İşçi-emekçi kitle örgütleri ve bu tür örgütler içinde devrimci tarzda kitle çalışması yürütülmesi sınıf mücadelesinde son derece önemli bir yere ve role sahip bulunuyor. Bu tür örgütleri yaratmak ve bu tür örgütlerde doğru bir çalışma yürütmek ise, devrimci strateji ve taktikleri yaşama geçirme görevinin esaslı bir parçasını oluşturmaktadır. Bu görevin üstesinden gelmeyi mümkün kılacak başarılı bir örgütlenme, ancak tarihsel gelenek, ilkeli tutum ve deneyim üzerinde yükselebilir. Örgütsel alanda tutulması gereken yol Marx ve Engels’ten başlayarak diğer devrimci önderlerin katkılarıyla geliştirilmiş, fakat asıl olarak da Lenin ve onun önderliğindeki Bolşevikler tarafından aydınlatılmıştır. Lenin’in ölümünden sonra Bolşevik Partinin ve Sovyet iktidarının niteliğini değişikliğe uğratan bürokratik karşı-devrim neticesinde yaşananlar ise tamamen ayrı bir konudur.
İşçi sınıfının devrimci misyonuna duyulan bilimsel inanç ve bu tarihsel görevin gerçekleşmesini sağlayacak devrimci önderliğin inşası, Leninist örgüt anlayışının kilit unsurlarını teşkil eder. Fakat devrimci önderliğin önemi ve gerekliliğine yapılan vurgular, Marksizmin bazı başat ilkelerini hiçbir şekilde gölgeleyemez ve değişikliğe uğratamaz. Çok açıktır ki, işçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir. Ve bu eseri bir avuç öncü değil, kendilerine sömürünün ve baskının olmadığı özgür bir dünya yaratmak için mücadeleye atılan kitleler yaratabilir. Devrimci önderlik sorununun doğru kavranışı, işte bu ilkelerle bütünüyle uyum içinde olmalıdır.
Buradan hareketle vurgulanacak olursa, devrimci önderlik havada bulut gibi sınıfın üzerinde asılı duran bir varlık değildir. Böyle bir önderlik, sınıfın öncü unsurları arasına serpilen devrimci bilinç ve örgütlenme tohumları yeşerdiği ölçüde var edilmeye başlanabilir. Önderlik kendi varlığını, sınıfın kitlesini giderek daha geniş ve anlamlı biçimde mücadeleye çekebildiği ölçüde kanıtlayıp güçlendirebilir. Bu bakımdan devrimci önderliğin inşası görevi, yaşamın canlı akışından kopuk, kuru ve donuk bir ilkeler manzumesine indirgenemez. Bu devrimci görevi gerçekten ciddiye alanlar, devrimci önderlik olgusuyla işçi kitle örgütleri arasındaki ilişkiyi de mekanik değil diyalektik tarzda yorumlayabilenlerdir.
Kitle örgütlerinin gerekliliği
Mücadele sürecinde her fırsatta hatırlanıp vurgulanması gereken bir nokta var. Devrimci bir önderlik gücünü, ancak ve ancak, sınıf içinde sahip olduğu örgütlülüğünden ve bu sayede kazandığı manevi ve siyasi otoriteden alabilir. Marksist yaklaşım bunu şart koşar ve böylece de önderliği idari dayatmacılığa indirgeyen anlayışlarla arasına kesin bir sınır çizgisi çeker. Fakat diğer yandan sorunun göz ardı edilmemesi gereken başka boyutları da vardır. Şöyle ki, tarihinin hiçbir döneminde işçi sınıfı kendiliğinden devrimci sonuçlara ulaşmamıştır ve ulaşması da mümkün değildir. Bu gerçeğin bir uzantısı olarak, devrimci önderlik de sınıfın içinden kendiliğinden ve kolayına fışkırmaz; doğru ve zahmetli bir çaba ve uzun soluklu bir mücadele neticesinde yaratılır.
Bu nitelikteki bir görevin üstesinden gelebilmek, tarihsel deneyim ışığında çizilen yolda planlı ve sabırlı bir tarzda ilerlemeyi gerektirir. Ancak, alınacak yolun kapsamını, hızını vb. belirleyen bazı nesnellikler de vardır. Bunlar da, kişilerin ve örgütlü çevrelerin iradesine bağlı olmaksızın eninde sonunda hükümlerini icra ederler. Sorunlara bu açıdan yaklaşıldığında, sınıf mücadelesinin hiçbir zaman doğrusal bir çizgi üzerinde gelişmediği, çeşitli iniş çıkışlar sergilediği görülecektir. Devrimci önderliğin inşa faaliyetini kolaylaştıran nesnel koşullar kadar, zorlaştıran nesnelliklerin de var olduğu aşikârdır. Önemli olan, zorluklardan ürkmeksizin yola devam kararlılığını sergileyebilmektir. Ve bu doğru tutumun somutlandığı başlıca noktalardan biri de, sınıfın örgütlenen öncü unsurlarının, tüm olumsuzluklara karşın sınıfın kitlesiyle bağlar kurmaya çalışması olacaktır.
İşçi sınıfının tarihsel gelişme süreci içinde sınıf pozisyonunda yaşanan dönüşümü yansıtan farklı momentler mevcuttur. Proletarya, kendiliğinden sınıf konumundan kendisi için sınıf konumuna ilerleyişi içinde ekonomik mücadele alanından siyasal mücadele alanına dek çeşitli kapsam ve biçimlerde örgütlenmeler yaratmıştır. Sınıfın mücadele tarihi içinde biçimlenen işçi sendikaları, işçi kooperatifleri, çeşitli türden ulusal ve uluslararası işçi dayanışma veya kültür dernekleri vb. sınıfın önemli kitle örgütlerini oluştururlar. Proletaryanın devrimci mücadelesinde eşsiz bir yere sahip olan öncü parti ihtiyacı bir yana, işçilerin çeşitli mücadele alanlarında çeşitli biçim ve düzeylerde örgütlülüğünü sağlayan bu kitle örgütlerinin önemi de asla küçümsenemez ve küçümsenmemelidir.
Sınıfın öncü ve kitle örgütleri neticede farklı tip ve düzeydeki örgütlenmelerdir, ama bunlar arasında kuşkusuz diyalektik bir ilişki bulunur. Ayrıca, çeşitli işçi kitle örgütleri arasındaki farklılıkları da göz ardı etmemek önem taşır. Örneğin işçi sınıfının geleneksel ekonomik kitle örgütü olan sendikalarla, sınıfın devrimci örgütlenmesine yardımcı olmak için kurulmuş çeşitli işçi kitle örgütleri arasında pek çok açıdan önemli benzemezlikler vardır. Burada bu konu üzerinde uzun boylu durmak mümkün olmasa da, sorunun en çarpıcı boyutunu hatırlamak aydınlatıcı olacaktır.
Aslında kapitalist düzen tüm işçi örgütlerine ve bu örgütleri oluşturan unsurlara her an çeşitli düzey ve biçimlerde basınç bindirir. Bu basıncın yaratacağı yozlaştırıcı sonuçlardan korunmak ise, tamamen yüksek bir bilinç ve mücadele sorunudur. O nedenle, daha militan bir mücadele yürüten işçi kitle örgütleriyle, düzenle bütünleşmiş ve rutinleşmiş bir toplu sözleşmeciliğe dayanan işçi sendikaları arasında elbet çok derin farklılıklar bulunur. Nitekim somut yaşam ve mücadele alanlarına bakıldığında, birbirine hiç de benzemeyen farklı tip ve nitelikte işçi kitle örgütleri gözlemlenebilir.
İşçi sınıfının devrimci mücadelesine güç katmak amacıyla örgütlenmiş ve tabanın bilinçlendirilmesine özen gösteren işçi kitle örgütlerinde, burjuva düzenin basıncına direnen devrimci bir yönetimi var edip sürdürmek pekâlâ mümkündür. Geleneksel işçi sendikalarında ise mevcut durum hiç de böyle değildir. Bu işçi örgütlerindeki üst yönetimlerin bürokratlaşması, burjuva düzenle bütünleşip burjuvalaşması, bazı istisnalar bir yana bırakılacak olursa, neredeyse genelleşmiş bir durum arz eder. Sorunu daha da kapsamlı biçimde ele alıp ifade edebiliriz. Düzene ya da reformizme teslim olmuş bir tepe örgütlenmesinin biçimlendirdiği örgütlerde bürokratikleşme eğilimi çok yoğundur. Bu gerçeklik pek çok işçi sendikasını da çok yakından ve derinden ilgilendirir ve militan işçiler açısından güncel ve ciddi bir mücadele konusu teşkil eder.
Hiç kuşku yok ki, sınıfın devrimci güçlerinin başarısı kapitalist toplumun yarattığı tüm bu gerçeklikleri bilerek yol alabilmeye bağlıdır. Olumsuzluklar nedeniyle yanlış uçlara savrulmak, hiçbir zaman ve hiçbir koşulda haklı görülemez. Somut bir örnekle açmak gerekirse, her şeye rağmen sınıfın kitlesel mücadelesi bakımından hâlâ gerekli olan işçi sendikalarına toptan sırt dönmenin ne denli yanlış olduğu ortadadır. Sendikaların varlığı, kapitalist düzene karşı militan bir mücadele anlayışına ve bilinçli taban örgütlenmesine dayanan devrimci işçi kitle örgütlerine duyulan ihtiyacı ortadan kaldıramaz. Öte yandan, bu tip kitle örgütleri de sendikalara alternatif olamazlar. Ne var ki, sınıfın örgütlülüğünü nicel ve nitel açıdan ilerletmek ve sendikaları hizaya getirmek bakımından bu tür örgütler son derece işlevli ve gereklidirler. Devrimci öncünün önemi de zaten bu gibi noktalarda somutlanır. Doğru bir siyasal önderlik, sınıfın çeşitli kitle örgütleri arasında mücadeleyi ilerletecek tarzda denge kurmak amacıyla hareket eder ve pratik mücadeleye bu amaca uygun biçimde yol gösterir.
Farklı dönemler ve değişen yönler
İşçi kitle örgütlerinin niteliği, kapsamı, işlevi vb. hakkında nesnel koşullardan kopuk genellemeler yapılması doğru bir yaklaşım olmaz. Bu örgütler durağan ve değişmez varlıklar değildirler. Canlı organizmalar gibi çevre koşullarından etkilenir, etkiler ve kendi iç çelişkileriyle birlikte gelişmeye ve değişime açık yönler taşırlar. Kapitalist toplumun ekonomik yükseliş ya da kriz, siyasal durgunluk veya devrimci canlanış gibi farklı dönemleri işçi kitle örgütleri üzerinde farklı etkiler yaratır. Günümüzde olduğu üzere, kapitalizmin büyük kriz dönemleri bir yandan kapitalist toplumdaki zengin yoksul kutuplaşmasını yoğunlaştırırken, diğer yandan siyasal yaşamda derin istikrarsızlık koşulları yaratır. Bu tür toplumsal koşullar, aynı zamanda çeşitli işçi kitle örgütleri içinde düzen yanlısı eğilimlerle, mücadeleci ve devrimci eğilimler arasındaki ayrım çizgilerini de belirginleştirir.
Nesnel koşulların işçi kitle örgütleri üzerindeki etkisini sendikaların içinde bulunduğu durumdan da izlemek mümkündür. Bu geleneksel işçi kitle örgütlerinde yaşanan yozlaşma ve bürokratikleşme, uzun bir tarihsel döneme damgasını basan nesnel koşulların ürünüdür. Devrimci olmayan dönemler boyunca özellikle Avrupa’da işçi kitleleri burjuva düzen çerçevesinde vaat edilen reformlara bel bağlamış ve bu gerçeklik de işçi sendikalarını militan bir mücadele eğiliminden uzaklaştırmıştır. Tabanın devrimci basıncından kurtulan sendika yönetimleri tamamen düzenle bütünleşmiş ve bürokratlaşmıştır.
İşçi sınıfının ekonomik mücadelede vazgeçilmez kitle örgütleri olan sendikalarda çeşitli koşulların ürünü olan bozulmalar bilimsel tarzda analize tâbi tutulmalıdır. Sorunlara bu anlayışla yaklaşıldığında, sendikalardan bütünüyle umudu kesmek yerine ne yapılması gerektiği de ana çizgileriyle kavranabilir. İşçi sendikalarını daha militan bir çizgiye çekebilmek, yalnızca bürokrasiye lanetler yağdırmakla başarılabilecek bir iş değildir. Hariçten gazel okumakla sendika bürokrasisinin “kahrolduğu” hiçbir zaman ve hiçbir yerde görülmüş değildir. Yapılması gereken, bürokratik tepe örgütlenmesinin etkisini kırabilecek militan bir taban örgütlenmesini fiilen yaşama geçirmek üzere sabırla çalışmaktır. Planlı bir mücadele anlayışı temelinde ter akıtmak yerine devrimci lafazanlıkla zaman öldürmek ise tam bir küçük-burjuva eğilimidir. Sendika bürokrasisiyle mücadele bahanesinin ardına sığınıp, neredeyse hiçbir ayrım gözetmeksizin sendikaları ve sendikal mücadeleyi küçümseyen yaklaşımların işçi sınıfına yararı değil zararı dokunmaktadır.
Sendikal mücadele gibi geniş işçi kitlelerini ilgilendiren bir alan söz konusu olduğunda, altını çizerek belirtmemiz gerekir ki, hiçbir şey bu kapsamdaki bir mücadeleye sorumsuzluk veya ikamecilik eğilimi kadar zarar veremez. Kitle mücadelesinde devrimci unsurlara düşen görev, verilmesi gereken mücadeleyi son derece sınırlı sayıdaki öncünün üstlenmesiyle yetinme yanılgısına sürüklenmemektir. Marifet, asıl mücadele etmesi gereken taban unsurlarını harekete geçirmeyi başarabilmektir. Bunun karşılığında, kitlenin geri eğilimlerine teslim olmamak da büyük önem taşır. Çok bilinen bir örnektir. İşçilerin pek çoğu, diyelim sendikalaşma söz konusu olduğunda, aslında bunun gerekliliğini dile getiren duygularını ifade ederler. Ama öte yandan da, ya diğer işçi arkadaşlarının pasifliği ya da sendika yönetimlerine güvenilmezlik nedeniyle bu işin başarılamayacağından dem vururlar. Bu gibi noktalarda işçilere sabırla, bu yaklaşım tarzlarının yanlışlığı gösterilebilmelidir. Mücadeleyi hep başkasından beklemekle aslında kendi güçlerini harekete geçirmemekte ve böylece büsbütün ezilip aldatılmaktadırlar.
Kapitalist ekonominin gidişatındaki değişim sendikaların kapsadığı işçi sayısında ve işçi sendikalarının militanlaşma düzeyinde önemli iniş ve çıkışlara neden olur. Fakat buradan hareketle, ekonomik durumla toplumsal bilinç arasında, siyasal faaliyetin ve örgütlü insan çabasının rolünü yok sayan tarzda bir ilişki kurulamaz. Bu yanlış ve mekanik bir yaklaşımdır ve Marksizmin etkin devrimci yönüyle de bağdaşmaz. Marksizm, büyük toplumsal altüstlüklerin ekonomik durumun basit bir türevi olarak tamamen kendiliğinden biçimde zuhur etmediğini açıklar. Toplumsal olaylar ekonomik faktörlerden etkilendiği gibi, şu ya da bu doğrultuda bir amaç taşıyan toplumsal ve siyasal örgütlenmeler tarafından da çeşitli yön ve derecelerde etkilenir, mayalanır ve tetiklenirler. Ayrıca kapitalizmin olağan ekonomik döngülerinin unsuru olan periyodik kriz dönemleriyle, sıra dışı derin sistem krizi dönemlerinin sınıf mücadelesinin seyri üzerinde yaratacağı etki de aynı olamaz.
Devrimci kabarmalarla seyreden siyasal kriz koşullarını mekanik biçimde kapitalizmin periyodik krizlerine bağlamak yanlış ve sığ bir yaklaşımdır. Geçmişten günümüze uzanan süreçte yaşanan çeşitli örnekler incelenip genel bir sonuç çıkartılmaya çalışıldığında görülecektir ki, esasen ekonomik durumdaki büyük değişimler –durgunluktan yükselişe ya da yükselişten durgunluğa– siyasal ortamda derin altüstlüklere neden olmaktadır. Devrimci öncüler açısından gerekli olan, kapitalist işleyişin uzun dalgalarının mahiyetini kavrayabilmek ve somutta nasıl bir tarihsel dönemin içinden geçildiğini çözümleyebilmektir. Kapitalizmin günümüzde olduğu gibi derin bir istikrarsızlık ve belirsizlik yaratan bir sistem krizine sürüklendiği dönemleri ayırt etmek özellikle önemlidir. Çünkü böylesi dönemler sermayenin gerici saldırılarına olduğu kadar devrimci durumlara da gebe olan özel tarihsel kesitlerdir. Bu bakımdan bu tür dönemler işçi sınıfının devrimci öncü güçleri açısından bir o kadar daha enerjik ve uyanık olmayı zorunlu kılmaktadır. Kapitalist tehditler ve devrimci fırsatlarla yüklü bu tür tarih kesitlerinde, işçi sınıfının kitlesi içinde devrimci tarzda yürütülecek çalışmaların ve sınıfın kitle örgütlerinin önemi de bir o kadar artmaktadır.
Nesnel ortamda kapitalizme karşı hoşnutsuzluğun yaygınlaşması doğrultusunda bir değişimin yaşanması, eski dönemlere oranla çok daha fazla sayıda işçiyi mücadeleye çeker ve bilinçli, militan işçi sayısında inanılmaz yükselişlere neden olur. Gerileme dönemlerinde çok uzun süreler boyunca sarf edilen çabalara rağmen ilerletilemeyen kitleler, devrimci dönemlerde çok kısa süreler içinde muazzam hızla öğrenip sıçramalar kaydedebilirler. Böylesi dönemlerde hayatın nabzı, işçilerden kolayına umut kesen sabırsız küçük-burjuvaların dediklerinin tam tersine atmaya koyulur. Daha önce “bunlardan adam olmaz” denilen işçiler gerek ekonomik gerek siyasal mücadele alanında örgütlenmek için öne atılmaya, kendi örgütlerine sahip çıkmaya başlarlar. Yalnızca öncülerin değil, işçi kitlesinin de mücadele saflarında ilerlediğini gösterecek şekilde taban örgütlülüğü ve inisiyatifi gelişir. İşçilerin sendika bürokrasisine karşı mücadelesi de daha ciddi, daha yaygın, militan ve kararlı bir nitelik kazanır.
Sonuç olarak kapitalizmin tarihi incelendiğinde, sınıf mücadelesinin hiçbir alanında biteviye bir yükseliş ya da düşüş olmadığı, mücadelenin inişli çıkışlı bir eğri çizdiği rahatlıkla gözlemlenebilecektir. Durgun dönemlerde yalnızca devrimci siyasal mücadele değil, sendikal mücadele de alabildiğine gerilemektedir. Sendika üst yönetimlerini sorgulayıp sıkıştıracak taban basıncı ve devrimci basınç neredeyse sıfırlanmaktadır. Bu nedenle bu koşullarda sendikaların başına kelimenin tam anlamıyla burjuvalaşmış bir bürokrasi çöreklenmektedir. Fakat nesnel koşullarda mücadeleyi yukarı doğru kıpırdatacak bir değişime, öznel koşullarda da olumlu gelişmelerin eklenmesi durumunda, sınıfın öncüsünün ve kitlesinin mücadele düzeyi hızla değişmektedir. Bu durum bir bakıma, nesnel koşullarla öznel koşulların işçi sınıfı mücadelesini ileriye sıçratacak tarihsel buluşması olarak da değerlendirilebilir. Çeşitli örnekler gözden geçirildiğinde, proleter devrimlerin başarı şansının bu tür tarihsel buluşmalara bağlı olduğu rahatça kavranacaktır.
Kitleye ulaşabilmek
Kitle kavramı durağan bir niteliği ya da niceliği ifade etmez. Bu kavramın içinin nasıl doldurulacağı değişen koşullara bağlıdır. Durgun dönemlerde sırasında yüz işçi kitle anlamına gelebilirken, toplumsal kabarma dönemlerinde kitle kavramı binleri, milyonları ifade etmeye başlar. Diğer yandan sınıfın devrimci partisi ile kitlesi arasındaki ilişki de zaman içinde değişime uğrayan bir niteliğe sahiptir. Ama her ne olursa olsun, kapitalist toplumda devrimci mücadele bakımından özde değişmeyen bazı önemli yönler bulunur.
Değişen koşullara uyum sağlayabilen, olayların akışını ve ritmini değerlendirebilen ve kitlelerin güvenini kazanabilen bir parti olmaksızın işçi devrimi başarıya ulaşamaz. Sınıfın devrimci partisi ise, esasen devrimci bilinç ve mücadele azmine sahip öncü unsurların örgütlülüğüdür. Ne var ki, bu örgütlenmiş öncü azınlık ancak sınıfın kitlesine liderlik edebildiğinde önder parti olarak adlandırılmaya hak kazanabilir.
Örgütlü mücadelenin ilerletilebilmesi için sınıfın öncüsüyle kitlesi arasında her daim bir ilişki ve alışverişin bulunması şarttır. Öncü unsurların bütünüyle içe kapanık bir tarz yaratmaları ve devrimcilik adına bununla yetinip bununla tatmin olmayı meziyet addeder hale gelmeleri tehlikeli bir sekterlik demektir. Aslında toplumsal mücadele koşullarına bağlı olarak nasıl ki kitle kavramının içeriği daralıp genişliyorsa, aynı şekilde devrimci kitle çalışmasından anlaşılan da somut koşullara bağlı olarak değişikliğe uğrar. Kimi durumlarda kitle çalışmasını mikro ölçekte düşünüp kavramak bile zorunlu hale gelebilir. Örneğin toplumsal gerileme ya da koyu gericilik dönemlerinde genelde böyle olur. Komünist örgütlülüğe sahip bir avuç insanın, devrimci fikir ve mücadele anlayışlarını görece dar işçi halkalarına ulaştırmaya çalışmaları bir anlamda devrimci kitle çalışması kapsamına girer.
Mücadele yaşamına farklı nesnel koşulların dayattığı değişik ihtiyaçların giderilmesi azmiyle yaklaşan örgütlü unsurlar zamanla çabalarını daha derin, yaygın ve anlamlı kılabilirler. Bu doğru anlayış temelinde, bir devrimciler örgütünün inşası hedefi doğrultusunda yol alınabilir ve ayrıca da bazı işçi kitle örgütlerinin yaratılması çabası içine girilebilir. Zaten devrimci unsurlara düşen görev, sadece çeşitli işçi-kitle örgütleri içinde devrimci amaç ve ilkeler doğrultusunda sistemli bir çalışma yürütmekle yetinmemek ve bizzat kolları sıvayıp mücadeleyi ilerletecek çeşitli örgütsel formlar yaratabilmektir. Sorunlara hangi düzeyden yaklaşırsanız yaklaşın, öncü sıfatını hak etmeyi mümkün kılacak olan da aslında bu tür çabalar olacaktır.
İşçi ve emekçi kitlelerin içinde devrimci tarzda çalışma yürütmek komünist faaliyetin vazgeçilmez bir parçasını oluşturur. Nitekim bu nedenle bu husus vaktiyle Komünist Enternasyonale katılma koşulları arasında da yer almıştır. İlgili tarihsel belgede, Enternasyonale katılmak isteyen her partinin, sendikalar, işçi ve işyeri meclisleri, tüketici kooperatifleri ve isçilerin öteki kitle örgütleri içinde sistemli ve ısrarlı bir komünist faaliyet sürdürmek zorunda olduğu vurgulanmıştır. Komünistler, kendilerini işçi sınıfının yalnızca seçkin bir azınlığı içine hapseden elitist bir mantıkla hareket edemezler. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin başlıca tarihsel belgelerinden biri olan Komünist Manifesto’da da belirtildiği üzere, komünistler proletaryanın bütünsel çıkarlarının dışında ayrı çıkarlara sahip değillerdir. Komünist sıfatını gerçekten hak edenler, mücadele tarihinin her döneminde farklı ülke proleterlerinin ulusal savaşımlarında proletaryanın genel çıkarlarına işaret etmiş ve bunları öne sürmüşlerdir.
Devrimci işçi mücadelesinin esenliği ve başarısı bakımından, Lenin örgütsel sorunlar bağlamında günümüzde de geçerli olmayı sürdüren pek çok önemli husus üzerinde durmuştur. Örneğin işçi sınıfının kitlesine devrimci bilinç taşımaya çalışmayan bir politik faaliyetin bir oyun halinde yozlaşacağı açıktır. Komünist faaliyet ancak belirli bir sınıf kitlesini ayaklandırdığı, onun ilgisini kazandığı ve onu olaylarda aktif ve en önde yer almak üzere harekete geçirdiği zaman ve bunu yaptığı ölçüde proletarya için gerçek bir önem kazanabilir. Fakat kuşkusuz, kitleyi kazanabilmek için ona nasıl ve hangi dille ulaşılabileceğini bilmek en başta gelir. İşçilere devrimci bilinç aşılayabilmek için, Marksist dünya görüşünü kupkuru bir dogma düzeyine düşürmeden onlara yaklaşmayı öğrenmek elzemdir. Kitleler kitabi tarzda eğitilemezler. Onlara bir şeyler öğretebilmek, onlarla karşılıklı bir etkileşim içine girmekle, onların günlük yaşam mücadelesine katılmakla mümkündür.
Kitleler yaşam gerçeklerini, özelde devrimci mücadeleyi ilgilendiren teorik açılımlar eşliğinde öğrenmezler. Bu bakımdan onlara siyasal gerçekleri açıklarken, aydın ukalâlığından uzak, temiz, sade ve anlaşılır bir dille yaklaşmak gerekir. Bu yaklaşım, devrimci özden taviz vermeden biçimde amaca uygun esneklik ve kıvraklığa sahip olmak anlamına gelir. Devrimci fikirlerin işçi kitlesine taşınması ve bu fikirlerin kitleye sabırla ve esasen onların kendi deneyimlerine dayanan bir süreç içinde benimsetilmesi işin zor kısmıdır. Ancak bir o kadar da önemlidir. İşte, sınıfın kitle örgütlerinin önemi ve gerekliliği sorunu da tam bu noktada karşımıza dikilir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek için, değişen zaman, mekân ve nesnel koşullara bağlı olarak isabetli yanıtlar üretebilmek ve uygun araçlar yaratabilmek esastır. Ve zaten işin bu yönü de, şu ya da bu devrimci çevrenin öncülük iddialarını hayatın karmaşası içinde testten geçiren hassas noktayı oluşturur.
Mücadelenin gücü
Taktik demek örgüt demektir. Devrimci taktikler ancak devrimci bir örgüt sayesinde üretilebilir ve yaşama geçirilebilir. Hiçbir fikir, hiçbir slogan ve hiçbir taktik, eğer bunları canlı ve etkili kılmak için doğru tarzda çalışan bir örgüt ve kadrolar yoksa kitleler arasında yayılamaz ve onlar tarafından benimsenemez. Çeşitli ülkelerde sosyalist hareketin tarihi, işte bu gibi temel hususları kavrayamayan küçük-burjuva sol eğilimlerin yanılgılarıyla doludur.
Nesnel ve öznel faktörlerin sınıf mücadelesi içindeki ağırlığını ve rolünü bilimsel tarzda çözümleyebilmek, devrimci bir örgütü var etmek, yaşatmak ve güçlendirmek bakımından zorunlu koşullar arasında yer alır. Örneğin devrimci bir kadro birikimi yaratmanın zorunlu olduğu koşullarda, sanki böyle bir birikim varmışçasına geniş işçi kitlelerini kazanmaya yönelik soyut taktikler ileri sürenler, aslında yapılması gereken meşakkatli işleri pek de ciddiye almıyorlar demektir. Ana halkayı kavramadan boşa konuşmak insanı devrimci lafazanlık mertebesinden bir adım öteye taşıyamaz.
Sınıf mücadelesinin kaçınılmaz bazı gelgitlerini yaşamın canlı diyalektiği içinde kavrayamayanlar, formülleştirilmiş fikirlere veya reçete haline getirilmiş örgütsel açılımlara tapınır ve bu tür yaklaşımlarda deva ararlar. Oysaki diyelim kitlelerin nesnel olarak gerilediği, uyuştuğu ve derin bir yılgınlığa sürüklendiği koşullarda onları bir çırpıda eski mücadele günlerinin militan kitlelerine dönüştürecek hiçbir sihirli formül yoktur. Balkabağının sihirli bir dokunuşla Külkedisinin ihtişamlı arabasına dönüşüvermesi ancak masallarda gerçekleşebilir.
Çok açık ki, kitlelerin geri çekildiği ve umutsuzluğa kapıldığı koşullarda tarihsel iyimserliği yitirmeksizin devrimci kadro yetiştirip eğitmek gerekir. Devrimci öncü ile kitlenin tarihsel-toplumsal davranış eğilimi aynı olamaz. Devrimci öncüler, nesnel koşullardaki olumsuzluklara rağmen ileriye hazırlanmayı başaranlar, gerektiğinde akıntıya karşı yüzebilenlerdir. Ve ancak bu yolda ilerleyebilenler, nesnel koşullar değişmeye yüz tutup da işçi hareketinde tekrar kıpırdanmalar başladığında geniş kitle ile devrimci tarzda iletişim kurabilirler. Bu açıdan çeşitli tarihsel örnekler incelendiğinde, inançlı ve sebatlı bir örgütlü mücadelenin nasıl muazzam bir yaratıcı ve dönüştürücü güce sahip olduğu rahatça görülür.
Proleter devrimci mücadelenin sağlam temellerde yol alıp muzaffer olabilmesinin kuşkusuz evrensel bazı kuralları vardır. Lenin’in hayatta olduğu döneme denk düşen Komintern kongreleri, devrimci bir önderliğin var edilebilmesi bakımından önem taşıyan kurallara ve devrimci kitle mücadelesine ışık tutmuş, dünya komünistlerini çeşitli yanlışlara karşı uyaran dersler çıkartmış ve kararlar almıştır. Bunlar arasında, sol çocukluk hastalıkları üzerinde duran İkinci Kongre dönemi özel bir önem taşır. Bu kongrenin Troçki tarafından kaleme alınan Manifesto’sunda, yıllar önce Komünist Manifesto’da işaret edilen temel bir ilke bir kez daha vurgulanır. Komünistlerin işçi sınıfının amaçlarından ve görevlerinden farklı amaçlarının ve görevlerinin olamayacağının altı çizilir. İkinci Kongrenin Manifestosu, kendi tarzlarıyla işçi sınıfını kurtaracağını sanan küçük hiziplerin iddialarının, Komünist Enternasyonalin ruhuna yabancı ve düşman olduğunu ilan eder.
Böylece sınıfın devrimci mücadelesi açısından son derece önem taşıyan bir husus da dikkatle incelemeye tâbi tutulabilir. Uzun bir mücadele sürecine küçük bir devrimci çekirdek olarak başlamakta ve bu çekirdeğin zamanla büyüyüp devrimci bir örgüt düzeyine erişeceğini hayal etmekte yanlış olan ya da garipsenecek bir yan yoktur. Nitekim dünya işçi sınıfının mücadele tarihi, küçük devrimci çekirdeklerin militan bir mücadele temelinde işçi kitlelerine önderlik edebilen devrimci örgütlere dönüştüğünü sergileyen pek çok örnek içermektedir. Ama kendi küçük hizbini dev aynasında görerek, bununla işçi sınıfını kurtaracağını sanan küçük-burjuva ikameci siyasi yaklaşımlar ise tamamen farklı ve yanlış kavrayışlardır. Kitle mücadelesini küçümseyen sekter yaklaşımlar küçük-burjuva devrimciliğinin kaypak zemininde, kitle kuyrukçuluğuna kayan eğilimlerle sık sık yer değiştirebilirler. Böyle bir zemine ayak basmaktan kendini kurtaramayan çevreler, devrimcilik adına devrimci mücadelenin en temel ilkelerine sırtlarını dönebilirler.
Bu nedenle vaktiyle Komintern İkinci Kongresi de, genelde kitle çalışmasında, özelde sendikal veya parlamenter mücadele bağlamında geçerli olacak doğrularla yanlışların titizlikle ayırt edilmesi gereği üzerinde durmuştur. Sendikalarda çalışmak ya da parlamento kürsüsünden yararlanmak bahanesinin ardına sığınıp reformizme, bürokratizme veya kariyerizme ödün vermek ne denli kabul edilmezse, devrimcilik adına sınıfın sendikalarını küçümsemek ya da parlamenter mücadeleyi toptan yadsımak da o denli yanlıştır. Lenin yaşamının son döneminde, çeşitli ülkelerden komünistleri sol çocukluk hastalıklarına karşı bıkmadan usanmadan uyarmayı sürdürmüştür.
Gerici oldukları gerekçesiyle sendikalarda çalışmayı reddetmek, yeterince gelişmemiş ve bilinçlenmemiş işçi kitlelerini gerici liderlerin, işçi aristokrasisinin ya da tamamıyla burjuvalaşmış bürokrasinin etkisine terk etmek anlamına gelir. Devrimci bilince ulaşmış ileri işçileri sınıfın kitlesinden kopartan anlayışlar mücadeleye onarılmaz ölçekte derin zararlar verir. Öncü işçileri kitle mücadelesinden kopartan siyasal yaklaşımlar devrimci değil, olsa olsa sekter sıfatını hak edebilirler. Sendika üst yönetimlerine yağdırdıkları lanetlerle yetinip, işçilerin o bürokrasiye karşı mücadelesini örgütlemeye hizmet etmeyenler sendikal bürokrasinin güçlenmesini engelleyemezler.
Lenin’in işaret ettiği gibi, gerçekten kitle içinde devrimci bir mücadele yürütmeye niyetli olanlar, çeşitli zorluklardan ya da kitle örgütlerinin burjuvaziyle bağlı bürokrat liderlerinden gelecek zulümlerden, hakaretlerden ve hilelerden korkmazlar. Onlar bu gibi zorluklara aldırmaksızın, kitleler her nerede bulunuyorlarsa kesinlikle onların içinde çalışırlar. Yine bu bağlamda, sol sekterliğe karşı mücadele ve komünist tutum büyük önem taşır. Komünistler, gerici olanlar da dahil olmak üzere, proleter ya da yarı proleter kitlelerin bulunduğu kurumlarda, topluluklar ve birliklerde, sistematik olarak, fedakârca, sürekli ve sabırlı olarak propaganda ve ajitasyon yürütmekle yükümlüdürler.
Lenin dönemi Komintern faaliyeti içinde, işçi-emekçi kitleleri kazanmaya yönelik çeşitli devrimci taktikler de düşünülmüş ve üretilmiştir. Bu bağlamda, kitleleri kapitalizme karşı ortak bir mücadeleye kazanmak üzere “birleşik işçi cephesi” taktikleri gündeme getirilmiştir. Burjuva düzenin çeşitli saldırılarına karşı işçi sınıfının ve emekçilerin kitle örgütleri arasında eylem birliğine dayanan bir cephenin oluşturulabilmesi, dün olduğu kadar bugün de önemli ve geçerli bir devrimci taktik ve görevdir. Ama bu gibi konuların sırf yinelenip durulan boş sözler düzeyine indirgenmesinden de kaçınmak gerekir. Bunu başarabilmek için her dönem uyulması gereken bazı kurallar olduğu göz ardı edilemez.
Devrimci anlamda kitle mücadelesini etkileyecek taktiklerden söz edebilmek için, her şeyden önce ortada kitle içinde çalışma yürütebilecek asgari düzeyde bir örgütlülük olmalıdır. “Birleşik işçi cephesi” gibi taktiklerin başarısı, sınıfın devrimci ve bağımsız siyasal örgütlülüğünü yaratmaya koyulmuş bir örgütün varlığına bağlıdır. Bu düzeydeki mücadele, farklı siyasal bayrakları karıştırmamak üzere ayrı durmayı ama sınıfın mücadele birliğini sağlamak üzere de birlikte vurmayı gerektirir.
Kısaca değinmeye çalıştığımız tüm bu görevler zor ama o oranda da zorunlu görevlerdir. Zaten devrimci mücadele hiçbir yönüyle hiçbir zaman kolay bir iş olmamıştır. Karşısına çıkan ilk zorlukla birlikte morali bozulup pes eden, devrimci taktikleri yürütmek için gereken bedelleri ödemekten kaçınan küçük-burjuvadan bir işçi devrimcisinin yaratılabildiği de görülmüş şey değildir. Küçük-burjuva zihniyetinden kurtulamayan birisi yakasına devrimci etiketini de iliştirse, günde yüzlerce kez kitlelerin öneminden de söz etse, sonuç asla olumlu doğrultuda değişmez ve değişmeyecektir.
Devrimci mücadele tarihi içinde doğruluğu defalarca kanıtlanmış bazı kuralları sıralayarak son noktayı koyalım. Sınıf mücadelesindeki yeni yükselişlerin, yılgınlığa kapılanları diriltici ve uyuklayanları uyandırıcı muazzam bir gücü var. Yenilgilerin etkisiyle kadroların bir bölümü zaman içinde tasfiye olmuş olsa da, yükselen sınıf mücadelesi genelde iyileşme ve toparlanma potansiyeli taşıyanları yeniden mücadele yaşamına döndürebiliyor. Fakat her ne olursa olsun, her yeni yükseliş döneminde öncelikle göz dikilmesi gereken kesimin işçi sınıfı gençliği olduğu da çok açık. Eski dönemlerin çürümüş ve içi geçmiş unsurları arasında umutsuzca debelenenler mücadele alanından kayıp gidiyorlar. Sınıfın geleceği anlamına gelen genç unsurlar arasında sabırlı bir hazırlık çalışması yürütenler ise ayakta kalmayı başarıyor, zamanla çoğalıyor ve geleceğe uzanan sağlam bir köprü kurabiliyorlar. Yaşam bu gerçeği doğruladı ve doğrulamaya da devam edecek.
link: Elif Çağlı, Kitle Örgütlerinde Devrimci Çalışma, Haziran 2008, https://marksist.net/node/1824