“Sayın Bakan... adım N.Ç, 13 yaşındayım. ...7 ay boyunca bana tecavüz ettiler. Bana ve mağdur olmuş bütün genç kızlara bunu yapan suçlulara çok ama çok büyük ceza verilsin istiyoruz. Öyle bir olay kızınızın başına gelse ne düşünürsünüz. Tecavüz lafını duyunca ölmekten başka bir şey düşünmeyeceksiniz ve her gün için için ağlayacaksınız. Öyleyse bizi de bir çocuğunuz olarak kabullenin.”
Bakana bu mektubu yazan N.Ç.’nin yıllarca süren davası geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Yargıtay 14. Ceza Dairesi Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26 sanığa “15 yaşından küçük kızla rızasıyla birlikte olmak” suçundan 4 yıl 2 ay ceza veren kararını onayarak tecavüzcülerin hepsine “iyi hal” indirimi yaptı. Yalnızca iki kişi “iyi hal” indirimi almadı: Bu işi organize eden kadınlar!
N.Ç. 2002 yılında, Mardin’de, aralarında yüzbaşı, kaymakamlık yazı işleri müdürü, Ziraat Odası Başkanı, okul müdür yardımcısı, bakanlık çalışanı gibi devlet memurlarının, muhtar ve korucuların da bulunduğu çok sayıda kişinin aylarca tecavüzüne maruz kalmıştı. O sırada 13 yaşında olduğu söyleniyordu, fakat N.Ç.’nin dört yıl bakımını üstlenen Taksim Çocuk ve Gençlik Merkezi’nin eski müdürünün Sabah gazetesine yaptığı açıklamaya göre N.Ç. tecavüze uğradığı sırada 13 değil 11 yaşında idi. Bu gerçeklere rağmen yargı yukarıda sözünü ettiğimiz kararı verdi. Tecavüzcülerin konumları, güçlüden, ezenden yana olan burjuva yargının verdiği kararın neden şaşırtıcı olmadığını gösteren durumlardan biri. Yargı kadına yönelik şiddet, cinsel saldırı, cinayet meselelerinde yalnızca cinsiyetçi davranmıyor, güçlüyü de koruyor!
Olaydan sonraki 9 yıl boyunca uyuma problemi yaşayan, buhranlar, krizler, mide krampları geçiren, intihara meyilli bir çocuk için yargı, “ne yaptığını biliyordu” diyerek onu bu hale sokanlara “iyi hal” indirimi yapabildi. Tecavüzcüleri bu işten en az zararla kurtarmaya çalışarak, faturayı aylarca ve defalarca tecavüz edilen çocuğa kesti. KESK Amed Şubeler Platformu Kadın Komisyonu üyelerinin, N.Ç. davasında Yargıtay’ın almış olduğu karara yönelik açıklamaları anlamlıdır: “Hrant Dink’i öldüren 17 yaşındaki Ogün Samast işlediği nefret suçunu kendi rızasıyla işleyemeyecek kadar çocuk olarak değerlendirip öyle yargılanırken, 13 yaşındaki N.Ç. 26 kişiye «rıza» gösterecek kadar yetişkin kabul ediliyor. Asıl suçu işleyenler yerine N.Ç. cezalandırılıyor.”
N.Ç.’nin avukatı ve manevi annesi Eren Keskin, davadan çıkan kararı, “hâkimler, tecavüz suçuna ortak oldular” sözleriyle değerlendirirken, bu tür vakaların sıklıkla yaşanmasını da şöyle açıklıyor: “Her şeyden önce, kendisinin de bir «savaş mağduru» olduğunu biliyor! N.Ç. olayı sadece «küçük yaştaki çocuğa cinsel saldırı» olayı değildir. Tüm savaşlarda olduğu gibi bizzat devletin Kürdistan’da planlı ve programlı olarak uyguladığı bir «savaş yöntemidir!» N.Ç. gibi yüzlerce belki binlerce çocuk, bu sektöre kurban edilmişlerdir.” (Özgür Gündem, 15 Kasım 2011)
Kürt illerinde devlet güçleri Kürt halkı üzerinde her türlü zulmü uyguladı, dilini, kimliğini yok etmeye çalıştı, direnenlerin bedenini yok etti. Kadınlara da cinsel açıdan saldırmaktan geri durmadı. Gözaltında tecavüzler artık asker ve polisin doğal hakkı gibi olmuşken, küçücük Kürt kızları da bu süreçte istismar edildi.
Kürt illerindeki kadınlar aynı zamanda düzen güçlerinin de baskı, taciz ve tecavüzüne uğrarken, kadınlara dönük şiddet yaşadığımız topraklarda tüm kadınları tehdit eden bir gerçekliktir. Kadın hareketinin geçmişe oranla güçlenmesi ve Avrupa Birliği kriterlerinin zorlamalarıyla, kafa yapısı değişmemiş ve bu konudaki değişiklikleri içine sindirmemiş egemenler, biçimsel olarak yasalarda değişiklik gereğini karşılarında buldular. 1 Haziran 2005’de Türk Ceza Kanununun cinsiyetçi ve kadını aşağılayan maddelerinde değişiklikler yapıldı. Kadının tecavüzcüsüyle evlenmesini sağlayarak tecavüzcüyü aklayan maddelerin yanı sıra, “ırz”, “namus”, “ahlâk”, “ayıp”, “edebe aykırı davranış” gibi ifadeler de temizlendi. O tarihten sonra, eskiden kadın cinayetlerinde “namus, töre vb.” gerekçelerle cinayet işleyenlere ağırlaştırılmış hapis cezası verileceğini bilen erkekler, “namusumu temizledim” söylemi yerine “ağır tahrik” söylemini kullanmaya başladılar. Kanunda çocuklara yönelik cinsel istismara ilişkin olarak “çocuğun rızası” kavramı kaldırıldığı halde, hâkimler bildiklerinden şaşmayıp, en son N.Ç. davasında olduğu gibi fiiliyatta eski uygulamalara devam ediyorlar. Yine kanunda “namus cinayetleri”nde ceza indirimi yapılmasına neden olan “haksız tahrik” maddesi değiştirilmesine, töre cinayetlerinin insan öldürme olarak düzenlenmiş olmasına rağmen, hâkimler eski maddelere göre karar alabilmektedirler.
Yargı sistemi cinsiyetçi yaklaşımların örnekleriyle doludur. Eşi askere gittikten sonra hakkında dedikodular çıkmaya başlayan Nurcan için akrabaları tarafından infaz kararı alınır. Ailede yaşı küçük bir erkek katil adayı olarak seçildikten sonra karar uygulamaya sokulur. 11 el ateş edildiği halde ölmeyen Nurcan hastanede olanları anlatır. Nurcan’ı öldürme teşebbüsünü Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesi “yöredeki inanışların bir sonucu” olarak değerlendirip suçlulara ceza indirimine gider. Kararın gerekçesi, “aile olaya tepki vermeseydi toplum tarafından dışlanırdı” olarak açıklanır.
Kadının boşanmak istemesi, çocuğunun velayetini almak istemesi, günde iki kere banyo yapması, çocuklarıyla alışveriş yaparken saat sorması, erkekleri hiddete ve şiddete sürükleyebilmektedir. Ve erkek egemen bir zihniyete sahip olan yargı, tüm bunları erkeklerin cezalandırılmasında hafifletici neden olarak ileri sürmektedir. Bu haksız indirimleri de ceza yasasına dayandırmaktadır. Bir mahkeme, alışveriş merkezinde iki çocuğuyla beraber dolaşan karısını “cilveli bir şekilde saat sordu” gerekçesiyle 15 yerinden bıçaklayarak katleden kocaya verilen ağırlaştırılmış müebbet cezasını, “sanığın haksız tahrik altında cinayet işlediği ve pişmanlık duyduğu gerekçesiyle” 20 yıla indirmiştir.
Peki kâtil kadın olduğunda nasıl bir sonuç çıkıyor karşımıza? Rabia’nın hikâyesi buna yeterince cevap veriyor. 13 yaşında tecavüze uğradığında baba zoruyla tecavüzcüyle evlendirilen Rabia, 13 yıl boyunca tecavüzcüsü tarafından şiddete uğruyor. Boşanma davası açıyor, tehditler yüzünden vazgeçiyor. En sonunda dayanamayıp 2 çocuğuyla baba evine dönüyor. Kocası, babasının evine gelip dövmeye başladığında Rabia babasının silahıyla tecavüzcüsünü öldürüyor. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığında avukatlarının ağır tahrik ısrarına rağmen 24 yıl ceza veriliyor.
Rakamlar, kadınlara dönük şiddetin ve cinayetlerin özellikle “demokrasi havarisi” kesilen AKP iktidarı döneminde arttığını gösteriyor. 2002’de 66 kadın cinayeti yaşanırken, bu sayı yıldan yıla artarak 2008’de 806’ya kadar yükseldi. 2009’un ilk yedi ayında 953 kadın öldürülmüştü. Her gün ortalama 5 kadın öldürülüyor ve her 10 kadından 4’ü şiddete uğruyor. Kadın cinayetleri 2002’den bu yana %1400 oranında artmış durumda. Medeni Kanun ve Türk Ceza Kanununda değişiklikler yapılmasına rağmen kadınların uğradığı şiddet artarak devam ediyor. Korktuğu için şikâyetçi olamayan kadınlar da var. Şiddete, tacize, tecavüze uğrayan kadınların büyük bir kısmı karakola ve mahkemeye güvenmediğinden ya da toplumsal baskıya göğüs geremediğinden bunu saklamak ve bu acıyla yaşamak zorunda kalıyor. Şikâyette bulunanlar karşılarında olayın ciddiyetine göre davranan, kendisini muhatap alan, en temel insan hakkının suiistimal edildiğini hesaplayarak hareket eden yetkililer bulamıyor. Siirt’teki bir ilköğretim okulunda, hem öğrenciler, hem okul müdür yardımcısı, hem de esnaf tarafından uzun bir süre tecavüze uğrayan kız kardeşlerin yaşadıkları buna örnek. Okulun rehberlik öğretmenine anlatıldıktan sonra savcılığa yansıyan bu olayda, dava kısa bir süre sonra basına kapatıldı ve kayıplara karışan zanlı okul müdürü bu olaydan sonra ameliyat olduğu ve maaşını düzenli olarak çektiği halde her ne hikmetse bir türlü bulunamadı. Devlet, kadına yönelik şiddeti engellemeye çalışan bir tutum yerine, kadınların ölmesini seyreden, destekleyen, teşvik eden pozisyonuyla karşımızda duruyor.
Cinayet davalarında “haksız tahrik indiriminin” kaldırılmasını, şiddete uğrayan ve tehdit edilen kadınların karakollardan evlerine gönderilmemesini, tüm yasal haklarını kullanabilmelerini, sığınma evlerinin sayısının 38’den 3800’e çıkarılmasını, kadın danışma merkezlerinin açılmasını, can güvenliği nedeniyle kent değiştiren kadınların kimlik, barınma, geçinme sorunlarının çözülmesini ve şiddet olaylarında kadını koruyan “koruma programlarının” oluşturulmasını talep eden kadın örgütlerinin bu taleplerine rağmen, devlet bunların bir kısmını dahi yerine getirme gayretinden uzaktır. Devlet, korumamakla, karakollardan eve göndermekle kalmıyor, cinayeti işleyen erkeklerin cezalarını da indirerek bu tür cinayetleri teşvik etmiş oluyor. Kadınlara ise, “kocanın istediği bir yaşamı kabul etmezsen sonun böyle olur” denmiş oluyor. 2010 yılının Aralık ayında kendisini öldürmekle tehdit eden eşini şikâyet ederek koruma talep eden Ayşe Paşalı, talep ettiği koruma sağlanmadığı için sokak ortasında kocası tarafından öldürülmüştü.
Kadına yönelik şiddetin kaynağında, erkek egemenliğin devamının garantisi olarak boy gösteren kapitalizm yatıyor. Katillere “iyi halden” ceza indirimi yapan hâkimleriyle; şiddete uğrayan kadını şiddete uğradığı evine geri gönderirken “aileni mi parçalayacaksın?” diyebilen, tecavüzcüleri yakalamaktan aciz polisleriyle; işyerinde çalışan kadını taciz etmeyi kendinde hak gören yöneticileriyle; eşini kendi malı gibi gören erkekleriyle kapitalizm, erkeğin kadından üstün ve onun sahibi olduğu düşüncesini toplumun bilinçaltının derinliklerine yeniden ve yeniden işliyor. Bu düzende kadınların şiddete uğramaktan kendilerini koruyabilmeleri ve şiddete son verebilmeleri mümkün değildir.
Kapitalizm, pek çok şeyin yanı sıra, kadınlara hak ettikleri insanca yaşamı sağlamaktan aciz olduğu için de yıkılmayı kat be kat hak ediyor. Bu sistem kadınların iki kat fazla ezilmesine yol açarken, kendini üstün gören erkeğin de elinden insanlığını alıyor. Kendini ayrıcalıklı gördüğü için, korunduğu için, kendisine kulluk edilmesi gerektiğini düşündüğü için bir başkasına şiddet uygulayan bir insan, insanlıktan çıkmıştır. Kapitalist düzen devam ettikçe ne kadınlar ne de erkekler huzurlu bir yaşam sürdürebileceklerdir. Cinsler arasında dayanışmaya, paylaşıma ve sevgiye dayalı, eşit temelli ilişkilerin tüm topluma yayılmasının tek bir yolu var: bunu yaratacak bambaşka bir dünya! Bu da ancak böyle bir dünya için verilen mücadelede kadınlar en önde olduğunda gerçekleşecektir. Haydi kadınlar, mücadeleye, en öne!
link: Aylin Dinç, Kadına Yönelik Şiddetin Kaynağı Kapitalist Düzendir, Aralık 2011, https://marksist.net/node/2878
Sosyalistler ve İşçi Sınıfı Arasındaki Güven Bunalımı /2
TC Burjuvazisinin İçeride ve Dışarıdaki Kürt Politikası