AKP’nin “sağlıkta devrim yaptık” diyerek övündüğü “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nın yarattığı sorunlar artıyor. Yıllar geçtikçe halının altına süpürülen ve gözlerden gizlenen ama giderek biriken bu sorunlar acı meyvelerini vermeye başladı. AKP’nin hemen her seçimde yoksul emekçilerden destek görmesinde özellikle sağlık hizmetleri alanında attığı bazı olumlu adımların ve yarattığı algının büyük payı vardı. AKP sağlık sisteminin mevcut işleyişini değiştirdi. Geçmişe kıyasla sağlık kuruluşlarına ve hekime ulaşmayı kolaylaştıran bazı değişiklikleri ise devrim olarak sundu. Dışarıdan bakıldığında parlayan ama içten içe çürüdüğünden dışarıya pis kokular yayan sağlık sisteminin yaldızları zaman geçtikçe dökülmeye başladı. Hastanelerde kuyruklar arttı, insanlar özel hastanelerin insafına terk edildi. Sağlık çalışanları daha fazla rekabete sürüklenerek atomize edildi ve performans dayatmalarına maruz bırakıldı. Buna tepki gösterenlere baskılar arttı ve birçok sağlık çalışanı görevlerinden uydurma gerekçelerle atıldı ya da yıldırılarak istifa etmek zorunda bırakıldı. Özelleştirmenin, taşeronlaştırmanın arttığı, son zamanlarda uzun saatlerle çalışmanın hayatının baharında insanları intihara sürüklediği sağlık sistemi alarm veriyor.
Sağlık kurumlarının içine sürüklendiği darboğaz
12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri faşist darbeden sonra TC burjuvazisinin arzu ettiği gibi işçi sınıfının örgütlülüklerinin dağıtıldığı dikensiz gül bahçesi yaratılmıştı. Bu, Türkiye’de 1990’lara kadar sağlık alanında yeni yeni gelişmekte olan kapitalistlerin de önünü açtı. Sağlık hizmetinden sağlık pazarına dönüşüm sıçramalı bir seyir izledi. SSCB’nin çöktüğü, işçi sınıfının örgütlülüklerinin dağıtıldığı koşullarda burjuvazinin önünde onu tutan bir engel de kalmamıştı. Bakir, kârlı ve cazip bir yatırım alanı haline gelmekte olan sağlık hizmetleri alanı burjuva devletin de desteği ile oldukça hızlı bir şekilde büyüdü, büyütüldü. Sosyal devlet uygulamalarının da sürdürülmesine artık gerek yoktu. Mevcut kamu hizmetlerinin alanı daraltılmaya başlanırken, büyük bir kısmının biçimsel olarak varlığı devam etse de içi hızla boşaltılmaktaydı. Devlet hastaneleri, sağlık ocakları, SSK ve meslek hastanelerinin kasaları boşaltılıyor, malzeme alımı yapılmıyor, çalışan sayısı sınırlandırılıyordu.
Sağlık alanında yeni yeni büyümekte ve palazlanmakta olan özel hastane ve merkezlerin daha büyük kapitalist işletmelere dönüşmesi ve daha fazla kâr edebilmesi devletin kamu sağlığı alanından elini çekmesiyle mümkün olabilirdi. Böylece 1990’larda neo-liberal politikalarla hızlanan özelleştirme ve yeni kapitalistler yaratma sürecinin sağlık alanında çeşitli sonuçları oldu. Türkiye’deki sağlıkta ticarileşmenin önündeki engellerden biri de yoksul işçi ve emekçilerin hizmet aldığı kurum ve olanaklardı. Bu kurumlardan başta SSK hastaneleri olmak üzere tüm devlete bağlı hastaneler yokluğa mahkûm edildi. 1980 öncesinin yükselen işçi sınıfı mücadelesinin kazanımı olan meslek hastalıkları hastaneleri ve çeşitli hastalıklara ayrılmış özel dal hastanelerine yönelik kısıtlamalarla bu hastaneler de işlemez hale getirildi. Fiziksel olanakları daralan, el sabunu bile alamayan, hamam böceklerinin cirit attığı, çalışan sayısı kadro verilmeyerek kısıtlanan, bütçesi kısıtlanan bu sağlık kurumları hastalar için cehenneme çevrildi. Sağlık hizmeti verilen hastane binalarının sayısı az, üstelik oldukça yıpranmış, yaşlanmıştı. Kimisi yıkılma tehlikesi yaratacak kadar çürüktü ve altyapısının yarattığı sorunlar büyüyordu. Personel yetersizliği, malzeme sıkıntısı, en temel ilaç vb. ihtiyaçların karşılanamaması, korkunç bürokratik hantallıklar yeraltı sağlık pazarı oluşturmuştu. Hastane malzemeleri el altından fahiş fiyatlarla karaborsadan satılıyordu. Ameliyat bıçak parası üzerinden mafyatik pazarlıklar yapılır hale gelmişti. Aracılar, komisyon alanlar, para ile ameliyat sırası veya zamanı ayarlayanlar diye uzayan listeye, ilaç ve malzeme firmalarının entrika ve pazarlama hileleri, devlet ihalelerinin tanıdıklara peşkeş çekilmesi gibi sorunlar da ekleniyordu. İnsanlık dışı bir düzenek insan sağlığının istismarı üzerinden tam gaz işletiliyordu. Hele SSK hastanelerinin kuruluş amacından saptırılarak hasta mağdur etme merkezlerine dönüşmesi ise başlı başına ayrı bir sorundu. SSK hastanelerini işlemez hale getiren benzer kirli bir düzenek uzun yıllardır işletilmekteydi. Tüm bunlar aslında Türkiye’de burjuva devletin kontrolünün dışında gerçekleşen kötü olaylar ya da kötü insanların yarattıkları arızi sorunlar değildi. Doğrudan burjuva devlet aygıtının desteği veya önünü açması ile yaratılmış ve Türkiye’de sağlıkta kapitalist bir pazar oluşmasını teşvik etmek için kurulmuş çok yönlü işleyen bir mekanizmanın da parçasıydı. Amaç, sağlıkta özelleştirmenin yollarını döşemekti ve ilk etapta yapılan şey, insanları yıldırarak özel hastanelere gitmek zorunda bırakmaktı. Böylece binlerce insana özel hastanelerin yolu öğretildi. Her yol Kızılay’a çıkar misali her yol özel sağlık kuruluşlarına çıktı. En basit laboratuvar tahlilinden, özel sağlık girişimine her kapı kapitalist sağlık işletmelerine açıldı.
Sağlıkta “reform” programı neyin programı?
AKP, 2002 yılında iktidara geldikten sonra uzun yıllardır kronikleşmiş, milyonlarca insanı mağdur eden sorunları çözme iddiası ile sağlık alanında çeşitli uygulamaları devreye soktu. O yıllarda AB’ye giriş için Türkiye’nin önüne konulan şartlardan biri de sağlıktaki dönüşüm politikalarının hızla uygulamaya sokulmasıydı. Elbette buradaki dönüşümden kasıt sermayenin önündeki engellerin kaldırılmasını sağlayacak adımların atılmasıydı. AB kriterleri diye bilinen bu uygulamalar iktidarının ilk dönemlerinde AKP için de ciddi motivasyon kaynağı oldu. AKP’nin AB’ye girişteki aşırı istekli pozisyonu ve bu yolda söz verdiği demokratik dönüşümlere başlaması AB’nin Türkiye’yle müzakerelerde ardı ardına fasıllar açtırdığı bir dönemdi. Bir taraftan AB’nin basıncı, bir taraftan da kitle desteğine duyduğu ihtiyaç nedeniyle AKP toplumun büyük çoğunluğunu mağdur eden, kangrenleşmiş sağlık hizmeti alamama sorununu çözüyormuş gibi davrandı. Elbette gelecekte daha büyük sorunlar yaratma pahasına!
Dönemin Sağlık Bakanlığında kendisi de doktor olan Recep Akdağ’ın bulunduğu süre boyunca alınan kararlarla özel hastanelerin ücretlerine sınırlamalar getirildi. Acil hastalardan para alınması engellendi. Acil hastayı geri çeviren hastanelere yaptırımlar uygulandı. Yoğun bakım ünitelerinin kapıları ihtiyacı olan hastalara açıldı. Tüm hastanelerin boş yatak sayıları her gün merkezi olarak takibe alındı. Farklı sosyal güvenlik kurumlarına tahsis edilmiş hastane ve sağlık kuruluşları sosyal güvenlik sisteminin SGK altında birleştirilmesiyle her hastaya hizmet verir hale getirildi. SSK hastanelerinin kapısında geceden sabaha kuyruklarda bekleyen insanlara gidemedikleri hastanelerin (PTT, öğretmenler, demiryolları vb.) kapıları açıldı. Çeşitli meslek gruplarında çalışan işçilerin daha nitelikli hizmet alabildiği hastanelerin kapısı herkese açıldığında SSK’lı hastalar daha iyi hizmet alsa da sorunlar sadece ertelenmiş oldu. Bazı hastanelerin binaları AKP’li müteahhitlere yeniden yaptırıldı. Ama çoğu durumda görüntüyü kurtaran makyaj kabilinden düzeltmelerle mevcut sorunlar çözülmedi. Yeni yapılmış bir eğitim araştırma hastanesinin çalışanlarına deprem eğitimi verilirken işçilerden biri, “bu bina yeni yapıldı, depreme dayanıklıdır değil mi?” diye sorunca hastanenin afet eğitim sorumlusu “bu binanın yangın hortumunun uzunluğu olması gereken standart uzunluğun yarısı kadar. Depreme ne kadar dayanıklı olabileceğine siz karar verin” diyerek cevaplıyordu.
2002’den 2009’a kadar sürdürülen bu “reform” döneminde AKP için maksat hâsıl olduktan sonra başka bir dönüşüm başladı. Önce iktidar eliyle özel hastanelerin palazlanması için çok ciddi bir devlet desteği sağlanırken, bir süre öncesine kadar hasta mağduriyetlerine neden olan ücret sınırlamasından hasta kabul koşullarına kadar yasal engel ve müdahaleler kaldırıldığı gibi önleri de pervasızca açıldı. Bir süre sonra da kamu sağlık kurumlarını geçmişten daha büyük bir bürokratik yozlaşma sürecine sokan müdahaleler arka arkaya sökün etti. Buna paralel olarak 2011 yılında çıkarılan “Sağlık Bakanlığının Teşkilat Yapısı”nı düzenleyen 663 sayılı KHK ile Kamu Hastaneler Birlikleri kuruldu ve Sağlık Bakanlığının sadece denetleyici ve düzenleyici olarak tanımlandığı yeni bir uygulamaya geçildi. Bu uygulama aslında devlete bağlı sağlık kurumlarını kamu hizmet kurumu olmaktan çıkarıp bir kapitalist işletme mantığı ile yönetmek anlamına geliyordu. Devlete bağlı tüm sağlık kurumları artık bir kapitalist işletme gibi çalışacaktı ve başlarında da CEO’lar olacaktı. Yeni kadrolaşmaların, öncekinden daha kötü bir bürokratikleşmenin önünü açan bu uygulamalarla geçmişe rahmet okutacak birçok sorun yeniden sökün etti.
Sürdürüldüğü altı yıl boyunca çok ciddi sorunlara yol açmış olmasına rağmen bu uygulamayı “sağlıkta devrim” diye sunan iktidar, geçtiğimiz haftalarda çıkartılan yeni bir KHK ile bu sefer de bu uygulamaya son verdi. Alınan karara göre Kamu Hastane Birlikleri bu yıl bitmeden kapatılacak.
Sağlık emekçileri umutsuzluğa sürükleniyor
Kamu Hastane Birlikleri uygulaması ile birlikte kapitalist kâr mantığıyla hareket eden sağlık kurumlarında performansa dayalı ödeme sistemine geçilmişti. Özellikle doktorlar için daha çok hasta muayene etmek, daha çok tetkik istemek, daha çok ilaç yazmak, daha fazla ameliyat yapmak daha fazla performans ve daha fazla döner sermaye payı almak anlamına geliyordu. Tüm sağlık çalışanları üzerinde ciddi bir baskı aracı haline gelen sistem özellikle doktorlar arasında rekabeti körüklediği gibi, diğer sağlık çalışanlarının da bu performansa dayalı döner sermaye adlı ücretlendirmeden pay alabilmesi için korkunç tempolarda çalışmaya zorlanmasının yolunu açtı. Örneğin İstanbul’un kalabalık ilçelerinden birinde çalışan bir kadın-doğum doğum uzmanı, normal şartlarda bir hastaya 15 dakika zaman ayırması gerektiğini fakat sistemin kendilerine 3 dakikada bir hasta atadığını söylüyor. Bazen 36 saat çalıştıklarını, ertesi gün sabah sekizde hastanede olmak zorunda bırakıldıklarını belirtiyor. İş yoğunluğundan dolayı kendisine ayıracak zamanının kalmadığını, depresif bir ruh halinde olduğunu, fiziksel olarak da çok yıprandığını dile getiriyor.[*]
Sağlık Bakanlığına bağlı tüm sağlık kurumlarında özellikle eğitim ve araştırma hastaneleri başta olmak üzere hastanelerde çalışma koşulları iktidara yakın kadrolar ve yöneticiler hariç tüm sağlık çalışanları için dayanılmayacak derecede ağırlaşmış durumdadır. Yatan hasta servislerinde gün aşırı ve günün 24 saatinde nöbet tutulmaktadır. Tıp fakültesini bitirip uzmanlığı için ihtisas yapmakta olan asistanlar hoca ve klinik şeflerinin baskıları karşısında çaresiz kalmaktadır. Sağlık çalışanları kişisel hijyenlerini bile sağlayamayacak kadar yoğun ve sık nöbetler karşısında ruhsal çöküntü içerisindedir. Taşeronda çalışan temizlik işçileri, güvencesizlikten, ağır çalışma koşullarından ve hemen hepsini derinden etkileyen büyük uçurumlara dönüşmüş ücret eşitsizliğinden muzdariptir.
Gerekli örgütlülük koşullarından yoksun sağlık çalışanlarının içine sürüklendiği bu durum 15 Temmuz olaylarının ardından çok daha ağırlaştı. Gülen cemaatine bağlı olandan sempati duyana, dershanesine çocuğunu göndereninden bankasına para yatıranına kadar yüzlerce insan hastanelerde birlikte çalıştığı insanların yanından “terörist” denilerek alındı. Çalışanlar hakkında ciddi bir fişleme çalışması yapıldı. Ağır hasta durumunda olan sağlık çalışanları, hastalandıklarında, yıllarca emek verdikleri hastanelerden bile sağlık raporu alamaz hale getirildi. Baskı, tehdit ve görevden atmalar çoğaldıkça insanlık dışı koşullarda hizmet vermeye çalışan sağlık emekçileri daha fazla köşeye sıkıştı. Öfke, aşırı yorgunluk, çaresizlik, gelecekten umutsuzluk, tükenmişlik hissi örgütsüzlük koşullarında daha da derinleşiyor.
Çok yakın zamanda arka arkaya üç genç sağlık çalışanının arkalarında bu trajik durumun kanıtlarını bırakarak intihar etmesi, sorunun ne kadar vahim hale geldiğinin de en açık göstergelerinden biriydi. Üç farklı ilde, ikisi doktor, biri daha tıp öğrencisi üç insan, ağır çalışma koşullarının da yarattığı umutsuzluğu anlattıkları veda notları bırakarak hayatlarına son verdiler. Bu intiharlar sonrasında bir süreliğine de olsa sağlık çalışanlarının çalışma koşulları ve sistemin çürümüşlüğü gündeme geldi. Ancak hemen arkasından açıklama yapan Sağlık Bakanının bol duygusal ajitasyon içeren konuşması dışında dişe dokunur bir gelişme yaşanmadı. AKP’nin sağlık çalışanlarının mücadelesini denetim altında tutmak için desteklediği sendika görünümlü Memur-Sen aracılığıyla yürüttüğü sözde görüşmeden çıkacak kararlarla da sorunların çözülmeyeceği ortada.
Sabırla örgütlenilmeli
Bugün sağlık hizmeti Türkiye’de hiç olmadığı kadar paralı ve pahalı hale gelmiş durumdadır. Özel hastanelerin hastalardan aldığı ek ödemelerin önündeki engeller kaldırılarak kapitalistlerin önü açılmıştır. SGK’lı hastalar için ödenen bedeller iki katın üzerinde arttırılmıştır. Muayene için ödenen bedel zamanla artmaya devam ediyor. Önce küçük görünen bedellerle başlayan “katkı payı” adı altında emekçilerden alınan paralar giderek büyüyor ve çeşitleniyor. Muayene ücreti, reçetelerden ilaç sayısı oranında alınan paralar, maaşından yapılan kesintiler vs. asgari ücretle yaşamaya çalışan milyonlarca işçi için büyük bir yük oluşturmaktadır.
AKP kendisinin getirdiği olumlu uygulamaları öne çıkararak ve kendisinden önceki sıkıntı ve sorunları abartarak ciddi bir algı çalışması yapmaktadır. İktidarın televizyon, internet ve sosyal medya üzerinden sistemli bir şekilde yürüttüğü propaganda çalışması çok boyutludur. 6 bin civarında olduğu yazılıp çizilen internet trolü aracılığıyla her tür yalan ve demagojik haberi hızlı ve ulaşılabilir bir biçimde cep telefonlarıyla en ücra köşelere kadar sokan bu algı yaratma çalışması şimdiye kadar oldukça iş görmüştür. Sorunların, sıkıntıların duyurulduğu site ve sosyal medya haberleri hızla sansüre uğramakta, engellenmektedir. Hatta ısmarlama haberler yapılarak sorgulayamayan kitlelerin kafası karıştırılmaktadır. İktidar, içeride ve dışarıda artmakta olan ekonomik ve siyasi gerilimlerin kendisine karşı dönmeye başladığı koşullarda mevcudiyetini tek adam rejimini kurumsallaşarak sürdürmeye çalışmaktadır ve tüm bunlar da onun bir parçasıdır.
AKP on beş yıllık iktidarı boyunca izlediği politikalarla işçi sınıfına ciddi saldırılarda bulundu. Sağlık emekçileri de işçi sınıfının önemli bir parçası olarak bu saldırılardan payına düşeni aldı. Şimdilerde binlerce sağlık çalışanını şehir hastaneleri denilen dev binalarda bir araya getirmeye hazırlanan iktidar daha kapsamlı saldırıların planını yapmaktadır. AKP’ye ve onun hizmetkârı olduğu kapitalist sisteme karşı mücadele “sağlık” açısından da kaçınılmaz hale gelmiştir. Sağlık emekçilerinin, umutsuzluğun, çaresizliğin çıkmaz sokaklarında kaybolmak yerine, güçlü bir mücadele yürütmelerini sağlayacak örgütlenme çalışmalarına odaklanmaları onların tek kurtuluş yoludur.
link: Derya Çınar, Sağlık Sistemi Alarm Veriyor, 1 Aralık 2017, https://marksist.net/node/6089
Gülmen ve Özakça Davasında Beraat, Hapis Cezası, Tahliye!
Mücadelenin Halkası Olalım