Doğruyu, güzeli, iyiyi ve hakikati kitleler halinde yitirmek neden ve nasıl mümkün olabiliyor? İnsanoğlunun yaşadığı dünyayı anlamak ve kendi istekleri doğrultusunda değiştirmekteki muazzam serüveni düşünüldüğünde kimilerinin aklına bugün bir anomali mi yaşıyoruz sorusu takılıyor olabilir.
Bugün insanların aklına bu tür soruları getiren durumu misliyle yaşıyoruz. Yüzeyde görünen sorunların ardındaki asıl belirleyen, kapitalizmin içsel yasalarından kaynaklanan yapısal sorunlar ve onun tarihsel krizidir. Birbirinden binlerce kilometre uzakta bulunan coğrafyalarda ortaya çıkan benzer sorunların kaynağında küreyi özel mülkiyet, kâr ve rekabet cenderesine hapseden emperyalistleşmiş kapitalizmin çelişkileri olduğu bizler açısından açıktır. Özel mülkiyet düzeni olan kapitalizm tarihsel bir kriz içindedir, bu nedenle kitlelerde umut yaratmak bir yana alabildiğine çürümektedir ve bu zombiden ortalığa yayılan türlü mikroplar gezegenimizi ve insanlığı çeşitli görünümleriyle etkisi altına almaktadır. Gün geçtikçe yoğunlaşan savaş ve dünyanın pek çok bölgesinde artan oranda yaşanan çatışmalar, toplumsal çürüme, akıl dışılık, artan yoksulluk vb. sürecin gidişatına ilişkin esaslı eğilimlerdir. Bu koşullar nedeniyle kapitalist egemenler boş durmamakta, büyük yalan makinelerini hiç olmadığı kadar çalıştırmaktadırlar. Kitleleri bu yaşanan akıl dışılıklara, zalimliklere ortak etmek maksadıyla teknolojinin de marifetlerini kullanarak büyük algı operasyonları ve ışık-gölge oyunları tertip etmektedirler.
Egemenler melun amaçları doğrultusunda, iplerini tuttukları her tür melanetin tasmasını çoktandır meydana salmış durumdadırlar. İdeolojik kumanda araçlarını kontrollerinde tutan burjuva egemenler, çeşitli doz farklarıyla da olsa emekçi kitleleri şimdilik denetim altında tutabiliyor görünmektedirler. Dip akıntılarının hangi yönde seyrettiğini ise zamanla göreceğiz. Egemenler bugün yaygın medya araçları sayesinde, gerçekliği, dağınık ve tekil izleyicilerin zihninde sofistike yöntemler kullanarak çarpıtabiliyorlar. Dolayısıyla Türkiye ve dünyada yaşananları doğru anlamak, kitlesel akıl tutulmalarının ardında yatan nedenleri bütünsel olarak kavramak, çözüme ilişkin yol ve yöntemleri doğru tespit etmek çok kritik bir öneme sahiptir. Bu bağlamda öncelikle Elif Çağlı'nın içinden geçilen tarihsel sürece ilişkin şu önemli tespitini hatırlayalım: “...böylesi durumların bir toplumsal düzenin çöküşe yüz tuttuğu zaman dilimlerinde yaşandığını görürüz. Komünist Manifesto’da belirtildiği gibi, hiçbir toplumsal düzen, içerdiği yaratıcı potansiyellerini tüketmeden tarih sahnesinden ayrılmaz. Kapitalizmin günümüzde sergilediği çıkmazlar, onun bir toplumsal düzen olarak yaratıcı potansiyellerini tükettiğine işaret ediyor.” (Elif Çağlı, Gericilik Dönemlerinde Devrimci Bilincin Önemi, 1 Eylül 2016)
Medya araçları
Kapitalizmin insan faaliyetlerinin neredeyse tümünü metalaştırdığı bir dünyada yaşıyoruz. Çok az şey kapitalist girdabın çekim alanı dışında kalabiliyor. Yaşadığımız sistem altında konut, yiyecek, mobilya, enerji, teknoloji, giyim gibi somut metaların yanında düşünce ürünleri olan metalar da bulunuyor. İnsan ihtiyaçlarını karşılayan çeşitli “masum metalar” tek boyutlu olmayıp, aynı zamanda sistemin devamını sağlayan prangalar olarak da karşımıza dikiliyor. Medya ürünleri bu açıdan en başta geliyor.
Kullanılan teknikler ve içeriğiyle hızı gittikçe artan bir biçimde hazırlanan medya ürünleri, sunumları bakımından bazı temel başlıklar altında toplanabilir. İlk sırayı, yüzyıllar içinde artan yoğunluklarda kullanılan kâğıt baskı yöntem ve araçları alıyor. Bu ilk kategoriyi, düşünce ürünleri taşıyıcısı kitaplar, gazeteler, dergiler, afiş ve bildiriler diye sıralayabiliriz. Bir diğer kategori, son 100 yıl içinde teknik gelişmeler sayesinde yaygınlaşan işitsel iletim cihazları radyo, müzik ve ses dinleme araçlarından oluşuyor. Son kategoride ise 20. yüzyıla girerken keşfedilen, fakat son yıllarda sıçramalı biçimde kapsamı ve aktarım hızı genişleyen ekranlı cihazlar bulunuyor. Bu kategoride sinema, televizyon, bilgisayar, mobil izleme ve okuma araçları bulunuyor.
Bugünün burjuva medyası, yarattığı ürünler itibariyle insanın canlı ve gerçek deneyimlerinden ziyade soyut, izlenimci ve duyumsamaktan çok anı yaşatan, tüketen özellikleriyle belirginleşiyor. Özellikle emekçi yığınların yoğun saatler çalışmaktan geriye kalan sınırlı zamanının neredeyse tamamına kendi damgasını basan medya ürünleri, burjuvazinin diğer baskılama yöntemlerinden çok daha geniş ölçekte sonuçlara yol açmaktadır. Günümüzdeki kullanımı ve içeriğiyle medya, insanın gerçek duyumsama, öğrenme, dayanışma, empati kurma gibi fonksiyonlarını ciddi biçimde bozmaktadır.
Tekil insanların sınırlı deneyimlerini ve kanaatlerini son derece derin bir biçimde etkileyen televizyon haberleri, sinema ve dizi filmler birtakım duygular ve düşünceler yaratmakta çok önemli işlevlere sahiptir. Modern hikâye üretimi artık sistematize edilmiş bazı temel kurallara sahiptir. Üstelik emperyalist hiyerarşinin en tepesindeki ABD ve Hollywood, hikâye üretimi ve bunun görselliğe aktarılmasında da küçük iniş çıkışlarla zirvedeki yerini koruyor. On binlerce insan bu işle uğraşırken, milyarlarca insan çölde susamışçasına sinema, televizyon ve internet vasıtasıyla bu ürünleri tüketiyor. İşlenen konularda herhangi bir sınırlama yok. Tarih, uzay, din, siyaset, spor, evlilik, şiddet, savaş, psikoloji, doğa, korku, keşif, heyecan vs. Egemen anlayışın süzgecinden geçirilmiş her görüntü kurgulanıp “zenginleştirilerek” çeşitli uzunluktaki ürünlere dönüştürülmektedir. Bu ürünler, belirlenmiş bir zaman dilimi içinde izleyiciyi kendisine bağlama ve onlarda bazı düşünceler ve duygular yaratılmasına neden olmaktadır.
Kapitalizmin küreyi tam anlamıyla kuşattığı, girilmedik neredeyse hiçbir alan bırakmadığı çağımızda küresel medya faaliyetleri elbette emperyalist tekellerden bağımsız düşünülemez. Bir tarafta bin yıllar içinde birikmiş gerçek insan deneyimi ve bu birikimi içeren gerçek düşünce ve kültür ürünleri, diğer yanda alabildiğine çarpıklaşan, gelişmemiş ilkel içgüdülere seslenen, gerçeklerden ziyade gerçek dışılığa meyleden ve dejenere edici medya ürünleri. Bu dur durak bilmeyen sağanağa maruz kalan yığınlar gerçeklikten uzaklaşmaya yüz tutmuş durumdadır. İnsanın düşünme, kavrama, anlama yetisi bir bütün olarak işgal altındadır.
Derslerle dolu geçmiş
Ünlü romancı George Orwell, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1984 isimli romanını yazdığında, o koşullar altında zihninde oluşan geleceğe ilişkin öngörüyü okuyucularına resmediyordu. Yazarın anti-ütopya (distopya) olarak kaleme aldığı romanında kullanılan kimi kavramlar ve “hayal” ürünü tasavvurlar bugünün gerçekliğine dönüştü desek yeridir. Yazarın romanda kullandığı “büyük birader”, “hakikat bakanlığı” ve “düşünce polisi” kavramları konumuz bakımından esaslı referans noktalarıdır. Şöyle yazıyordu Orwell: “Düşünce Polisi’nin, kime ne zaman ve hangi sistemle bağlandığını kestirmek çok zordu. Herkesi her an izliyor da olabilirlerdi. Ama size istedikleri zaman bağlanabildikleri açıktı. Çıkardığınız her sesin duyulduğunu, karanlıkta olmadığınız sürece her hareketinizin gözetlendiğini varsayarak yaşamak zorundaydınız; zorunda olmak ne söz, artık içgüdüye dönüşmüş bir alışkanlıkla öyle yaşıyordunuz.” (1984, Can Yay.)
Bir zamanlar geleceğe yönelik ciddiye alınması gereken varsayımlar ortaya koyan ve tehlikeye işaret eden yazarların bahsettikleri geleceği yaşıyoruz. Orwell, romanın ilerleyen satırlarında kuşkularını bir sinema sahnesi olarak tarif ediyor. Okuyucusuna izlenen filmin konusunu ve seyircilerin tepkilerini şu şekilde aktarıyor:
“4 Nisan 1984. Dün gece sinemada. Hepsi savaş filmleri. İyi olan birinde, bir gemi dolusu mülteci, Akdeniz’de bir yerde bombalandı. Şişman, iriyarı bir adamın, ardında helikopter, yüzmeye çabalayan görüntüsü izleyicileri pek eğlendirdi, önce adamın yunus balığı gibi debelendiğini, sonra helikopterin silah atış alanı içine girdiğini gördük, sonra delik deşik oldu ve çevresindeki suyu pembeye boyandı ve bedenindeki delikler suyun içeri girmesine izin vermiş gibi ansızın battı. O batarken seyirciler kahkahalar atıyorlardı, sonra bir helikopterin üzerinde uçmakta olduğu içi çocuk dolu bir kurtarma botu gördük. Önde kucağında üç yaşlarında küçük bir çocukla orta yaşlı bir kadın oturuyordu. Yahudiydi belki de, küçük çocuk korkuyla bağırmakta ve kendisini gömmek ister gibi başını annesinin göğüsleri arasına sokmakta, kadın kendisi korkudan mosmor olduğu halde çocuğu avutmaya çalışıyor ve kolları gelen mermilerden koruyabilecekmiş gibi oğluna sarabildiğince sarıyor, helikopter üzerlerine yirmi kiloluk bir bomba fırlattı, müthiş bir patlama oldu ve bot küçük kıymıklara ayrıldı, sonra bir çocuğun kolunun gökyüzüne uçtuğu müthiş bir sahne vardı, burnunda bir kamera bulunan helikopter izlemiş olmalıydı onu, Parti üyelerinin bulunduğu sıralarda alkış koptu, ama sinemanın proleter kısmındaki bir kadın ansızın ayaklarını yere vurmaya ve bunları çocukların önünde göstermeye hakları yok diye bağırmaya başladı, polis onu durdurana dek, bunları çocukların önünde göstermeye hakları yok, hayır gösteremezler çocuklara, ona bir şey yaptıklarını sanmıyorum, kimse proleterlerin söylediklerine kulak asmaz, tipik proleter tepkisi, hiçbir zaman.”
Birinci Körfez savaşından bu yana, yukarıdaki satırlar sıklaşan aralıklarla kelimenin çeşitli anlamlarıyla seyrediliyor. Egemenlerin ilerleyen zaman içinde emekçi kitleler üzerindeki klasik zor ve şiddet araçlarının yanında daha inceltilmiş usuller geliştirdiği bugün artık ilgili olan herkesin malumu. Bugün, tali nedenlerin yanında esasen örgütsüzlük ve ideolojik dağınıklık milyarlarca insanı medya bombardımanları vasıtasıyla gerçeklikten, kendi gibilerinin ortak çıkarlarından uzaklaştırıyor. Şaşırtıcı bir biçimde gün geçtikçe genişleyen “iletişimin” imkânlarının körelttiği insan yığınları iki adım sonrasını fark edemeden doğru yaptığı zannıyla kendi gibilerinin karşısında düşmanca konumlanabiliyorlar. Bu tip araçların burjuva kliklerin çıkarları temelinde kullanımının bir sonucu olarak örgütsüz yığınlar somut ve gerçek bilgilere dayanmayan birtakım bilgi parçacıkları, kör duygular ve hezeyanlarla diğerine cepheleştiriliyor. Doğal bir insan refleksi olan öğrenme, yorumlama, merak etme, haberdar olma, tecrübeleri aktarma işi egemen sınıf tarafından kasıtlı ve sistematik olarak bozuluyor. Kitlelerin algılarıyla oynanarak elde edilen bu sonuç, halüsinasyonlar içinde uçuşan insan tiplerini toplumun azımsanmayacak bir kesimi haline getirmiş durumdadır.
Ne biliyorsan osun
İnsan soyunu geleceğe taşıma potansiyelini uzun süredir tüketmiş olan kapitalizm, doğanın ve insanın barındırdığı engin olanakları kendi dar çıkarına uydurup istismar ederek paçavraya çevirmektedir. Bugün emperyalist kamplar arasındaki dalaşmaların harareti içinde manipülasyonlarla sağa sola savrulan emekçiler ise kendi sınıfsal gerçekliklerinin henüz farkında değiller; işte bu nedenle burjuva salvolara en açık kesimi oluşturmaktadırlar. Burjuvazi, yoksulların, emekçilerin bu açıktaki durumunun gayet farkındadır ve bu boşluğu dilediğince kullanmaktadır. Toplumsal yaşamda ve onun bir yansıması olan medyada alabildiğine düşen düzey ve boşalan/boşaltılan içerik bu hususun önemli bir göstergesidir.
Ülkeden ülkeye farklılaşan çeşitli geleneksel kodları, efsane ve mitleri, dini simgeleri, yabancı düşmanlığını, milliyetçiliği provokatif bir içerikle kullanmakta hiçbir sakınca görmeyen kanaat tasarımcısı haberler, filmler, müzik ve yayınlar izleyicilerde kasıtlı olarak bozulmuş bir algılar dünyası yaratmaktadır. Bu tip kurgular asla tesadüfen oluşmamaktadır, amaç bellidir. Ulusal önyargılar, kültürel ve dini farklılıklar yalan makineleri tarafından işlenip kitle algısı fena halde çarpıtılmakta, düşmanlıklar körüklenmektedir. Böylece örgütsüz emekçi kitleler kendi burjuvalarının şimdilik sarsılmaz görünen otoriteleri arkasında “gönüllü” bir biçimde hizaya sokulmaya çalışılmaktadır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde bugünü andıran kavşak noktaları oldu. Kapitalizmin içsel yasalarından kaynaklanan sorunların bugün üçüncü dünya savaşı noktasına ulaştığını, bu noktanın baş aşağı gidişte geri dönüşsüz bir süreci ortaya koyduğunu çoktandır yazılarımızda ifade ediyoruz. İşlerin, önümüzdeki uzun sayılmayacak zaman diliminde hangi boyutlara ulaşılabileceğini hep beraber yaşayıp göreceğiz. Fakat benzer boyutlarda sarsıntıların yaşandığı 20. yüzyılın ilk yarısında medeniyetin uçurumun eşiğine geldiğini hatırlatmalıyız. Yeri gelmişken bir ek yapmak, durumun vahametini ortaya koymak bakımından daha anlaşılır olacaktır. Hiçbir dönem kapitalistlerin elinde bugünkü düzeyde sofistike komuta, kontrol araçları ve dünyayı ortadan kaldırabilecek denli silah gücü olmamıştı; acı ama kapitalist egemenler şimdi bu olanaklara da bol bol sahipler. Egemenler buna paralel olarak, dün olduğu gibi bugün de milyar dolarlar harcayarak ürettikleri silahların düğmelerine basabilecek otoriter anlayışları ve faşistleri siyaset sahnesinde öne çıkartmakta, medya operasyonlarıyla parlatmakta, kitleleri bu otoriter, faşist liderlerin peşine takmakta ve bu vasıtayla düşmanlıkları körüklemektedirler. Bunda hiç tereddüt etmiyorlar ve etmeyecekler.
Meselenin Türkiye ayağındaki durum ise, çeşitli tarihsel nedenlerle günümüz dünyasındaki emsallerine göre çok daha kuralsız, şiddetli ve vahim yaşanmaktadır. Şaibeli referandum sonuçları ile devlet aygıtının iplerini daha yoğun bir biçimde elinde toplayan Erdoğan ve ekibi, medyada gerçekleştirdiği ele geçirme, boyun eğdirme operasyonlarıyla bu alanı da önemli ölçüde denetimine almış durumdadır. Televizyonlar, radyolar, ulusal ve yerel gazeteler ve çeşitli yayın merkezleri totaliter rejimin temel ideolojik saldırı aracı haline getirilmiştir. Böylece medya, esasen emekçileri egemenlerin çıkarları temelinde bölmek üzere kullanılan keskin bir baltaya dönüştürülmüştür.
Başta havuz medyası olmak üzere ulusal çapta yayın yapan önemli sayıda kuruluş, ele aldığı konular ve bunların içeriğini doldurma biçimiyle hâkim zihniyetin bir yansıması konumundadır. İster emperyalist savaş sürecinde bölgemizdeki çeşitli askeri ve siyasi manevralar olsun, ister Suriyeli göçmenler hususunda içe ya da dışa propagandif mesajlar yağdırmak olsun, ister Kürt halkının demokratik haklarının yok sayılması ya da işçilerin grevlerinin ve demokratik haklarının engellenmesi olsun, ister baskılara karşı üniversitelerden, aydınlardan yükselen itirazlar olsun, tüm bu konularda medya silahı ağır propaganda yöntemleriyle kullanılmakta ve gerçeklik tam anlamıyla tersyüz edilmektedir. Hakları için greve çıkmış olan işçinin kendisini televizyonda seyrederken, “Bu biz miyiz, neler yapmışız, kendime inanamıyorum. Bizi terörist gibi göstermişler” demesi medyanın nasıl işletildiğine dair çarpıcı bir örnektir.
Kitlelerin afyonu burjuva medya
Baştan her şeyin karşıtıyla var olduğunu söylemeliyiz; gün geceyle birlikte varken, iyi kötüyle birlikte vardır. Fakat gece gündüze doğru yol alırken, karanlıktan zifiri karanlığa daha zorlu süreçler de işliyor. Elbette bu durum siyasal alanda olduğu gibi medya alanında da karşılığını buluyor. Bir zamanlar medya alanında toplumsal yaşama ilişkin önemli teknik buluşlar, başarılar ve düzeyler elde edilmişti. Hatta bugün dahi az sayıda da olsa çeşitli başarılı işler çıkabiliyor. Fakat sermayenin yeni her tür imkânın üzerine çullandığı iletişim alanında etkili ve bağımsız çıkışların olanakları önceki dönemlere oranla son derece daralmıştır. Son yıllarda yaygınlaşan sosyal medya alanında ciddi bir trol ordusu ile faaliyet gösteren iktidar odakları, burada da kendi meşum amaçları için açıkları kapatmaya çalışmaktadırlar. Hülasa, burjuva odakların bir tahakküm aracına dönüştürmüş olduğu medya ve iletişim imkânları, burjuva kliklerin diğer her şeyden fazla kitleleri kendi çıkarları temelinde yönlendirebilmesine olanak sağlayan temel bir araç konumuna gelmiş bulunuyor.
Geçmiş yıllar içinde küresel kapitalizmin çeşitli ulusal çıkarlar temelinde sınırlar ve hegemonya alanları yaratmış olmasının yanı sıra, bugün egemenlerin zihinsel sınırlar yaratabilmesinin en önemli aracı medyadır. Çürüyen kapitalizm, beğenileri, davranış kalıpları, meselelere yaklaşımları bakımından ulusal sınırları aşarak global ölçekte benzer tepkileri verebilen ve medya yurttaşları diyebileceğimiz bir “tür” yaratmış durumda. Yani kapitalizm geniş kitlelerde bir yandan küresel yoksullaşmayı, düşük düzeyde aynılaşmayı gerçekleştirirken, buna paralel olarak fikirler/kanaatler alanında da geçmişte ulaşılan tarihsel noktanın çok gerisinde ve adeta gettolarında yaşamaktan memnun bir tek tipleşmeyi ortaya koymuştur. Hakikati kendi sınıf menfaatleri temelinde eğip bükmekte son derece mahir olan burjuva düşünce yontucuları, iktidar yandaşları, kariyer düşkünleri ve kanaat tasarımcıları uzun süredir medya alanında köşe başlarına yerleşmiş durumdalar. Öyle ki, tarihsel bakımdan önemli fikir akımları, siyasal duruşlar, sanat yapıtları veya bilimsel incelemeler ve bulgular, izleyici/seyirci konumuna itilmiş kitlelerin nazarında basit kulp takma yöntemleriyle bir anda değersizleştirilebiliyor, gözden düşürülebiliyor.
Küresel krizin dalgaları kabardıkça televizyonlar, sinema ve dizi filmler, spor programları, reality şovlar çok daha yoğun ve fütursuz işleyen, saçmalıklarla doldurulan bir fasit daireye dönüşmüştür. Bir anlamda 14. yüzyılda Kara Veba salgınının Avrupa’nın üçte bir nüfusunu ortadan kaldırması, Amerika’nın keşfi sonrasında çiçek, tifüs ve kızamık hastalığının yerli halkların büyük bir bölümünü yok etmesi gibi, günümüzde yeni türde bir salgın ile yüz yüze olduğumuzu söyleyebiliriz. Bir farkla, bu salgının kaynağında mikroplar, bakteriler veya virüsler yok. Bu salgın hastalıklar esasen insanların düşünme fonksiyonları, zihinsel yapısı üzerinde hasara neden olan, ektikleri kalıcı, bulaşıcı ve insanı kendi aklında esir alıp çürüten bir kokteyl musibettir. Semptomları ise, duyarsızlık, bencillik, tatminsizlik, kabalık, sorumsuzluk, duygusuzluk, şımarıklık ve geriliktir. Bu tip vahim özellikleriyle gurur duyabilen bu profilden insanlar toplumsal, siyasal konularda da son derece önyargılı ve saldırgan olabiliyorlar.
Kitlesel ölçekte yitirilmeye yüz tutmuş paylaşımcı toplumsal değerler ve bununla bağlantılı ahlak erozyonu, basit hayatta kalma kurallarından ötesine geçemeyen ve köreltilerek sisteme zincirlenmiş, bağımlı tipolojiler yaratmış durumda. Küçük topluluklarla sınırlı, kapalı devre alanlarda gerçekleştiğinde pek de önemsenmeyecek bu tip kimi bozulmalar, burjuva düzenin şirazeden çıktığı bu gibi dönemlerde maksatlı olarak organize edilmekte ve bu ruh hali burjuva medya marifetiyle geniş kitlelere enjekte edilmektedir. Bunun için gerekli söylem, görsel ve duygusal mühimmat ana akım burjuva medya tarafından üretilmekte ve taşınmaktadır. Bol efektli, patlamalı, silahlı-külahlı, cinsel vurguları kasıtlı biçimde abartılmış, saldırgan, ilkesiz, dini imgelerle kutsallaştırılmış, uçuk-kaçık konularla ve elbette bitip tükenmez tarih çukurundan bulunan konuların çarpıtılmasıyla gündemde tutulan, izletilen malzemenin ardında yatan gerçekler bunlardır.
İzleyicilerin çeşitli türden medya malzemeleriyle manipüle edilmesi, ya değinilen hususun içeriğinin saptırılması ya da içeriğin sıradanlıkla doldurulmasıyla mümkün olabiliyor. İzleyicinin sınırlı zamanına son derece konsantre halde enjekte edilen bu tip üretimler, görselliğin, sesin, müziğin ve en önemlisi yönetici kliklerin politik, fikrî mayınlarının izletilebilmesi sayesinde egemenlerin çıkarlarına hizmet edebilmektedir. Haber programları, sinema ve dizi filmler, popüler eğlence ve yarışma programları bir bütün olarak şaşırtmaya, kolayından ilginçlik algısı yaratmaya ve en önemlisi etken olamayan izleyicinin kısa sürede duygusal olarak tatmin edilmesine yönelik üretilmektedir. İşte bu durum, pasifleştirilmiş izleyicide gerçeklikten koparak haz merkezli bir bağımlılık yaratmaktadır. Bu yolla paralize olmuş emekçilerin çalışmaktan geriye kalan zamanlarının önemli bir bölümünü böylesi medya ürünleri doldurmaktadır. Değinilen konu ve içerik çoğu zaman taşıyıcı bir kapsül, gelişmemiş duygu ve düşüncelere hitap edilerek yaşatılacak haz ve bu dolayımla elde edilen birtakım kanaatler ise esastır. Dolayısıyla görüntü artık yalnızca görüntü, konuşma artık yalnızca konuşma, müzik artık yalnızca müzik değildir; tümünün bileşiminden ortaya yeni bir şey, egemenlerin işine yaramak üzere kurgulanmış ideolojik bir saldırı silahı çıkarılmıştır.
Zihinsel ve duygusal sınırlar üretmek
Uzun yıllardır çalışmalarında bu yazının da konusu olan önemli pek çok hususa değinen Elif Çağlı, kapitalizmin tarihsel sistem krizinin yansımaları olarak kitlelerin içine itildiği duruma söyle işaret ediyor: “Kapitalist güçler global ölçekte yaşanan çok yönlü kriz koşulları nedeniyle kitlelere gelecek konusunda hiçbir olumlu beklenti aşılayamıyorlar. Bu sorun derinleştiği ölçüde burjuva düzen tüm ideolojik araçlarını, görsel ve yazılı medyayı seferber ederek yapay gündemler ve sahte düşman temaları yaratmaya hız vermektedir. Egemenler yaydıkları çeşitli korku motifleriyle toplumu paralize ediyor, kitlelerin düşünce kapasitesini köreltiyor ve onları uyuşturmak için mistisizmi ve hurafelere inanmayı körüklüyorlar.” (Elif Çağlı, Sen Yolunda Yürü, 28 Haziran 2009)
Yoksul kitlelerin büyük bir bölümünün “sosyalleşmesi” ve çeşitli toplumsal meselelere ilişkin “bilgileri”, çerçevesi kasıtlı ve sistematik olarak bozulmuş bu tip medya ürünlerine dayanmaktadır. Birtakım efsaneler, mitler, haz ve tutarsızlık sağanağı halindeki kliplerin gündelik tüketime sunulması, ortalama ve örgütsüz insanın algısında derin bozulmalara neden olmaktadır. Sınıflar mücadelesinin, toplulukların ve kişilerin gerçek deneyimlerinden ortaya çıkan bilgi birikimi ve tecrübeler özellikle silikleştirilirken, tüketim ve düzen koruyucu odaklı burjuva medyada düzeysizlik, sıradanlık ve dolayısıyla kabalık hüner sayılmaktadır. Medyanın bu tip tutarsızlık seli halinde kurguladığı ürünler, örgütsüz yığınların düşünsel ve duygusal yapısında fena halde bozulmalar yaratmaktadır.
Günümüzde yaşananlara bir bakalım. Emperyalist savaş sürecinin hızlandığı coğrafyamızda gündemler, ittifaklar, düşmanlıklar, doğrular ve yalanlar hızla yer değiştiriyor. Geçen yüzyıl boyunca tecrübe edilen önemli toplumsal deneyimler, bugün yeniden yükselen emperyalist savaş cehenneminde birer birer toprağa gömülüyor. Sermaye düzeni sömürünün küresel devamı bakımından kendine alternatif olabilecek tüm olasılıkları devre dışı bırakmak için yapmadık hile, girmedik kılık, kullanmadık yöntem bırakmıyor.
Bugün bölgemizde derinleşen kaosun ve hegemonya savaşlarının tozu dumanı arasında, kitlelerin düşünce kargaşasına sürüklenmesindeki en önemli rolü medya operasyonlarının oynadığı açıktır. Dün doğru görülüp desteklenen bugün terörist ilan edilirken, ittifaklar hızla düşmanlıklara dönüşebiliyor ve bu gibi “tuhaf” durumlar medya marifetiyle kısa sürede “mantıklı” hale getirilebiliyor. Çeşitli nedenlerle birbirinden kopartılmış emekçi kitlelere aynı silahlardan (televizyonlar), benzer mühimmatlarla (filmler, diziler, haberler ve yorumlar) ateş edilip egemenlerin işine yarayacak sonuçlar alınabiliyor. Kitleler, müthiş bir unutkanlık ve kafa karışıklığı içinde dün söylenenlerin küçük bir kısmını dahi hatırlamıyorken, burjuva politikasının en çirkef manevralarına hızlıca eklemlenebiliyor. Egemenler kitleleri görüntü, ses ve yalan haber kasırgasıyla sersemletmekte ve bu yolla paralize edilen kitleler kendi burjuvalarının politikaları altında hizaya sokulmaktadır.
Bu gerçekler karşısında temel mesele, sorunları tüm açıklığı ile ortaya koymak ve bu durum karşısında yapılabilecekleri tespit etmektir. Çelişkilerin ağırlığı ve katmerlenen sorunlar işçi sınıfının devrimci mücadelesinde sorumluluk sahibi olanları asla yıldıramaz. Hüner tarihsel iyimserliği ve geleceğe ilişkin umudu asla kaybetmemekte, her koşul altında mücadeleyi yürütecek bilinci ve azmi diri tutmaktadır. İnsanlık bu mavi göğün altında nice badireler atlattı, nice acıları yaşadı. Fakat işçi sınıfı tüm zorluklara karşın yeniden ve yeniden ayağa kalkmayı her zaman bildi. Şimdi sıra bizim kuşağımızda, bakalım gelecekte bugünün mücadeleci unsurlarından nasıl söz edilecek?
link: Ulaş Yücel, Medya Çağının Salgın Hastalıkları, 16 Şubat 2018, https://marksist.net/node/6224
Bedreddin İsyanı ve Eşitlikçi Toplum Düşü
Madenlerin Özelleştirilmesinde Gerçek Niyetler