Sınıflar üretimde kök salmışlardır. Sınıflar, emeğin toplumsal örgütlenme sürecinde gerekli bir rolü yerine getiriyorlarsa yaşamlarını sürdürebilirler. Daha uzun mevcudiyetleri için gerekli koşullar üretici güçlerin büyümesiyle, yani ekonominin daha da gelişmesiyle çelişki içine girdiğinde, ayaklarının altındaki toprağı yitirmeye başlarlar. Yaşadığımız dönemde burjuvazinin kendisini içinde bulduğu durum da böylesi bir durumdur.
Fakat bu hiç de, hayati köklerini yitirmiş ve asalak haline gelmiş bir sınıfın, bu sebep yüzünden ani bir ölüme mahkûm olduğu anlamına gelmez. Ekonomi sınıf egemenliğinin temellerini atarken, ayrıcalıklı sınıflar kendilerini politik-devlet aygıtları ve organları vasıtasıyla, yani ordu, polis, parti, mahkeme, basın vs. ile iktidarda tutarlar. Hakim sınıf, ekonomik temele ilişkin bir “üst-yapı”yı ifade eden bu organların yardımıyla, toplumsal gelişmenin önünde doğrudan bir fren haline geldikten sonra bile iktidarını yıllarca ve on yıllarca devam ettirebilir. Böyle bir durum çok uzun sürerse, miladını doldurmuş bir hakim sınıf, üzerinde hüküm sürdüğü ülkeler ve halkları da kendisiyle birlikte dibe çekebilir.
Böylece devrimin zorunluluğu ortaya çıkar. Hayati köklerini ekonomik gelişmenin içinden alan yeni sınıf –proletarya– burjuvaziyi devirmeli, iktidarı onun ellerinden çekip almalı ve devlet aygıtını toplumun ekonomik reorganizasyonunun bir aracına dönüştürmelidir.
Burjuvazi, Dünya Savaşı öncesinde dahi asalak ve anti-sosyal bir sınıf haline gelmişti. Burjuva egemenliği ile ekonominin daha ileri bir gelişimi ve hatta muhafazası arasındaki uyumsuzluk, savaş sırasında çok büyük bir ölçekte açığa vuruldu. Dahası, savaş, yalnızca uyumsuzluğu açığa çıkarmakla kalmadı, onu son noktasına kadar yoğunlaştırarak aşırı ölçüde kuvvetlendirdi de. Savaş, burjuva toplumun ekonomik temellerini paramparça etti. Aynı zamanda savaş burjuva egemenliğinin politik organlarını son derece örgütsüzleştirdi, zayıflattı, gözden düşürdü ve felce uğrattı: devleti, orduyu, polisi, parlamentoyu, basını ve diğerlerini. Savaş sonrası sürecin ilk başlarında, burjuvazi aşırı bir yönelimsizlik durumundaydı; hesap günü korkusu ile doluydu; egemenliğinin eski yöntem ve usullerine güvenini kaybetmişti, endişeyle toprağı eşeliyordu, kararsızlığını koruyordu ve ödün vermeye hazır durumdaydı. Burjuvazi için en kritik yılda, 1919 yılında, Avrupa proletaryası, başında, net ileri hedefler koyan ve bu hedeflerin peşine düşme yeteneğinde olan gerçek bir devrimci örgüte, yani güçlü bir Komünist Partiye sahip olsaydı, şüphesiz asgari kurbanla devlet iktidarını fethedebilirdi. Fakat böyle bir parti yoktu. Tam tersine, savaş sonrasında kendisi için yeni yaşam koşulları fethetmeye çalışmak ve burjuva toplumuna karşı bir saldırıya geçmekte işçi sınıfı, sırtını, tüm çabalarını hem bilinçli hem de içgüdüsel olarak aslen kapitalist toplumun korunmasına yönelten II. Enternasyonal’in işçi sendikalarına ve partilerine dayamak zorunda kalmıştı.
Bu Sosyal-demokratik kalkanı kullanarak burjuvazi, soluklanma zamanının olası en iyi avantajını yakalayabilmiştir. İçinde bulunduğu panikten kurtulmuş, devlet organlarını istikrara kavuşturmuş, onları karşı-devrimci silahlı çeteler ile desteklemiş ve gözdağı, rüşvet, provokasyon, ayrımcılık ve bölücülük aracılığıyla iş gören ve açık devrimci harekete karşı mücadelede uzman olan politikacıları tek tek seçmeye başlamıştır. Bu uzmanların temel görevi, proleter öncünün yalıtılmış bölümü ile bir dizi çarpışmaya girişmek, onların kanını emmek ve işçi sınıfının başarı olasılığına olan inancının altını kazımaktır.
Ekonomik restorasyon alanında, burjuvazi savaştan bu yana geçen üç yıl boyunca önemli hiçbir şey başaramadı. Tam tersine ancak bugün, savaşın ekonomik sonuçları, kapitalist tarihte eşi görülmemiş bir kriz biçiminde, tüm yönleriyle gözler önüne serilmektedir. Böylece bu noktada, egemenliğin politik koşullarının son tahlilde ekonomik koşullara bağlı olmasına rağmen, hiç de bu ekonomik koşullara paralel gitmediğini ve ondan otomatik olarak kaynaklanmadığını gösteren bir örnekle karşı karşıyayız. Üretim ve dolaşım alanında dünya kapitalist aygıtı bugün –1919’daki durumun bugünküyle karşılaştırıldığında refahın zirvesi olarak görülebildiği– böylesi bir tam örgütsüzlük durumuna düşmüşken, politika alanında, burjuvazi bu aralık zarfında kendi egemenliğinin organları ve araçlarını çok büyük bir ölçüde güçlendirmeyi başarmıştır. Burjuvazinin liderleri, açıkça önlerinde duran ekonomik uçurumu çok iyi görüyorlar. Ancak hazırlıklılar ve sonuna kadar savaşacaklar. Mevcut duruma politik stratejilerine göre yaklaşıyorlar. Özellikle Almanya’da bir seri yalıtık kanlı bozgunla güçsüz düşürmeye çalışarak, soğukkanlılıkla ve hesaplı bir şekilde proletaryanın her hareketini izliyorlar.
Son üç yıl boyunca işçiler çok mücadele ettiler ve birçok kurban verdiler. Fakat iktidarı kazanamadılar. Sonuç olarak işçi kitleleri 1919-20’de olduklarından daha ihtiyatlı hale geldiler. Bir dizi kendiliğinden ve yarı-kendiliğinden saldırı boyunca, işçiler, her seferinde giderek daha iyi örgütlenen bir direnişe karşı koşa koşa gittiler ve geri savruldular. Onlar, başarının öngereğinin sağlam bir liderlik olduğunu, birilerinin hesap ve plan yapmayı bilmesi gerektiğini ve devrimci bir stratejinin gerekli olduğunu anladılar ve hissettiler. Eğer işçi kitleler bugün artık devrimci sloganlara 1918-19’da olduğu gibi doğrudan cevap vermiyorlarsa, bu onların daha az devrimci olmalarından değil, daha az toy ve çok daha titiz olmalarından dolayıdır. Zaferin örgütsel garantisini istiyorlar. Onlara belirleyici kavgalarda önderlik edebilme yeteneğindeki bir parti, ancak, her koşul ve şart altında, yalnızca kavgaya hazır oluşunu yani cesaretini değil, aynı zamanda kitlelere mücadelede önderlik edebilme yeteneğini, saldırı ya da geri çekilme durumunda manevra kapasitesini, durum aleyhte olduğu zaman kitleleri ateş hattının dışına çekebilme hünerini, tüm güçleri ve araçları bir öldürücü darbe için birleştirebilme ve bu yolla sistematik olarak kitleler üzerindeki etkisini kuvvetlendirme yeteneğini pratik içinde ortaya koyabilen bir partidir. Komünist Enternasyonal’in partilerinin şu ana dek bu göreve gereken önemi göstermedikleri su götürmez bir gerçektir. Çeşitli Komünist Partilerdeki iç krizlerin ve taktik hataların ana kaynağı işte buradadır.
Proletarya devriminin –sadece kapitalist ekonominin gerilemeye devam edişi olgusundan çıkartılan– saf mekanik kavranışı, bazı yoldaşlarının temelden yanlış teoriler yorumlamalarına yol açtı: Proletaryanın “evrensel pasiflik duvarını” kendi kahramanlığıyla parçalayan bir ilk itilimci azınlık yanlış teorisi. “Yeni bir savaş yöntemi” olarak, proleter öncü tarafından yönetilen kesintisiz saldırılar yanlış teorisi; silahlı ayaklanma yöntemleri uygulayarak yürütülen kısmi savaşlar yanlış teorisi vs. gibi şeyler. Bu eğilime en açık örnek Viyana gazetesi Communism’dir. Bu tür taktik teorilerin Marksizmle hiçbir ortak yanı olmadığı tamamen açıktır. Bunları pratikte uygulamak, doğrudan burjuvazinin askeri-politik liderlerinin ve onların stratejilerinin avuçları içinde oynamak anlamına gelecektir.
Şüphesiz bu maceracı yöntemler ve teoriler, işçi hareketi içinde doğrudan bütünleyeni oldukları reformist ve merkezci eğilimlere bir tepki olarak yükselmektedir. Fakat reformist ve merkezci eğilimler esasen bir dış güç ve açık bir düşmana dönüşüyorken, maceracı ve öznel eğilimler –ağırlığının gözardı edilmesi tamamen bağışlanmaz olan– başlıca iç tehlikeyi temsil etmektedir. Herzen’in koyduğu biçimiyle devrimci öznelciliğin sorunu; gebeliğin ikinci ya da beşinci ayını dokuzuncu ayıyla karıştırmasındadır. Henüz hiç kimse zarar görmeksizin böyle bir şey yapmadı.
Üçüncü Kongre burjuva egemenliğin ekonomik temellerinin daha da çok parçalandığını vurguladı. Ancak aynı zamanda, proletaryanın kesintisiz bir saldırısı sayesinde burjuvazinin ölümünün otomatikman bu parçalanmışlıktan kaynaklanacağı şeklindeki her türden toy kavrayışa karşı da ileri işçileri kuvvetle uyarmıştır. Burjuvazinin kendini koruma sınıf içgüdüsü, daha önce asla bugün olduğu gibi böylesi çok çeşitli saldırı ve savunma yöntemleriyle silahlanmamıştı. İşçi sınıfının zaferinin ekonomik önkoşulları hazırdır. Bu zaferin başarıya ulaşmaması ve dahası bu zaferin az ya da çok yakın bir gelecekte gelmemesi durumunda, tüm uygarlık gerileme ve yozlaşma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Fakat bu zafer ancak savaşların ustalıkla yürütülmesiyle ve hepsinden önemlisi, öncelikle işçi sınıfının çoğunluğunun kazanılmasıyla elde edilebilir. Üçüncü Kongrenin temel dersi budur.
12 Haziran 1921
Çeviri Tarihi: Şubat 1995
link: Lev Troçki, Üçüncü Kongrenin Temel Dersi, 13 Haziran 1921, https://marksist.net/node/593
27 Mart iş bırakma eylemi
Rus Komünist Partisi On İkinci Kongresinin Görevleri