Petrol fiyatlarındaki hareketlilik, özellikle de dünyadaki petrol talebindeki iniş-çıkışlar, dünya ekonomisinin gidişatı hakkında önemli ipuçları verir. Elbette dünyadaki politik gelişmeler de petrol fiyatlarının seyrini etkiliyor. 2002 yılında 24 dolar düzeyinde seyreden petrolün varil fiyatı, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında hızla yükselmeye başlamıştı. Bu süreçte doların değer kaybı da petrolün dolar bazında fiyat artışını hızlandırdı. 2008 yılında dünya kapitalizminin krizinin patlak vermesinin arifesinde petrolün varil fiyatı 130 dolarlara kadar çıkmıştı. Krizle birlikte enerji talebi hızla düşüşe geçmiş, doların değer kaybına rağmen petrolün varil fiyatı 40 dolara kadar gerilemişti. Kapitalist devletler ekonomiyi canlandırmak için trilyonlarca dolarlık paketleri devreye soktular. Ekonomide çöküş süreci durduruldu ama canlanma sağlanamadı. 2009’un ikinci yarısından itibaren petrol fiyatları yeniden yükselişe geçti. 2011 yılında Arap isyanlarının patlak vermesiyle petrol fiyatlarındaki tırmanış hızlandı. Aynı yıl Japonya’daki deprem ve tsunami ile gelen Fukuşima nükleer felâketi de, başta Japonya olmak üzere pek çok ülkede nükleer santrallerin kapanmasına yol açmış, dolayısıyla petrol ve doğalgaz talebi artmıştı.
2012-2013 yılları boyunca petrol fiyatının yükselmesi ve dönem dönem 100 doların üzerine çıkmasının sebebi dünya ekonomisindeki güçlü bir canlanma değildi. Petrol fiyatı 2014 yılının 6. ayında 100 doların üzerindeydi. Son 6 aydır petrol fiyatları sürekli düşüyor. Aralık sonu itibarıyla ham petrolün varil fiyatı 55 dolara kadar düştü. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) 2015 yılında petrol talebi tahminini düşürüyor. IEA, küresel petrol talebi beklentisini beş ay içinde dört kez düşürdü.
Fiyatın düşmesine karşın OPEC ülkelerinin üretimlerini kısmayacaklarını açıklamaları, fiyat düşüşünü devam ettirdi. OPEC’e ağırlığını koyan Suudi Arabistan ve müttefiki durumundaki Arap ülkeleri, petrol fiyatlarını düşürerek kaya petrolü üretimini baltalamaya çalışıyor. Yerin kilometrelerce altındaki kayaları kimyasallı su ve kum püskürterek parçalamaya dayanan kaya petrolü ve kaya gazı üretimi pahalı bir üretim teknolojisi. 2008’den bu yana ABD, kaya petrolü üretimini sürekli arttırıyordu. Kaya petrolü üretiminin maliyeti yüksek. Petrolün varil fiyatı 70-80 doların üzerinde seyrederken kaya petrolü üretmek kârlı ama petrol fiyatlarının düşüşü bu yüksek maliyetli üretimi kârsız hale getiriyor. Petrol üretim maliyeti düşük olan Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, fiyat düşüşünden faydalanarak kaya petrolü üretimini sona erdirmek istiyor. Kaya petrolü üretiminin sona ermesi ya da ciddi biçimde sınırlanması petrol arzını daraltacağı için petrol fiyatı tekrar bir miktar artabilecek.
Petrol fiyatlarındaki düşüşün dünya ekonomisine iki yönlü etkisi var. Enerji maliyetlerinin azalmasının, gerek ABD, gerekse dünya ekonomisinin büyümesine olumlu etkide bulunacağı hesaplanıyor. Öte yandan petrol fiyatlarının düşmesinin getirdiği riskler de var. ABD’li pek çok enerji şirketi, mali genişleme ortamında düşük faizli kredilerle, 100 doları aşan petrol fiyatına güvenerek kaya petrolü üretimine yatırım yapmıştı. Petrol fiyatlarının düşmesi, bu şirketlerin aldıkları kredileri geri ödeyememe risklerini arttırıyor. Geri ödenemeyen kredilerin finans sistemini nasıl etkilediğini 2008 yılında görmüştük. Ödenemez hale gelen konut kredileri ABD’deki dev finans şirketlerinin iflasına yol açmış, finans piyasalarındaki çöküş, uzun yıllardır mayalanan krizin açığa çıkmasına sebep olmuştu. Başta Rusya, Venezuela ve Arap ülkeleri olmak üzere, dış ticaretleri petrol gelirine bağlı ülkelerin dış ticaretlerinin daralması da dünya ekonomisini olumsuz etkileyecek.
OPEC ülkeleri kendi üretimlerini kısarak değil, diğer ülkelerdeki düşük verimli yüksek maliyetli petrol üretimlerini sürdürülemez hale getirerek dünya petrol arzını daralmaya zorluyor. Bu politika kısa vadede OPEC ülkeleri için gelir kaybına yol açsa da uzun vadede OPEC ülkelerinin küresel enerji ve petrol piyasasındaki gücünü ve etkisini korumayı amaçlıyor. Elbette ekonomileri petrole dayalı Arap ülkelerinin siyasi amaçları da bu politikayı izlemelerini gerektiriyor. On yıl öncesine kadar likit enerji ihtiyacının %60’ını ithalat yoluyla karşılayan ABD, kaya petrolü üreterek ve kendi petrol rezervlerini devreye sokarak bu oranı %20’lere kadar düşürmüş durumda. ABD’nin Ortadoğu petrolüne bağımlılığını kendi güvenliği ve siyasi çıkarları açısından vazgeçilmez gören Suudi Arabistan ve bölgedeki petrol ekonomisine dayalı Arap rejimleri, bu bağımlılığın ortadan kalkmasını istemiyorlar. Bu yüzden fiyat kırarak dünya petrol piyasasındaki güçlerini ve politik ehemmiyetlerini korumaya çalışıyorlar.
Dünya kapitalizminin krizi
Geçtiğimiz Ekim ayında IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları Washington’da yapıldı. Küresel kapitalizmin krizden çıkış arayışlarının tartışıldığı bu toplantılarda durgunluktan çıkışa dair umutlu açıklamalar duyulmadı. IMF ve Merkez Bankalarının piyasaya ve mali sisteme para pompalamaları reel ekonomiyi canlandırmaya, yani yatırımları ve üretimi arttırmaya yol açmıyor. Canlanma sağlanamadığı gibi mali riskler de birikiyor. Merkez Bankalarının dolanımdaki para miktarını arttırması emtia piyasalarındaki işlem hacminin artmasına yol açmıyor. Paranın dolanım hızı azalıyor; piyasaya şırınga edilen paranın büyük kısmı bankaların, finans kurumlarının ve spekülatörlerin kasalarını dolduruyor. Şişirilen krediler ise dünya ekonomisinin borç yükünü ağırlaştırıyor.
Dünya ekonomisinin gidişatında belirleyici rol oynayan ülkelerin 2014 yılındaki ekonomik durumları ve 2015 yılı beklentileri, durgunluktan çıkış emareleri göstermiyor. 2008 krizi sonrasında bile hızlı büyümesi ile enerji talebi artan Çin ekonomisinin yavaşlama eğilimine girmesi, Japonya ve AB ülkelerinin ekonomik durgunluktan çıkamaması, sadece petrolün değil genel olarak emtia (altın, gümüş, bakır, kurşun, platin, buğday, mısır, soya fasulyesi, pamuk, kahve, şeker, kömür vb.) fiyatlarının da düşmesine yol açıyor. Ülkelerin merkez bankalarının para basarak talebi körüklemeye ve ekonomiyi canlandırmaya çalışmasına ve kur değerlerini aşağı çekmelerine rağmen emtia borsaları son 5 yılın en düşük seviyelerinde seyrediyor.
Son 11 yılın en yüksek büyüme oranını yakaladığı söylenen ABD ekonomisinin 2014 yılı büyüme oranının %4,3 olması bekleniyor. Son 11 yılda ABD’nin yıllık büyüme ortalaması %1,1 idi. ABD düşük faiz politikası ile tüketimi körüklemeye ve ekonomiyi canlandırmaya çalışıyor. Fakat ABD ekonomisindeki dönemsel zayıf canlanmalar, dünya ekonomisinin durgunluktan çıkması için yeterli olmuyor.
AB’nin en güçlü ekonomisi olan Almanya 2008 krizini takip eden yıllar boyunca tüm AB üyelerine kemer sıkma politikaları dayattı. Ancak kemer sıkma politikaları sonucunda Avrupa’da halkın satın alma gücü geriledi. Avrupa piyasalarında talebin daralması, ihracatının çoğunu diğer Avrupa ülkelerine yapan Almanya’nın ihracatını da vurmaya başladı.
Ukrayna sorunu yüzünden ABD’nin ve AB’nin ekonomik yaptırımlarıyla karşı karşıya gelen Rusya ekonomisi, en temel ihraç ürünleri olan petrol ve doğalgaz fiyatlarının da düşmesiyle birlikte ağır bir krize sürüklendi. Daha önce yaşadıkları krizlerden deneyimli olan Ruslar ellerindeki rubleden kurtulmaya çalışınca rublenin değeri hızla düştü. Rusya faizleri yükselterek ve döviz satarak rublenin düşüşünü frenledi. 2015 yılında Rusya’nın dış ticaretinin daralacağı öngörülüyor. Dünya ekonomisi içerisinde, sermayeyi kendisine çekerek nispeten daha hızlı büyüyebilen Çin, Endonezya, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerin ekonomileri de yavaşlama eğilimine girmiş durumdadır.
Özetleyecek olursak, dünya kapitalizmi halen ekonomik krizin etkisi altında kıvranıyor. Kapitalist devletler durgunluktan çıkabilmek için kredi genişlemesine, ekonomiyi militarize etmeye, merkez bankalarına bolca para bastırarak kur değerlerini aşağı çekmeye ve faizleri düşük tutmaya dayalı mali politikalar izliyorlar. Tüm mali enstrümanları devreye sokmalarına rağmen 2008’den bu yana kapitalist ekonominin dünya genelindeki durgun seyrini değiştirmeyi başaramıyorlar. Petrol ve genel olarak emtia fiyatlarının düşüşü bunun ispatıdır. Üstelik krize çözüm olarak ileri sürdükleri mali politikalar yeni çöküşlerin zeminini hazırlamaktadır. 2008 çöküşünden bu yana 7 yıldır süregelen kriz hali burjuva ideologları kedere boğarken, Marksist öngörüleri doğrulamaktadır.
Kapitalizmin çıkmazı
Elif Çağlı 2003 yılında yazdığı “Kapitalizmin Krizleri ve Devrimci Durum” broşüründe kapitalizmin 21. yüzyıla girerken mayalanmakta olan krizini açıklamış; kapitalizmin 2. Dünya Savaşından 21. yüzyıl başlangıcına uzanan dönemde tüm iniş çıkışlarına rağmen ekonomik yaşamda sağladığı genel canlılığının artık sonuna gelindiğini isabetle tespit etmişti. Çağlı, Marx’ın Kapital’de ortaya koyduğu sınaî çevrimler, kapitalist ekonominin durgunluk, canlanma, hızlanma ve çöküş evreleri, sermayenin organik bileşimi ve kâr oranlarının düşme eğilimi gibi temel çözümlemelerini hatırlatmış; burjuva ideologların “krizlerden arınmış kapitalizm” tasavvurlarının boş hayalden ibaret olduğunu ortaya koymuştu. 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde küresel kapitalizmin artık ne yayılacak yeni alanı kalmıştı, ne de yeni teknolojiler ekonomide büyük sıçramaların önünü açıyordu:
“(…) geçmiş dönemlerde gerçekleşen teknolojik devrimler, emek-yoğun eski teknolojilerin yerini emek-zamandan büyük tasarruflar sağlayan yeni üretim tekniklerinin alması sayesinde artı-değer üretimini muazzam ölçeklerde arttırıcı özelliklere sahipti. Kapitalizm bu türden bir gelişme potansiyeli taşıdığı gençlik dönemlerini çoktan geride bırakmıştır. Günümüzde metaların üretimi için gerekli emek-zamanı daha da kısaltacak teknik buluşlar gerçekleşse bile, bunların seri halde ve çok yaygın biçimde uygulamaya sokulması kapitalist üretim tarzının karakteriyle hiç mi hiç bağdaşmamaktadır.” (age)
Gençlik dönemlerini geride bırakmış ve çürüme dönemine girmiş kapitalist sistemde teknik buluşlar gerçekleşse de, bu yeni teknikler yaygın bir biçimde kullanıma sokulamamakta, kapitalistlerin yatırım ve kâr arzusu ile geniş kitlelerin sınırlı tüketim olanakları arasındaki çelişki derinleşmektedir.
Sabit sermayenin toplam sermaye içerisindeki oranının giderek artması, kârın kaynağı olan canlı emeğin ise sermaye bileşimi içerisindeki oranının giderek azalması kâr oranlarının düşme eğilimini ortaya çıkarmaktadır.
“Sermayenin kendini sürekli geliştirme arzusuyla, bizzat kapitalist işleyişin çıkardığı engeller arasında patlak veren çatışma kapitalist bunalımların kaynağıdır. Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. O halde, ekonomik gelişmeyi kesintisiz ve doğrusal bir süreç olarak algılamamak gerekir. Devinim halindeki tüm süreçleri incelediğimizde görürüz ki, yukarı doğru tırmanışı yaratan çeşitli faktörler süreci bir tepe noktasına taşıdıktan sonra kendi karşıtlarına dönüşür ve böylece ani düşüşlere, çöküntülere neden olurlar. Kapitalist ekonomik işleyişte de her yükselişin bir düşüşü vardır ve bu olgu sistemin bir hareket yasasıdır.” (age)
Kapitalizmin, “fıtratındaki” bu yasalardan kurtulamadığını hatırlatan Çağlı, kapitalist ekonominin periyodik salınımlarının zamansal ve kuvvetsel olarak eşdeğer çevrimler olmadığını, Marx döneminde ortalama 10 yılda bir tekrarlandığı söylenen sınaî çevrimlerin ilerleyen yıllar içinde daha kısa süreler itibarıyla sıralandığını açıklar. Aynı çalışmasında kriz ve takip eden durgunluk döneminin genel özelliklerini de şöyle ortaya koyar:
“Kriz dönemlerinde kâr oranlarında ani düşüşler yaşanır; yatırımlar kısılır; elde stoklar birikir. Toplu işten çıkarmalar başlar, talep düşer, dolaşım daralır. Fiyatlar ve ücretler düşer, çalışan işçi sayısı azalır, ticari işlemlerin kitlesi küçülür. Zaten aşırı-üretimi tüketemeyen piyasa daha da daralır ve krediler geri ödenemez hale gelir. Bunalım sırasında piyasada bol miktarda meta vardır, fakat fiyat düşüşlerine rağmen bunlar paraya çevrilememektedir. Marx, yeniden üretim sürecindeki genişlemede ya da hatta normal akışta bir bozukluk olduğunda kredinin de kıtlaştığına ve kredi ile meta elde etmenin güçleştiğine değinir. Bu nedenle, nakit ödeme talebi ve kredili satışlar konusunda gösterilen titizlik, çevrimin bunalım evresinin temel bir özelliğidir. Kredinin daralmasıyla birlikte dolaşımda paraya duyulan ihtiyaç artmış ve faiz oranları daha da yükselmiştir. Böylesi dönemlerde paraya duyulan ihtiyaç, satın almaktan çok ödeme yapabilmek içindir. Yeni işlemleri başlatmak için değil, eskileri sonuçlandırmak için yeni borçlanmalara başvurulur. Kriz çeşitli iflâslara yol açar ve koşullara dayanamayan fabrikalar kapanır, makinelerin ve sabit sermayenin önemli bir bölümü üretim süreci dışına düşerek tahrip olur. Piyasayı kaplayan genel bir güven bunalımı sonucunda tahvillerin ve şirket hisse senetlerinin değeri düşer. Sermayenin hangi kısmının bunalımdan ne kadar etkileneceğini rekabet savaşımı belirleyecektir. İşlerin iyi gittiği dönemlerde genel kâr oranının eşitlenmesine hizmet ederek kapitalist sınıf arasında bir kardeşlik havası esmesini mümkün kılan rekabet, krizle birlikte bir ölüm-kalım savaşı haline gelir.”
“Krizin sonuçlarının realize olmasıyla birlikte toplam toplumsal sermayenin değeri düşer, borsa dibe vurur, faiz oranları aşağıya çekilir ve piyasaya kötümser bir ruh hali egemen olur. Böylece, kriz döneminde dibe vuran ekonominin bir çırpıda içinden çıkamadığı bir durgunluk dönemi yaşanır. Ortaya çıkan aşırı-üretim krizinin şiddetine ve dünya ölçeğinde yaygınlık derecesine bağlı olarak, bir durgunluk dönemi görece kısa sürüp daha sancısız biçimde canlanmaya geçileceği gibi, 1929 krizinde ya da bugün yaşanan krizde görüldüğü gibi tersi de mümkündür.”
Çağlı, Marx’ın çözümlemelerinden hareketle, devresel krizlerin, kapitalizmin kaçıp kurtulamayacağı hastalığı, aynı zamanda da sistemin işleyişini mümkün kılan tedavisi olduğunu hatırlatır. Marx’ın ortaya koyduğu bu diyalektik kavrayış olağanüstü önemdedir. Kapitalist dünyanın egemenleri, 2008 yılında yaşanan çöküşü durdurabilmek için trilyonlarca dolarlık ekonomik programlar devreye sokmuştu. Kapitalist devletler, iflasların devam etmesine engel olmak üzere ekonomiye müdahale etmiş, dolaşımdaki para miktarını ve kredileri genişleterek krizin sonuçlarının realize olmasına müsaade etmemişti. Oysa kapitalizmin aşırı üretim krizinden çıkabilmesi için üretici güçlerin yıkıma uğraması gerekir. Kriz dönemlerinde yaşanan yıkımın “tedavi” işlevi üstlenebilmesi için bu şarttır.
Ancak kapitalizm, tarihinin en derin kriz dönemlerinden birini yaşıyor. Bu krizi “tedaviye” dönüştürecek bir çöküşün, ya 2. Dünya Savaşında olduğu gibi, “kentlerin, üretim tesislerinin (ve tabii ki milyonlarca insanın) bombalarla yok edilmesi” ya da “yaygın iflaslar, kapanan fabrikalar ve üretim araçlarının bir kısmının çürümeye terk edilmesi (ve tabii yüz milyonlarca işsiz)” biçiminde gerçekleşmesi gerekir. Ancak yaşlılık evresindeki küresel kapitalizmin, çağımızdaki derin ekonomik krizinin sonuçlarıyla yüzleşmeye takati yok!
Kapitalist egemenler, krizin sonuçlarının realize olmasına izin verirlerse, kapitalizmin emekçi kitlelerin zihninde yarattığı mevcut sisteme dair tüm yanılsamalar yerle yeksan olur. İşsizliğe ve açlığa sürüklenecek milyonlarca işçinin krizin sona ermesini bekleme şansı yoktur. Yaşamlarını devam ettirmek zorunda olan emekçi kitleler burjuva düzenle hesaplaşmak ve üretim araçlarına el koymak zorunluluğuyla karşı karşıya kalacaktır. Proletarya, dünya ölçeğinde muazzam bir potansiyel güce ulaşmıştır. Pek çok ülkede işçilerin, kriz dönemlerinde kapanan fabrikaları işgal ederek üretimin sorumluluğunu üstlenecek inisiyatifler geliştirebildiği biliniyor. Dünya işçi sınıfı devrimci önderlikten henüz yoksun olsa da, bu önderliği inşa etme misyonunu üstlenebilecek güçler ideolojik birikimleri ve tarihsel deneyimleri ile mevcuttur!
Büyük ölçekli emperyalist savaşlar da devrimci durumlara yol açıyor. 1. ve 2. Dünya Savaşlarının sonunda burjuvazi, proleter dünya devriminin zaferini engelleyebilmek için nasıl da çırpınmak zorunda kalmıştı. Çağımızda, nükleer silahlarla donanmış emperyalist güçler arasında cereyan edecek topyekûn bir savaş, sadece üretici güçlerin değil, medeniyetin de topyekûn yıkımına yol açabilir.
Kısacası burjuvazi, çöküş-tedavi diyalektiğinin tam olarak işlemesine müsaade etmek istemiyor. Ancak krizin üretim araçlarının yıkımına yol açmadan atlatılabilmesi için yapılan müdahaleler, piyasaları kısa sürelerle hareketlendirmekten daha fazlasını başaramıyor. Durgunluk dönemi uzun yıllara yayılarak kronik bir hal alıyor. 2008’den bu yana geçen onca yıla rağmen durgunluk dönemi sona erdirilemedi. Bilakis, devletlerin ekonomiye müdahale etmek üzere kullandıkları enstrümanlar giderek daha işlevsiz hale geliyor ve yeni krizlerin mayalanmasına yol açıyor. Kredi mekanizması bunun en tipik örneğidir.
“Bu çıkmazın en çarpıcı örneklerinden birini, bir zamanlar kapitalizme yeniden ve yeniden can vermiş olan kredi mekanizmasının artık krize çare olamayan aşınmış durumu oluşturuyor. Kapitalizm uzun yıllar boyunca işçi sınıfının sömürüsüne dayanan cafcaflı bir tüketim dünyasını kredi mekanizmasını pompalayarak yaşattı. Ne var ki, eşsiz bir kurtarıcı addedilen kredi mekanizması giderek yeni krizleri mayalayan bir canavara dönüştü.” (Elif Çağlı, Kapitalizm Çıkmazda, Ocak 2012)
Çağlı, 2003 yılındaki çalışmasında da ekonomik krizin önceleri bir finans krizi görünümü altında patlak vereceğini ama gerçekte krizin temelinin kâr oranlarının düşme eğilimi, eksik tüketim gibi kapitalist ekonominin yapısal sorunlarından kaynaklı olduğunu, kredi mekanizmasıyla sürdürülebilir kılınmaya çalışılan ekonomik büyümenin krize daha patlayıcı bir karakter kazandıracağını açıklamıştı. Gerçekten de 2008 krizi, tam da Çağlı’nın yıllar öncesinde açıkladığı gibi finans krizi görünümü altında patlak verdi. Burjuva ekonomistler krizin ilk ayları boyunca yapısal bir krizin varlığını inkâr etmeye çalıştılar. İlerleyen yıllar içerisinde ise pek çok burjuva ideologu, krizin gelip geçici bir finans krizi olmadığını açıklayıp Marx’ın hayaletiyle irkilmeye başladı.
Marx, insanlığın ancak çözüme bağlayabileceği sorunları önüne koyabildiğini söylemişti. Çünkü sorunun kendisi, ancak o sorunun çözümünün maddi koşulları var olduğu ya da oluşmaya başladığı zaman ortaya çıkar. Çağlı, asıl sorunun kriz değil, kapitalizmin ta kendisi olduğunu, çözümün maddi ve manevi koşullarının da mayalanmakta olduğunu muştuluyor.
“(…) üretici güçlerin ve teknolojinin bugün ulaştığı düzey kapitalist üretim ilişkileriyle bağdaşmıyor. Kapitalizm insanın insan üzerindeki sömürüsünü, toplumsal eşitsizliği ve bundan kaynaklanan toplumsal yozlaşma ortamını ve doğanın katlini öylesine dayanılmaz boyutlara tırmandırmıştır ki, gezegenimiz adeta bir uçurumun kıyısındadır.
Kapitalist üretim tarzı bir zamanlar sahip olduğu ilerletici barutunu yitirmiştir. Bu sistem çürümüş, yozlaşmış ve insanlık toplumunu kemiren kapitalist bir belâya dönüşmüştür. Bu durum görmek isteyen gözler için aslında son derece aşikârdır. Oysa bu gerçekliğin ötesinde, insanın insanı sömürmeyeceği, toplumsal baskı ve ezilmişliğin ve eşitsizliğin yeryüzünden silineceği bir geleceğe, sosyalizme ilerlemeyi mümkün kılacak nesnel bir temel yer alıyor. Bu nedenle, dünya işçi sınıfı devrimci bilinçle donanıp örgütlendiğinde insanlık çıkarına olacak muazzam bir toplumsal dönüşümü gerçekleştirebilir.
İşçi sınıfının bu tarihsel eylemi için gereken hazırlık düzeyi henüz zayıf olsa da, açık ki artık umutsuzluğa da yer olmamalı. Dünya üzerinde yükselen ve işçi-emekçi kitleleri, genç kuşakları ayağa kaldırarak gelişen yeni bir isyan dalgası, kapitalizmi yeryüzünden silip süpürecek tarihsel işçi devriminin koşullarının içten içe mayalandığını haber veriyor. Burjuva ideologları kapitalizmin geleceği konusunda derin endişelere sürükleyen de zaten bu gerçekler değil mi?” (Elif Çağlı, age)
link: Kemal Erdem, Petrol Fiyatları ve Ekonomik Kriz, 9 Ocak 2015, https://marksist.net/node/3892
Mücadele Deneyimleri Metal İşçilerine Işık Tutuyor
Küba-ABD Yakınlaşması Neye İşaret Ediyor?