5 Nisan 1923
[Parça]
Yoldaşlar, şimdi özellikle Ukrayna için önemli bir soruna gelmek zorundayım: Ulusal sorun. Bu sorunu yükseltme inisiyatifinin Vladimir İliç’te olduğunu zaten belirtmiştim. Hastalığının arifesinde, aynı köylü sorununda olduğu gibi bu sorunda da ciddi hatalar işlenmiş olabileceğinden korkarak, alarm zillerini çaldı. Ve, Lugansk bölgesi konferansı hakkındaki raporu okuduğumda böyle hatalar yapma olasılığını şiddetle hissettim. Raporda şöyle diyordu: “Yoldaş Rakovsky ulusal sorun üzerine bir rapor hazırladı, ama bu rapor bizi hazırlıksız yakaladı ve hiç tartışma olmadı.”
Sanıyorum yine aynı raporda, ya da başka birinde (Kommunist’te ya da Proletary’de) birçok yoldaşın ulusal sorunun neden yeniden su yüzüne çıkarıldığını anlamadıklarını belirten ifadeye rastladım. Bildikleri kadarıyla bu sorunun “halledildiğini” düşünüyorlardı. Aynı ruh haliyle, yalnızca Ukrayna’da değil, kuzeyde, Büyük Rusya’da, özellikle Moskova’da da karşılaştığımı belirtmeliyim. Buralarda da bazı yoldaşlar, nasıl olup da şu anda tüm ulusların eşit olduğu işçilerin ve köylülerin Sovyet devletinin varoluşunun altıncı yılında ulusal sorunu aniden kongrenin gündemine yerleştirdiğimizi anlamamışlardı. Ne de olsa bunu çok önce “hallet”memiş miydik? Ukrayna bağımsızdı, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan bağımsız cumhuriyetlerdi vs., vs.. Buralarda daha ne yapılacaktı ki?
Elbette, yoldaşlar ulusal sorun bizim temel amacımız değildir; bizim amacımız komünizmdir. Üzerinde durduğumuz temel, ulusal sorun değil toplumsal sorundur. Ama öyleyse köylü ekonomisi de bizim amacımız değildir; amacımız merkezileşmiş sosyalist ekonomi, yüksek teknik, vb.dir. Ne var ki köylü ekonomisi bir olgudur; bir program ya da amaç değildir, ama öyle bir olgu ki, milyonlarca, on milyonlarca, yüz milyonlarca dekarı, çiftliği ve insanı ilgilendiriyor; ve bu temel olguya karşı dikkatsiz bir tavır tüm programımızı tepe taklak eder. Ulusal sorun da aynıdır. Bu iki sorun –köylü sorunu ve ulusal sorun– birbirlerine çok yakındır. Bunlar genel olarak aynı çağın ifadesidirler.
Biz tabii ki ulusal köleliğin, eşitsizliğin vb. ortadan kaldırılacağını ilân ettik. Tabii ki her ulusun kendi işlerini kendi bildiği gibi halletme hakkını, devletten ayrılma hakkı da dahil olmak üzere –doğal olarak, her ne kadar biz bu hakkın üzerine devrimci öz-savunma görevini koyuyorsak da– ilân ettik. Herhangi bir ulusal grup nerede olursa olsun kendi kaderini işçi sınıfıyla değil, işçi sınıfına karşı mücadele etmek için emperyalizmle bağlarsa, sınıf savaşımı yasası aynı Menşevik Gürcistan’a ilişkin durumda olduğu gibi tüm diğer yasalardan daha önde gelir; fakat devrimci savunma görevi yerine getirildiğinde, ilgili ulusun köylüleri, küçük-burjuvazisi ve geri işçilerine şunu söyleriz: Yoldaşlar, bizim ulusal meselelerde sizinle hiçbir farkımız olmayacak.
Biz size yalnızca kimi zaman uygunsuzca ifade edildiği gibi “izin” vermekle kalmayacağız; hayır, size ulusal anlamda sorunlarınızı halletmeniz için en iyi ve en doyurucu şekilde yardım edeceğiz. Size, kendi dilinizle insan kültürünün en yüksek kazanımlarına katılmanız için yardım edeceğiz; çünkü bu, meselenin özüdür. Köylü, özellikle de acımasızca ezilegelen küçük bir ulusa üye geri köylü aciz olduğu için, bizim “her şeyi kendi bildiğiniz gibi düzenleyin” şeklindeki duyurumuz yetmez. Yardıma muhtaçtır ve bir işçi ve köylü devleti olsa bile ona, onun ulusal özgürlüklerine, diline, geriliğine duyarsız bir devlet makinesini üzerinde gördüğünde, kendisini iki kat aciz hisseder.
Egemen parti ve devlet aygıtının dil konusunda halk kitlesine yabancılaşması çok tehlikeli türden bir yabancılaşmadır. Bir halkın günlük konuşması, yani ulusal dili gibi bir politik “bağlantı”ya karşı yüzeysel bir tavra sahip olunamaz. Bu sorun tüm Birliğimiz için ve on kat da Ukrayna için önemlidir. Yoldaş Rakovsky’nin Donets bölgesi konferansına gönderdiği mektupta bana özellikle önemli görünen bir düşünceye rastladım: Kendisi köylü sorunuyla ulusal sorunu birleştirmektedir. Eğer proletarya ve köylülük arasında bir kopma olacaksa, eğer burjuvazi politik temsilcileri Sosyalist Devrimciler ve Menşeviklerin –ya da daha kararlı ve azimli olan diğerlerinin– şahsında köylülüğün önderliğini almayı başaracaksa, bu, Yoldaş Lenin’in kısa zaman önce yazdığı gibi, bir iç savaş, proletaryanın Batı’daki zaferine kadar tüm bu hat boyunca bir iç savaş anlamına gelecektir; ve şunu eklemeliyiz ki bu iç savaşın sonucu bizim için şüphelidir.
Fakat yoldaşlar, eğer proletarya ile köylülük arasında bir yanlış anlama tehlikeliyse, bu, köylülük bir milliyete sahip olmadığında, ki geçmişte egemen milliyet monarşist Rusya’ydı, yani köylülük, ister Ukraynalı ister Azerbaycanlı isterse Ermeni olsun, egemen aygıtla her zaman, yalnızca diğer bir sınıfın kendi üzerindeki iktidarını değil, ulusal baskının iktidarını da gören bir köylülük olduğunda, yüz kat daha tehlikelidir; öyle ki, savunmacı milliyetçilik, köylülüğü kendi ulusal burjuvazisinin yanında yer almaya götürmüştür.
Partinin, yalnızca eser miktarda köylüyle birlikte, çoğunlukla şehirli işçilerden ve genel olarak şehirli insanlardan oluştuğu ve şehirli işçilerin önemli bölümünün Ukrayna asıllı olmadığı ve partinin ulusal bileşiminin Ukrayna Sovyet aygıtı üzerinde şüphe götürmez ölçüde belirleyici bir etkisinin olduğu Ukrayna’da –Yoldaş Rakovsky’nin mektubuna geliyorum– bu koşullar altında halihazırda, bir tehlike değilse bile, görmezden gelinemeyecek ve çözmek için çaba harcamak zorunda olduğumuz ciddi, potansiyel bir sorun vardır. Yalnızca köylü pazarıyla ekonomik bir bağ ve proletaryayla köylülük arasında genel bir bağ gerekmiyor, aynı zamanda dil sorunu, okul ve kültür sorunları üzerinde de çok ciddi bir şekilde düşünmek zorundasınız.
Köylüler arasındaki güvensizliğe gelince yoldaşlar, eğer şu ya da bu temelde yükselecek olursa –ki bu olabilir ve olacaktır, çünkü çatışmalar kaçınılmazdır– bu güvensizlik milliyetçi bir ideoloji rengini aldığında yüz kat daha tehlikeli olacaktır. Milliyetçi ideoloji çok büyük öneme sahip bir faktördür. Milliyetçi psikoloji kimi durumlarda devrimci, kimi durumlarda karşı-devrimci olan patlayıcı bir güçtür; ama her iki durumda da devasa patlayıcı bir güç. Bu dinamitin, sözde “ulusal” çıkarları için proletaryayı hareketlendirdiği savaşlar boyunca burjuvazi tarafından nasıl kullanıldığını hatırlayın. Bu, bize karşı şeytani bir deneydi ve başarılı oldu. Burjuvazi emperyalist amaçlar için milliyetçiliğin patlayıcı gücünü kullanabileceğini bizzat gösterdi.
Ama Doğu’da, Hindistan’da, Çin’de, yüz milyonlar emperyalizme karşı yönelmiş ulusal bir hareket içinde ayağa kalktılar. Doğu’nun ulusal mücadelesi, devasa patlayıcı bir güç ve muazzam bir çarpana sahip devrimci bir dinamiktir. Avrupa proletaryasının görevi bizzat bu gücü kullanabileceğini göstermektir. Bizim ülkemizde, yoldaşlar, inşa faaliyetimiz sırasında ulusal faktör potansiyel bir güçtür ve şu ya da bu yöne yönlendirilebileceği açığa çıkmaktadır. Eğer köylülüğe yaklaşmayı, köylüyü, onun psikolojisini, dilini incelemeyi beceremezsek onu ikinci bir Petlyura[2] hareketine sürükleyebiliriz ve ikinci bir Petlyura hareketi birincisinden çok daha organik, çok daha şiddetli ve tehlikeli olacaktır.
Bu ikinci Petlyura hareketi kültürel bir planla silahlanmış –okullarda, kooperatiflerde, yaşamın her alanında– olacak ve Ukrayna köylüsünün her şikayeti ulusal çarpanla çarpılacak ve bu Petlyura’nın eşkıyalığından çok daha tehlikeli olacaktır. Ama eğer Ukrayna köylüsü, Komünist Partinin ve Sovyet iktidarının onunla ulusal sorun alanında tam bir duyarlıkla ve anlayışla ilgilendiğini ve ona “biz size verebileceğimiz her şeyi vereceğiz, size yardım etmek istiyoruz geri kalmış kardeşimiz, sizin kendinizi ayağa kaldırabileceğiniz tüm köprüleri, tüm adımları sizinle birlikte inşa etmek istiyoruz, yeteneğimizin en son noktasına kadar sizin çabalarınıza karşılık vermek ve insanlık kültürünün yararına sizin kendi anadilinizi kullanmanıza yardım etmek istiyoruz. Tüm devlet kurumlarında, demiryollarında, posta hizmetlerinde sizi kendi dilinizde anlamak ve sizinle kendi dilinizle konuşmak zorundalar, çünkü bu sizin devletinizdir” dediğini hisseder ve görürse, o zaman köylü böyle bir yaklaşımı kavrayacak ve takdir edecektir. Ona yoksul olduğumuzdan dolayı iyi donanımlı, üç katlı okullar veremesek bile, çocukların anne ve babaları tarafından anlaşılan dilde okuyup yazmayı öğrenebilecekleri okullar sağlamak zorundayız. Eğer yapmazsak köylülük her türlü huzursuzluğunu ulusal çarpanla çarpacaktır ve bu da Sovyet rejimini tasfiye etmekle tehdit edecektir. Tek bir ekonomik ya da kültürel sorunu çözmediğimiz gibi, ulusal sorunu da çözmediğimizin farkına varmak zorundayız. Biz yalnızca, ulusal sorunu çözmek için devrimci öncülleri yarattık. Çarlığın halklar ve uluslar hapishanesini yerle bir ettik. Fakat bu ulusal eşitliği ilan etmemiz için yeterli değildir, ezilen insanlara pratikte –ki son derece güvensizler– onlarla birlikte olduğumuzu, onlar için bulunduğumuzu ve onların ulusal çıkarlarına genel sözlerle değil, gerçekte, fiilen hizmet ettiğimizi göstermemiz gerekiyor.
Halk, “fazla olması az olmasından iyidir” der. Dikkat ve sağduyu fazlalığının hiçbir zararı olmaz, ama ulusal sorunun olduğu yerde bunun azlığının parti için şiddetli sonuçları olur. Bu nedenle ulusal sorunu kongre gündemine yerleştirdik. Tüm sorunlarda olduğu gibi bu sorunu da, yalnızca ilke düzeyinde değil aynı zamanda bütünüyle somut bir şekilde sosyalist inşanın verili aşamasına uygulayarak ortaya koyduk.
Ulusal istemlere devlet yapısı içinde nasıl örgütlü bir ifade verebiliriz? Bu soruna karşı federasyonun tavrı kesin değildi. Son birkaç yıl boyunca bu meselede tamamıyla söz konusu aşamanın fazla sürmeyeceği kanısını taşıyorduk ve aynı Çar Petro’nun zamanında Eski İnananlar’ın “ne diye sağlam yapılmış evler istiyoruz ki, biz İsa’nın gelişini bekliyoruz” demeleri gibi, biz de, bir dereceye kadar sanki devrimin çok hızlı bir gelişimini bekleyerek, kendimizi uzun inşa faaliyetiyle meşgul etmeye istekli değildik.
Sonra NEP geldi ve ardından anlaşıldı ki NEP çok uzun süreli bir işti; ve kendimize dedik ki, taş evler olmasa bile –onlardan çok ilerideyiz!– en azından daha sürekli, hatta yalnızca geçici bir yerleşim biçimine geçmek zorundayız, ve ulusal soruna ilişkin şimdiki devlet örgütlenmemiz bu dikkatliliğimizin ifade edilişidir. Biz işe Sovyet Cumhuriyetleri Birliğini oluşturmakla başladık ve onu oluşturduğumuzda, çeşitli ulusların özgül çıkarlarına ve istemlerine doğru bir şekilde yanıt verebileceğimiz bir örgütsel aygıtı sağlamamış olduğumuzu fark ettik. Buradan, başlangıçta birçok yoldaşı şoka uğratan özel bir Sovyet uluslar kamarası düşüncesine vardık.
Kabul etmeliyim ki başlangıçta bundan pek hoşlanmamıştım. “İkinci kamara” ifadesi devlet hukukuna ilişkin eski ders kitaplarını hatırlatan havasıyla çok sevimsiz görünüyordu. Fakat sorun hiç de bu değildi. Sorun, ulusal soruna sistematik, örgütlü ve planlı bir şekilde yaklaşmanın gerekliliğiydi. Burada, Merkez Denetleme Komisyonuyla belli bir benzerlik söz konusudur. Merkez Denetleme Komisyonu nedir? Şüphesiz bir iksir değildir ve tüm problemleri çözebilecek bir organ oluşturduğumuzu ileri sürmemiz saçma olur. Hayır, ama bu çok daha doğru ve sistematik bir şekilde, devlet aygıtımız, parti ve işçi sınıfı içinde neler yapıldığını kontrol eden ve böylelikle problemlere doğru bir çözüm olanağını kolaylaştıran yeni bir organdır.
Peki uluslar kamarası nedir? Her ulusal fikrin nerede zarar verdiğine ve özel bir ulusal grubun şu ya da bu tedbire nasıl tepki göstereceğine vs. ilişkin daha sistemli ve planlı olarak ağız yoklamak için kurulmuş özel bir organdır. Ulusal politikada genel liderlik tabii ki bütünüyle partimizin elindedir. Ama parti tüm bu problemleri kendi kafasından parti düşüncesinin dahili egzersizinin biricik yöntemiyle çözemez; parti somut görevler ve koşullarla örgütlü ilişkiye ihtiyaç duyar. Eski problemleri çözmek için, ulusal sorunda da, yeni, daha karmaşık, daha gelişmiş organlara ve daha sistemli ve planlı yöntemlere ihtiyaç duyar.
link: Lev Troçki, Rus Komünist Partisi On İkinci Kongresinin Görevleri, 5 Nisan 1923, https://marksist.net/node/1371