Kapitalizmin bitmek tükenmek bilmez saldırılarına maruz kalan emekçi kitlelerin uzun süredir biriktirdiği öfke, oluşturduğu tepki dalgaları ile sonunda Britanya siyasetinin kıyılarını da dövmeye başladı. Dünya çapında mayalanan öfke, Avrupa’da Yunanistan ve İspanya’dan sonra şimdi Britanya’da da siyasal etkiler doğurmaya başladı. İşçi Partisinin 32 yıldır milletvekili olan müzmin muhalif, sosyalist Corbyn “sürpriz” biçimde partinin lideri seçildi.
Corbyn’in İşçi Partisi liderliğine seçilmesi, dünyadaki anti-kapitalist hissiyatlı çeşitli hareketlerin Britanya’daki politik yansımasını ifade ediyor. Ancak bu gelişme diğerlerine göre çok daha etkili ilerleme dinamiklerini kendi içinde barındırıyor. Çünkü Britanya dünya kapitalist sisteminde tuttuğu yer itibarıyla kuşkusuz diğerlerinden daha önemli bir ülke ve İşçi Partisi diğer ülkelerdeki örneklere benzemez biçimde işçi sınıfı ile organik, kuvvetli, aynı zamanda tarihsel bağları olan bir örgüt. Bu yüzden Corbyn’ın seçilmesi hem sosyalistlerin hem de burjuva siyasetçilerin cephesinde ciddi etkiler yarattı ve bu etkiler uzun dönemde de varlığını güçlü biçimlerde koruyacak gibi görünüyor.
Lenin vaktiyle Britanya İşçi Partisini burjuva işçi partisi olarak adlandırmıştı. Yani işçi sınıfı içerisinde örgütlenmiş ama burjuvazinin çıkarına olan politikaları hayata geçiren, burjuva ideolojisinin hâkimiyeti altında bir parti. Bazı dönemlerde liderliğine sosyalist görüşleri dile getiren farklı liderler gelse de, tarihi boyunca bu niteliğinin gereğini her zaman yerine getirmiş bir parti. Bu parti uzun zamandır bir burjuva işçi partisi olmaktan da çıkıp burjuva bir sol parti haline geldiyse de, halen işçi sendikalarının etkili olduğu, işçi sınıfının geleneksel olarak desteklediği bir örgüt durumundadır. İşçi Partisi neoliberal saldırıların yükseldiği 80’li yıllardan bu yana, Thatcher’ın işçi sınıfına dönük saldırgan politikaları karşısında duramayarak, klasik reformist çizgisinden bile ayrılmış ve “üçüncü yol” diye tanımlanan daha geri bir siyasi çizgiyi savunmuştu. Bu anlayış dünyadaki başka reformist partileri de kendisine doğru çekmişti. Corbyn’i liderliğe getiren süreç gösteriyor ki bu dönem artık kapanmak üzeredir.
Corbyn’in mevcut görüşleriyle lider seçilmesi başlangıçta pek ihtimal dahilinde görülmemesine rağmen, onu destekleyen kesimlerdeki büyük enerji, önündeki engelleri bir bir aşmasını sağlamıştır. Parti liderliği seçiminde aday gösterilmesi için gereken 35 milletvekilinin imzasını başvurunun bitimine dakikalar kala kerhen verilen imzalarla tamamlamasına karşın, özellikle genç işçiler ve bazı sendikalarla yaptığı çalışmalar onu rakipleri karşısında ezici bir zafere taşımıştır.
Corbyn seçimlerde oy kullanan üç kesim (parti üyeleri, partiye bağlı sendika üyelerinden oluşan destekçiler ve 3 pound ödeyerek “parti destekçisi” sıfatını kazananlar) içinde de büyük farklarla kazanmıştır. 251 bini aşkın oyla tüm oyların yüzde 60’ını alan Corbyn, parti üyelerinin %49,5’inin, partiye bağlı çoğu sendika üyesi olan destekçilerin % 57,6’sının ve 3 pound ödeyerek oy kullanabilen destekçilerin %83,8’inin (ki bunların çoğu genç aktivistlerdir) oyu ile tüm rakiplerinin toplamından fazla oyla seçilmiştir. Diğer adaylardan Andy Burnham’ın oy oranı yüzde 19, Yvette Cooper yüzde 17 ve Liz Kendall yüzde 4,5’te kalmıştır. Tony Blair dahil partinin tüm ağır topları aleyhine çalıştığı halde, ve belki biraz da bunun sayesinde, Corbyn partinin lideri olmuştur. Partiyi sosyalist köklerine döndürme vaadiyle destekçilerine seslenen Corbyn’e Britanya’nın en güçlü sendikası UNITE, kamu işçileri arasında örgütlü olan UNISON ve iletişim sektöründe örgütlü CWU sendikaları da destek verdi.
Herkes için adalet, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkelerine yaslanan söylemleriyle seçimlere giren Corbyn, görüldüğü gibi tabandan etkili bir destek ile İşçi Partisinin lideri oldu. Onun seçilmesinin hemen ardından Blair başta olmak üzere partinin ileri gelenleri ve milletvekillerinin çoğu bu durumdan kaygı duyduklarını ifade eden sözler sarfettiler. Muhafazakar Partili Başbakan Cameron ise daha ileri giderek, Twitter’a “İşçi Partisi artık ulusal güvenliğimize, ekonomik güvenliğimize ve sizin ailenizin güvenliğine bir tehdittir” diye yazdı. Corbyn’in seçilmesi neyi ifade ediyordu ki, bu efendiler kendilerini bir süre bile tutamayacak kadar acilen böyle feveran ediyorlardı?
Corbyn ne yapmayı vaat ediyor?
Corbyn’in ortaya koyduğu program temel olarak birtakım demokratik, ekonomik ve sosyal iyileştirmeleri esas alıyor. Corbyn katılımcı, eşitlikçi ve adil bir sosyal-ekonomik düzenin tesis edilmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için de ekonomik alanda, vergi düzenlemelerinin yapılmasından, “az kazanandan az, çok kazanandan çok” vergi alınarak adaletin sağlanmasından, toplanamayan vergilerin tahsil edilmesinden söz ediyor.
Kurulacak bir ulusal kalkınma bankası aracılığı ile yeni iş olanakları yaratılmasına dönük çalışmalar yapılmasından bahsediyor. Yine bu bankanın fonları ile, demiryolu ve enerji sektörleri başta olmak üzere Thatcher dönemlerinde özelleştirilen bazı kurumların yeniden kamulaştırılması gerektiğini savunuyor. Özelleştirilmeye çalışılan sağlık sisteminin tamamen ücretsiz hale getirilmesi gerektiğini söylüyor. En başta da kemer sıkma politikalarının son bulacağını vaat ediyor. “Sıfır saat” adı verilen geçici iş sözleşmesi sisteminin ortadan kaldırılacağını söylüyor. Londra’da artan kiraların denetim altına alınacağını belirtiyor.
Yani altı üstü kapitalizmin bir önceki evrede gelişmiş ülkelerde uyguladığı “sosyal devlet” programına benzer istemleri yerine getireceğini iddia ediyor. Bir de bunlara savunma harcamalarının azaltılması, nükleer denizaltıların yenilenmesi projesinin iptal edilmesi, NATO operasyonlarına katılımdan vazgeçilmesi gibi askeri alandaki tercihlerini ekliyor.
Ancak sistem artık bunu bile kaldıramıyor. Bu yüzden İşçi Partisinin ekabirlerinden Muhafazakar Partiye kadar geniş bir burjuva kesim alarm zillerini çalma ihtiyacı hissediyor. Örneğin Başbakan Cameron, Britanya için ekonominin de ulusal güvenliğin de tehdit altında olduğunu söyleyerek bu politikaları desteklemeye yönelecek emekçileri korkutmaya çalışıyor. Buradan bakıldığında Corbyn’in seçilmesinin bu denli yankı yapması bile, aslında kapitalizmin ne denli gericileştiğinin bir göstergesi. Kriz ve emperyalist savaş konjonktürünün derinleştiği bir dönemde, kapitalistlerin reformcu burjuva anlayışlara dahi tahammülü yok.
Blair gibiler ve pek çok burjuva yorumcu, İşçi Partisinin seçim programında yer alan, yukarıdakilere göre oldukça zayıf sosyal taleplerin karşılık bulmadığını iddia ederek, geçen Mayısta yapılan seçimlerde alınan yenilgiyi hatırlatıyor ve kitlelerin bu istemlere oy vermediğini söylüyorlar. Böylelikle daha şimdiden Corbyn ve destekçilerini baskı altına almaya çalışıyorlar. Oysa söz konusu taleplerin oy alamamasının sebebi tam da seçim programının sosyal talepler yönünden zayıf olması ve yönetici kadroların bunları yerine getirmek için bile güven vermemesidir.
Çünkü son yıllarda Britanya’da, emekçi kesimler içinde kapitalist saldırılara karşı bir tepkinin büyüdüğünü gösteren pek çok işaret vardır. 2011 yılından bu yana işçi sınıfını ve gençliği içine alan önemli mücadeleler yaşanmıştır. 2011’de, kamu sektörü çalışanlarının gerçekleştirdiği iki genel grev, göçmen siyahların Londra’da başlayıp diğer şehirlere sirayet eden isyanı, ABD’deki “Wall Street’i İşgal Et” hareketinin yansıması olarak ortaya çıkan “Londra’yı İşgal Et” gibi hareketler ve sağlık sisteminin özelleştirilmesine karşı yürütülen kampanyalar bunlardan bazılarıdır. Aralarında eğitim, itfaiye, kamu daireleri, yargı, sınır güvenliği, sağlık ve ulaşım çalışanlarının olduğu 1 milyondan fazla kamu işçisinin geçen yıl Temmuz ayında, ücretlerinden yapılan kesintilerin durdurulması ve ücretlerinin yükseltilmesi talepleriyle 24 saatlik greve çıkması, ardından ücretlerin arttırılması için TUC’un (İşçi Sendikaları Kongresi) çağrısı ile geçen yılın Ekim ayında yapılan ve 90 bin işçinin yürüyüşü ile sonlandırılan grev ve bu yıl 20 Haziranda Kemer Sıkmaya Karşı Halk Meclisi tarafından düzenlenen 250 bin kişilik büyük eylem de işçi sınıfında büyüyen tepkilerin somut göstergeleridir.
İşte seçerek saydığımız bu göstergelerin beslediği atmosferde toplumsal muhalefet bugünkü ifadesini, İşçi Partisi içinde bu istikamette davranan Corbyn’i liderliğe getiren harekette bulmuştur. Bu yüzden Corbyn’in kimliğinden ve niteliklerinden bağımsız olarak onun seçilmesinin esas anlamını, kapitalist saldırıların uzun dönemde emekçi kitlelerde biriktirdiği hoşnutsuzluğun dışavurumunda aramak gerekir. Corbyn’in seçilmesi genel toplumsal tablodaki değişim belirtilerinin yeni ve önemli bir halkasıdır. Kapitalizmin yarattığı yıkımlar, dünyanın başka bölgelerinde olduğu gibi, kapitalist metropollerde de işçi sınıfının mücadeleye atılmasına yol açmaktadır. Bu durum bundan sonraki mücadelelerin de karakterini belirleyecek temel unsurdur.
Corbyn liderliği işçi sınıfına ne verebilir, komünistler ne yapmalı?
Corbyn seçilir seçilmez burjuva düzenin etkili sözcüleri tarafından baskı altına alınmaya başladı ve bu baskı giderek artacak gibi görünüyor. İşçi Partisi zaten muhalefette ve bir erken seçim söz konusu olmazsa uzunca bir süre de vaat edilen bu politikaları hayata geçirme şansı yok. Zaten Corbyn kendi partisinin parlamento grubuna da şu anda hâkim değil. 230 İşçi Partisi milletvekilinden 210’u ona muhalif pozisyonda. Bu yüzden gölge kabineyi bile kendi ile aynı görüşlere sahip milletvekilleriyle oluşturamıyor. Meselâ Corbyn Suriye’nin bombalanmasına karşı, ama hükümetteki Muhafazakar Partinin bu saldırıları sürdürmek için ihtiyaç duyduğu ve bugüne kadar sorun yaşamadan aldığı İşçi Partili milletvekillerinin desteğinin önünü nasıl keseceği belirsiz. Daha doğrusu bunu yapamayacağı ortada. Nitekim Corbyn son konuşmalarının birinde kendi görüşlerini partiye dikte etmeyeceğini belirterek uzlaşma sinyalleri de vermeye başladı.
Her şeye rağmen alttan gelen dalganın etkisiyle ve pozisyonunun gücüyle Corbyn parti içerisindeki gücünü arttıracaktır. Ancak komünistler onun yaratacağı yanılsamalara esir düşmemeli, aksine işçi sınıfını burjuva sol politikaların illüzyonlarından kurtaracak politik tutumlar geliştirmelidirler. Ne var ki, Corbyn İşçi Partisinin liderliğine gelince, Britanyalı sosyalistler arasında da, her zaman olduğu gibi, sevinçten ne yapacağını şaşıranlar oldu. Corbyn’e yapılan güzellemeler, programının sosyalist olduğuna dair dem vurmalar, İşçi Partisi’ni sosyalist temellerde dönüştürme hayalleri ortalığı kaplamaya başladı.
Corbyn bir devrimci değil ve kimileri ona yakıştırsa da kendisi de böylesi bir iddiayı sahiplenmiyor. O da âlâsından bir burjuva sol politikacı. Corbyn’in seçilmesinin olumlu bir yanı var, ama bu onunla değil, onu oraya taşıyan emekçilerin ruh halindeki değişimle ilgili. Bu yüzden komünistlere düşen, bugün türlü yanılsamalarla ona umut bağlamaya başlayan emekçilerin gerçekleşmeyecek hayallerini beslemek olmamalıdır.
Corbyn’in başarısı ile birlikte bugüne kadar politik gelişmelere kayıtsız kalan işçi sınıfı içindeki bazı kesimler, özellikle genç işçiler, siyasete ilgi göstermeye başlamışlardır. Bu başlı başına olumlu bir gelişmedir. Corbyn’in İşçi Partisinin liderliğine seçilmesinin önemi kendisinde değil onu oraya getiren hareketin karakterindedir. Britanya’da Corbyn’in seçilmesine tepki gösteren burjuva kesimlerin asıl korkusu, İşçi Partisinin bu liderle hükümete gelip reformist politikalar izlemesi değildir. Elbette bu kriz ve savaş koşullarında böylesi politikalar dahi onlar için katlanılması zor politikalar olacaktır, ama onların bam tellerine dokunan esas faktör, gelişmekte olan ve Corbyn’in dahi kontrol edemeyebileceği bir kitlesel işçi hareketinin belirginleşmeye başlayan potansiyelleridir.
link: Selim Fuat, Britanya’da Corbyn’in Zaferi Neyi Anlatıyor?, 4 Ekim 2015, https://marksist.net/node/4502
Suriyeli Mülteciler ve Vatan Savunusu
Avusturya’da Mültecilerle Dayanışma Mitingi ve Konseri