İngiltere
Ülkemizde de faaliyet gösteren otomobil tekeli Ford’un sahibi olduğu Solihull’un West Midlands’daki Land Rover üretim tesislerinde binlerce işçi 26 Ocakta bir günlük greve gitti. Bu grev, 11.000 işçinin çalıştığı fabrikada 1988’den beri yaşanan ilk grev. Firmanın önerdiği 2 yıllık %6,5 ücret artışını yetersiz bulan işçiler, artışın Ford tekelinin başka bir markası olan Jaguar işçilerininki ile aynı olmasını istiyorlar. Ford firması ise, fabrikanın geleceğini riske atıyorsunuz diyerek işçilere aba altından sopa gösteriyor. İşçiler anlaşmazlığın devam etmesi halinde grevlerinin Şubat ayında da devam edeceğini belirtiyorlar.
Demiryolu sektöründeki en büyük sendika olan RMT (Demiryolu, Deniz ve Taşımacılık Sendikası), İşçi Partisi (LP) ile 100 yılı aşkın süredir devam eden bağını kopardı. RMT, şubelerini yaklaşan yerel seçimlerde diledikleri partiyi destekleme konusunda serbest bırakmıştı. Bunun ardından İskoçya’daki yedi şube ve RMT’nin bölge konseyi İskoç Sosyalist Partisine (SSP) katılma kararı almıştı. Blair’in başında bulunduğu LP, bu karar değiştirilmediği takdirde RMT’nin partiden ihraç edileceği tehditlerini savurmaya başladı. RMT ise 6 Şubatta topladığı konferansta 8’e karşı 42’lik bir delege çoğunluğu oyuyla ayrılma kararını onaylayarak, LP ile 1899’lara uzanan bağını kopardı.
Sendika başkanı Bob Crow, “eğer bir şube İskoç Sosyalist Partisine katılma kararı alırsa bu onun hakkıdır” diyor. SSP lideri Tommy Sheridan ise bunun sosyalist politikada yeni bir dönemi başlattığını belirterek şunları söylüyor: “100 yılı aşkın bir süredir sendikalar sosyalist politikaları destekliyorlar, fakat Yeni İşçi Partisinin büyük sermaye yanlısı faaliyetleri sosyalist politikaların düşmanıdır ve sendikalar bu gerçeği giderek daha fazla kabul ediyorlar. … İskoç Sosyalist Partisi genç bir parti, İşçi Partisine oranla küçük, ama unutmamalıyız ki İşçi Partisi de hayata küçük bir parti olarak başladı.”
Bir burjuva partisi olan İşçi Partisinin izlediği işçi düşmanı politikalar, sendikaların tabanındaki huzursuzluğun giderek artmasına ve bunun sendika yönetimlerine yansımasına neden oluyor. İngiliz İşçi Partisi sendikalarla organik bağı olan bir parti ve İngiltere’de işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu sendikaların tarihsel bağı olan bu partiyi destekliyorlar. İşçi Partisine salt sendikalardan milyonlarca pound gelir akıyor, işçiler bunun karşılığını ise emperyalist ihanet politikaları, her türlü hak gaspı ve saldırılar olarak alıyorlar.
ABD
Güney Kaliforniya Türkiye’de sektörel olarak sık karşılaşmadığımız bir grev süreci yaşıyor: Marketler Grevi. Kapitalizmin ABD’de ulaştığı seviye, bizde çok yaygın olan bakkal, manav gibi küçük-burjuva dükkâncılığı yıllar önce büyük ölçüde ortadan kaldırmış bulunuyor. Kaliforniya’da aynı sermaye grubuna ait marketler zincirleri Kroger Co.’s Ralphs, Safeway Inc.’s Vons ve Albertsons Inc.’de çalışan 70.000 tezgâhtar, kendilerine dayatılan sigorta koşullarına, özellikle de sağlık sigortası koşullarına karşı çıkarak 11 Ekimde greve çıktılar. Grev ilk olarak Safeway Vons’da başladı, hemen ardından diğer iki market zinciri lokavt ilan etti.
100. gününü geçen bu grev Kaliforniya’nın tarihindeki en uzun grev, aynı zamanda işçilerin örgütlü olduğu Uluslararası Birleşik Gıda ve Ticaret İşçileri Sendikasının da en uzun grevi. 17 Ocakta birkaç bin işçi, üzerlerinde “her geçen gün daha güçlü” yazan tişörtleriyle Vons süpermarketlerinin önünde insan zinciri oluşturdular. Polis 15 işçiyi kanunsuz toplanma ve dağılmama gerekçesiyle tutukladı. Tutuklanan işçilerden Lori Marrujo “tüm Amerikalılara, sağlığın, uğruna mücadele etmeye değer bir şey olduğu mesajını aktarmak için, burada bir yıl kalmam dahi gerekse kalırım” diyordu. İşçiler ve sendika, mücadeleyi şirketler kazandığı takdirde bunun gelecekte diğer şirketleri de sağlık sigortalarını kesmeye teşvik edeceğini biliyorlar. Amerika’daki en büyük sendika federasyonu AFL-CIO bu mücadeleyi ülke çapına yaymayı planlıyor. Fakat AFL-CIO’nun planı sadece yetkililere e-mail atmak, telefon etmek ya da söz konusu şirketi boykot etmek gibi pasif yöntemlerden ibaret.
15 ay önce kendileri lokavt yaşayan ve sitemizde duyurulan[1] Long Beach ve Los Angeles dok işçileri, grevci işçilere 155.000 dolar yardım yaptılar ve 6 ay içinde 1 milyon dolar daha yardım yapacaklarına söz verdiler. Kaliforniya Komünikasyon işçileri de 100.000 dolar yardımda bulundular.
Sağlık giderlerinin karşılanması yükünü işçilere yıkmak isteyen kapitalistler, Fransa’da farklı, ABD’de farklı yöntemler uyguluyorlar. İşçi sınıfı da bu saldırılara örgütlü olduğu düzeyde benzer yanıtlarla, yani grevlerle karşılık veriyor. Sosyal hakların gaspına karşı yapılan bu grevler ne ilk ne de son olacak. Fakat bütün grevlerde sınıf dayanışması ne kadar sıkı örülmüşse işçi sınıfının şansı o kadar artıyor. Kaliforniya’daki market işçileri, diğer işçilerden gerek para, gerek dayanışma grevi tarzında aldığı desteklerle ayakta durma şansını artırıyor. Şu anda bunun ilk örnekleri mevcut, kuşkusuz sendika bürokratlarının izin verdiği ölçüde!
Almanya
Almanya’nın en büyük sanayi sendikası IG Metal ile işverenler arasındaki görüşmeler, 5 Şubatta Baden-Wuerttemburg eyaletinde anlaşmazlıkla sonuçlandı. IG Metal, görüşmelerden ay sonuna kadar sonuç alınamazsa “mücadeleye hazır olduklarını” söylüyor.
IG Metal’in bildirdiğine göre, ülkenin çeşitli yerlerindeki fabrikalarda 90.000 işçi iş bıraktı. Bunlar arasında BMW, Opel gibi binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar da var. Yine yüzlerce fabrikadan gelen işçiler protesto gösterilerinde bulundular.
2,5 milyonu aşkın üyesi bulunan IG Metal sendikası, ücret artışı talebini güçlendirmek için 29 Ocakta ülke çapında 1 saatlik greve gitmişti. IG Metal %4’lük artış isterken, işverenler artışın %1,2’de kalmasını ve 35 saatlik çalışma haftasının 40 saate çıkarılmasını istiyorlar. 2002 yılındaki toplu sözleşmelerde IG Metal 10 günlük bir grev yapmış ve 12 ay için %4’lük bir artış almıştı. Bu sendikanın yaptığı sözleşmelerin Almanya’nın genelinde referans alınması, tüm Alman işçilerinin ve kapitalistlerin gözünü buraya dikmesine neden oluyor.
Fransa
Fransa, işçi sınıfının ayak seslerinin daha gür duyulduğu günleri yaşıyor. Sağcı Raffarin hükümeti, işçilerin soluğunu ensesinde hissediyor. Paris ve çevresindeki demiryolu işçileri, 20 Ocak saat 19’dan itibaren 36 ssatlik bir greve gittiler. 180.000 işçinin çalıştığı devlet işletmesi SNCF bu yıl 3500 işçiyi işten atmayı planlıyor. İşçilerin işten atılmalarına son verilmesi ve ücretlerin %6 oranında artırılması talebi ile yapılan grev, Paris’in iç ulaşımını ve diğer şehirlerle bağlantısını ciddi ölçüde sekteye uğrattı.
Demiryollarındaki grevi Charles De Gaulle havaalanındaki işçiler de grevle selamladılar 8100 işçinin katıldığı grev, demiryollarındaki kargaşanın “havaya” da yayılmasına neden oldu. Özelleştirmeye karşı yapılan grev, uçuşların gecikmesine yol açtı.
Yaygın bir inanış vardır: “Avrupa’da sağlık sistemi o kadar iyi ki, hastayı almak için ayağına helikopter bile gönderiliyor.” Fransa’dan gelen haberler bu inanışın ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. Krizdeki burjuvazi, Fransa’da işçilerin sağlık giderlerinin 10 milyar euro daha azaltılmasını istiyor. Bu kesintiye karşı çıkan sağlık çalışanları, 22 Ocakta ülke çapında greve çıkıp gösteri düzenlediler. Sağlık çalışanlarının talebi daha iyi çalışma koşulları ve daha çok personeldi. Üzerine destanlar yazılan Avrupa’daki sağlık sisteminin aslında ne kadar yetersiz olduğu geçen sene Fransa’daki sıcak hava dalgasında görülmüştü. Bu meteorolojik olayda, yatak ve personel yetersizliğinden dolayı 15.000 yaşlı insanın ölümüne müdahale edilememişti. Burjuvazinin bakanları bu personel ve harcamayı bile fazla gördüğünden, “sağlık reformu” adı altında daha çok kesinti yapmak istiyor. Sağlık Bakanlığının önünde gösteri yapan sağlık işçileri, tüm bu saldırılara karşı tepkilerini yükselttiler.
İtalya
Geçtiğimiz aylarda Yunanistan’da havacılık sektöründe yaşanan olayın benzeri şimdi de İtalya’da yaşanıyor. Sadece şirket isimleri, kişiler ve kurumlar değişiyor. Yunanistan’da Olympic Airways, işçilerinin bir kısmını yeni bir şirkete aktararak borçlarından ve işçilerden kurtulmak ve yeni şirkette aynı işi daha az işçiye yaptırmak istiyordu. Yunan işçiler ise buna grevle cevap vermişti. İtalya’nın devlet havayolu şirketi olan Alitalia da zarar ettiği gerekçesiyle toplam 2700 işçisinden benzer bir yolla kurtulmaya çalışıyor. Bir yandan da kısmi özelleştirilmeye hazırlanıyor. İşçilerin cevabı 19 Ocakta pilotlar hariç tüm işçilerin katıldığı 8 saatlik bir grevle geldi. Bu grev tam 18.000 yolcuyu etkiledi. İtalya’da taşımacılık sektöründeki grev dalgası bu grevle devam etmiş oldu. 8 Ocakta hava trafik kontrolörleri, ücretler ve çalışma koşulları nedeniyle greve çıkmış ve 334 Alitalia uçuşunu etkilemişlerdi. 9 Ocakta ise metro ve otobüs çalışanları ücret yüzünden greve gitmiş ve İtalya’da ulaşımı durdurmuşlardı. Ulaşım sektöründeki grev dalgası İtalya’yı sarsmaya devam ediyor.
Portekiz
Portekiz’de yaklaşık 700 bin kamu işçisi 23 Ocakta 1 günlük greve gitti. Okulların, hastanelerin ve toplu taşımanın etkilendiği bu grev kimi şehirlerde çöplerin toplanmamasına yol açtı.
Geçen sene başbakan Jose Manuel Durao Barroso, bütçe açığını kapatmak için ücret artışlarını dondurmuştu. Barroso’nun uygulamanın bu sene de devam edeceğini açıklaması üzerine, kamu işçileri son bir yıl içinde ikinci kez greve gittiler. Kamu işçileri, emeklilik yasalarında yapılan değişikliklerle haklarının gaspedilmesine, sözleşmeli personel uygulamasına ve “Kamu Yönetimi Reformları”na da karşı çıkıyorlar.
Burjuvazi ülkemizde de yaşanan işçi sınıfına dönük saldırılarını dünyanın her yerinde artırarak sürdürüyor. Saldırıların temposunu ve boyutunu belirleyen tek şey ise işçi sınıfının örgütlülüğü ve mücadelesi. İşçi sınıfı ne kadar örgütlüyse ve ne kadar mücadeleciyse saldırıların geri püskürtülme derecesi de o ölçüde artıyor.
İran
24 Ocakta bir bakır işleme fabrikasında çalışan işçilerin ve ailelerinin katıldığı bir gösteriye İran polisinin saldırması üzerine 4 işçi ölürken, 100’den fazlası yaralandı. Kirman eyaletinin Hatunabad köyünde bulunan Nazhatun Bakır İşleme Fabrikası inşaatında çalışan 1500 taşeron işçisine, sözleşmelerinin sürekli hale getirilme sözü verilmişti. Fakat inşaat bittikten sonra işveren verdiği sözü tutmadı ve 1250 işçiyi işten attı. Bunun üzerine işçiler 18 Şubatta greve gittiler. Yoksulluk sınırı 300 bin toman’ken, bu işçiler 70 bin toman ücret alıyorlardı, üstelik de sürekli gecikmelerle. Sözleşmelerinin sürekli hale getirilmesini, işten atılanların işe alınmasını, geciktirilen ücretlerin derhal ödenmesini ve sosyal haklarının verilmesini isteyen işçiler, seslerini daha iyi duyurabilmek için şehirde yürüyüş yapmaya karar verdiler. Fakat yürüyüş esnasında İran polisi işçilere ve ailelerine ateş açtı.
Bu katliamın ardından protestolar hızla yayıldı. Diğer fabrikaların işçileri de dayanışma grevlerine çıktılar ve birkaç gün boyunca kentte tüm üretimi durdurdular. Bu sırada 80 kişi tutuklandı. Kentteki gerginlik halen devam ediyor.
İran’da grev yapmak yasak, sendikaların toplusözleşme yapmaları fiilen engelleniyor. İslami karşı-devriminden çok uzun bir süre sonra çıkarılan güdük İş Yasası bile ancak on kişinin üzerindeki işletmelerde çalışan işçileri kapsıyor. Bu da İran işçi sınıfının çok büyük bir bölümünün sınırsız bir sömürüye tâbi tutulması, her türlü yasal haktan mahrum kalması anlamına geliyor. Şu anda resmi enflasyonun %16,5, resmi işsizliğin ise %16 olduğu İran’da, 32 aydır ücretini alamayan işçiler var.
Güney Kore
Seul’deki Ssangyong Motor firmasında çalışan sendikalı işçiler, 27 Ocakta 4 saat iş bıraktılar. Sendikalı işçiler firmalarının Çinli Lanxing grubuna satılmasına karşı çıkıyorlar. Bu satış sonrasında Çinli sermaye grubunun tensikatlara başlayacağına inandıkları için, Seul’un güneyindeki Pyeongtaek işletmesine Çinli denetçileri yılbaşından bu yana sokmuyorlar. 5500 sendikalı ve kararlı işçi arasından 70 temsilci kapıda nöbet tutuyor. İşçiler her Çarşamba yarım gün iş bırakma eylemi yapmayı ve satışların arttığı dönemde (Şubatta) greve gideceklerini söylüyorlar. Firmayı satmak isteyenler ve satın alacaklar bu işten vazgeçinceye kadar grevlerine devam etmeyi planlıyorlar.
Dominik Cumhuriyeti
Latin Amerika ülkelerinden Dominik Cumhuriyeti’nde, burjuvazi, 29-30 Ocak günlerinde gerçekleştirilen iki günlük genel grevi kana buladı. Pezo’daki aşırı değer kaybını, tırmanan enflasyonu ve sürekli hale gelen elektrik kesintilerini protesto eden işçi ve emekçilerlerden sekizi öldü, onlarcası yaralandı, yüzlercesi tutuklandı.
Grevciler, yiyecek, elektrik, telefon ve petrol fiyatlarının azaltılmasını, kamu ve özel sektör ayrımı yapılmaksızın tüm çalışanların ücretlerinin %100 artırılmasını istiyorlar. Ülkede 2002 yılında %10,5 olan enflasyon şu anda resmi rakamlarla %42,5. Ocak sonunda gaz fiyatlarına %18 zam yapıldı. İşsizlik oranı yine resmi rakamlara göre %17. Bütün bunlar halkın yaşam koşullarını katlanılmaz hale getiriyor.
Grevcilerin diğer bazı talepleriyse şöyle: hidro-karbon yasasının değiştirilmesi, dış borç ödemelerinin askıya alınması, GSMH’nin %5’lik bölümünün Santo Domingo Otonom Üniversitesine ayrılması.
Bolivya
Bolivya’da sendikaların Mesa hükümetine tanıdıkları 90 günlük sürenin dolmasının ardından ortam yeniden kızışıyor.
Geçtiğimiz Eylül-Ekim aylarında Bolivya’da bir buçuk ay süren bir ayaklanma süreci yaşanmış, devlet başkanı Lozada ülkeden kaçmış ve mevcut hükümet devrilmişti.[2] Yerine kurulan Carlos Mesa hükümetine ise sendikalar ve diğer işçi ve köylü örgütleri şartlı olarak süre tanımışlardı. Reformist önderlikler, bu burjuva hükümete boş bir güven duyulmasına ve beklenti oluşmasına yol açmışlar, böylece kitlenin doruğa ulaşan devrimci ruh halini pörsüterek devrimi geri püskürtmüşlerdi. İşçi sınıfı Marksist bir önderlikten yoksun olduğu için, avcunun içine düşen iktidarı ele geçirmeyi başaramamıştı.
90 günün ardından, Bolivya Merkezi İşçi Sendikası (COB), 22 Ocakta genişletilmiş ulusal toplantı düzenledi. Bu toplantıda, Mesa hükümeti Ekim ayaklanmasının taleplerini yerine getirmediği ve kemer sıkma önlemlerine devam ettiği takdirde, yirmi gün içerisinde gerçekleştirilmek üzere, yol kesme eylemleriyle desteklenen süresiz genel grev çağrısı yapıldı. Parlamentonun kapatılması, iktidarın alınması ve bir Halk Meclisinin kurulması önerisinde bulunuldu ve bu öneri geniş bir destek buldu.
Ekimde yaşanan ayaklanmada en büyük muhalefet partisi MAS’ın (Sosyalizme Doğru Hareket) lideri Evo Morales, Lozada’nın yerine Mesa’nın geçmesini kabul etmiş ve Kurucu Meclis talebini yükseltmişti. O dönemde hükümete “soluk alma fırsatı tanınması gerektiği”ni savunan Morales, COB toplantısında gündeme gelen Halk Meclisi önerisine şiddetle karşı çıkıyor. Ona göre parlamentonun kapatılmasını savunmak, aşırı-solculuk ve Amerika’nın oyununa gelmek demek. Halk Meclisinin kurulmasını savunanlarsa, mevcut parlamentonun devamını savunanların Amerika’yla el ele verdiklerini belirtiyorlar haklı olarak.
Bolivya’da sular kolay kolay durulacağa benzemiyor. Bu ülke pek çok devrimci ayaklanmaya gebe. Fakat ayaklanmayı gerçek bir işçi iktidarına taşıyacak devrimci Marksist bir önderliğin eksikliği ne yazık ki pek çok ihanetin de beraberinde gelme olasılığını artırıyor.
[1] Bakınız, Ekim Ayı Mücadele Ayı Oldu
[2] Daha ayrıntılı bilgi için Zeynep Güneş’in Bolivya: Yarım Kalan Devrim adlı yazısına bakınız.
link: Marksist Tutum, İşçi Hareketinden: Ocak-Şubat 2004, 1 Mart 2004, https://marksist.net/node/350
Başka Bir Dünya Mümkün: Onun Adı Sosyalizm!