Türkiye’nin en önemli sanayi merkezlerinden Bursa’dan başlayıp dalga dalga büyüyen ve yayılan metal işçilerinin mücadelesine tanıklık ediyoruz. Bunun karşısında, domuz topu gibi bir araya gelen metal patronlarını, onların hükümetini, polisini, ajanını, gangsterliğini yapan sendikası Türk Metal’in saldırılarını da an be an izliyoruz. Başka fabrikaların da mücadeleye katılmasıyla güçlenen ve birçok saldırıyı püskürtmeyi başaran metal işçilerinin talepleri sadece onların talepleri olmaktan çıktı. Bütün metal işçilerini etkileyecek bir sürecin önünü açtı.
Bursa’da Türk Metal’den istifalarla başlayıp üretimi durdurma eylemiyle devam eden mücadeleyi, Kocaeli, Eskişehir, İstanbul ve Ankara’daki önemli metal fabrikalarından açılan mücadele bayrakları takip etti. Renault işçilerinin direnci ve kararlılığı, destek ve katılımı da arttırdı. Ford Otosan, Türk Traktör gibi büyük metal fabrikalarının yanına irili ufaklı birçok metal fabrikası da eklendi ve mücadele daha da genişledi. Mücadele bayrağını kucaklayan işçi sayısı 20 bine yaklaştı.
Şu ana kadar yürüyen mücadelede patronlar sınıfı büyük zarar etti. Türkiye’de otomotiv sektörünün yıllık 22 milyar dolar ihracat yaptığı ve bunun en büyük fabrikalarının da Bursa’da olduğu düşünülürse durum daha iyi anlaşılır. Ancak bu eylemlerin sermayeye maliyeti işçilerin istediği zamdan daha fazla olsa da MESS işçilerin taleplerini karşılamamakta inatçı davranıyor. Çünkü patronların istemediği sadece işçilere zam yapmak değildir. Aynı zamanda işçilerin haklarını mücadele ederek elde etmiş olmasına izin vermek istemiyorlar. Taleplerin kabul edilmesi işçilerin zaferinin açık bir göstergesi olacağı için, işçilerin güçlerinin farkına varıp kölelik şartlarına karşı mücadeleye atılmasından korkuyorlar. MESS’te örgütlü patronlar, uşaklıklarını yapan Türk Metal sendikası eliyle onyıllardır işçileri sindiriyordu. Şimdi bu aracın ellerinden kayıp gitmesi karşısında şaşkın ve öfkeliler.
Mücadele büyüyüp genişledikçe sermayenin saldırgan yüzü daha da netleşerek ortaya çıkıyor. Metal patronları, “çok zarar ettik, kapatacağız” gibi söylemlerle işçileri ürkütmek, tehdit etmek ve böylece mücadelelerini kırmak istiyorlar. Özellikle genç işçi kuşaklarının geçmiş mücadele deneyimlerinden habersiz olması, işçi sınıfının hafızasından yoksunluğu onları bu basit tuzaklar karşısında güçsüz kılmaktadır.
Daha bir ay önce Başbakan Davutoğlu Karayolları işçilerine yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Biz sizin nasırlı ellerinizle, terli alınlarınızla gurur duyuyoruz emekçi kardeşlerim… Nasırlı ellerinizi tek tek sıkıyorum, o terinizin kokusunu ciğerime soluyarak tek tek öpüyorum. Biz emekçimizin terinde mis kokusu alırız. Nasırlı ellerinden enerji alırız, ahlak alırız, edep alırız, helal rızık alırız. Sizlere minnet borçluyuz.” Bugünse AKP hükümetinin ekonomiden sorumlu bakanı “bu eylemlerin zamanlaması manidar” diyor. O gün işçinin ter kokusunu içine çekme edebiyatı yapanlar şimdi işçilere “eyleminiz manidar”, “darbeci misiniz” diyebiliyor. O da yetmiyor, “aranızda teröristler var” diyerek binlerce metal işçisinin mücadelesini bölmeye, kafa karışıklığı yaratarak dağılmalarını sağlamaya çalışıyorlar. Onları mücadele deneyimi olan işçilerden, sosyalistlerden uzak tutmaya uğraşıyorlar. Binlerce metal işçisinin haklı mücadelesini karalamak, kırmak için her tür dolap çevriliyor. Alın terinin karşılığını kurumadan vermekten bahsedenler, metal işçilerinin alın terinin karşılığını vermeyi bir yana bırakın, bir daha uzun süre buna tekrar cesaret edemesinler diye mücadelelerini kırmanın yollarını arıyorlar.
Savcılıktan gelen tebligatlara, başı çeken işçilerin ifadeye çağırılmasına, içeriğindeki mesnetsiz suçlamalara işçilerin cevabı son derece anlamlıdır. “Gizli saklı suç işleyen insanlar değiliz, hakkımızı arıyoruz” diyorlar. Sermayenin “fabrikayı kapatır gideriz!” tehdidine cevap, “açlıktan ölmeyiz, yolumuzdan dönmeyiz” oldu. Hükümetin “kimse zarar görmesin” yollu tehditlerine, polisin resmi tehditleri yetmeyince sivil polisler aracılığıyla işçileri fabrika dışına çıkarmak için çevirdiği ayak oyunlarına, tehdit ve şantajlarına ve bunların hepsinden daha arsız ve hayâsızca tehditler savuran Türk Metal çetesine rağmen mücadele sürüyor.
Metal işçilerinin karşısında, birbiriyle dost ve işçiye düşman olan iki sendika var: Biri MESS diğeri TM. Biri metal işverenleri sendikası, diğeri ise sözde işçi sendikası. İkisi de sermayenin çıkarları için cansiperane çalışıyor. Türk Metal, bir işçi sendikası gibi kurulup, işçiler adına konuşma yetkisi olduğunu söyleyen bir kurum. Hem işçilerin on yıllardır elini kolunu bağlayan, hem de onun sırtından palazlanmış, sermayeye görevini bugüne kadar layıkıyla yerine getirmiş bol paralı bir örgüt. Metal işverenleri Türk Metal sendikasından vazgeçmemek için ellerinden geleni yaparlar. Türk Metal belâsını sırtından atacaksa işçiler atacak. İşçiler kurulan tuzakları iyi görmelidirler. Günlerdir MESS anlaşmaya yanaşmıyor. Tek tek metal patronlarının kabul edebileceği taleplerin önünü kesiyor. Hele Türk Metal’in gitmesi için işçiler seslerini yükselttikçe “yasal olarak mümkün değil, 2017’ye kadar bir şey yapamayız” gibi cevaplar veriliyor.
Bu bir sınıf kavgasıdır. İşçilere dostlarını düşmanlarından ayırmayı da öğretir. İşçilerin çeşitli gazetelere yansıyan sitemleri de, diğer mücadele deneyimlerini şaşırarak anlatmaları da buna örnektir. Radikal gazetesindeki haberde bir işçi şöyle diyor: “Dün kameraya çektiler beni, ‘bu sendika eşkıya’ dedim orasını kesip, ‘biz üretim yapmaya hazırız’ dediğim bölümü koymuşlar. Doğru, bizim taleplerimiz kabul edilsin üretime hazırız. Ama bu sendika da eşkıya işte bunu niye vermiyorsun!” Yine aynı yazının bir başka bölümünde, işçi, “tazminat vermeden bizi işten atamazlar. Mersin liman işçilerinin hikâyesini anlatan bir yazı getirdim bakın. İş bırakmışlar, işten atılmışlar, tazminatlarını almışlar, sonra dava açıp işlerine geri dönmüşler. Bizi buradan kimse işten atamaz arkadaşlar!” diyor diğer arkadaşlarına.
AKP hükümeti övünmek için 350 bin işçinin sendikalı olduğunu her yerde anlatıyordu. Niye övündüklerini şimdi metal işçileri de görüyor. Patronlar ve hükümetler sendikalaşmanın artmasından mutlu olup övünüyorlarsa orada bir sorun vardır. Onların övündüğü sendikalar, işyerlerinde sermayenin çıkarlarının tetikçiliğini yapan ve kendi gelecekleri de patronların iki dudağı arasındaki gangster Türk Metal gibi sendikalar, ya da hükümetlerin bürokratik oyun ve tehditlerle işyerlerine sokup, işçilerin emekçilerin çaresizce sermayenin çıkarlarına teslim olmasını sağlayan sarı sendikalardır. Örneğin kamu çalışanlarının ayağında giderek büyüyen bir prangaya dönüşen ve AKP hükümetinin korporatif bir örgütlenmesi olan Memur-Sen, iktidar baskısıyla artan üye sayısı sayesinde bu kadar büyümüştür. İşte sermaye devletinin övündüğü sendikalaşma ve artan üye sayılarının anlamı budur.
Sendikalar işçi sınıfının mücadelesinin en önemli araçlarından biridir. Sermaye sınıfı bunun fazlasıyla farkındadır. Bugün sermayeye karşı işçilerin örgütlü mücadelesinin aracı olması gereken işçi sendikalarının tepesine çöreklenmiş olan bürokratlar işçilerin kullanması gereken silahı içerden işçilere karşı kullanmaktadır. Bu silahtan vazgeçilemez. Vazgeçilmemelidir. Sendikaların çetelerden, işbirlikçi, uzlaşmacı, işçi sınıfına düşman unsurlardan temizlenmesi görevi önümüzde durmaya devam ediyor. Bugün metal işçilerinin mücadelesi bu görevin daha fazla ihmal edilemez, geciktirilemez olduğunun en önemli göstergelerinden biridir.
link: Derya Çınar, Metalde İsyan, 23 Mayıs 2015, https://marksist.net/node/4241
“Fay Hattını Yeniden Düzenleyin!”
Makedonya’da Neler Oluyor?