Bu topraklarda çok yaygın kullanılan bir deyim vardır: “Her şeyi devletten beklemeyin.” Bununla kastedilen devletin imkânlarının ve gücünün her şeye yetmeyeceği, biraz da “fedakârlık” yapmak gerektiğidir. Mesela Van’da deprem olursa devlet çadır yetiştiremez! Depremzedelere bir tas sıcak çorba ulaştıramaz! On binlerce insanın öldüğü korkunç bir depremden sonra 12 yıl boyunca deprem vergisi toplamayı başarır ama bu devletten bu paraları doğru yerde, doğru ihtiyaçlar için kullanmasını bekleyemeyiz! Bu devlet asgari ücretlinin, işçinin eline geçen ücretten gani gani vergi keser. Bu da yetmez yediği ekmekten, içtiği sudan, kullandığı tuzdan, şekerden, tükettiği her şeyden bir daha vergi keser. Kesilen bu vergiler için devlet, “ödediğiniz vergiler size elektrik, yol, su olarak dönecek” der. Ancak devlet ve onun hükümetleri bu parayı emekçilerin ihtiyacı için kullanmaz. Aynı devlet, parası olanlar için gemileri dağdan aşırır, imkânsızı başarır, her türlü organizasyonu yapar, ama sıra iliklerine kadar sömürülen, parası olmayan yoksul insanlara gelince bıraktık iyi bir organizasyon yapmayı, iyi ve kaliteli bir hizmet sunmayı, parmağını bile kıpırdatmaz.
Devlet, AKP hükümeti ve Diyanet İşleri Başkanlığı, 23 Ekimde gerçekleşen Van depreminden yalnız iki gün sonra, binlerce depremzede eksi 20 derecede donarken, Arabistan’ın iki ayrı kentinde, kurduğu klimalı ve her tür konfora sahip çadır kentte, 60 bin hacı adayını ağırladı. Mekke ve Medine’de gerçekleşen organizasyonda bakalım neler varmış:
· Diyetisyenler kontrolünde sabahları çorba, akşamları üç çeşit olmak üzere 60 bin kişiye sıcak yemek,
· Tarhanadan yaprak sarmasına kadar özel isteklerin not edilip karşılanması,
· Yemekleri mahalline taşımak için 15 kamyon, salt bu yemek hizmeti için tahsis edilmiş 780 personel,
· Kadınlara hizmet için 299 özel kadın görevli,
· Toplamda tam 4580 personel, yaşlı ve hastalar için tam 5000 kişi kapasiteli klimalı çadırlar, toplam 420 personelli, biri 50, diğeri 150 yataklı hastane, her an hizmete hazır 25 ambulans,
· Yaşlı ve hastaların bir yerden bir yer gidebilmesi için 250 otobüs, insanların özel eşyalarını taşımak için her biri 23 tonluk 50 tır,
· İnsanları aydınlatıp ferahlatmak için farklı programlar içeren 400 eğitim toplantısı ve hatta yöreye gelen özel konuklara hizmet etmek için papyonlu garsonlar, isteyene özel, yöresel yemekler.
Bunlar hizmetlerin bir kısmını oluşturuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı hacca götürdüğü insanlardan kişi başına yaklaşık 2500 TL alıyor. Devlet, eğer varlıklılarsa binlerce kişiye klimalı çadırlarda hizmet sunar. Ama eğer yoksullarsa, deprem vergisi diye 40 milyon liralarını iç etmesine rağmen, depremlerde ölmelerine seyirci kalır. Yetmez soğuktan öldürür.
Aynı devlet ve AKP hükümeti, yoksullardan topladığı vergileri yoksulların ihtiyacı için kullanmadığını, onlara hizmet götürmediğini ve hatta onlar için parmağını bile kıpırdatmadığını Van ve Erciş depremlerinde bir kez daha gösterdi. Van depreminin ardından insanlar moloz yığınına dönen binaların altındaki yakınlarını elleriyle, tırnaklarıyla kurtarmaya çalışıyorlardı. Müteahhitlerin kâr uğruna demirinden, çimentosundan çaldığı binlerce bina çöktü. 644 insan enkaz altında can verdi. Yüzlerce insan yaralandı. On binlerce insan evsiz barksız kaldı. Kızılay deprem bölgesine battaniye göndermekle övünüyor. Fakat gönderildiği söylenen çadırlar ve battaniyeler Van valiliğinin binasının bahçesinde tutuluyor. Yeterli görevli yok. Bir organizasyon yok. Soğuktan biraz olsun korunmak için bir çadır, birkaç battaniye yok. Kuyrukta bekleyen insanları “siz gidin, biz size sonra haber veririz” diye elleri boş geri gönderiyorlar. Başbakan Erdoğan, Van depreminden günler sonra dalga geçer gibi “24 saat geç kaldık” diyerek aczini ve samimiyetsizliğini ortaya koyuyordu. On binlerce depremzede kışın soğuğunda dondurucu bir geceyi daha ölmeden atlatabilmek ve sabahı edebilmek için mücadele verirken aynı Başbakan, “İnşallah Ağustos ayına kadar TOKİ kalıcı konutları bitirecek” diyor. “Yaza kadar ölmeyin, size kalıcı konut yapacağız” diye dalga geçiyor onlarla. Aradan bunca zaman geçti ama Van’da binlerce insan hâlâ sıcak bir eve ve bir tas sıcak çorbaya muhtaç, çaresizlik içinde ama devlet başka organizasyonlarla meşgul.
Elektrikli ve tüplü sobaların tutuşturduğu çadırlarda şimdiye kadar altısı çocuk yedi kişi yanarak can verdi. 6,5 yaşında olan Öznur Örgün isimli kız çocuğu soğuktan öldü. Öznur’ un annesi Pakize Örgün, “Depremde ölmedik, canımızı son anda kurtardık. Ancak şimdi soğuktan kızım öldü. Çaresiziz. İkiz kızlarımın da soğuktan öleceğinden korkuyorum. İkisi de rahatsızlandı, hastaneye kaldırdık. Eğer sahip çıkan olmazsa ikiz kızlarım da soğuktan ölecek. Deprem öldürmedi ancak soğuk hava ve yaşadığımız kötü şartlardan ölmekten korkuyorum” diyor. Onlarca çadırda bir tek görevli ve küçücük bir yangın söndürme tüpü bile yok. Bir itfaiye işçisi çıkan yangınlar hakkında, “Van itfaiyesinin sadece 4 tane yangın söndürme aracı var. Bu çadırların hepsi naylon, hiçbiri elektrikli veya tüplü soba kurmaya uygun değil. Bir çadırda yangın çıktığında biz buraya yetişene kadar küle dönüyor. Hemen çadırın yanında hortum elinde beklesen ancak müdahale edersin. Sayımız belli. Nasıl yetişelim?” diyor.
Barınacak, başlarına yıkılmayacak sıcak bir ev, sıcak bir tas çorba, çamaşırlarını, bulaşıklarını yıkayacak, çeşmesi suyu akan bir musluk depremzedelerin istedikleri. Ama devlet bu en basit insani ihtiyaçları organize etmiyor. BDP, işçi örgütleri, duyarlı sendikalar, duyarlı emekçiler bölgeye tonlarca yardım malzemesi gönderdi. Ama devlet, yardımların ihtiyacı olanlara ulaştırılmasını engelledi, engelliyor. Giden çadır, battaniye ve tonlarca gıda maddesi Kızılay’ın depolarında çürütülüyor.
1999 Gölcük depreminde de duyarlı insanlar, işçiler emekçiler deprem bölgesine tonlarca çadır, battaniye ve tonlarca gıda maddesi göndermişti. Ama devlet bir organizasyon yapmadığı gibi yardıma giden insanları deprem bölgesine bile sokmuyordu. Devlet ortalıkta olmadığı için insanlar yakınlarının cenazelerini boş buldukları yerlere mezar kazarak gömüyordu. Üç çocuğunu ve eşinin cansız bedenini gömen bir kişi “günler geçti, gelen yok, giden yok. Eşimi ve üç çocuğumu kendim gömdüm. Hani devlet nerede?” diye isyan etmişti. Binlerce depremzede aç ve susuzken, tonlarca ekmek ve gıda maddesi depolarda çürütülmüştü. Aradan geçen onca seneden sonra manzarada bir değişiklik yok!
Bu devlet binlerce kilometre uzakta, başka bir ülkede, iki ayrı kentte kurduğu 60 bin kişi kapasiteli çadırları istese Van ve Erciş’te de kurabilir. Depremzedelere aynı hizmetleri sunabilir. Ama bunu yapmaz. Kapitalizm altında yoksullar hep yok sayılacak, onlardan hep alınacak. Sermaye sahipleriyle yoksullar asla eşit olmayacak. İşte bu yüzden organize adaletsizliğe karşı tek çare, dünyanın tüm işçileri olarak birleşmek ve gerçekten organize olmaktır.
link: Soner Güven, Organize İşler Bunlar! , Aralık 2011, https://marksist.net/node/2879
TC Burjuvazisinin İçeride ve Dışarıdaki Kürt Politikası
Kapitalizm İnsanı Delirtiyor