İspanya’da, 2015 Aralığında yapılan genel seçimler sonucunda hükümet kurulamaması nedeniyle 26 Haziranda bir kez daha seçime gidildi. Aralık ayında yapılan seçimlerde hiçbir parti tek başına hükümet kurma çoğunluğuna erişememiş, koalisyon görüşmeleri sonuç vermemiş ve burjuva siyaset arenasında bir kilitlenme durumu ortaya çıkmıştı. 350 milletvekilinin bulunduğu parlamentoya en fazla milletvekilini sokmak üzere yarışıldığı bu seçimlerde, ana partilerin oy ve milletvekili dağılımı şöyle gerçekleşmişti:
Halk Partisi (PP) %28,7 oy, 123 milletvekilliği
Sosyalist Parti (PSOE) %22 oy, 90 milletvekilliği
Podemos %24,5 oy, 71 milletvekiliği
Ciudadanos %14 oy, 40 milletvekilliği
İspanya’da ekonomik krizin, işsizliğin, yoksullaşmanın önemli bir halk tepkisine dönüştüğü bir süreçte yapılan bu seçimlerde dikkat çeken iki olgudan biri, ilk kez seçime katılan Podemos’un (Yapabiliriz) oylarının İspanyol düzen solunun en güçlü partisi olan Sosyalist Parti’nin önüne geçmeyi başarmasıydı. İspanya’da parlamenter demokrasi tarihinde ilk kez görülen bu olguyu kuşkusuz Podemos’un başarı hanesine yazmak gerekiyor. Ne var ki, bu yeni sol partinin büyük bir atılım yapacağı ve hatta iktidar koltuğuna oturacağı yönündeki beklentiler gerçeğe dönüşemedi. İkincisi ise, merkez sağ bir parti olarak yeni örgütlenen Ciudadanos’un (Yurttaşlar) çıkışıydı. Bu çıkış, iktidardaki sağcı Halk Partisi’nin oy oranının düşmesine ve tek başına iktidar olanağını kaybetmesine yol açtı.
Aralık seçimleri, İspanya’da Franco diktatörlüğünün son bulup parlamenter demokrasinin kurulduğu 1970’li yılların sonlarından bu yana PP ve PSOE’nin dönüşümlü iktidarının damgasını bastığı iki partili siyasi tabloyu altüst etmişti. Aylarca devam eden koalisyon görüşmelerinden hiçbir sonuç alınamamış ve İspanya ciddi bir siyasi krizle başbaşa kalarak yeniden seçime gitmek zorunda kalmıştı. Bu süreçte PP, tıpkı Türkiye’de AKP’nin yaptığı gibi, halkı istikrarsızlıkla, ekonomik krizle, kaosla korkutarak ve Podemos’u bunun sorumlusu ilan ederek oyunu arttırmaya çalıştı. Fakat 26 Haziranda yapılan seçimlerden çıkan sonuçlar, bir önceki seçimin ürünü olan tabloda büyük değişiklikler yaratmadı.
Tatil, umutsuzluk, bıkkınlık gibi faktörler nedeniyle katılım oranının düştüğü bu seçimlerde, bu düşüş esas olarak Podemos’u vurdu. Podemos, Aralıktaki seçimlerden farklı olarak Haziran seçimlerine Birleşik Sol (KP’nin temel ağırlığını oluşturduğu, içinde birkaç küçük sol parti ve örgütün de bulunduğu bir sol blok) ile ittifak yaparak girdi. Ne var ki, seçime birkaç hafta kala açıklanan ve Unidos Podemos (Birlikte Yapabiliriz) adıyla ortaya çıkan bu ittifak, beklenenin aksine oy patlaması yaratamadığı gibi bu seçimlerden yaklaşık 1 milyon daha az oyla çıktı. Bununla birlikte parlamentodaki sandalye sayısını korumayı başardı. PSOE ise oy oranını yaklaşık bir puan arttırmasına rağmen 120 bin oy ve 5 milletvekili kaybetti. Seçimlerin galibi olan PP’ye bakıldığında ise bu partinin 1,3 milyon oy artışıyla bir önceki seçimlerden 14 milletvekili fazla çıkarmasına rağmen tek başına hükümet kurma çoğunluğuna ulaşamadığı görülüyor.
Oy tablosundan da görüldüğü üzere İspanya Aralık seçimlerinin benzeri bir tabloyla karşı karşıya ve siyasi kriz aynı şekilde devam ediyor. PP’nin hükümet kurabilmesi ve güvenoyu alabilmesi için ya PSOE ile koalisyona gitmesi ya da Ciudadanos’la koalisyona gidip, her biri 2 ilâ 9 milletvekiliyle parlamentoya giren dört Katalan ve Bask partisinin birinin ya da birkaçının desteğini alması gerekiyor. Ancak PP, ayrılıkçı oldukları gerekçesiyle bu partilerle ittifaka yanaşmıyor. İki Katalan partisinden biri sağda (CDC, 8 milletvekili) diğeri solda (ERC, 9 milletvekili) yer alıyor. İki Bask partisi de aynı şekilde biri sağda (PNV, 5 milletvekili) biri solda (Bildu, 2 milletvekili) olmak üzere parlamentoda toplam 7 milletvekiliyle temsil ediliyor.
Keza PSOE’nin Podemos’la koalisyona gitmesi durumunda da bu küçük partilerin desteğine ihtiyaç var ve PSOE de “ayrılıkçı”larla ittifak yapmak istemiyor. Podemos ise sol yelpazede yer alan Katalan ve Bask partilerinin de bu koalisyonda yer alması gerektiğini savunuyor.
İster sol isterse sağ bir koalisyon hükümeti kurulsun, gerek AB gerekse İspanyol burjuvazisi müstakbel hükümete önceden milyarlarca dolarlık kesinti paketini dayatmış durumda. AB’nin bastırdığı, Halk Partisi’ninse seçimlerin geçmesini bekleyerek ertelediği bu program kamuda 8 milyar avroya yakın bir kesintiyi öngörüyor. PP başkanlığında kurulacak bir sağ koalisyon hükümetinin ilk işi bu saldırı programını hayata geçirmek olacak. Bu da işçi ve emekçiler için daha da derinleşen bir yıkım anlamına gelecek. Bu durumda PP’ye duyulan tepkinin kısa sürede artması kaçınılmaz olacaktır.
Söz konusu koalisyonun Halk Partisi ile Sosyalist Parti tarafından kurulması (büyük koalisyon) halinde ise kesintiler belki bir parça daha uzun bir sürece yayılacak ama eninde sonunda yapılacaktır. Bu ise PP’yle birlikte Sosyalist Parti’nin de büyüyen öfkeden nasibini almasına yol açacaktır. Sonuç her iki halde de krizdir ve o durumda bundan en büyük faydayı Podemos’un sağlaması kuvvetli bir olasılıktır. Kuşkusuz PSOE de bunu bilmektedir ve PP’yle koalisyona gidip gitmemesinde bu belirleyici olacaktır. Ne var ki siyasi krizin bir an önce son bulmasını isteyen burjuvazi “büyük koalisyon” yönünde bastırmaktadır ve düzenin bekçilerinden biri olan PSOE sistemin bekası için bu ölümcül adımı atmayı kaçınılmaz bulabilir.
Görünen o ki, İspanya’da bir koalisyon hükümeti kurulsa bile, gerek ekonomik gerekse siyasi açıdan sallantılı bir zemin üzerinde inşa edilecek böylesi bir hükümetin ömrü pek de uzun olmayacak ve burjuva kutuplaşmaya paralel olarak siyasi kriz de derinleşerek sürecek.
Bu krizi derinleştirecek bir diğer faktörse Katalonya’da bağımsızlık eğiliminin giderek daha büyük bir güç kazanmasıdır. Gerek Brexit’in yarattığı “ayrılık”çı atmosfer gerekse İspanya’daki siyasi kriz durumu ayrılıkçı eğilimleri güçlendirmiştir. Bu eğilimin yükselişi aslında sadece İspanya’nın değil, AB’nin de parçalanması yönündeki dinamiklerin giderek güç kazanmasının bir ifadesidir.
Aslında İspanya’da da, tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik-siyasi-toplumsal kriz ve istikrarsızlıkla uyumlu gelişmeler yaşanıyor. Britanya’da yapılan referandumda AB’den ayrılma kararının çıkmasıyla iyice belirginleşen Avrupa Birliği’nin çatırdama süreci de bu tablonun bir parçasını oluşturuyor, Fransa’daki saldırı yasası ve işçi sınıfının buna karşı aylardır kararlılıkla direnmesi de, İspanya’da dikiş tutmayan burjuva parlamentarizmi de, Türkiye’de binbir dümenle iktidarını koruyan AKP’nin faşizme doğru yol alması da. Kolayca öngörülemeyen siyasi ve toplumsal gelişmeler, devrimci patlamalar, geri çekilmeler, karşı-devrimci süreçler bu tablonun karakteristik özelliğini teşkil ediyor. Yaşanan kriz emekçi kitlelerin hoşnutsuzluk düzeyini oldukça yukarı çekmesine rağmen, burjuva sağın ve solun tahakkümünü kıracak devrimci bir önderliğin bulunmaması, tüm çıkışların düzen sınırları içerisinde kalmasına yol açıyor ve bu faktör istikrarsızlık durumunun uzun süreli olmasında başat rol oynuyor.
Bu noktada, kendisine çokça umut bağlanan Podemos tipik bir örnek teşkil ediyor. Podemos lideri Iglesias seçim kampanyasını esasen PSOE tabanını yanına çekmek üzere “yeni bir sosyal demokrasi” söylemi üzerine oturtmuştur. Kitleselleşme kaygısıyla ve “halk anlamıyor, uzak duruyor, tepki gösteriyor” bahanesiyle en temel ve yerleşik sol kavramları ve argümanları kullanmaktan uzak duran bu reformist parti, burjuvaziye yaranmak için de belirgin bir çaba içine girmiştir. Daha iktidara gelmeden politik programını daha da ılımlılaştırmak için, “dış borçların ödenmemesi”, “65 olan emeklilik yaşının 60’a çekilmesi”, “kâr eden şirketlerin işçi atmasının yasaklanması” türünden taleplerini yeni programında ılımlılaştıran ya da tümüyle çıkaran Podemos, iktidara gelirse sermaye düzeni için hiçbir tehdit oluşturmayacağını egemen sınıfa göstermek için elinden geleni yapmıştır.[*] Tutarlı bir sosyalist programa dayanmak yerine nabza göre şerbet vermek üzere kimi zaman “anavatan”dan, “kanun ve düzen”den, kimi zamansa işçi sınıfının geleneklerinden dem vuran, eklektik, inandırıcılıktan uzak bir seçim kampanyası yürüten Podemos, nihayetinde daha “ılımlı sol” seçmen kitlesinden ek oy alamadığı gibi, aksine daha radikal olan bir kesimi de kaybetmiştir. Açık ki, İspanya işçi sınıfının ve emekçilerinin kurtuluşunun yolu, kapitalizmin reforme edilmesi boş uğraşından değil onun yıkılmasından geçiyor.
[*] İlkay Meriç, Yanılsamalar ve Düş Kırıklıkları: Sıra Podemos’ta, 1 Ağustos 2015, marksist.com
link: İlkay Meriç, İspanya’da Siyasi Kriz Devam Ediyor, 8 Temmuz 2016, https://marksist.net/node/5186
ABD’de Polis Terörü ve Artan Siyah Öfke
Barış Karanfilleri Ankara Katliamının 9. Ayında Anıldı