Komünistim,
Sevdayım tepeden tırnağa,
sevda: görmek, düşünmek, anlamak,
sevda: doğan çocuk, yürüyen aydınlık,
sevda: salıncak kurmak yıldızlara,
sevda: dökmek çeliği kan ter içinde.
Komünistim,
sevdayım tepeden tırnağa.
Bazen şiirler çok daha güzel anlatır sevgiyi, özlemi, değişimi, öfkeyi, kavgayı, mücadeleyi… Fakat herkesin harcı değildir, sınıf kavgasının içinden kıvamında şiirler çıkarmak. Pişmiş ekmekleri bölüşür gibi elden ele, dilden dile bölüşmek dizeleri, bu her şairin meziyeti değildir. İşçi sınıfına olan sevdasıyla, şiirlerinden buram buram tüten mücadele inancıyla bugün tam 116 yaşında olan Nâzım Hikmet işte bu meziyetle bezeli bir şairdir.
Nâzım’a böylesi şiirleri yazabilme tutkusunu veren, onun mücadele ile bütünleşmiş yaşamının kendisidir. Gençlik yıllarından ölümüne kadar güçlü kalemine sarılmış, yaşadığı zorlu koşullara rağmen fikirlerini nakış nakış işlemeye devam etmiştir. Nâzım inandığı değerleri büyük bir ustalıkla dizelere dökmekle yetinmemiş, romanlarıyla da bu topraklarda yaşanan gerçekleri içten ve gerçekçi bir şekilde işlemiştir. İşte bu nedenledir ki Nâzım, yaşadığı topraklarda karalanmış, yasaklanmış, tutuklanmış bir ozandır. Ne yazık ki Nâzım’ın eserlerinin bugün hâlâ sansür altında olduğuna tanıklık ediyoruz. Nâzım’ın ölmeden kısa bir süre önce kaleme aldığı “Romantika” romanının, Türkiye’de 50 yıldır sansürlü bir şekilde basıldığı ortaya çıktı. Türkçe ismi “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” olan roman, 1962 yılında yazılmış, ilk olarak “Romantika” adıyla 1963’te, Moskova’da bir roman dergisinde basılmıştır. Kitap olarak ayrı baskısı 29 Haziran 1964’te Moskova’da yapılmış, yine aynı yıl, 19 Eylülde Türkçe metni Bulgaristan’da Sofya’da yayımlanmıştır. Türkiye’de ilk baskı ise Gün Yayınları tarafından 1967’de İstanbul’da yapılmıştır. Bilindiği gibi Nâzım’ın eserlerinin telif hakkı önce Adam Yayınları, 2007 itibarıyla da Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından alındı. Değişen yayınevleri yıllarca Nâzım’ın eserleri üzerinde özenli bir çalışma yaptıklarını iddia ettiler. Hal böyleyken Nâzım’ın son romanının, 1967 yılından itibaren sansürlü bir şekilde yayınlandığı ortaya çıktı. Hatta YKY, Türkiye’deki basımlarla yetinmeyerek, İtalya, ABD, Yunanistan, Bulgaristan, Mısır, İsrail gibi ülkelerdeki yeni basımlar için sansürlü halini servis etmekten de imtina etmemiştir.
Oysa Romantika’nın, Rusya, Arjantin, Fransa, Almanya, Bulgaristan, Yunanistan, Portekiz, Lübnan gibi ülkelerde özgün haliyle yayınlandığı bilinmektedir. Birçok ülkede özgün biçimiyle yayınlanan romanın, olay örgüsünün geçtiği Türkiye’de bu zamana dek sansürlü bir şekilde yayınlanıyor olması içler acısıdır. Yıllarca anti-komünist yasalar çerçevesinde yasaklanan Nâzım eserlerinin, bir türlü aydınlığa çıkamaması aslında çok da şaşırtıcı değildir. Nitekim Nâzım’ın eserleri tarihe tanıklık etmekte, dolayısıyla ona sahip çıkar görünen Kemalistler ve liberaller için de “sakıncalı” yönler barındırmaktadır. Romanın içeriğine bakıldığında neden “sakıncalı” olduğu daha net kavranacaktır.
“Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”
Öncelikle Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim romanı Nâzım’ın hayatının son yıllarında yazılmış olması bakımından önemlidir. Bu roman Nâzım’ın şiirlerinde de hissettirdiği gibi onun ve çevresinin politik yaşanmışlıklarını yansıtmakta. Roman 1920’li yıllarda bir devrimci gencin hayatından başlayarak Türkiye sınıf hareketini anlatıyor. Türkiye tarihinin 1950’lere kadarki sürecinde, devrimci gençlerin her türlü baskıya, olumsuz koşullara rağmen verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Roman, Nâzım’ın “Benerci Kendini Niçin Öldürdü” şiirinde olduğu gibi tarih ve mekân olarak iç içe geçmiş kurgusuyla işleniyor. Böyle bir kurguyla Ekim Devrimi sonrası Moskova günlerinden, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinin politik atmosferinden kesitler aktarıyor ve o dönemlerin devrimci romantizmini yansıtıyor. Pek çok eleştirmene göre bu romandaki ana karakter olan “Ahmet” Nâzım’ın kendisini ve diğer karakterler de Nâzım’ın hayatında var olan gerçek kişileri temsil ediyor. Burada önemli olan nokta, romanın Ekim Devrimi, Ermeni soykırımı, Mustafa Suphilerin katli gibi üzeri örtülmeye çalışılan bazı gerçeklere de yer veriyor olmasıdır.
Romanda sansürlü yerler “[…]” işareti ile gösterilmiş. Bu işaret bir ya da birkaç cümleden oluşan “sakıncalı” kısımların atıldığını ifade ediyor. Bunun dışında da sözcük değişimi ya da eksik sözcükle ifade edilmiş kısımlar var. Sansürün ne tür cümlelere uygulandığını tahmin etmek zor olmasa da anlamak açısından örneklemek yerinde olacaktır.
Bilindiği gibi 1921 yılında TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ve Merkez Komite üyesi 14 yoldaşı, Kemalist burjuvazinin kirli tezgâhlarıyla Karadeniz’in karanlık sularında katledildiler. Romanda, Suphilerin katledilmesinde Mustafa Kemal’in doğrudan parmağı olduğuna işaret eden yerler çıkartılmış. Ermeni kırımının nasıl yaptırıldığına dikkat çeken ve komünizm propagandası yapılan kısımlar da çıkartılmış. Kitabın Rusça özgün baskısının tercümesiyle Bulgaristan’da yapılmış Türkçe baskısına göre[*], örneğin, en yüksek toplum düzeninin, komünizmin tasvir edildiği bir cümle çıkarılmış: “Irkların birbirine karışması, sınırsız, hükümetsiz, sınıfsız tek dünyanın üstünde tek ırktan, tek milletten, komünist ırkından ve milletinden insan.” Yine romandaki İsmail karakterinin “Biz dünya işçi sınıfı, yaratacağız insanlara sınıfsız, sınırsız, hür kardeş dünyasını” ifadesi yok sayılmış. Ekim Devriminin ve Bolşevik Partinin anlatıldığı bölümler atılmış. Kitaptaki karakterin Lenin’in cansız bedeni başında nöbet tuttuğunu anlattığı “Alnını, sarı ve inanılmayacak kadar geniş alnını. Yeryüzü yuvarlağı. Lenin sırt üstü yatıyor, ellerini göğsüne kavuşturmuş. Kızıl Bayrak nişanını gördüm. Yüksekçe bir yerde yatıyor Lenin, açık bir tabutun içinde, kırmızıların ve çiçeklerin arasında. Başucunda, iki yanda iki nöbetçi, ayak ucunda da öyle. Ben bir Orta Asyalıdan aldım nöbeti. Bana bir şeyler söyledi nöbeti teslim ederken. Karşılık vermedim. Elimde tüfek, duruyorum kımıldamadan Lenin’in başucunda. Krupskaya’yı görüyorum, Lenin’in alnını görüyorum” kısmı paragraf halinde çıkarılmış. Sansürlenen bir başka örnek, romanın bir bölümünde İsmail karakterinin söylediği marştır, şöyle okur İsmail:
Yoldaşlar zındanda,
Taş duvar dört bir yanda
Bizimle saflarda değiller.
Geldi kızıl gün, hazır olsun mavzer.
Gayen için koş kavgaya proleter.
Gayen için koş
kavgaya
proleter
Bu örneklerin sayısını çoğaltmak mümkün. Bunların dışında kızıl bayraktaki “kızıl” kelimesi, “sosyalist”, “komünist” kelimeleri sakıncalı görülmüş olacak ki çıkartılmış! TKP’nin yayın organı “Orak-Çekiç” sansürlenerek sadece “Gazete” olarak yazılmış. Devrimci karakterlerin, dönemin işkencecilerine öfkelerini ifade eden kelimeler, Kürt isyanını anlatan kısımlar çıkartılmış. Yani romanın özünü oluşturan, asıl anlatılmak istenen tüm gerçeklikler bilinçli bir şekilde gizlenmiş. Kısacası Nâzım’ın şiirlerinden, onun işçi sınıfına uzanan çiçekli dallarından o denli korkmuşlar ki, her dönemde onun eserlerini çiçeklerini kopartarak, budayarak kuru bir dal gibi önümüze koyuyorlar.
Nâzım’a sahip çıkmak
“Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” romanının son sayfasında Nâzım’ın yazdığı şiir bulunuyor; her zaman ve ısrarla tekrar ettiği gibi “KOMÜNİSTİM” diyor şiirde. Yazının en başında yer verdiğimiz şiirin sansürlü halinde “Komünistim” kelimesi “Emekçiyim” şeklinde değiştirilmiş. Başta da belirttiğimiz gibi Nâzım Hikmet sıradan bir şair değildir. Nâzım’ı Nâzım yapan gerçek güç, onun komünist yüreği ve eylemiyle bir bütün olmasıdır. Onun üzerine basa basa söylediği, yaşamı boyunca övündüğünü vurguladığı şey, yeni bir dünya kurma mücadelesi oldu. Nâzım yazdığı şiirlerle zaten başta Türkiye egemenleri olmak üzere, dünya burjuvazisini karşısına almıştı. Onun safı işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin safıydı. Nâzım’ın komünistliği unutturulmaya çalışıldığı için onun TKP üyesi bir şair olduğu gerçeği de arka raflarda tutulmaktadır. Stalinizm mengenesine sıkışmış TKP kadrolarına karşı “İşçi Muhalefeti” ile birlikte verdiği istisnai mücadele nedeniyle partisi tarafından ihanetle suçlanarak tasfiye edilen Nâzım sıradan bir parti üyesi de değildi. O işçi sınıfının enternasyonal mücadelesine her koşulda bağlıydı. Bir taraftan parti faaliyetleri yürütüyor, bir taraftan da dönemin tek partisi CHP’nin ceza tufanına göğüs germeye çalışıyordu. Neticesinde savunduğu fikirler ve bu fikirleri işçilere ulaştırmada kullandığı şiirleri nedeniyle uzun yıllar mahpusluk da çekecekti. Nice devrimciyi çürüten hapislere mahkûm edilen Nâzım, kendi deyimiyle, yüreği delinip batmadan, şarkısı tükenip bitmeden, cennetini kaybetmeden yattı 10 yılı aşkın. 50’sinde hasta bir şekilde hapisten çıktığında askere çağrıldı, “vatan haini” ilan edildi, vatandaşlıktan çıkarıldı, karalandı, yaşadığı topraklara hasret bırakıldı. En önemlisi de Nâzım’ın şiirleri kendi dilinde yasaklandı yıllar boyu. Onunla işçi sınıfı arasındaki bağ kopartılmaya çalışıldı. Fakat her ne kadar yasak olsa da onun şiirleri yeri geldi kuytularda, yeri geldi titrek bir mum ışığında, yeri geldi grev alanlarında, meydanlarda dilden dile okundu ve tercüman oldu çokça anlatılamayan duyguya. Gerçek sahiplerinin, işçilerin dilinde, yüreğinde yaşamaya devam etti.
Nâzım’ı ölümünden sonra sahiplenmeye çalışanlar çok oldu. Başta Kemalistler Nâzım’ı kendilerine mal etmeye çalıştılar. Onun Kemalizme karşı duruşunu örtbas etmek için uğraştılar. Onu Kemalizmin bir tür sol eklentisi gibi görmeye ve göstermeye çalışıp yapıtlarının üzerine üşüştüler. Şiirlerini yalan yanlış yorumladılar ve onun komünist kimliğini “ehlileştirerek”, onu “vatan şairi” olarak dillendirmekten geri durmadılar. Liberal burjuvazi de Nâzım’ı sahiplenmekten eksik kalmadı. Onun eserlerini ağızlarda sakız gibi çiğneterek gerçek anlamından uzaklaştırmaya, onu yalnızca “aşkları” ile gündeme getirmeye uğraştılar, “kartpostal şairi” dediler. Bugün de ne kadar ironik olsa da, hiçbir muhalif sese tahammül edemeyen Erdoğan bile “Ne güzel demiş Nâzım” diyerek onun şiirlerini fütursuzca okuyabiliyor. Tüm bunlar gösteriyor ki Nâzım’ın şiirleri, onun tarihsel kimliği ve önemi burjuvazinin kirli ellerine teslim edilemez.
Bugün Nâzım’ın eserlerinin telif hakkını elinde bulunduran Yapı Kredi Yayınları yani Koç Grubu, onun eserlerini piyasa malı olarak servis ediyor, Nâzım ismi üzerinden kazanç sağlıyor. Üstelik yazarın telif hakkı bahanesiyle, Nâzım’ın eserlerinin internet üzerinden dolaşımını engellemeye çalışıyor, her türlü dalavereyle onun eserlerini komünist kimliğinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Fakat işçi sınıfı ile onun şairi Nâzım Hikmet arasına çekilmek istenen duvarlar boşunadır. Zamanında yasaklar, hapishane duvarları nasıl engel olamamışsa, şimdi de sansür çabaları Nâzım’ın komünist kimliğine ve eserlerine sahip çıkmamızı engelleyemez. Onun eserlerinin mirasçısı devrimci işçi sınıfının ta kendisidir!
link: Başak Güler, Sansür Perdesinde Bir Sevdalı Komünist, 6 Ocak 2018, https://marksist.net/node/6147
Onuruna Sahip Çıkmak İçin Mücadeleye!
İşçi Sınıfının Gençleri, Mücadeleye!