Metal işçileri sendikaları ile MESS arasında iki yılda bir yapılan grup toplu iş sözleşmesi görüşmeleri, MESS’in işçi haklarına dönük saldırıları ve işçilerin bu saldırılara karşı yükselen tepkileri eşliğinde sürüyor. MESS’in üç yıllık sözleşme dayatmasıyla gittiği bu toplusözleşme sürecinde, esnek çalışma, kiralık işçilik, taşeronlaşma, istirahat günleri için ikramiyelerin ödenmemesi gibi birçok saldırı söz konusu. Fiili çalışma süresini uzatmayı ve çalışma koşullarını daha da ağırlaştırmayı hedefleyen MESS teklifi işçilerin kazanılmış haklarını da ortadan kaldırmaya çalışıyor.
Bu saldırılarla işçilerin önüne getirilen toplusözleşmeleri, Türk-Metal ve hemen ardından Çelik-İş sendikaları daha önceki yıllarda olduğu gibi işçilerin sesine kulak vermeden imzaladılar. Birleşik Metal-İş Sendikası ise arabulucu uyuşmazlık raporunun kendilerine ulaşmasıyla birlikte 26 Aralık 2014 tarihinde 60 günlük grev sürecinin başladığını duyurdu.
Türk-Metal ve Çelik-İş sendikalarına bağlı işçiler imzalanan toplusözleşme yüzünden sendika yönetimlerine tepki içinde. Örneğin Otokar işçileri sözleşmeyi kendilerine zafer havası içinde sunmaya gelen Türk-Metal yöneticilerini konuşturmadılar ve 1,5 saat işbaşı yapmayarak öfkelerini gösterdiler. Birleşik Metal-İş sendikasına bağlı işçilerde ise MESS’in dayatmalarına karşı bu kez daha kararlı bir hava söz konusu. Daha önceki yıllarda yaşanan durumun aksine grev kararı alan işyeri temsilcileri fabrikalarına dönüp işçilere danıştıklarında, bu kez işçilerin de grev kararına destek verdiğini genel merkezlerine iletiyorlar. Zaten 21 Aralıkta Gebze’de Birleşik Metal-İş’in yaptığı eylemde de işçiler genel başkanın konuşması sırasında “Grev, grev, grev” sesleri ile meydanı inletmişler ve coşkulu biçimde “Başkan bizi greve götür” sloganını atmışlardı. Yani işçiler içerisinde greve gidilmesi yönünde ağırlığı giderek artan bir eğilim oluşmuş durumda.
Bu eğilim güçlendirilmeli ve işçiler örgütlü bir biçimde grev hazırlıklarını yürütmeliler. MESS içerisinde greve karşı hazırlıklar hızlı bir biçimde sürerken, işçilerin komitelerini bir an önce oluşturarak grev çalışmalarını yoğunlaştırması zorunluluk haline gelmiştir. Mücadeleci işçiler, sendika yöneticilerinin de bu zorunluluk doğrultusunda hazırlık yapmalarını istemelidirler.
Metal işçilerinin tarihi büyük mücadele deneyimleri ile doludur. Bugün greve doğru ilerleyen metal işçilerinin de bu deneyimlerden öğreneceği çok şeyler vardır. Çünkü 1977, 1978 ve 1980 yıllarında MESS’e karşı, bugünkü Birleşik Metal-İş sendikasının öncülü olan Maden-İş sendikasının yürüttüğü grevler, o döneme kadar Türkiye’de yaşanan en kitlesel grevlerdir ve mücadeleci işçilere pek çok şey öğretmiştir. Özellikle 1977 ve 1980 grevleri, metal işkolunun sınırlarını aşan, toplumun bütün kesimlerini derinden sarsan işçi eylemleri olmuştur. Ne var ki, 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle mücadelesi ezilen, örgütleri darmadağınık hale gelen işçi sınıfının özellikle genç kuşakları bu büyük grevler dönemi hakkında hemen hemen hiçbir şey öğrenememiştir.
Oysa o dönemin Maden-İş grevleri, sürekliliği, kapsamı ve işkolunun kapitalist sistem içindeki önemli yeri nedeniyle emek ile sermaye arasındaki çatışmanın merkezinde yer almış ve sınıf mücadelesinin sürükleyici gücü olmuştur. Bu grevler, kapitalist ekonomide büyük bir dönüşüme hazırlanan patronlar sınıfının saldırılarına işçi sınıfı tarafından verilmiş militan bir cevaptır. Bu yüzden üzerinden 30 yıldan fazla bir süre geçtikten sonra metal işçileri yeniden grev sürecine girmişken, bu tarihsel grevlerin hatırlanmasında büyük fayda vardır. Bu düşünceyle, 1977-1980 metal grevlerinin derslerini içeren Nisan 2011 tarihli yazımızı tekrar hatırlatıyoruz.
1977-1980 Metal Grevleri Yol Gösteriyor
(…)
1977-1980 metal grevleri
1970’li yılların sonu Türkiye burjuvazisinin kapitalist dünya sistemi ile entegrasyonunu derinleştirme arzusunun iyiden iyiye yükseldiği bir dönemdi. Patronlar sınıfı ulaştıkları sermaye birikimi düzeyi itibariyle bir dönüşüme ihtiyaç duyuyor ve ifadesini 24 Ocak 1980 kararları gibi politikalarda bulacak olan uygulamaları hayata geçirmek istiyordu. Bunu hayata geçirebilmek için de son dönemlerde canını iyice sıkmaya başlayan işçi-işveren ilişkilerini yeniden yapılandırmak ve sınıf mücadelesini baskılayacak bir toplu sözleşme düzenine geçmek istiyordu. Bu dönemde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ise bu dönüşümün karşısında duran en güçlü örgüt konumundaydı. DİSK işçi sınıfının önüne net talepler koyuyor, burjuvazinin sınıf tavrına karşı durarak işçi sınıfının örgütlü sınıf mücadelesini geliştirmesi doğrultusunda çalışmalar yapıyordu. DİSK içindeki bu yöndeki mücadelenin öncüsü ve sürükleyicisi ise Maden-İş sendikasıydı.
DİSK’in en etkili mücadelelerinden biri MESS grevlerinin hemen öncesinde 1976 yılı sonlarında örgütlediği Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) direnişiydi. “DGM’nin kurulması, burjuvazinin iktidarı yürütmedeki acz ve beceriksizliğini kanıtlamaktadır. Burjuvazi, yıllardır yürürlükte olan ve durmadan yenileri eklenen baskıcı yasaları yetersiz bulmakta ve bu yasaları uygulamakla yükümlü mahkemeleri «etkisiz» bulmaktadır. DGM ekonomik, siyasal ve ideolojik derin bir buhran içine giren sermaye sınıflarının kendi sınıfsal iktidarlarını korumak için kurduğu açık baskı araçlarıdır. Burjuva yönetimini korumak, bu yönetimin sınıfsal yapısını değiştirecek toplumsal düzen değişikliği için diğer emekçi katmanlarla birlikte iktidar mücadelesi veren işçi sınıfının yükselen sendikal, demokratik, siyasal ve ideolojik örgütlü mücadelesini bastırmakla eşanlamlıdır. Yeni DGM yasa tasarısı kanunlaştığı takdirde Türkiye yeni bir döneme girecek ve olağanüstü «sıkıyönetimsiz sıkıyönetim» dönemi açık bir şekilde başlayacaktır.”[1] Bu anlayışla başlattığı mücadelede DİSK yüz binlerce işçiyi direnişe çıkarmış ve DGM’lerin önüne geçmişti.
DGM direnişinde sağlanan özgüven 1977 metal grevlerinin de önemli kaldıraçlarından biri haline gelecekti. Nitekim “DGM’yi ezdik sıra MESS’te” sloganıyla başlatılan ve yürütülen “Büyük Grev”in başlıca talepleri arasına DGM direnişine katıldıkları için MESS talimatıyla işlerinden atılan temsilci ve işçilerin işlerine iadesi de girecekti. Sözü Mehmet Sinan’a bırakalım:
“Maden-İş sendikası ücretlerin artırılması, sosyal hakların geliştirilmesi, haftalık çalışma saatlerinin kısaltılması, yıllık izin sürelerinin artırılması, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, iş güvencesinin sağlanması, kıdem ve işsizlik tazminatlarının yükseltilmesi gibi konularda ileri taleplerle çıkmıştı MESS’in karşısına. Maden-İş’in talepleri arasında, DGM direnişi nedeniyle işten atılan sendika temsilcilerinin ve işçilerin işe iadesinin sağlanması ve yasalarda adı «bahar bayramı» olarak geçen 1 Mayıs gününün, “uluslararası işçi bayramı” olarak toplu sözleşmelere yazılması talebi de yer alıyordu. Maden-İş sendikası bu talepleri, işyerlerinde, sendika şubelerinde işçilerle birlikte günler süren toplantılar yaparak hazırlamıştı.
“Ne var ki MESS, işçilerden gelen bu talepleri karşılamak bir yana, toplu sözleşme masasında müzakere etmeye bile yanaşmadı. Çünkü MESS, Türkiye kapitalizminin yapısal bunalımının derinleşmekte olduğu koşullarda, yeni bir sözleşme düzeni getirerek ücret artışlarını sınırlamak ve diğer işçi haklarını da (örneğin kıdem tazminatını, yıllık izinleri, ikramiyeleri vb.) dondurmak istiyordu. Bu nedenle daha baştan toplu sözleşme masasına uzlaşmaz bir tavırla oturan MESS, önceden kurgulanmış bir stratejik amaç doğrultusunda hareket ettiğini açıkça ortaya koydu. Kendisine üye olan patronları Maden-İş karşısında domuz topu gibi birleştirip bloklaştıran MESS, DİSK’in kuruluşuna öncülük etmiş, 15-16 Haziran direnişinde başı çekmiş, DGM direnişini örgütlemiş ve mücadeleciliğiyle işçilerin haklı güvenini kazanmış olan Maden-İş’i yenilgiye uğratmak ve böylece militan sınıf sendikacılığı anlayışına esaslı bir darbe vurmak istiyordu.
“MESS, çok sayıda işçinin katılacağı kitlesel bir grevi, Maden-İş’in nasıl olsa göze alamayacağını, alsa bile mali zorlukları nedeniyle böyle bir grevi yürütmeye gücünün yetmeyeceğini ve sonunda mutlaka pes edeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, toplu sözleşme masasına «uzlaşmaz» bir tavır içinde oturan MESS’in bu meydan okuyucu tavrı, aslında büyük sermayenin örgütlü işçi hareketine ve özellikle de DİSK’in temsil ettiği mücadeleci sınıf sendikacılığına karşı genel bir saldırıya hazırlandığının işaretlerini veriyordu.
“Yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinin, MESS’in bu «meydan okuyucu» tavrı nedeniyle uyuşmazlıkla sonuçlanması üzerine, Maden-İş sendikası 1977 başında 60’a yakın işyerinde topluca grev kararı aldı. Bu grev kararıyla birlikte metal işçileri, sermayenin dayatmalarına boyun eğmeyeceklerini açıkça ortaya koymuş oluyorlardı. Metal işçilerinin ekonomik alanda başlattığı bu mücadele, tekelci büyük patronların ve MESS’in saldırgan tutumu nedeniyle kısa zamanda ideolojik ve siyasal bir mahiyet kazanacak ve işçi sınıfının tümünü ilgilendiren bir mücadele haline gelecekti.”[2]
MESS’e karşı geniş kapsamlı bir mücadelenin gerekliliği ve bu mücadelenin zorlukları 19, 20 ve 21 Nisan 1977 günlerinde İstanbul Spor ve Sergi Sarayında yapılan üye toplantısında ortaya konmuş ve tüm boyutlarıyla işçiler arasında tartışılmıştı. Bu tartışmaların ardından işçilerin büyük çoğunluğunda oluşan kanı netti: DGM ezilmiş sıra MESS’e gelmişti! Grevler 30 Mayıs günü 31 işyerinde birden başladı.
Maden-İş’in ilan ettiği grevler büyük bir taban desteğine sahipti. 3 Şubat 1978’de toplu sözleşme imzalanıncaya kadar geçen 8 aylık sürede greve çıkan işyeri sayısı 44’e yükselmiş, toplu sözleşme kapsamına 15 bin 846 işçi girmişti. Patronlar grevleri kırmak için büyük çaba gösteriyorlardı. Örgütlü biçimde hareket eden patronların grevleri boşa çıkarmak için aldıkları kararlar 15 Ağustos 1977 tarihli Maden-İş dergisinde şöyle teşhir ediliyordu:
“MESS Grevlerimizi Kırmaya Çalışıyor. Bu Yolda Yeni Kararlar Aldı. MESS’in Bu Kararlarını Tüm Kamuoyuna: AÇIKLIYORUZ Karar-1: İşçiler grevi büyük bir kararlılıkla sürdürüyorlar. Bunu önlemek zorundayız. Bunun için işçiler arasında ikilik çıkarmaya çalışılacak. Bu yolda gerekli bazı girişimlerde ve fedakârlıklarda bulunulacaktır. Karar-2: İşçilerle iyi münasebetler kurulacak ve onlara, kendileriyle bir sorunumuzun olmadığı, fakat sendikalarının uzlaşmaz bir tutum içinde olduğu anlatılacak. İşçilerle sendikanın arası açılacaktır. Karar-3: Grevci işçilerden dışarıda iş bulup çalışanlar var. Onlar çalıştığı sürece bu grevler bitmez. Bu nedenle: Sivil hafiye teşkilatı kurulacak ve çalışan işçiler birer birer tespit edilecektir. Ayrıca da gizli bir polis-ajan teşkilatı ile bunların yeni iş bulmaları kesinlikle önlenecektir. Karar-4: İşçilerin kendileri, eşleri ve çocukları çeşitli yayınlarla grevi sona erdirmeleri için ikna edilmeğe çalışılacaktır. MESS, adresleri tespit edecek hazırlayacağı gazete, bildiri ve açıklamalı yazıları bu adreslere sürekli gönderecektir. Karar-5: Sendikanın militan zihniyetli bir takım adamları var. Bunlarla tek tek uğraşılmayacak, bunların tamamı bazı yollarla işçileri uyandıramayacak duruma getirilecektir. Karar-6: İşçilerin ne düşündükleri, neler konuştukları, şikâyetlerinin neler olduğu sürekli izlenecek, bütün işyerlerinde memnun edilecek bazı işçiler aracılığı ile bunlardan bilgi toplanacak ve değerlendirilecek. Karar-7: Sendikanın içinden haberler alınmaya çalışılacaktır. Bunun için sendika içinden bize haber iletecek elemanlar bulunacaktır. Karar-8: Çok sayıda işyeri, uyuşmazlık yaratılarak greve götürülecek ve sendikanın para gücü bu yolla tüketilecektir. Karar-9: Sendikanın çok parası olduğu, grevci işçilere az para ödediği durmadan tekrarlanacak ve sendikanın yaptığı ödemeleri eleştiren işçiler tespit edilerek bunların toplantılarda bu konuyu dile getirmeleri yolları araştırılacaktır. Karar-10: Bazı kuruluş ve kişilerin grevci işçileri maddi-manevi olarak destekledikleri ortadadır. Grevci işçilere açıktan yardımcı olan kuruluşlarla grevcilerin aralarını açmak için MESS girişimlerde bulunacak ve bu kuruluş mensuplarının grev yerlerine girmelerine işçilerin karşı çıkmaları yolları aranacaktır.”
Maden-İş ise bu kararlara militan bir kararlılıkla cevap veriyordu: “MESS bu kararları almış bulunuyor. Grevlerimizi bunlarla kıracakmış. «Grevleri kırmak bizim doğal hakkımızdır» diyor, bunu da gizlemiyor. Evet MESS, siz grev kırıcılık hakkınızı sonuna kadar kullanınız. Hatta birkaç toplantı daha yapıp daha başka kararlar da alınız. Elinizden geleni arkanıza koymayınız. İşte grevler, işte siz ve işte de biz… Grevler işyerlerimizde, bizler grev çadırlarımızda, nöbetimizdeyiz. Sizler de villalarınızda, köşklerinizde, hotel ve motellerinizde, plajlarınızdasınız. Sizleri bekliyoruz, gelin kırın grevlerimizi…”
Grevleri kırmakta başarılı olamayan MESS daha greve çıkmamış fabrikalarda bile lokavt ilan ederek saldırılarını yoğunlaştırdı. Burjuva medyanın da desteğiyle Maden-İş’i karalama faaliyetlerine hız verdi. Sendikanın maddi imkânlarını işçilere kullandırtmadığına, işçilerin bu yüzden zor duruma düştüklerine dair yazılar orada burada yayınlanmaya başladı. Ne var ki sendikalarına güvenen işçilerin kararlılıkları bozulmadı ve sadece bir işyerinde grev kırılabildi. MESS’in lokavt saldırısı ise grevlerin diğer işçilerce de sahiplenmesini arttırdı. Grevlere toplumsal destek giderek büyüdü ve Milliyetçi Cephe hükümetinin düşürülüp yerine yeni Ecevit hükümetinin gelmesinin eşlik ettiği günlerde 3 Şubat 1978 günü toplu sözleşme anlaşma ile sonuçlandırıldı.
Maden-İş, sözleşmeyle önemli ücret artışları sağlandığını, MESS’in ücret artışlarını sınırlama çabalarının boşa çıktığını açıklıyordu: “Yakacak, bayram ve izin ödemelerindeki zamlar %200’ü geçmektedir. Her işyerinde ikramiyeler en az bir maaş arttırılmıştır. Tüm sosyal haklarda önemli artışlar sağlanmıştır. Tüm işyerlerinde izin süreleri arttırılmış, haftalık çalışma süreleri birinci yıl 47,5, ikinci yıl 46,5 saate indirilmiştir.” Böylece sadece ücret artışlarında değil çalışma saatlerinin düşürülmesinde de grevler sayesinde ilerleme kaydedilmiş oluyordu.
Maden-İş ayrıca tam da mücadeleci bir sendikanın yapması gerektiği gibi başarılı olamadığı hususların da altını çiziyor, bunların bundan sonraki mücadelenin temel taşları olacağını ifade ediyordu:
“Birincisi, kıdem tazminatlarını arttırmamız mümkün olmamıştır. İşverenler kıdem tazminatları konusunda aşırı katı bir tutum içindedirler. Hâlbuki işsizlik sigortasının ya da herhangi başka bir iş güvencesinin olmadığı ülkemizde, biz sendikalar olarak kıdem tazminatı üzerinde bir tür iş güvencesi olarak ısrarlıyız. Bu sorunu, önümüzdeki dönemin başta gelen bir hedefi olarak ele almamız gerekiyor. İkinci olarak, DGM’lere karşı 16 Eylül direnişinde işten çıkartılan ve bir bölümü işsiz olan üyelerimizi eski işlerine geri aldırmayı sağlayamamışızdır. Buna karşılık MESS’e, bu üyelerimizin tazminatlarını vermeyi ve bunlar hakkında düzenlenen kara listeleri kaldırmayı kabul ettirmiş bulunuyoruz.”
Büyük patronların saldırısının boşa çıkarıldığı bu grevler çok zor koşullar altında bile işçi dayanışmasının gerçek anlamıyla örülmesi durumunda başarı kazanılabildiğini, patronlar sınıfının saldırılarının geriletilebildiğini ortaya koyuyordu.
Maden-İş’in bu büyük grevinin bitmesinden kısa süre sonra yeni bir grev dalgası daha gündeme geldi. Maden-İş ile MESS arasında 21 işyerinde 5 binden fazla işçiyi kapsayan toplu pazarlığın uyuşmazlıkla sonuçlanmasıyla, 1978 yılının Mayıs ayında 15 işyerinde greve gidilmesi kararı alındı. Maden-İş’in kararlı tutumu ve bir önceki grev dalgasının yarattığı özgüven sayesinde sekiz aylık büyük grevin deneyimleriyle grevler bu kez daha kısa süre içerisinde bitirildi ve 31 Temmuz 1978 günü başarıyla son buldu. Maden-İş bir önceki toplu sözleşmenin şartlarının gerisine düşmeyen ve orada elde edilen hakların paralelinde haklar kazanılmasını sağlayan sözleşmeler imzaladı.
Burjuvazi kendi gelişiminin önünde engel olarak gördüğü işçi sınıfı hareketine saldırıyor, ancak militanca mücadele eden işçiler ve onların mücadeleci sendikaları sayesinde umduğuna ulaşamıyordu. 26 Ekim 1979’da başlayan toplu sözleşme sürecinde de MESS Maden-İş üzerinden militanca mücadele çabasındaki sendikaları yıpratma gayretinden geri durmadı. Ancak Maden-İş sendikası buna grevle yanıt vermeye hazırdı:
“Maden-İş sendikası bu uzun ve kitlesel grev mücadelesinin deneyimini yaşadıktan ve metal işçilerinin mücadeleciliğini bir kez daha gördükten sonra, yeni bir karar aldı ve büyük grev mücadelesine katılmış bütün işyerlerinin sözleşmelerinin bitiş tarihlerini birleştirdi. Dolayısıyla gelecek toplu sözleşme döneminde pek çok işyerinin sözleşme görüşmeleri aynı anda başlayacaktı. Buna göre, 1979 yılının Eylül ayında başlayacak olan toplu sözleşme görüşmeleri 122 işyerini ve 40 bin işçiyi kapsayacaktı. Üstelik Maden-İş sendikası aldığı bu kararın ardındaki düşünceyi de hiç saklamıyordu: «Burjuvazi bizi kavgaya davet etti, davetleri kabulümüzdür!»” (Mehmet Sinan, age)
Bunun üzerine Maden-İş 13 Mart 1980 günü MESS’e bağlı 12 işyerinde dört bin işçi ile greve başladı. 18 Martta toplanan Maden-İş Yürütme Kurulu, grevi uyuşmazlıkta olan tüm işyerlerine yayma kararı aldı. Maden-iş 19 Martta 40 işyerinde birden greve başladı. Nisan ayı ortalarında ise greve giden işyeri sayısı 60’a, greve katılan işçi sayısı ise 22 bine ulaştı. Metal işkolundaki uyuşmazlıklar Bağımsız Otomobil-İş sendikasının örgütlü olduğu işyerlerinde de yaygınlaşmaya başlamıştı. 1980 yılı metal grevlerine bu aşamada patronların hükümeti de müdahalelerde bulunmaya koyuldu. Etkili grevler hükümet kararlarıyla bir bir ertelenmeye başlandı. 18 Nisanda da Türk Metal 26 işyerinde 8500 işçiyi kapsayan toplu sözleşmeyi MESS ile imzaladı.
Diğer yandan burjuvazi işçi sınıfı üzerindeki terörünü arttırıyor, bir türlü baş edemediği militan sınıf hareketine indireceği büyük darbenin hazırlıklarını yoğunlaştırıyordu. DİSK’e bağlı sendikaların şubeleri bombalanıp kurşunlanıyor ve pek çok sendika yöneticisi, işyeri temsilcisi ve DİSK üyesi öncü işçi, Ülkücü faşist çetelerin saldırısına maruz kalıyor, öldürülüyor, yaralanıyordu. Fabrikalarda da silahlı faşist çeteler terör estirmeye devam ediyordu. İşçi sınıfına yönelik bu terör faaliyeti, militanca bir mücadele yürüten Maden-İş’in başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesine kadar vardırıldı. 22 Temmuz 1980 günü Kemal Türkler Merter’deki evinin önünde patronlar sınıfının emrindeki faşist katiller tarafından katledildi.
Faşist darbenin bütün hazırlıklarını tamamlayan burjuvazi 12 Eylül sabahı ordusunun tanklarını sokaklara sürerken MESS’e bağlı 74 işyerinde 30 binden fazla işçi grevdeydi. Bu grevler Milli Güvenlik Konseyinin 14 Eylül tarihli bildirisiyle diğer grevlerle birlikte yasaklandı. Faşist darbeye rağmen bazı işyerlerinde işçiler birkaç gün daha işlerine başlamayarak direnmeyi sürdürdüler, ancak 16 Eylül günü bütün işyerlerinde işbaşı yapıldı. Böylece burjuvazi işçi sınıfının kararlı mücadelesi karşısında yüz yüze kaldığı çaresizliği askeri gücüyle aşıyor ve patronlar sınıfının önünü onlarca yıl boyunca açacak bir döneme adım atıyordu.
2011 metal grevlerinde de mücadeleci çizgiyi geliştirelim
Grevlerde başarı sağlamanın ilk koşulu sendikanın tüm üyelerinin birlik içinde greve katılmaları, mücadele ne kadar uzun sürerse sürsün bu birliği devam ettirmeleridir. 1970’li yılların sonlarındaki MESS grevlerinde bu ilk koşulun ne kadar sağlam biçimde hayata geçirildiğine herkes tanıklık etti. Patronların tüm çabalarına rağmen bir iki fabrika dışında hiçbir işyerinde grev kırılamadı. İşte bugünlerde başlayacak olan grevlerde de BMİS’in işçilerin birliğini sağlayacak bir tarzda hareket etmesi büyük önem taşıyor.
Patronlar sınıfına karşı mücadele edilirken ücretlerin yükselmesini sağlamak elbette önemli bir husustur. Ancak iş saatlerinin uzaması ya da sendikal ve siyasal yasaklar gibi genel saldırıların konusu olan hususlar da mücadelenin bir parçası haline getirilmelidir. 1977-1980 metal grevlerinde işçilerin sadece ücret artışları için değil çalışma saatlerinin kısaltılması hedefiyle de kararlı bir grev mücadelesi yürütmesi, bugünkü mücadeleler için oldukça öğreticidir. Yine MESS’in bu konudaki kırmızı çizgisine rağmen yıllık ücretli izin saatlerinde artış sağlanması da örnek alınması gereken bir tutumdur.
Vaktiyle Maden-İş sendikası, MESS’in militanca mücadele eden sendikaları durdurmak ve onları yıkmak için ileri sürdüğü grup sözleşmesi dayatmasını, andığımız büyük grevler sayesinde boşa çıkarmış ve toplu grevi patronlar sınıfına karşı etkili biçimde hayata geçirmeyi becermişti. Ama bu hiç de kolay olmamış ve yoğun bir çabayı gerektirmişti:
“Metal işçilerinin ortaya koyduğu bu büyük grev mücadelesinde, işçilerin gerek kendi aralarında gerekse ilerici-sol güçlerle birlikte ürettikleri devrimci dayanışma ve eylem birlikteliği, mücadeleye hazırlanan işçi sınıfının diğer kesimleri için de son derece önemli bir deneyim ve yaşayan canlı bir örnek oluşturdu. Nitekim metal işçilerinin ortaya koyduğu bu militan sınıf mücadelesi deneyimi, diğer sınıf sendikalarına da örnek teşkil edecek ve bir sonraki dönemin toplu sözleşme ve grev mücadelelerinde «ortak mücadele ve eylem birliği» anlayışı yaygınlaşmaya başlayacaktı.” (Mehmet Sinan, age)
Şimdi sıra Birleşik Metal-İş’tedir. Sendika bürokrasisinin yaratabileceği engeller ancak tabanda oluşturulacak militan basınçla aşılabilir. Bu görev işçi sınıfının militan mücadele deneyimlerini hazmetmiş öncü işçilerindir. İşçi sınıfının genç kuşaklarına bu mücadele deneyimleri aktarılmalı ve bu temelde yapılan örgütlenmeler geliştirilmelidir. 1977-1980 metal grevlerini örnek alan ve aşan mücadelelerin yolu ancak böyle döşenebilir.
[1] DİSK dergisi, sayı 25, 1976 Temmuz
[2] Mehmet Sinan, Statükoculuk, Liberalizm ve Türk Tipi Burjuva Demokrasisi Üzerine Notlar/12, www.marksist.com
link: Selim Fuat, Mücadele Deneyimleri Metal İşçilerine Işık Tutuyor, 1 Ocak 2015, https://marksist.net/node/3887
Diyanet’in İtibarı Mercedes
Petrol Fiyatları ve Ekonomik Kriz