Başkan değişti ama iddia edilenin aksine ABD’nin emperyalist saldırganlığında bir değişim yaşanmadı. Dünyanın pek çok bölgesinde içten içe korlanan emperyalist savaş ateşi yayılmaya devam ediyor. Irak’ın ardından şimdi de Afganistan-Pakistan cephesinde mesafe almak isteyen ABD emperyalizmi, son iki yılda Taliban’ın hâkimiyetine giren Svat Vadisine 5 Mayıs akşamından bu yana Pakistan ordusu eliyle müdahale ediyor. CIA ve Pentagon’un gizli birimlerinin desteği, “dron” denilen insansız uçakların istihbaratı vasıtasıyla Pakistan ordusu Taliban-El Kaide ittifakına karşı savaşıyor. 7000 civarında Taliban militanının bulunduğu söylenen bölgeye 16.000 askerden oluşan 6 komando birliği gönderen Pakistan hükümeti, şimdiye kadar 1100’ün üstünde militanın öldürüldüğünü açıkladı.
Bu vahşi saldırı kaçınılmaz olarak bölgede yaşayanların hayatını da altüst etti. Peşaver’in 150 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Svat Vadisi bölgesinden, savaş yüzünden yaklaşık 2 milyon 400 bin kişinin kaçtığı belirtiliyor. Svat Vadisinden göç, bölge yönetiminin sivil kayıpları azaltmak için insanları evlerini terk etmeye çağırmasıyla başladı. Fakat sıkıyönetim uygulaması ve ulaşımın zorluğu yüzünden pek çok insan bölgeden çıkamadı. Çıkabilenlerden 200 binden fazlası, İslamabad hükümetinin açtığı mülteci kamplarında, zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor. Kamplarda kalmayan mülteciler ise, diğer şehirlerdeki akrabalarının yanına sığınarak ayakta kalmaya çalışıyor. Yani emperyalist savaş yine milyonları yerinden yurdundan ediyor, bedeli yine yoksul emekçiler ödüyor.
Bütün bunlar olurken, Pakistan devlet başkanı Asaf Ali Zerdari, ABD başkanı Barack Obama’ya 1,9 milyar dolarlık yardım paketini onaylatıyor, ABD Senatosu ise “iyi yönetim ve El-Kaide ve Taliban’la mücadele” şartıyla önümüzdeki beş yıl boyunca Pakistan’a yapılacak yardımı üç katına çıkarmaya karar veriyordu.[*] Bunun nedeni daha önce Müşerref yönetimi döneminde uygulanan “idare etme” politikasının şimdi terk edilmeye başlanmasıdır. Bu politika ABD ile ülke içindeki İslamcı güçler arasında manevralar yaparak durumu idare etmeye dayanıyordu. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı David Petraeus’un “gelecek iki hafta Pakistan hükümetinin ayakta kalıp kalmayacağı konusunda kilit önemde” ve Obama’nın “Pakistan hükümeti çok kırılgan; okullar, sağlık meselesi, kanun gücü ve yargı sistemi dâhil en basit kamu hizmetlerini işletemez halde” sözleriyle ortaya konan tehditler, “idare etme” politikasının terkini kısa zamanda sağlamıştı.
Ancak bu durum Pakistan’da iç gerilimi alabildiğine yükseltirken, Taliban gibi örgütlerin siyasi gücünün de artmasına yol açmaktadır. ABD’nin doğrudan ve Pakistan ordusu aracılığı ile giriştiği saldırılarda pek çok sivili de katletmesi, güçlü bir tepki doğurarak mal ve can kaybına uğrayan halkın Taliban saflarına kaymasına yol açıyor. Taliban bölgedeki gücünü ABD varlığından ve saldırılarından alıyor ve bununla besleniyor. Bunun ötesinde bundan çok daha güçlü bir sebep bugünlerde Taliban’ın ilerlemesinde önemli bir etken haline gelmektedir. Derin köylü bağları bulunan Taliban, Pakistan’ın giderek kötüleşen ekonomik koşullarında, büyük toprak sahiplerine karşı tutum alarak topraksız yoksul köylüleri yanına çekmektedir.
Nitekim Svat Vadisindeki operasyon da, halk desteğinin olmaması, yerel yönetimin çökmesi ve polisin etkisinin azalması sebebiyle istenildiği gibi ilerlememektedir. 16.000 askerden oluşan komando birliğine rağmen, Taliban bölgenin büyük bölümünde hâkimiyeti elinde tutmaktadır. Obama’nın Afganistan ve Pakistan devlet başkanları Karzai ve Zerdari’yi ABD’de bir araya getirmesi ve Pakistan ordusu tarafından yapılan hazırlıklar, bölgede uzun sürecek, aynı zamanda çok kanlı geçecek bir savaşa girildiğinin göstergesidir.
ABD “müttefiki” Pakistan’da ne yapmak istiyor?
ABD, “rakipleri” henüz güçlenmeden, kendisi ise daha da zayıflamadan kozlarını tek tek masaya sürmek suretiyle diğerlerinin elini zayıflatmaya ve kendi elini güçlendirmeye çalışıyor. Elindeki kozlar oyunu böyle oynamasına ne kadar daha izin verecek bunu elbette zaman gösterecek. Ancak bugün hamleleri o yapıyor ve diğerlerinin masaya sürdüğü kartlara bakarak sonraki adımlarını atıyor. Afganistan ve Irak hamleleri ile attığı adımların devamını da şimdi Pakistan üzerinden sürdürüyor.
Uzun süreden beri siyasal çalkantılarla boğuşan, merkezi devlet otoritesinin ilerleyen biçimde zayıfladığı Pakistan’ın bir istikrarsızlaştırma politikası ile karşı karşıya kaldığını görmek zor değil. İstikrarsızlaşmaya yol açacak yönde provokasyonların ya da manipülasyonların Hindistan, İsrail ama en çok da ABD inisiyatifi ile uygulandığı sezilebiliyor. Peki, ABD’nin “dost ve müttefiki” Pakistan’da attığı bu adımlarla oluşan istikrarsız ortam, bile bile kendi ayağına kurşun sıkmak anlamına gelmiyor mu? Böylesi bir durum Afganistan’daki NATO birliklerini zor durumda bırakmaz mı?
Öncelikle, müdahaleci bir strateji izleyen ABD için, kontrolü altına almak istediği bölgelerde önceki statükoya göre belirlenmiş bir istikrar istenilen bir durum değildir. Aksine böylesi durumlarda oluşacak istikrarsızlık müdahale imkânlarını artırabilir. Bugüne kadar hükümet edenlerin manevralarıyla oyalanmak yerine, istikrarsızlığı bahane edip duruma kendisi el koyabilir.
Nitekim önceki yıllarda yayımlanmış kimi rapor ve değerlendirmelerde, bugünkü duruma paralel gelişmeler kimi stratejistlerce “öngörülmüş” zaten. Örneğin 2005 yılında ABD Milli İstihbarat Konseyi (MİK) ve CIA’nın hazırladığı bir raporda, Pakistan’ın 10 yıl içinde “Belucistan’da görüldüğü gibi, iç savaş, kan ve eyaletler arasında rekabet ile Yugoslavya’nınki gibi bir kader”e sahip olacağı ifade ediliyor. MİK ve CIA’ya göre, 2015 yılına kadar, “iç savaş, Talibanlaşma ve nükleer silahların kontrolüne karşı mücadele ile Pakistan «çökmüş bir devlet»” olacak.
MİK ve CIA raporunda, Pakistanlı eski bir diplomatın, “Demokratik reformlar, yerleşik politik elitin ve İslamcı muhalefetin karşısında çok az değişikliğe yol açacaktır. Süregiden iç karışıklık ortamında merkezi hükümetlerin kontrolü büyük olasılıkla Pencap yöresini ve bir ekonomik hareketlilik bölgesi olan Karaçi’yi içerecek biçimde küçülecektir” sözüne yer veriliyordu. Washington’un yürütmek istediği MİK ve CIA senaryosuna göre, “Pakistan onlarca yıl süren politik ve ekonomik yönetim bozukluğunun, bölücü politikaların, kanunsuzlukların, rüşvet ve etnik sürtüşmelerin sonucunda toparlanamayacak”. ABD, etnik ve dinsel bir çatışma ortamı yaratarak, merkezi hükümeti zayıflatma stratejisi güdüyor. Amaç BOP çerçevesinde, Afganistan ve Pakistan da dahil olmak üzere tüm bölgenin haritasını yeniden çizmektir.
Bu çerçevede örneğin Belucistan’ta yaşanan ulusal sorun emperyalistler tarafından istismar edilmeye çalışılmaktadır. Belucilerin üç devlete yayılan (İran, Pakistan ve Afganistan) bir halk olması bu sorunu daha çetrefil hale getirmektedir. Pakistan topraklarının yüzde 40’ını oluşturan Belucistan, petrol ve doğalgazın yanı sıra geniş maden kaynaklarına da sahip. Pakistan’ın 300 milyon varil kanıtlanmış petrol rezervi Belucistan’da yer alıyor. Farklı tahminler, Belucistan’ın petrol rezervlerinin altı trilyon varil olduğundan da söz ediyor. İran-Hindistan arasına döşenecek petrol ve doğalgaz boru hattının bu eyaletten geçmesi öngörülüyor. Belucistan’ın Hint Okyanusuna açılan stratejik bir limanı da var. Bilindiği gibi Orta Asya’daki petrolün ve doğalgazın bir kısmı Rusya’dan Avrupa’ya akıyor, bir kısmı da Bakü-Tiflis-Ceyhan hattından Akdeniz’e. Diğer yandan Orta Asya’dan çıkan petrol ve doğalgazın Pakistan üzerinden Hint Okyanusuna indirilmesi planları var. Bu da geleceğini enerji hatlarının kontrolünü elinde bulundurmakta gören emperyalistlerin bu bölgeye ilişkin heveslerini açıklıyor.
Tüm bunların ötesinde Pakistan’ın tam olarak ABD nüfuzu altına alınmak istenmesinin sebeplerden belki de en önde geleni nükleer silahlara sahip bir ülke olması. Hindistan ve belki de daha fazla İsrail, Pakistan’daki nükleer silahların kendilerini tehdit eden unsurların eline geçmesinden çekiniyorlar. Bu yüzden Pakistan’ın nükleer kapasitesinin bir an önce ortadan kaldırılmasından yanalar. Obama da “onların egemenliğine saygı göstermek istiyoruz, ama Pakistan’ın istikrarlı olması ve nükleer silahlı bir militan devlete dönüşmemesinde devasa stratejik ve ulusal güvenlik çıkarlarımız var” diyor. Ancak ilk cümlenin sonundaki “ama” ile ima edilen de oldukça açık.
Nitekim bugünkü istikrarsız durumun pekişmesi ve devlet iktidarının bu silahlara sahip olamayacağı bir noktaya doğru çözülmesi, ABD ve NATO’nun Pakistan’a girmesinin tartışmasız bahanesi olabilir. Böylece Afganistan ile birlikte Pakistan da ABD’nin işgal bölgesine dönüşmüş, dolayısıyla da öngörülen değişimlerin gerçekleşmesi için ABD’nin eli rahatlamış olur.
Emperyalist savaşa karşı sınıf mücadelesinin enternasyonal bayrağını yükseltelim!
Emperyalist savaş genişler ve derinleşirken daha şimdiden milyonlarca insanın ölmesine ve sefalete sürüklenmesine yol açmaktadır. Afganistan ve Irak’tan sonra şimdi de Pakistan emperyalist savaş cenderesinin içine düşmüştür. Emperyalistler Pakistan’ı kendi planlarını uygulayabilmek için istikrarsızlaştırırken, bunun ceremesini de işçiler ve yoksul köylüler çekmektedir.
Emperyalistler bugün birbirlerinin kozlarını kırmak ve ellerini güçlendirmek için pervasızca hamleler yapmaktadırlar. Bu hamlelerin her biri milyonlarca insanın yerinden yurdundan olmasına, sefalete düşmesine ve ölmesine yol açmaktadır. Bu pervasızlığın sebebi bugün işçi sınıfının örgütlü bir güç olarak henüz sahneye çıkamamış olmasıdır. Emperyalistlerin birbiri ile hesaplaşmasının nihai yöntemi olan savaşları ancak dünya proleter devrimi tarihin çöplüğüne gönderebilir. Bunun için bu yolda yürüyen örgütlerimizi güçlendirmekten başka bir yol da yoktur.
[*] Pakistan hükümeti 2008 Kasımında da IMF’yle 7,6 milyar dolarlık kredi anlaşması yapmış ve bu kredinin büyük bölümünü “Taliban’a karşı mücadele yürütüyorum” gerekçesiyle kullanmıştı.
link: Selim Fuat, Emperyalist Savaşın Ateşi Pakistan’ı da Yakıyor, 1 Haziran 2009, https://marksist.net/node/2152
“Büyük İnsanlığın” Büyük Şairi: Nâzım Hikmet
Kapitalist Çürüme ve Akıldışılık