, güçlü yapı stoku için kanun ve yönetmelikler çıkartılması, deprem erken uyarı sisteminin uygulamaya konulması, deprem tatbikatlarıyla toplumsal bilincin gelişmesi ve acil durum planlarının hazırlanması konusunda önemli bir mücadele örgütlediler.
Diğer yandan ikinci depremle büyük bir yıkım yaşayan konfeksiyon işçisi kadınlar büyük bir örgütlenme seferberliği başlattılar. Patronlar enkaz altındaki işçileri değil makinelerini kurtarmışlardı. Bu durumun yarattığı öfke, “bir dikim işçisi kadın dünyanın tüm makinelerinden değerlidir” sözünün işçiler arasında dilden dile yayılmasına neden oldu. Depremin ilk ayında 5 bin işçi örgütlenerek 19 Eylül Konfeksiyon İşçileri Sendikasını kurdu. Sendikalarının tanınması için bir araya gelen binlerce konfeksiyon işçisi Ulusal Saray’a yürüdü. Ölen işçilerin ailelerine maaş bağlanması, işini kaybeden depremzede işçilere kıdem tazminatı ödenmesi için davalar açıldı, grevler örgütlendi. Emekçi kadınlar tek parti yönetimi altında korporatif İşçi Federasyonundan bağımsız bir sendika kurarak çok önemli bir atılım sağlamışlardı. Emekçilerin yaşamını zerre kadar umursamayan PRI iktidarına ve sermaye sınıfına karşı emekçiler adalet ve eşitlik istiyorlardı. Acılarını öfkeye, öfkelerini örgütlü mücadeleye dönüştürmeyi başarmışlardı.
Yaşamlarını yeniden kurmak için birleşen ve mücadele eden Meksikalı emekçilerin mücadelesi, ilerleyen yıllarda yaşanan depremlerin felâkete dönüşmesini engelledi. 2012’de 7,4 büyüklüğündeki, 2014’te ise 7,5 büyüklüğündeki depremlerde can kaybı yaşanmadı. 2017’nin 19 Eylülünde gerçekleşen 7,1 büyüklüğündeki depremde 370 insan hayatını kaybetti. 2022 yılında yine 19 Eylülde gerçekleşen 7,6 büyüklüğündeki depremde sadece 2 insan hayatını kaybetti. 37 yıl aradan sonra aynı gün yaşanan depremin bu kez felâkete dönüşmemesi yıllarca verilen mücadelenin bir sonucuydu.
Türkiye’de yaşanan 6 Şubat depremlerinin ardından, yaşamı ve yıkılan kentleri yeniden kurmak için Meksikalı emekçilerin mücadelesinden çıkarmamız gereken çok ders var. Başta deprem bölgelerindeki emekçiler olmak üzere, Türkiye işçi sınıfı çalışma ve yaşam alanlarını örgütlemek, dayanışma ve mücadele pratiklerini ortaklaştırmak üzere silkinip ayağa kalkmak zorundadır. Acı ve öfke, örgütlü mücadeleye dönüşmezse sönümlenir, bu gidişatın değişebileceğine olan inanç zayıflar. Yaşanan felâketlerin bedeli tüm topluma ağır bir şekilde ödetilir ve böylelikle yeni felâketlerin kapıları da açılmış olur. Meksikalı emekçilerin deneyimleri de gösteriyor ki, depreme karşı güçlü ve dirençli toplum oluşturmanın yolu sivil örgütlenmelerin artmasından, sendikaların, sosyalist işçi örgütleri ve partilerinin çok daha fazla güçlenmesinden geçiyor. Siyasi iktidarın ve yerel yönetimlerin görevlerini yerine getirmesi toplumsal basıncın artmasına bağlıdır. Enkaz yığınlarının içinden yaşamı yeniden yeşertmek için günün görevi, sorumluluk alıp değişim iradesini güçlendirmek ve mücadeleyi büyütmektir.
link: Ceyhan Duru, 1985 Meksika Depremi: Anlatılan Bizim de Hikâyemizdir!, 11 Nisan 2023, https://marksist.net/node/7956
Ey Proletarya
Tek Adam Rejimi Talan ve Yıkım Demektir!