Alt-emperyalist Türkiye’nin yayılmacı hamlelerinin hızlandığı şu günlerde, TC’nin Irak Kürdistanı’yla ilişkilerinde kimi değişimlerin yaşandığı görülüyor. Bu bölgeye sermaye ihracı düzenli bir artış içindeyken, Türk şirketlerinin özellikle petrol ve doğalgaz yataklarına yoğun bir ilgisi var. Geçtiğimiz günlerde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız tarafından ifade edilen “petrol ve doğalgaz oyununda dengelerin değişeceği” sözleri dikkat çekici. Irak Kürdistanı’nda petrol çıkarma yetkisi alan İngiliz-Türk ortaklı Genel Energy şirketi, şu an bölgenin en güçlü şirketi pozisyonunda. Şimdiye kadar bölgeye 1,2 milyar dolar yatırım yapıldığı ifade ediliyor ve bu oranın önümüzdeki yıllarda iki katına çıkacağı tahmin ediliyor. Madalyonun bir yüzünde bunlar yaşanıyor, ama madalyonun bir de öteki yüzü var. Türkiye sınırları içinde Kürt halkı üzerinde kirli politikalar ve savaş tırmandırılmaktadır.
Kürt sorunu, etkisini hiç yitirmeden devam eden en köklü sorunların başında geliyor. TC egemenleri özellikle son aylarda Kürt halkına yönelik baskı politikalarına hız vermiş durumdalar. Bir yandan askeri operasyonlar sürerken, diğer taraftan da KCK operasyonları adı altında devam eden tutuklamalarla Kürt hareketinin beli kırılmaya çalışılıyor. Öcalan üzerindeki tecrit hâlâ devam etmekte ve avukatlarıyla dahi görüştürülmemekte.
Ancak yirmi dokuzuncu Kürt isyanını yıllardır imha, inkâr, asimilasyon politikalarıyla bastırmaya çalışan devlet, bunda başarılı olamamıştır. Bu politikalar ne Kürt hareketini hizaya sokabildi ne de özgürlük çığlıklarını bastırılabildi. Devletin Kürtleri ezme politikaları ters tepmiş, Kürt halkı birbirine daha fazla kenetlenmiş ve örgütlü bir güç olarak devletin karşısına dikilmiştir. Zira son yapılan seçimle birlikte, Kürt hareketi daha fazla güçlenmiş ve bunu parlamentoya bir öncekinden daha fazla milletvekili sokarak ortaya koymuştur.
Diğer bir gelişme de Ortadoğu’yu saran isyan dalgasının Suriye’ye sıçramış olmasıdır. Bu durum TC egemenlerini Kürt sorunu bağlamında korkutmaktadır. Kürtlerin Suriye’de Irak’taki gibi bir özerklik elde etmesi ve bunun Türkiye Kürtleri üzerinde büyük bir moral etki yaratması korkusu, TC egemenlerini Suriye politikasını değiştirip ABD’yle gevşeyen bağları tekrardan sağlamlaştırmaya itmiştir.
TC egemenleri şu an gündemde olan anayasa değişikliği sürecinde Kürtlerin güçlü bir şekilde varlık göstermesini de istememektedir. Gücünü koruyan bir Kürt hareketi şüphesiz anayasa değişikliğinde etkisini gösterecek ve talepleri daha da ileri olacaktır. Dolayısıyla son operasyonların temel amaçlarından biri de Kürt hareketinin taleplerini geriye çekmektir. Bununla devlet açıkça, özerklik veya Öcalan için özgürlük istemeyin, taleplerinizi daha da aşağıya çekin demektedir.
Bu bağlamda burjuva medya da kara bir propaganda yürütmektedir. Bizzat başbakan Erdoğan tarafından medya patronları bir araya getirilmiş ve “ya tarafımda olursunuz ya da bertaraf olursunuz” denerek medya hizaya sokulmuştur. Ardından da medya kendileri için servis edilen tüm malzemeleri kullanarak yanlı ve uydurma haberler yapmaya koyulmuştur.
İçerde Kürt halkına karşı acımasızca yürütülen devlet terörü sürerken, Irak Kürdistanı’yla ticari anlaşmalar ve yatırımlar tam gaz devam etmektedir. Bu durum, sermayenin kendi çıkarları doğrultusunda kırmızı çizgi falan tanımadığını da gözler önüne sermektedir.
TC’nin Irak Kürdistanı politikasındaki değişim
“Alt-Emperyalizm Üzerine: Bölgesel Güç Türkiye” adlı yazısında Türkiye’nin alt-emperyalist bir güç olarak nitelendirilmesi gerektiğini işleyen Elif Çağlı, bu kavramı şöyle açıklamaktadır: “Alt-emperyalizm kavramı, emperyalist hiyerarşi piramidinde en üst basamakta yer alan emperyalist ülkelerin altındaki bir konumu anlatır. Bu konumdaki bir kapitalist ülke henüz üsttekiler gibi bir ekonomik güce ve dünya gündemini belirlemekte aynı derecede etkiye sahip olmasa da, kendi bölgesinde ve büyük emperyalist güçlerin eşliğinde artık doğrudan yayılmacı ilişkiler yürütür. İşte orta derecede gelişkin kapitalist ülkeler basamağı kapsamında yukarılara tırmanarak bu düzeye ulaşan ülkeler, bu gibi nedenlerle alt-emperyalist diye nitelenirler.” (www.marksist.com )
Alt-emperyalist Türkiye yayılmacı politikalarıyla sivrilirken, Irak’ın kuzeyindeki Federe Kürdistan devletiyle ilişkilerini de derinleştirmektedir. Yıllardır Barzani ve Talabani’yi “aşiret reisi” olarak küçümseyen ve aşağılayan TC, şimdilerde Erbil’e elçilik açmakta, ticari anlaşmalara girmektedir. Bölgede bulunan yüzlerce Türk şirketi, başta inşaat olmak üzere gıdadan petrole birçok alanda faaliyet yürütmektedir. Hatta Kürdistan’da tüketilen ürünlerin yaklaşık yüzde 90’ını Türk şirketlerinin karşıladığı ifade ediliyor. Şimdilerde Türk sermayesi Federe Kürdistan’ın petrol rezervlerine gözünü dikmiş durumda. Bu rezervler neredeyse Kuzey Denizi’ndeki rezerve eşit, doğalgaz rezervi ise Libya’nınkinden çok daha fazla… Şu ana kadar 40 uluslararası şirket, petrol ve doğalgazın çıkarılması için Kürdistan yönetimiyle anlaşma imzalamış bulunuyor. Bunlar arasında Mehmet Emin Karamehmet’in sahibi olduğu Çukurova Holding’in ortakları arasında bulunduğu Genel Energy şirketi de bulunuyor.
2004 yılından beri bölgede faliyet gösteren Genel Energy, bölgenin en güçlü petrol şirketi pozisyonunda. Şirket evlilikleri yaparak büyüyen Genel Energy, geçtiğimiz aylarda İngiliz Vallares International şirketiyle birleşip adını Genel Energy Plc olarak değiştirdi. Bununla yetinilmeyeceği, önümüzdeki süreçte Norveç merkezli DNO şirketiyle birleşileceği ifade ediliyor. Bu ataklarıyla ün salmaya başlayan Genel Energy Plc, Londra borsasına da girdi. Genel Energy şu anda günde 165 bin varil petrol çıkarıyor ve önümüzdeki yıllarda bu rakamın iki katına çıkarılması hedefleniyor. Genel Energy ortaklarından Mehmet Sepil, 255 kilometrelik boru hattının yapılacağını ve 700 milyon dolarlık yatırım yapmayı planladıklarını ifade ediyor. Bu hatla petrol Yumurtalık’a taşınacak.
Geçtiğimiz Kasım ayı içinde Federe Kürdistan’ın başkenti Erbil’de Petrol ve Gaz Konferansı düzenlendi. Bu konferansa katılanlar arasında Genel Energy ortaklarından Mehmet Sepil de bulunuyordu. Konferansın ardından Mehmet Sepil’in hangi ülkelerde büyümeyi planlıyorsunuz sorusuna verdiği yanıt Türk sermayesinin son dönemdeki yönelimini ortaya koyuyor: “Biz Ankara merkezli bir enerji şirketiyiz. Dolayısıyla, dünyanın çok uzak yerlerini düşünmüyoruz. ‘Arap Baharı’ dediğimiz bu baharda yeni oluşan dengelerde Kuzey Afrika, Libya bir süre sonra kendi ulusal şirketlerinin elindeki birçok sahayı özel şirketlere verecek diye düşünüyorum. Akdeniz’de çok önemli bir gaz oyunu oynanıyor biliyorsunuz. Buralarda bir pozisyon almak mümkün olabilir.”
Türk burjuvazisinin Ortadoğu’daki değişen dengeleri göz önünde tutup bu alanlarda etkili bir rol oynayacağı Marksist Tutum sayfalarında belirtilmişti: “Türk burjuvazisi kendisi için yatırım ve pazar alanları oluşturmak, uluslararası siyaset arenasında dikkate alınacak bir nüfuz elde etmek ve dolayısıyla yürüyen emperyalist paylaşımdan pay kapmak amacıyla Afrika’dan Orta Asya’ya, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya kadar dört bir yana ulaşmaya, buralarda yerleşmeye çalışıyor.” (Utku Kızılok, Türkiye’nin Emperyalist Atakları, MT, no 79)
Hâlâ “Kuzey Irak”!
Türkiye’nin Irak Kürdistanı’na ilişkin kırmızı çizgileri uzun bir zamandır sararıp solduğu halde, TC egemenleri hâlâ bu federe devlete gerçek adıyla hitap etmekten imtina edip “Kuzey Irak” demekteler. “Oysa o bölge artık herhangi bir coğrafi bölge değil, farklı statüsü olan bir siyasal-idari birim, adı da Federe Kürdistan. Uluslararası burjuva hukukuna göre artık federal bir devlet olarak tanımlanan Irak’ın bir parçası olan ve kendi idari aygıtı, parlamentosu, bakanlıkları, ordusu, polisi ve kuşkusuz hapishaneleri olan bir burjuva federe devlet! Bu oluşumun bir numaralı yöneticisi de Federe Kürdistan Bölgesi Başkanı sıfatıyla Barzani.” (Oktay Baran, Sermayenin Fendi, Kırmızı Çizgileri Yendi, MT, no 12)
Toplumu milliyetçilikle zehirlemeye çalışan ve Kürt düşmanlığını empoze eden TC devleti, mevcut realiteyi kabul edip benimsemekte hazım sorunu yaşıyor. Ancak gerçeklik ortadadır ve eninde sonunda kendini kabul ettirecektir.
Burjuvazi kendi çıkarları doğrultusunda tüm kırmızı çizgileri ezip geçerken, bir yandan da toplumu milliyetçilikle zehirlemeye çalışmaktan geri durmuyor. İşçi ve emekçilerin buna karşı uyanık olmaları gerek. Milliyetçilik karşısında sarılmamız gereken tutum enternasyonalizmdir. Türkiye işçi sınıfı, milliyetçi hezeyanlara kapılmamalı, Kürt sorununun demokratik temellerde çözülmesi için mücadele vermeli ve TC burjuvazisinin yayılmacı politikalarına karşı mücadele yürütmelidir.
link: Mikail Azad, TC Burjuvazisinin İçeride ve Dışarıdaki Kürt Politikası, 10 Ocak 2012, https://marksist.net/node/2876
Kadına Yönelik Şiddetin Kaynağı Kapitalist Düzendir
Organize İşler Bunlar!