Kapitalist dünya ekonomisi uzunca bir süreden beri belini doğrultamıyor. Kapitalizmin içinde bulunduğu tarihsel sistem krizine karşı burjuva kurumların yaptıkları hamleler istenen sonuçları bir türlü üretemiyor. Büyüme oranlarının düşük düzeylerde seyretmesinin önüne geçilemezken, tıkanıklığın önünü açacağı düşünülen yatırımlar, düşen kâr oranları ve bizzat kapitalizmin yarattığı diğer engeller nedeniyle hedeflenen düzeylerde yapılamıyor, “verimi” arttıracak yeni teknolojik gelişmeler üretim faaliyetinde yerini yeterince alamıyor. Kapitalizmin bu krizinden çıkması için uygulanan politikaların birer birer işlevsiz kaldığı görülünce de, bu politikaların yerini alacak alternatifler ortaya konmaya, bunlar üzerinde burjuvazinin mümkün olduğunca bir mutabakat sağlamasına çalışılıyor.
Bu çalışmaları yürüten örgütlenmelerin önde gelenlerinden biri de, her yıl Ocak ayında İsviçre’nin Davos kasabasında yaptığı toplantılarla bilinen Dünya Ekonomik Forumu (DEF). Kapitalizmin günümüzdeki derin krizi karşısında kendi “çözüm”lerini hayata geçirmek isteyen kesimler Covid-19 salgınıyla birlikte oluşan durumu bir kaldıraç olarak kullanıp, önerilerinin yaşama geçirilmesini ivmelendirmek istiyorlar. Dünya Ekonomik Forumu bu noktada öne çıkmış durumda. DEF, elli yıla yakın süredir dünyanın önde gelen burjuva yapılarının oluşturdukları programları tartışmaya açtıkları, lanse ettikleri bir platform olarak önemli bir işlev görüyor. Burjuvazinin önde gelen mahfillerinde benimsenmiş, IMF ya da benzeri kurumlarda oluşturulmuş programların dünya kamuoyuna ilan edildiği bir organizasyon olarak da oldukça etkili oluyor. Bu nedenle Dünya Ekonomik Forum’unda ortaya konan yaklaşımlar burjuvazinin olası yönelimleriyle ilgili anlamlı ipuçları veriyor.
Dünya Ekonomik Forumunun son dönemde tüm gücüyle öne çıkardığı, toplantılarının içeriğini üzerine oturttuğu ana tema ise “Büyük Reset”tir.[1] Forum bu yılki bütün faaliyetlerini de bu tema kapsamında sürdürüyor. Toplantılarında ve yayınlarında kapitalizmin önümüzdeki sürecini “Büyük Reset” fikirleri çerçevesinde belirlemek için çok kapsamlı bir propaganda yapılıyor. DEF zirvesi, Covid-19 pandemisinin sonuçları ile birlikte içinde bulunulan durumu ele almak ve buradan çıkacak önerilerle burjuvazinin önüne yol haritaları koymak için bu yıl 13-16 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Ancak toplantılar bu sefer İsviçre’nin Davos kentinde değil, kuruluşun salgın nedeniyle yıllık zirvesini taşımaya karar verdiği Singapur’da yapılacak.
Singapur’daki bu zirveden önce de, DEF, 25-29 Ocak tarihleri arasında, Davos Gündemi başlığıyla, Afrika, Asya, Avrupa, Ortadoğu, Latin Amerika ve Kuzey Amerika’dan devlet ve hükümet başkanlarının, büyük şirketlerin CEO’larının, “sivil toplum örgütleri” temsilcilerinin ve önde gelen küresel medya mensuplarının katıldıkları sanal etkinlikler ve toplantılar düzenledi. Tartışmalar gezegeni kurtarmak, daha adil ekonomiler, iyilik için teknoloji, toplum ve işin geleceği, daha iyi bir iş dünyası, sağlıklı gelecekler ve jeopolitiğin ötesinde başlıkları altında gerçekleştirildi. Mayıstaki zirvenin öncesinde yapılan bu faaliyetlerde “Büyük Reset” yaklaşımının önemli bir parçası olarak sunulan “paydaş kapitalizmi”ne geçiş üzerine tartışmalar yürütüldü ve büyük şirketlerin altına imza attıkları taahhütlerle bu konuda önemli sayılabilecek ilk adımların atıldığı izlenimi verilmiş oldu.
“Paydaş kapitalizmi”
“Paydaş kapitalizmi”, Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu ve İcra Kurulu Başkanı Klaus Schwab tarafından öne çıkarılan ve pazarlanan bir kavram. Schwab’ın görüşleri, Prens Charles’tan IMF başkanı Kristina Georgieva’ya kadar egemen sınıfın önemli isimleri tarafından güçlü biçimde destekleniyor. Schwab, Davos Gündemi toplantıları sırasında, Peter Vanham ile birlikte yazdığı “Paydaş Kapitalizmi: İlerleme, İnsanlar ve Gezegen için Çalışan Küresel Ekonomi” kitabını da yayımlayarak kapitalizmin krizi karşısında uygulanmasını önerdiği politikaları bu kavram ekseninde kapsamlı biçimde açıkladı.
Schwab kitabında, geçtiğimiz on yıllarda uygulanan Batı’daki “hissedar kapitalizmi” ve Doğu’daki “devlet kapitalizmi” sistemlerinin GSYİH’de ve kâr ile ölçülen servette eşi görülmemiş ilerlemeler sağladığını ama aynı zamanda tarihsel ekonomik eşitsizliğe ve çevrenin bozulmasına da yol açtığını belirterek, yeni bir alternatif oluşturulması gerektiğini söylüyor: “Kısa vadeli kâr maksimizasyonu, vergi ve düzenlemelerden kaçınma ya da çevresel zararın dışsallaştırılması gibi bencil değerlere dayalı bir ekonomik sisteme devam edemeyiz… Bunun yerine, tüm insanları ve tüm gezegeni önemsemek için tasarlanmış bir topluma, ekonomiye ve uluslararası topluma ihtiyacımız var.” Mevcut uygulamalar yerine de, şirketlerin kısa vadeli kârlar yerine uzun vadeli değer yaratmaya çalıştıkları; bu şirketlerle işbirliği yapan hükümetlerin, çalışanların, sivil toplum örgütlerinin ve uluslararası kuruluşların, paydaş diyaloğunu tamamlayarak insanların ve gezegenin çıkarlarını dengelemeye yardımcı olacakları “yeni” bir yolu yani “paydaş kapitalizmi” modelini öneriyor. Schwab’a göre, şirketler organizasyon yapılarını sadece birkaç kişi ya da hissedar yerine kamu yararı, yani herkesin ortak yararını gözetecek şekilde biçimlendirmeli, şirketlerin hissedarları da kısa vadeli kârlarını veya dar kişisel çıkarlarını öne koymak yerine, tüm insanlığın ve gezegenin refahını gözetmeli!
Bu kocaman laf salatası içerisinde doğru olan tek şey var; o da “tüm insanları ve tüm gezegeni önemsemek için tasarlanmış bir topluma, ekonomiye ve uluslararası topluma ihtiyaç” olduğu fikri. Ama mesele de zaten tastamam budur; kapitalizmin hiçbir “türü” insanlığın bu ihtiyacını karşılayamaz. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ortadan kaldırılıp, bunlar tüm toplumun ortak malı haline getirilmedikçe, kâr güdüsünü ve doğurduğu diğer tüm pislikleri de ortadan kaldırmak mümkün değildir. Kâr güdüsü ya da kârı maksimize etme güdüsü, tek tek kapitalistlerin (bu konuda önemli bir çoğunluğu sınıfta kalacak olsa bile) kötücül karakterinden değil, sermayenin doğasından kaynaklanır. Üretim araçları bir avuç insanın mülkiyet tekelinde kaldığı ve işgücü alınıp satılan bir meta olduğu sürece, bu “kötülüklerden” ne ahlâki vaazlarla, ne vicdani sorumluluk çağrılarıyla ve hatta ne de hükümet kararnameleriyle kurtulmak mümkündür.
Büyük burjuvazinin ideologlarının “paydaş kapitalizmi” kavramı çerçevesinde kurdukları cümleler, açık ki, burjuvazinin, “itibarını” çoktan tüketmiş ideolojik söylemlerin yerine koymaya çalıştığı, bunun için parlattığı “yeni” yalanlardan başka bir şeyi ifade etmiyor. Şirketlerin kârlarının yerine “paydaş”larının (hele de bu “paydaşlar”ın bir kısmı da işçiler ise) yararını önceleyeceği bir anlayışla yönetilmeleri kapitalizmin tabiatına aykırı bir durumdur. Ancak kapitalizmin içinden bir türlü çıkamadığı krizden kurtulması için “yeni” bir yol haritası olarak sunulan programların itibar görebilmesi için de böyle, beklentiler yaratabilecek vaatlere ihtiyaç var. Bu nedenle dünya kapitalizminin belirleyici güçlerinin “Paydaş Kapitalizmine” ikna edildiği ve sürece katılmaya başladığı izlenimi vermek için çok boyutlu çalışmalar yürütülüyor.
Ocak ayı sonunda yapılan Davos Gündemi toplantılarında bu doğrultuda yol alınmaya başlandığı izlenimi yaratmak için önemli şirketlerin “paydaş kapitalizmi”ne yönelik adımlar attığı ilan edildi. Siemens, Schneider Electric, Unilever, BBVA, Dow, HSBC, Mahindra, PayPal, Nestlé, Credit Suisse, Sony, Total, Royal Dutch Shell, Royal Philips, Eni, Heineken, Dell Technologies, Mastercard, Takeda, Novo Nordisk, Zurich Sigorta gibi dünyanın en büyük şirketlerinden 62’sinin “paydaş kapitalizmi” anlayışının gereklerine uygun çalışmaları yerine getireceği duyuruldu. Bu şirketler, DEF’in Eylül 2020’de duyurduğu Paydaş Kapitalizm Karnesi için raporlama yapacaklarını taahhüt ettiler.
Peki, bu raporlamalar neyi içerecek? “X şirketinde cinsiyete dayalı ücret farkı nedir? Farklı geçmişlere sahip kaç kişi işe alındı ve terfi ettirildi? Şirket, sera gazı emisyonlarının azaltılması konusunda nasıl bir ilerleme kaydetti? Şirket ne kadar vergi ödedi? Şirket çalışanları işe almak ve eğitmek için neler yapıyor?” Bu kapsamda şirketler, işleriyle ilgili ölçütleri raporlayarak veya farklı bir yaklaşımın neden daha uygun olduğunu kısaca açıklayarak yatırımcılara ve diğer “paydaşlara” hazırladıkları raporlarda temel ölçütleri yansıtacaklar. Bu raporlamaya iş ortaklarının da katılım sağlamaları için onları teşvik edecekler. Küresel bir raporlamaya yönelik gelişimi desteklemek için mevcut standartlarının ve ilkelerinin ortaklaşması için çalışacaklar, vesaire vesaire. Yani şirketlerin, boş laflar ve anlamsız veri yığınları ile kâğıt doldurmaktan başka bir şeyin sözünü verdikleri yok. Zaten veremezler de!
Görüldüğü gibi, Davos vb. platformlarda ne kadar parlatılmaya çalışılırsa çalışılsın “Paydaş Kapitalizmi” raporlar yayınlamanın ötesine geçmeyen palavralardan ibaret bir söylem olarak kalıyor. Ancak dünyanın önde gelen burjuva liderlerinin ve kapitalistlerinin “Büyük Reset” programı gerçek bir arayışa karşılık geliyor. Bu kesimler önümüzdeki süreçte devletin ekonomide tekrar öne çıkacağı bir dönüşüm için ciddi hazırlıklar yürütüyorlar. Burjuvazinin bu kesiminin sözünü ettiğimiz eğiliminin güçlenmekte olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Aslında Keynesçi yaklaşımlara sahip olan ve İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyal demokrasinin temel politikalarını içeren bu program özünde hiç de yeni değildir. Üstelik uygulanıp kapitalizme soluk aldırdığı dönemle bugünün koşulları arasında dağlar kadar fark vardır. Ne var ki umarsız bir arayış içerisinde olan burjuvazi bir umut bu eski reçeteden şifa bulmaya çalışmaktadır.
AB’den ABD’nin yeni yönetimine, IMF’den Microsoft gibi dünyanın en büyük tekellerine kadar dünyanın en önemli burjuva kesimleri tarafından desteklenen bu küresel programı, onlarla uyum içerisinde olmak isteyen Türkiye’nin en önemli burjuva kurumlarından biri olan TÜSİAD da olumlu karşılamış gibi görünmektedir. Son olağan kurulunda TÜSİAD genel başkanı Kaslowski, pandeminin eşitsizlikleri derinleştirdiğini, işsizliğin devasa boyutlara ulaştığını, iklim değişikliği felâketinin tüm ağırlığıyla kendini hissettirdiğini belirtti. Ardından da “Dünya ekonomisinde, geçmişe göre çok farklı dinamiklerin harekete geçtiğini görebiliyoruz. Dünyanın yeni düzeni, belli ki inşa ediliyor. 2021 gelecek on yılın temel taşlarının döşeneceği yıl olacak. Dünya düzeni yeni bir kuruluş anından geçiyor. Bunun tüm işaretleri etrafımızda. Türkiye’nin de bu kuruluş döneminde kendi yönelimi, stratejik kimliği ve iç düzeni hakkında kararlar vermesi gerekecek” dedi. Aynı konuşmanın içerisinde ABD’nin yeni dönem ekonomi politikalarındaki sosyal demokrat renkler taşıyan paketin yaratacağı ivmeden de bahseden Kaslowski’nin DEF toplantılarında ortaya çıkan temel stratejiyle uyumlu politikaları talep ettiği aşikârdı. Yeni arayışların dünyayla birlikte Türkiye’yi de etkilemesinde bir gariplik yok elbette. Önümüzdeki süreçte bunların somut karşılığı olan ekonomik ve siyasal etkileri de görmek şaşırtıcı olmayacaktır bu yüzden.
Ancak bu noktada hatırlatmak gerekir ki, sözü edilen öneriler dünya burjuvazisinin tüm kesimlerinin birlikte sahiplendikleri bir çıkış programını ifade etmiyor. Çünkü rekabet halindeki büyük kapitalist güçler arasındaki çelişkiler böylesi bir sahiplenmeye engel. Söz konusu program doğrultusunda yaşanacak gelişmeler bazı burjuva kesimlerin kazanmalarını sağlarken bazılarının ise ayağının altındaki zemini çekip kaybetmelerine neden olacaktır. Zemin kaybetme riski olan burjuva güçler de elbette sonuna kadar kendilerini tehdit eden politikalara direneceklerdir. Lenin’in “kapitalist güçler ancak yıkıcı savaşlarla birbirlerine boyun eğdirdiklerinde geniş kapsamlı programları uygulayabilirler” değerlendirmesini hatırlarsak, bu programı da ancak baskın burjuva kesimlerin zor yoluyla diğerlerine kabul ettirerek hayata geçirebileceğini belirtmemiz gerekir.
İşçi sınıfı sermayenin paydaşı değil mezar kazıcısıdır!
Kapitalizmde üretici güçlerin gelişimi, toplumsal eşitsizliğin artmasıyla birlikte ilerler; sermaye sahipleri ile emekçiler arasındaki uçurum giderek derinleşir. Marx’ın zamanında açıklıkla ifade ettiği bu gerçeklik her dönemde doğrulanmaktadır ve kapitalizmin bunun aksi bir sonucu üretme imkânı yoktur. Covid-19 pandemisi sürecinde en büyük sermaye sahiplerinin zenginliklerinin artışı ile beraber ilerleyen yoksul kitlelerin genişlemesi ve emekçi kesimlerin bütününün derinleşen yoksullaşması bunu hızlı ve çarpıcı biçimde göstermiştir.[2]
Bu nesnellik ister istemez, işçi sınıfının sisteme karşı tepkisinin mayalanmasının da, büyümesinin de koşullarını yaratır. Nitekim bugün özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde ilerleyen sistem karşıtı bir hareketlenme mevcuttur. Çeşitli görünümler altında patlak veren isyanlar dalgalar halinde kapitalizmin kalelerini dövmektedir. Kapitalizmin düşünsel önderleri emekçilerde biriken öfkenin daha da şiddetli patlamalara neden olacağının ve bu patlamalar belirli bir düzeyi aşmaya başladığında hiçbir kalenin buna dayanamayacağının farkındadırlar. Bu yüzden hem ön alarak emekçilere verilecek bazı tavizlerle bu öfkeyi yatıştırmayı hem de sermayenin önünü açacağını umdukları atılımları gerçekleştirmeyi istemektedirler. Bunun için, emekçi kitlelerin hoşnutsuzluğunu kapitalizmin bizatihi kendisine değil de bugünkü uygulamalarına karşı yönlendirerek sermayenin ihtiyaç duyduğu değişimlerin de kaldıracı haline getirme çabasına girişiyorlar.
Bu ihtiyaçları için bugün piyasaya sürdükleri ve pompaladıkları kavramlardan birisi de “paydaş kapitalizmi”. Sınıfsal karşıtlıkları yok sayan “paydaş” kavramıyla işçi sınıfının egemen sınıfın kadim “ortak çıkarlarımız var” yalanına kanmasını isteyen, böylece sınıfsal ayrımların ve karşıtlıkların üzerini örtmeye gayret eden “paydaş kapitalizmi” fikriyatının işçi sınıfına yönelik hedefi son derece açıktır. İşçileri sınıf mücadelesi düşüncesinden ve onun gerektirdiği örgütlenmelerden uzaklaştırarak mevcut tepkileri sistem içi yeni çözüm kanallarına akıtmak. Bu nedenle, Dünya Ekonomik Forumu fırınında bir süreden beri pişirilen “Büyük Reset” ve onun bir unsuru olarak “paydaş kapitalizmi” kavramlarını burjuva akademisyeninden politikacısına, gazetecisinden sendikacısına kadar pek çok çevreden duyacağımız kesin. Oysa işçi sınıfı sermayenin paydaşı değil mezar kazıcısıdır!
Burjuvazi esasen sermaye birikiminin önünü açmak için, ama aynı zamanda emekçi kitlelerin tepkilerini onları yanıltarak dizginlemek için “yeni arayışlara” girmiş durumda. Ne var ki, burjuvazinin bu çabasının inandırıcılığının önünde büyük engeller var. Yani işleri her zamankinden daha zor. Kapitalizm yarattığı büyük sorunları daha da derinleştirirken, “yeni arayışlar” içindeki burjuva kesim kitlesel tepkileri yatıştırmak saikiyle pansuman tedbirleri tedaviymiş gibi yutturma çabasına girişse de, mevcut koşullarda bunların söylediklerini, yani emekçi kitleleri teskin edici kısmi iyileştirmeleri bile hayata geçirmeleri mümkün görünmüyor. Kapitalizmin tarihsel bir kriz içinde debelendiği, sermaye kesimleri arasındaki gerilimlerin arttığı bu koşullar emekçiler için önemli fırsatlara da ebelik yapmaktadır. Bu nedenle işçi sınıfı devrimcileri için, sınıf içinde mayalanan sistem karşıtı dinamikleri ilerletecek bir mücadeleyi örmenin ve yükseltmenin önemi kat be kat artmıştır.
[1] “Büyük Reset” üzerine Marksist Tutum’da doğrudan ve pek çok yazı içerisinde değerlendirmeler yapıldı. Bu konuda kapsamlı değerlendirmeler için, Oktay Baran’ın Davos: Burjuvazinin Zirvesi Kaygılı (30 Ocak 2020) ve Levent Toprak’ın “Büyük Reset” (14 Ağustos 2020) yazılarına bakılabilir.
[2] Oxfam 2021 raporuna göre, dünya çapında dolar milyarderleri 18 Mart-31 Aralık 2020 tarihleri arasında servetlerini 3,94 trilyon dolar artırdılar. Şu an toplam servetleri 11,95 trilyon dolara ulaşmış durumda; bu da G20 ülkelerinin pandemi sürecinde uyguladıkları ekonomik paketlerin tutarına eşit. Dünyanın en zengin 10 milyarderinin bu süre içerisinde toplam servetlerinde 540 milyar dolarlık artış görüldü. En zenginlerin safında bunlar olurken yüz milyonlarca insan ise yoksulluğa sürüklendi.
link: Selim Fuat, Burjuvazi Şimdi de “Paydaş Kapitalizmi”ni Parlatıyor, 22 Nisan 2021, https://marksist.net/node/7345