Kapitalizmin içinde bulunduğu çürümüşlük ve çıkışsızlık pek çok ülkede kendini çeşitli biçimlerde dışa vuruyor. Emekçiler nezdinde bu durum kendini artan hoşnutsuzluk, geleneksel burjuva partilere güvensizlik ve tepki, sayıları ve kitleselliği her geçen gün daha da artan grevler ve patlak veren isyanlarla gösteriyor. Egemen sınıf cephesinde ise, keskinleşen emperyalist-kapitalist rekabet, yolsuzlukların tavana vurması, her türlü siyasal ahlâksızlığın yaygınlaşması ve sıradanlaşması, siyasal ve ekonomik istikrarsızlık, artan baskılar, parlamenter sistemin dikiş tutmaması ve otoriter rejimlere doğru kayış genel bir hal almış durumda. Bu tablo en büyük kapitalist devletlerden en küçüklerine tüm dünyada ortak bir görünüm arz ediyor. Bugünlerde, küçük bir Avrupa ülkesi olan Makedonya’da da aynı nesnel zeminden kaynaklanan bir hareketlilik yaşanıyor.
İşsizlik oranının yüzde 30’a yaklaştığı, Avrupa’nın en düşük asgari ücretinin uygulandığı ve en yüksek gelir dağılımı eşitsizliğinin yaşandığı Makedonya’da sular bir yıldır durulmuyor. Muhalefetteki sosyal demokrat partinin lideri olan Zoran Zaev, bir yıl önce gerçekleştirilen başkanlık ve parlamento seçimlerini, hile ve halka baskı yapıldığı gerekçesiyle tanımadığını açıklayarak meclisi boykot etmişti. Bunun yarattığı siyasal kriz bu süre zarfında derinleşerek sürdü. Buna, öğrencilerin, öğretmenlerin, işçilerin, işsizlerin, kentsel dönüşüm adı altındaki yağma projelerinden mağdur olan emekçilerin vb. kitlesel protesto gösterileri de eşlik etti. Ocak ayı sonunda ise iktidar partisinin, Zaev’i “yabancı bir istihbarat servisiyle işbirliği yaparak hükümete komplo kurmak”la suçlaması gerilimi daha da tırmandırdı.
Giderek kitleselleşen ve sertleşen hükümet karşıtı gösterileri tetikleyen şey ise, Zaev’in, Şubat ayından itibaren, hükümetteki üst düzey yöneticilerin yolsuzluklarını ve aralarında gazetecilerin ve muhalef mensuplarının da bulunduğu 20 bin kişinin telefonlarının yasadışı olarak dinlendiğini deşifre eden ses kayıtlarını açıklaması oldu. Bu ses kayıtları aynı zamanda yıllar önce yine büyük bir protesto dalgasının kabarmasına yol açan bir cinayete dair de bilgiler içeriyordu. Konuşmalar, 2011 yılında katledilen bir gencin katili olan polisin, bizzat Başbakan Nikola Gruevski, İçişleri Bakanı Gordona Yankuloska ve Özel Harekât şefi tarafından korunduğunu gösteriyordu. Zaev’in Mayıs ayı başında açıkladığı bu konuşmalar tepkiyi doruğa çıkardı ve 4 Mayısta sokağa dökülen kitleler kendilerini engellemeye kalkan polisle de çatışarak hükümeti günlerce protesto etti, onlarca kişi gözaltına alındı.
Bu arada hükümet bildik bir yola başvurarak, bunların kargaşa çıkarmak ve istikrarı bozmak isteyen dış güçlerin oyunu olduğunu ileri sürerek tüm iddiaları reddetti ve dikkatleri dağıtmak için her türlü yola başvurdu. Tam da o günlerde, Arnavut nüfusun[*] yoğun olarak yaşadığı Kumanova kenti, 8’i polis 22 kişinin hayatını kaybettiği kanlı bir operasyonla sarsıldı. Kosova Kurtuluş Ordusuna (UÇK) mensup oldukları iddia edilen bir Arnavut gruba yapılan bu polis baskınının ardından, hükümet, bu grubun Kosova’dan sızdığını ve sivillere ve devlet kurumlarına yönelik bir terör eylemi hazırlığında olduğunu açıkladı. Zaev başkanlığındaki SDSM (Makedonya Sosyal Demokrat Birliği) ise bunun tepkileri bastırmak isteyen hükümetin bir tezgâhı olduğunu savundu.
Hükümet bu eylemi kullanarak dikkatleri başka yöne kaydırmak istese de bunda başarılı olamadı. Nitekim 17 Mayısta, başkent Üsküp’te 100 bine yakın insan, SDSM’ye yakın kurumların çağrısıyla düzenlenen gösterilerde sokaklara aktı. Ertesi gün ise bu kez iktidar partisi VMRO-DPMNE (İç Makedonya Devrimci Örgütü – Makedon Milli Birliği Demokratik Partisi) öncülüğündeki yaklaşık 20 bin kişi hükümeti savunmak üzere aynı yerde bir gösteri düzenledi.
2 milyon nüfuslu bir ülke ve 500 bin nüfuslu bir kent için son derece yüksek olan bu sayılar bir yandan kitlelerdeki hoşnutsuzluğa, bir yandan da burjuva temeldeki kutuplaşmaya ve dolayısıyla bu hoşnutsuzluğun düzen sınırları içine sıkışıp kaldığına işaret etmektedir. Gerek iktidardaki milliyetçi VMRO-DPMNE, gerekse muhalefetteki sosyal demokrat SDSM has burjuva partilerdir. Bugün yolsuzluk batağına batan hükümet partisine karşı sütten çıkmış ak kaşık rolleri oynayan SDSM, Doğu Bloku’nun yıkılışının ardından 1991’de Makedonya’nın Yugoslavya’dan ayrılıp kapitalizme entegre olmasına önderlik eden partidir. Söz konusu dönemde, bu parti, devlet kaynaklarını akıtarak burjuvazi yaratma ve semirtme işinin de başını çekmiştir. Ve sonrasında da tıpkı VMRO gibi o da büyük burjuvazinin desteğine mazhar olmaya devam etmiştir.
Söz konusu partilerin emperyalist güçlerle ilişkiler açısından da birbirlerinden hiçbir farkı yoktur. Her iki parti de, temsil ettikleri burjuva kesimlerin çıkarlarına göre çeşitli emperyalist güçlerle işbirliğine gitmekte, onların desteğini almakta ve izledikleri politikalarda bu konumlanış da rol oynamaktadır. Ayrıca, “Türk Akımı” doğalgaz boru hattının geçeceği ülkelerden biri olması sebebiyle Makedonya bugünlerde AB, ABD ve Rusya arasındaki rekabet ve çatışmanın açıktan sahnesi durumundayken, bu kapışmada yerli burjuva partiler de saflaşmış vaziyettedir.
Makedonya’da yaşanan durum sadece kitlelerin yükselen tepkileri, burjuva güçlerin tutum ve konumlanışı bakımından değil, yükselen hareketin kapitalist düzen sınırları dışına taşmasına yol gösterecek devrimci bir önderliğin eksikliğinin tüm yakıcılığıyla yaşanması bakımından da pek çok örnekle benzerlikler taşıyor. Sözde “sosyalist” bir tarihsel arka plana sahip olmasına rağmen, Makedonya’da sosyalist hareket ne yazık ki son derece cılız durumda. Böyle olunca da hoşnutsuzlukları ve tepkileri giderek artan emekçi kitlelerin enerjisi bin bir dümenle düzen partileri tarafından emiliyor.
Sonuçta sınıfın ihtiyacı da, sınıf devrimcilerinin yakıcı görevleri de her yerde aynı: Böylesi bir önderliğin yaratılması ve onun yol göstericiliğinde işçi sınıfının bu çürümüş kapitalist düzene son vererek iktidarı kendi ellerine alması.
[*] 1999’da yaşanan Kosova savaşıyla birlikte, Makedonya, kuzey sınırındaki bu ülkede yaşayan Arnavutların oldukça yoğun bir göç hareketine tanık oldu. Yüz binlerce insanı kapsayan bu göç, Makedonya’da yaşayan Arnavutların sayılarının bir anda yükselmesine yol açtı ve Makedonya ilerleyen yıllarda özerklik ya da bağımsızlık isteyen bir Arnavut milliyetçi hareketiyle karşı karşıya kaldı. Makedonya’da nüfusun yaklaşık %25’ini oluşturan Arnavut nüfus, siyasal dengeler açısından önemli bir ağırlığa sahip. Bu nedenle 2004 yılında Arnavutlara nüfusça ağırlıklı oldukları bölgelerde daha büyük yerel özerklik tanındı. Ayrıca Arnavut partiler, VMRO hükümetlerine pek çok kez koalisyon ortağı oldular.
link: İlkay Meriç, Makedonya’da Neler Oluyor?, 26 Mayıs 2015, https://marksist.net/node/4243
Metalde İsyan
Doğrular ve Yanlışlar