2009’un UNESCO tarafından “Darwin Yılı” ilan edilmesiyle birlikte evrim teorisi konusundaki tartışmaların alevleneceği zaten belliydi. Türkiye’de de tartışma, Bilim ve Teknik dergisinin Darwin’le ilgili kapağının sansürlenerek değiştirilmesiyle gündeme girdi. TÜBİTAK (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurulu) derginin Mart sayısının Darwin ve evrim teorisine ayrılmış olan kapağını ve içerdeki ilgili yazıları çıkartarak yerine küresel iklim değişikliğiyle ilgili bir kapak koydu.
Bu gelişme burjuva medyada hemen manşetlere taşındı ve arkasından da gürültülü bir şekilde polemikler başladı. Kimileri bunu AKP’nin “şeriatçılığının” bir göstergesi sayarken kimileri de olayı örtbas etmeye çalıştı. Evrim teorisinin bilimsel bir teori sayılamayacağını söyleyenlerle, şeriatın kapımıza dayandığını söyleyenlerin sesleri birbirine karıştı. Tartışmalar, 2009’un Darwin Yılı olması vesilesiyle de, hızlıca evrim teorisi ile onun karşıtı olarak sunulan “yaratılışçılık, akıllı tasarım” gibi konulara, bunların müfredata sokulup sokulamayacağına vs. kaydı.
Oysa ne Türkiye’deki ne de uluslararası alandaki tartışmalar yenidir. Evrim teorisi konusundaki bu tartışmalar, Darwin’in çalışmasını ortaya koyduğu 1859 yılından bu yana hem bilimsel hem de siyasal ve ideolojik düzlemde devam ediyor.
Darwin’in Türlerin Kökeni[*] isimli kitabıyla açıkladığı evrim teorisi, 150 yıldır siyasal gericiliğin ve dini kurumların saldırısı altındadır. Bu saldırının ana nedeni, evrim teorisinin, felsefenin ve bilimin başat konularından biri olan “canlıların ve insanın varoluşu” meselesinin kavranılmasına sağladığı diyalektik ve materyalist temeldir. Her ne kadar ortaya konulduğu dönemde ve ilk haliyle eksiklikler içerse de ilk kez evrim teorisi, bütün canlı türlerinin belirli doğa kanunları çerçevesinde maddi bir temelde varolarak geliştiğini ve bir evrimden geçerek bugünkü haline geldiğini bilimsel olarak açıklıyordu. Kuşkusuz bu, her türden gerici ve idealist öğreti için bir ölüm fermanı demekti.
Aradan geçen 150 yılda evrim teorisine yöneltilen saldırıların niteliği de evrim geçirdi. Kilisenin yanına gericileşen burjuva katmanlar da eklendi. Üstelik bugün gerici saldırıların hedefi olan sadece evrim teorisi de değildir. Bilimden sanata ve günlük hayata kadar her alanda burjuvazi idealist bir bakış açısını hâkim kılmaya, düşünmeyen, sorgulamayan bir “aklı” varetmeye uğraşıyor. Evrim teorisinin derslerden çıkarılmaya çalışılması veya “yaratılışçılık”, “akıllı tasarım” gibi safsataların “bilimsel teori” denilerek müfredatlara sokulmaya uğraşılması, bu tür safsataları yaymak için milyonlarca dolar harcayan kurumlara göz yumulması bundandır. Bilimin ulaştığı en son birikim ve imkânlarla, büyük kaynaklar seferber edilerek gerçekleştirilen CERN projesi gibi projeleri bile, evrenin doğaüstü veya “akıllı” bir yaratıcı tarafından yaratıldığının ispatlanacağı beklentisiyle pazarlayan sözde bilimciler mevcut. “Tanrı parçacığı” yahut “inanç geni” türünden saçmalıklar bilimsel sıfatlarla insanların önüne sürülüyor.
Oysa geçmişte bizzat burjuvazinin kendisi, akıldışılığı temsil eden kiliseye ve feodal kurumlara karşı aklın gücünü yedeğine almış, öncü bilim ve fikir adamlarına genelde arka çıkmıştı. Son tahlilde evrim teorisi de gericiliğe ve tutuculuğa karşı çıkışın bir ifadesiydi ve 19. yüzyılın entelektüel atmosferini belirleyen sanayi devrimlerinin, burjuva devrimlerinin, toplumdaki müthiş ilerlemenin bir ürünüydü. O yüzden de kısa sürede gericiliğe ve tutuculuğa karşı savaşanların bayrağı ve simgesi haline gelmişti. Bugünse burjuva düzenin kendisi miadını doldurup çürümeye yüz tuttuğundan, burjuvazi akıldışılığı, siyasi ve ideolojik gericiliği kendine bayrak edinmiştir. İnsanlığı daha iyi bir toplumsal düzene kavuşturmaya çalışan, bu yüzden de kaçınılmaz olarak burjuva düzeni sorgulayan akla savaş açmıştır. Evrim teorisine yöneltilen saldırıların arka planında bir bütün olarak gericileşen burjuvazinin ikiyüzlü tutumları yatmaktadır.
Evrim teorisinin önemi nedir?
Aslında Darwin evrim teorisine ilişkin görüşlerini yayınlamadan önce de, evrim düşüncesi yoğun olarak tartışılıyor ve bilim dünyasının bazı kesimleri tarafından benimseniyordu. Ancak dönemin hâkim idealist anlayışı, doğayı ve insanı ilahi bir yaratıcının ürünü ve sabit olgular olarak ele alıyordu. Türlerin ve doğanın değişim içinde olduğunu savunup evrim düşüncesine sahip çıkan bilimciler de kendilerini idealist önyargılardan tam olarak kurtaramıyorlardı. Örneğin modern insanın atasının tanrı tarafından yaratılmış insan olduğu, bu ilk insanın zamanla bazı değişimler geçirerek mükemmelleştiği ve bunun da aslında tanrının kusursuzluğunun bir ifadesi olduğu kabul edilebiliyordu. Bugün evrim teorisine sözde alternatif olarak ileri sürülen “akıllı tasarım” ve “yaratılışçılık” gibi safsataların hepsi de bu tür görüşlerden devşirilmiştir.
Ancak “türlerin sabitliği” fikri, yok olmuş canlı türlerinin varlığını gösteren fosillerin bulunmasıyla, yerini, mevcut türlerin bu yok olmuş türlerin evrimleşmiş hali olduğu görüşüne bıraktı. Evrim düşüncesinde bu önemli bir adımdı, çünkü ilk kez türlerin birbirinden türeyebileceği düşüncesinin kabul edilmesine olanak sağlıyordu. Hatta doğa tarihinin uzun bir döneminde insan türünün varolmayışından hareketle, insanın da bir başka türden evrimleştiği düşüncesine ulaşıldı ve insanın maymunsu türlerden evrildiği açıklandı. Kuşkusuz bu görüşler kilise ve gerici çevreler tarafından ciddi suçlamalara maruz kaldılar. Ayrıca bu tezleri savunan biliminsanlarının kendileri de görüşlerini idealist anlayıştan kurtarabilmiş değillerdi. İnsanı, evrimin son halkası olarak görüyorlar ve bu anlamda evrim sürecinin tamamlandığı sonucuna varıyorlardı. Bazı türlerin neden yok olduğu sorusunu da dini dogmalar temelinde açıklamaya devam ediyorlardı. Buna göre bazı canlı türlerinin, örneğin dinozorların yok olmasının sebebi tanrının hikmetine aykırı bir duruma düşmeleri, yani “insanın varlığına hizmet etmek” niteliğini yitirmiş olmalarından kaynaklanıyordu!
Darwin’in getirdiği yenilik ve kuramını önemli kılan şey ise bu idealist kalıntıları temizleyerek, canlı türlerinin ortak bir atadan doğal seleksiyon yoluyla evrim geçirerek türediği fikrini geliştirmesidir. “Ortak ata” kavramı, tüm canlıların şimdiki haliyle ve çeşitliliğiyle yaratıldığı düşüncesini ve bu düşüncenin bir versiyonu olan, türlerin her birinin tanrı tarafından yaratılmış ayrı bir atası olduğu görüşünü çürütüyordu. Çünkü türlerin ortak bir atadan evrim yoluyla türemiş olmalarının, örneğin insanın ve maymunun ortak bir ataya sahip olduklarının kabulü, her bir canlının ayrı ayrı yaratıldığı yolundaki dinsel dogmaya darbe vuruyordu. Ama daha önemlisi, yine Darwin’in ortaya koyduğu “doğal seleksiyon” kavramıdır. Tüm canlıların ortak bir atadan ve/veya birbirlerinden türeyebilecekleri görüşü bir şekilde idealist ve dini düşüncelerle bağdaştırılabiliyordu. “Ortak ata”nın tanrı tarafından yaratılmış oluşu yahut daha ilkel canlı formlarından daha kompleks canlı türlerine evrimin bizzat “yaratıcı” tarafından tasarlanmış veya canlılara bahşedilmiş özellikler yoluyla olduğu gibi görüşler buna örnek verilebilir. Oysa “doğal seleksiyon” kavramı bu dogmalara ölümcül darbeyi indiren bir içeriğe sahipti. Çünkü türlerin ortak bir atadan ve/veya birbirinden evrilmelerinin sebebinin ilahi bir yaratıcının veya doğaüstü bir varlığın isteklerine, tasarımlarına vs. değil, tamamen doğanın kendi kanunlarına bağlı olduğunu açıklıyordu.
İşte bu bağlamda, Darwin’in ortaya koyduğu evrim teorisi bilimsel açıdan devrimsel bir önem taşıyor ve bizzat yaratıcısı Darwin’in dahi idealist bakış açısından tam anlamıyla kurtulamamış olmasına karşın, materyalist tarih anlayışına ve diyalektik yönteme eşi bulunmaz bir bilimsel destek sağlıyordu. Nasıl ki Marx ve Engels diyalektik ve tarihsel materyalizmi kullanarak toplumsal gelişmelerin yasalarını bulmuşlarsa, Darwin de aynı yöntemi canlı türlerinin ve doğanın gelişimine uygulayarak, insanlığın varoluşu üzerindeki dinsel ve idealist dogmaların yıkılmasının önünü açmıştır. İnsanın ve doğanın varoluşunun kaynağının maddi olmayan doğaüstü varlıklar veya tanrı olmadığını, maddi bir temelden ve bilimsel olarak açıklanabilir yollarla geliştiklerini açıklamıştır. Bu yüzden de Marx ve Engels, getirdikleri eleştirilere rağmen evrim teorisini büyük bir coşkuyla karşılamışlar ve önemsemişlerdir.
Kuşkusuz Darwin’in ortaya koyduğu haliyle evrim teorisinin pek çok eksik ve yanlış yönleri bulunuyordu. Ancak döneminin bilimsel birikimi açısından değerlendirildiğinde bunlar anlaşılabilir zaaflardır. İlerleyen dönemde yapılan bilimsel buluşlar ve teknolojik gelişmeler, hem evrim teorisinin bu zaaflı yanlarının düzeltilmesini sağlamış hem de onu geliştirerek daha mükemmel hale getirmiştir. Biyoloji ve genetik alanındaki her gelişme, antropolojik çalışmalar, bulunan yeni fosiller vb. hepsi de evrim teorisinin doğruluğunu ispatlayan sayısız deliller sunmaktadır.
Örneğin sonradan geliştirilen “kesintili denge kuramı”, Darwin’in evrim teorisinde önemli bir eksiklik olan, “türlerin tek düze ve kesintisiz bir evrim yoluyla geliştiği” yolundaki eksik ve diyalektik olmayan görüşü düzeltti. Diyalektiğin gereği olarak, türlerin gelişiminde evrimsel ve devrimsel süreçlerin kimi zaman birbirini takip ederek kimi zaman da iç içe geçerek ilerlediğini ve tıpkı toplumsal ilerlemelerde olduğu gibi, türlerin gelişim çizgisinde de ileriye doğru sıçramaların, geri düşüşlerin ve kesintilerin kaçınılmaz olarak bulunduğunu ortaya koydu. Kesintili denge ve mutasyon kuramları yoluyla, Darwin’in evrim teorisinde doyurucu bir şekilde açıklanamayan bazı önemli sorunların, örneğin yok olan canlı türleri, evrim sürecindeki bazı ara fosillerin bulunamayışı, uzun süren düşük hızlı gelişim dönemlerinin ardından ani canlanma dönemleri, yeni türlerin oluşması gibi sorunların da açıklanması sağlandı.
Bilime karşı safsata
Evrensel bilim içinde tuttuğu bu muazzam yere rağmen, tam da idealizme ve dinsel dogmalara vurduğu bu ölümcül darbe yüzünden, evrim teorisi bilim dünyasının en çok tartışılan ve hedef alınan kuramlarından biri olmuştur. Kilise, çeşitli dini kurumlar, hemen her ülkedeki sağ partiler ve bunların desteklediği ya da organize ettiği vakıflar ve özel kuruluşlardan oluşan geniş bir kesim, evrim teorisine karşı ciddi bir saldırı yürütmektedir.
Bu kesimlerin baskısı ve burjuvazinin ikiyüzlü tutumu nedeniyle, gelişmiş ülkelerin bile önemli bir kısmında evrim teorisi uzun yıllar boyunca dar bilim çevrelerinin ilgisi ve bilgisi dâhilinde kalmıştır. Burjuvazinin bu tutuculuğuna verilebilecek en bariz örnek, ABD’de 1950’li yılların sonlarına kadar evrim teorisinin okullarda okutulmasının yasaklanmış olmasıdır. Bu yasaklar 1957 yılında SSCB’nin uzaya insanlı bir uydu fırlatması sonucu, ABD’nin bilim ve teknolojide SSCB’nin gerisinde kaldığını düşünmeye başlaması ve eğitimde küçük çaplı bir reforma giderek evrim teorisini müfredata sokmasına kadar sürmüştür.
Ancak 80’lerin ortalarından itibaren gelişen süreçte, “yaratılış teorisi” ve onun modern versiyonu olan “akıllı tasarım” gibi bilim ve akıldışı safsatalar, üstelik de evrim teorisinin alternatifi olan sözde bilimsel tezler şeklinde sunularak tekrar güçlenmiştir. Bu durumun nesnel arka planını, SSCB’nin çöküşünden sonra zafer sarhoşluğuna kapılan burjuva gericiliğinin gemi azıya alması ve çürümekte olan kapitalist sistemin içine girmiş olduğu sistem krizi oluşturmaktadır. Her büyük kriz döneminde olduğu gibi şimdi de, burjuvazinin siyasal alandaki gericileşmesine koşut olarak, toplumda akıldışı ve mistik fikirlerin yaygınlığı artmakta, ahlaki çöküş ve yozlaşma toplumu da çürütmektedir.
Yaratılışçı safsatalar 1980’li yıllardan itibaren eğitim sistemine doğrudan veya dolaylı yollardan sokulmaya başlanmıştır. ABD bu konuda her zaman başı çekmekte ve onu İngiltere ile Türkiye takip etmektedir. Yaratılışçı tezler ilk kez 1985 yılında Türkiye’de (dönemin 12 Eylül rejiminin de etkisiyle) müfredata girmiştir ve halen de fen bilgisine ait ders kitaplarında yer almaktadır. Bu bilgi, gericiliği AKP ve İslamcı kesimle sınırlı tutanların akılda tutması gereken bir noktadır.
Yaratılışçılığı ve akıllı tasarımı yaymaya çalışan kuruluşların oluşturduğu uluslararası baskı o kadar güçlüdür ki, İtalya’da 2004 yılında eğitim bakanı, “genç beyinlere materyalist bir dünya görüşü aşıladığı” gerekçesiyle evrim teorisini ortaöğretim müfredatından kaldırmış, ancak yoğun protestolar sonucu geri adım atmıştı. Rusya ve Polonya’da da bu tür grupların ciddi faaliyetleri bulunmaktadır.
Dikkat çekici bir husus da, yaratılışçılığı yaymaya çalışan kurumlardan en organize ve etkili olanlarından birinin Türkiye’de bulunan ve “Adnan Hocacı” çevrelerin kurduğu bilinen “Türk Bilim ve Araştırma Vakfı” oluşudur. Müzeler açan, evrim teorisini yayınlayan web sitelerini mahkeme kararlarıyla kapattıran, bıraktık Türkiye’yi ABD’de bile kongre üyelerinden üniversite kürsülerine kadar sayısız yere, 5 kilo ağırlığındaki “Yaratılış Atlası”ndan binlerce yollayacak denli milyon dolarlara sahip olan bir kurumdur bahsettiğimiz. Bu çevrenin ürettiği kitaplar ve materyaller çeşitli devlet kurumlarında, okullarda, dershanelerde, iş merkezlerinde vb. teşhir edilmekte, dağıtılmakta ve buna kimsenin sesi çıkmamaktadır.
İş o raddeye gelmiştir ki, en saygın burjuva gazeteler bile “inancın biyolojisi: dualar iyileştirebilir” türünden manşetler yapmakta, “inanç geni”nin bulunduğuna dair haberler ortalıkta dolaşmaktadır. Yine bilim camiasının önemli kurumlarından olan İngiliz Kraliyet Bilimler Akademisinin eğitim müdürü bile yaratılışçılığın bilim müfredatında yer alabileceği yollu sözler sarf edebilmiştir. Darwin’in de geçmişte üyesi olduğu bu kurumun yöneticilerinin bir kısmının, yaratılışçı düşünceleri yaymakla uğraşan bir vakfın çizgisinde oldukları da böylece ortaya çıkmıştır.
Tüm bu çabaların sonucu ise, eğitim düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde bile, evrensel bilimin en temel dayanaklarından biri olan evrim teorisinin dinsel dogmalara dayanılarak uydurulmuş yaratılışçı görüşler karşısında popülaritesinin zayıflaması olmuştur. ABD, Japonya ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 32 Avrupa ülkesinde yapılan bir ankete göre, evrim teorisine inanmadığını söyleyenlerin oranı son on yılda yüzde 20 oranında artmıştır. Evrim teorisine inanmayanların oranının en yüksek çıktığı ülke ise Türkiye’dir. Türkiye’yi ABD ve İngiltere yakın oranlarla takip etmiştir. Benzer bir araştırmanın sonucuna göre İtalya’da da halkın yüzde 70’i evrim teorisi ile yaratılışçı düşünceye eşit mesafede durduklarını ifade etmiştir. Geri ülkelerde ise genel durum zaten bir araştırma yapmaya gerek duyulmayacak kadar bariz bir şekilde bellidir. Yaratılışçılığı ve akıllı tasarım gibi safsataları savunan gerici çevrelerin faaliyetlerinin önemli oranda başarıya ulaştığı ortadadır.
Aklın yolu birdir
21. yüzyılda yaşadığımıza ve bilimin, teknolojinin ulaştığı baş döndürücü gelişmelere baktığımızda, bilimsel gelişmenin en ileri düzeyde olduğu ABD’nin başkanının bile “akıllı tasarım” denen saçmalıkların ders kitaplarına girmesini savunmasına şaşırabiliriz. Bu çelişki ne kadar anlaşılmaz gözükse de, aslında bilimin ve teknolojinin sınıflardan ve hâkim ideolojiden hiç de bağımsız olmadığının açık kanıtlarından biridir. Burjuvazi, bir yandan sermayesini büyütmek için maddi üretime ve dolayısıyla da her biri diyalektik materyalizmin doğrulanışına bir kanıt olan bilimsel-teknolojik gelişmelere ihtiyaç duymakta, öte yandan sınıfsal egemenliğini sürdürebilmek için emekçi kitlelerin bilincini felçleştirmeye yarayan idealist düşünceleri topluma yaymak amacıyla büyük kaynakları seferber etmektedir. Tabii bu çelişki de, örneğin genetik bilimiyle uğraşan ve hayvanları klonlayan bir bilimcinin, evrim teorisi yerine tüm canlıların maddi olmayan doğaüstü bir varlığın tasarımı olduğuna inanması gibi trajikomik durumlara sebep olmaktadır. Bizzat Darwin’in kendisi başta olmak üzere nice tarihe geçmiş bilimci, bu çelişki yüzünden devrim yaratacak bilimsel buluşlarını dine ve idealist dogmalara uydurmaya çalışmışlardır.
Kapitalist toplum çürüdükçe ve sistem krizlerle sarsıldıkça bu çelişki daha da keskinleşmekte, makas daha da açılmaktadır. Zamanında Marx’ın da selamladığı, insanın doğaya kölece bağımlılığından kurtulmasını sağlayan bilimsel gelişmeler, burjuvazinin emrinde doğayı tahrip eden yıkıcı güçlere dönüştükçe ve bu kez de insanın sermayeye olan kölece bağımlılığını geliştirdikçe, çelişki daha da derinleşmektedir.
Bu yüzden de, burjuvazinin en gerici kesimlerinin bilime ve akla yönelttiği bu saldırılara karşı, yine burjuva düzenin parçası olan kurumlardan ve ideologlardan medet ummak boşunadır. Burjuvazinin en “saygın” akademik kurumlarının bile ne kadar taraflı ve ikiyüzlü davrandığı ortadadır. İçindeki insanlarla birlikte bu bilimsel kurumlar da burjuvazinin genel anlamdaki gericileşmesinden nasiplerini almakta ve onun çıkarlarının gerektirdiği ideolojileri üretip yaymak konusunda üzerlerine düşeni yapmaktadırlar.
Ancak her şeye rağmen, Darwin’in doğumunun 200. ve evrim teorisinin ilkelerini ortaya koyduğu Türlerin Kökeni isimli kitabının yayınlaşının 150. yıldönümünde, insan aklı ve evrensel bilim, geleceğin toplumunu kurma yolunda ilerleyenlere yol göstermeye devam ediyor. Darwin’in ve onun öncülü olan bilimcilerin sabırlı ve kararlı çalışmaları, feodal gericiliğin yıkılmasında ve insanlığın akla dayalı bir toplumsal düzen kurma yolundaki ilerleyişinde önemli adımlar atılmasını sağlamıştı. Geçmişin feodal kurumlarının yerini bugün burjuva kurumlar almıştır. Burjuvazi de tüm gücüyle artık akıl ve insanlık dışı bir hale gelmiş kapitalist sistemi ayakta tutmaya çalışıyor. Bunu yaparken de kaçınılmaz olarak akla ve bilime saldırıyor. Ancak nasıl ki feodal gericilik insanlığın tarihsel ilerleyişini durduramamışsa, burjuvazinin “akıllı” saçmalıkları da çürümüş düzeninin yıkılmasını engelleyemeyecektir.
[*] Kitabın tam adı şöyledir: Doğal Seleksiyon Yoluyla Türlerin Kökeni Üzerine ya da Yaşam Mücadelesinde Avantajlı Irkların Korunması
link: Kerem Dağlı, Gericileşen Burjuvazinin Akla ve Bilime Saldırısı, 1 Nisan 2009, https://marksist.net/node/2100
Polisin Kürt Çocuklara Yönelik Saldırısı Protesto Edildi
Sefalet ve Çelişkiler Ummanı Hindistan