Dünyanın tüm nimetlerinin eşit paylaşımı, insanlar arasında eşitlik, bolluk içinde bir toplumsal yaşam, insanlığın binlerce yıllık düşüdür. 1789 Fransız İhtilali, kapitalist sınıfın işçi sınıfını bu düşü gerçekleştireceği vaadiyle peşine takmasıyla gerçekleşti. 1848 devrimlerinde ve 1871 Paris Komünü deneyiminde işçi sınıfı, kapitalistlerin kurtarıcı olamayacağını çok iyi anladığının işaretlerini vererek ölümüne bir mücadelenin içine girmişti. Kapitalizmle birlikte dünya daima iki sınıf arasında süren savaşa sahne oldu. Bu savaşta insanlığın özlemlerinin nasıl yaşam bulabileceğini ortaya koyan en iyi örnek 1917 Ekim Devrimi idi.
Ekim Devrimi bütün görkemine rağmen dünyaya yayılmaya muvaffak olamadı. İnsanlığın kurtuluşu henüz gerçekleşmedi. Tam tersine insanlık giderek daha barbarca bir yıkımla karşı karşıya. Binyıllardır özlemi çekilen eşitlik, adalet ve bolluk dünya nüfusunun ezici bir çoğunluğu için fersah fersah uzak bir hayal. Yani kapitalizm eşitlik, özgürlük ve kardeşlik masallarıyla sahneye çıksa da bu vaatler yerine derin bir eşitsizlik, adaletsizlik, prangalar ve zincirler, yokluklar ve kıtlıklar getirmiştir. Kapitalistlerin özellikle 1950’lerden itibaren şişirdikleri “kapitalist refah toplumu” balonu çoktandır patlamış durumda. Kapitalistler bu durumun elbette ki farkında ve kendilerince önlem almaya çalışıyorlar. “Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğinin sosyal patlamalara neden olacağı” endişesiyle rüyaları kâbuslara dönüşüyor. Yine de çelişkileri derinleştirmekten kendilerini alamıyorlar. Çünkü sermaye bunu emrediyor. Çünkü onların sistemi insanın insanı sömürmesi üzerine kuruludur.
“Dünyadaki gelir dağılımı adaletsizliğini” rakamların diliyle ortaya koymakta fayda var. En zengin 20 ülkenin geliri en yoksul 20 ülkenin gelirinin tam 37 katı. En zenginlerin yaşadığı ülkeler dünyanın toplam GSMH’sinin %86’sını, ihracat pazarlarının %82’sini, tüm yatırımların %68’ini ellerinde bulunduruyorlar. Araştırmalara göre, dünya nüfusunun en zengin %20’lik diliminin gelirinin en yoksul %10’luk diliminin gelirine oranı 1960’ta otuza bir, 1990’da altmışa bir, 1997’de yetmişdörde bir, 2000 yılındaysa yetmişdokuza bir olarak gerçekleşmiş. Dünyanın en zengin üç kişisinin serveti, 600 milyon insanın yaşadığı en yoksul ülkelerin GSMH’sine eşit. Bir diğer çarpıcı örnek ise şudur. Forbes dergisine göre Bill Gates, 70 milyar dolarlık kişisel servetiyle, 25 milyon nüfuslu Peru’nun milli gelirini geride bırakmaktadır. Dünya Kalkınma Raporuna göre ise, tüm dünyada günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışan 3 milyar ve 1 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışan 1,5 milyardan fazla insan var. İnsanlığın büyük bir kısmı için sefalet o boyutlarda ki, dünya nüfusunun beşte biri sağlıklı su kaynaklarından yoksun. Sadece ishalden yılda 50 milyon insan ölüyor. Yoksul ülkelerde, kadın ve çocukların günde 4-5 saati yakacak odun aramaya, 4-6 saati su bulup taşımaya gidiyor.
Yaşadığımız topraklarda da iddia edilenin aksine durum hiç de farklı değildir. Türkiye’de Birleşmiş Milletler’in saptadığı yoksulluk sınırının (günde 2 dolar) altında yaşayan kesim nüfusun %18’ini oluşturmaktadır. Günde 1 doların altında bir gelirle yaşayan açların nüfusa oranı ise %2,4’tür. En zengin %10’luk kesim, toplam gelirden %32,3 pay alırken, en yoksul %10’luk bölüm %2,3’lük bir pay alıyor.
Dünyadaki her şeyi üreten işçilere sefalet ücreti reva görülüyor. Türkiye’de asgari ücretli bir işçi 435 YTL ile yetinmek zorunda kalıyor. Asgari geçim indirimiyle beraber evli ve dört çocuklu bir işçinin eline geçen rakam 513 YTL iken, Fatih Terim’in eline geçen para yılda 2 milyon dolar civarındadır. Tabii şampiyonluk ve ekstra primler hariç.
Burjuvazi işlerini yürüten uşaklarına karşı oldukça cömerttir. Meselâ Merkez Bankası Başkanının aldığı maaş 31 bin 831 YTL. Maaşın küsurat kısmı bile yaklaşık iki asgari ücrete denk düşüyor. Banka genel müdürleri, TSE başkanı, TRT genel müdürü vb., işçilerin yıllarca çalışsalar elde edemeyecekleri paraları bir ay içinde elde edebiliyorlar.
Gelir dağılımı adaletsizliğinin en yoğun yaşandığı ülke ise kuşkusuz Amerika. Amerika’nın en büyük perakende şirketi Wall-Mart’ın başkanı H.Lee Scott, 2006 yılında toplam 23 milyon dolar gelirle bir rekorun altına imza atarken, milyonlarca Amerikalı işsiz, aç ve evsizdi. Hatta bu sorunlar öyle bir boyuta ulaşmıştı ki, Irak’a para karşılığında savaşmaya ve ölmeye gidecek binlerce Amerikalı bulmak hiç de zor olmamıştı. Yıllık kazançları milyon dolarlarla ifade edilen büyük şirketlerin CEO’larının gelirleri sadece maaşlarıyla sınırlı değil üstelik. Şirket performansı teşviki, açık kredi kartları, kulüp üyelikleri, şirket hisse senetlerinden aldıkları paylar ve hatta çoğu zaman karşılanan ev kiraları ve çocuklarının eğitim masrafları, ücretlerine eklenen yan gelirler niteliğinde. Petrol, bankacılık, bilişim, silah, ilaç sanayii gibi sektörlerde boy gösteren dev şirketlere işçileri nasıl daha fazla sömürecekleri, daha kârlı alanlara nasıl kayacakları, pazarda rakiplerini nasıl alt edecekleri konusunda yol gösterenler, patronların gözünde elbette kıymetlidirler. Elbette işçi sınıfından esirgenen tüm zenginlikler onlarla paylaşılabilir. Patronlar sınıfı hizmetkârlarının kıymetini bilir.
Bu hizmetkârlar içinde en kıymetli olanlardan biri de medyadaki uşaklardır. İş adamlarının ne kadar hayırsever olduklarına dair haberleri hiç eksik etmez burjuva medya. Güya onlar olmasa ekmek veren olmaz. İstihdam olmaz. Fakire yardım eli uzatan olmaz. Gerektiğinde insan hakları ve fırsat eşitliği masalları anlatılsa da, gelir dağılımındaki adaletsizlik ya yok sayılır ya da toplumu ayakta tutan bir denge unsuru olarak yansıtılır. Toplumu manipüle etmek için sorular ihtiyatla sorulur. Meselâ Türkiye’de yarı aç yarı tok yaşayan milyonlarca asgari ücretli varken, “Merkez Bankası Başkanının aldığı para cumhurbaşkanından, bakanlardan, başbakan ve vekillerden fazla” diye fırtınalar kopartılır. Ama medya burjuvazinin bu yüksek ücretli uşaklarının ücretlerini asgari ücretle kıyaslamaz.
Atalarımız “biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” demişler. İnsanın insanı sömürmesi elbet bir gün kıyameti koparacaktır. Doyuran, giydiren ama aç ve çıplak kalanlar, kurtuluşu ilmek ilmek örmesini de bileceklerdir. Sırtlarındaki kan emici asalakları yere serip, yeni bir dünya kurmak için yola çıkacaklardır. Ekim Devriminde yarım bıraktığı işi elbet tamamlayacaktır işçi sınıfı. Medyasıyla, sadık ve şişkin cüzdanlı uşaklarıyla ve bütün kokuşmuşluğuyla kapitalizm yeryüzünden silinmeden insanlığın binlerce yıllık özlemleri hayat bulamaz.
Bugün dünyanın dört bir tarafında yürüyüşe geçen açlık orduları, insanlığın özlemlerini gerçekleştirecek devrimci ayaklanmaların ön belirtileridir. Kapitalistlerin “sosyal patlamalar” söyleminin ardında işçi devrimlerinin korkusu vardır. Patronlar sınıfının önüne geçmeye çalıştığı ihtimal budur. İşçi sınıfı tüm dünyada ayağa kalktığında, birleşip saldırıya geçtiğinde, tüm sömürücüler ve uşakları insanlığa kaybettirdiklerinin diyetini ödeyecekler. Bu defa işçiler değil onlar kaderlerine razı olmak zorunda kalacaklar ve düşecekler insanlığın yakasından.
link: Ezgi Şanlı, Rakamların Diliyle Kapitalizmin Adaleti, 3 Temmuz 2008, https://marksist.net/node/7225
Kitle Örgütlerinde Devrimci Çalışma
Katledilişlerinin 15. Yılında Canlar Aramızda