“Doğa yaşamak için gereksinilen bir araç değil, yaşamın ta kendisidir” der Marx 1844 Elyazmaları’nda. Kapital’dekiler de dâhil olmak üzere pek çok yazısında da kapitalist üretim biçiminin, toplumsal üretim sürecinin bileşim ve tekniklerini, aslında tüm zenginlik kaynaklarını, yani doğayı ve işçileri kurutarak düzenlediğinden bahseder. Üzerinden henüz 150 yıl kadar bir süre geçmiş olmasına rağmen insanlık bugün, Marx’ın, kapitalizmin daha gençliğinde öngördüğü bu eğilimlerinin en trajik sonuçlarıyla yüzleşmek noktasındadır. Çünkü yaşamın ta kendisi olan doğa, ona hükmetmeyi başardığı oranda onu pervasızca sömüren kapitalist üretim tarzının ölümcül tehdidi altındadır. Yaşamın kaynağı kurumak üzeredir.
Şu anda Grönland’dan Klimanjero’nun karlı zirvelerine kadar her yer ısınıyor. Hem de büyük bir hızla. Tüm dünyada nehirler ve yeraltı su kaynakları kurumaya başladı. Dünyanın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0,6 °C (± 0,2) arttığı için,yeryüzü, geçtiğimiz yıl, son 400 bin senedir gördüğü en yüksek ortalama sıcaklığa yaklaştı. 2007 yılınınsa daha sıcak geçeceği söyleniyor. İklimbilimciler, önümüzdeki kısa dönemde Akdeniz ülkeleri ve Brezilya’da aşırı kuraklık, sıcaklık dalgaları ve seller yaşanacağını öngörmekteler. Kuzey Buz Denizinde bir yılda Türkiye büyüklüğünde buz eriyip gitmiş, kutba kadar uzanan bir yarık açılmıştır. Kuzey kutbunda ortalama yüzde 0,15 olan yıllık buz erimesi, son iki kışta yüzde 6’ya çıkmış, yani 40 kat artmıştır.
Bütün bu gelişmelere yani en genel adıyla küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazlar, güneşten gelen radyasyondaki enerjiyi soğurma özelliğine sahiptir. Bu gazların atmosferdeki oranlarının normalde var olanın üzerinde değerlere ulaşması, güneş enerjisinin daha fazla soğrulmasına neden olduğu için, yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açmaktadır.
Bugün için bilim çevreleri, küresel ısınmanın oluşmasında en önemli faktör olarak atmosferdeki karbondioksit oranının artmasını gösteriyorlar. Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit, yeşil bitkilerin fotosenteziyle ve karbondioksitin litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle atmosferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların emme kapasitesinin üzerindeki karbondioksit salımı, dünya üzerinde sera etkisi yaratmaktadır. Atmosfere salınan bu fazla karbondioksitin kaynağı ise elbette kapitalist sanayi üretimidir.
İklimbilimcilerin yaptıkları çeşitli araştırmalarda ortaya koydukları gibi, bu fazlalığın kaynağını, yanardağ ve güneş patlamaları gibi doğal iklim güçleri ile açıklamak imkânsızdır. BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 2001’de yayımladığı ve bir dönüm noktası oluşturan raporda, geçtiğimiz yüzyıldaki ısınmanın çok büyük ölçüde “insan etkinliğinden” (siz bunu kapitalist üretim diye okuyun) kaynaklandığını açıkladı. Küresel yüzey sıcaklıkları, kapitalist üretim tarzının öncesindeki dönemlerde olduğundan çok daha hızlı bir şekilde artmaktadır. Bu yüzden bugünkü felâketin nedeninin kapitalist üretim anarşisi olduğu hakkında hiçbir şüphe yoktur.
Bilimsel araştırmaların sonuçlarına bakmaksızın, bireysel deneyimlerimizle dahi fark edebildiğimiz küresel ısınma olgusu, kapitalistlerin bir bölümü tarafından yok sayılmakta, başka bir bölümü tarafından da saçma sapan gerekçelere bağlanmaktadır. Örneğin geçtiğimiz günlerde Türkiye’deki ABD elçisi Edelman ile birlikte İncirlik Üssü’nü de ziyaret eden ABD’li Cumhuriyetçi Senatör James Inhof ülkesinde verdiği demeçte, “küresel ısınma yalanını uyduranları ABD sanayisini yok etmeye çalışmak”la itham etti. Bu durumda, Grönland’daki buzulları eritenler de bu yalanı uyduranlar olmalıdır herhalde!
Amerikan Uzay Araştırmaları Dairesi’nin (NASA) araştırmalarına göre ise, Kuzey kutbunda her geçen gün eriyen buzulları Hindistan’da yemek yapan kadınlar eritmekteymiş. Araştırmada buzullara düşen kurumun Güney Asya’dan geldiği tespit edilmiş. Bu bölgeden atmosfere karışan kurumun yarısı da Hindistan’da açık havada yapılan yemek dumanlarından çıkıp rüzgârla Kuzey kutbuna ulaşıp buzulların üstüne düşüyor ve erimelerine neden oluyormuş!!! Hatırlanacaktır, ABD başkanı Bush da bir süre önce büyükbaş hayvanların havaya saldıkları gazların küresel ısınmaya sebep olduklarını söylemişti.
Neyse ki Marksist olmasalar bile hâlâ aklı başında açıklamalar yapabilenler ve sorunu dürüstçe ortaya koyabilenler var. Örneğin, önde gelen iklimbilimcilerden James Hansen, meteorologları bir araya getiren Operation Sierra Storm toplantısında yaptığı bir konuşmada, dünyanın sıcaklığının son 30 yılda 1°C arttığını belirterek, bugünkü sıcaklığın son 400 bin yılın en üst seviyesi olduğuna vurgu yaptı. Hansen, yeryüzünün bu yüzyılda 3°C daha ısınmasının felâket olacağını söyledi. Bu gelişmelere karşı tedbir almak içinse en fazla 10 yıl kaldığını duyurdu. Yani, atmosferdeki karbon akışını tersine çevirmek için sadece 2015’e kadar vakit kaldığını, bir kez eşik aşılırsa ondan sonrasını kimsenin kestiremeyeceğini, çünkü artık “başka bir gezegen”den bahsediyor olacağımızı belirtti. Yeryüzünün nasıl davrandığı konusunda en bütünsel bakış açılarından birisini ortaya koyan bilim insanlarından biri olan James Lovelock da, yayımladığı son kitabında, okyanusların ısınmasıyla yosunların ölümü, dünyanın yansıtma gücünün değişmesi, tropik ormanların yok olması, birçok yerde muazzam ölçüde metan gazı açığa çıkması gibi süreçler sonucunda dünyanın birkaç on yıl içinde çok sıcak hatta daha ileride Mars gibi tamamen kavrulmuş bir gezegene dönüşeceğini, milyarlarca insanın öleceğini ve en fazla 200 milyon insanın Kuzey kutbu civarında belki hayatta kalacağını anlattı.
Bir felâketler zinciri tehlikesine dair bu söylenenler, boş yaygaralar veya felâket tellâllığı olarak görülemez. Bütün veriler, doğanın, kapitalizmin elinde bir yeryüzü cehennemine doğru hızlı adımlarla evrilmekte olduğunu göstermektedir. Gerçekten de insanlığın önünde bir ekolojik yıkım tehlikesi vardır ve bugünkü eğilimler tersine çevrilemezse dünya için çok geç olabilir.
Kapitalizmi yıkmaktan başka çare yok!
Doğa birbirine bağlı bir ekosistemler bütünü olduğundan yaşanan sorunların önemli bir kısmı bütünsel boyutlara sahiptir. En azından kapitalizm döneminde pek çok çevresel sorun kendisini küresel boyutlardaki etkileri ile ortaya koymuştur. Dolayısıyla ekolojik sorunların etkileri dünyadaki tüm canlılar tarafından topyekûn yaşanmaktadır.
Küresel ısınma üzerine yapılan çok sayıda araştırma sayesinde dünya, tarihinde belki de ilk defa fiziksel yok oluşun da bir ihtimal olabileceğini bu kadar yaygın ve açık biçimde tartışmaya başladı. Bilim ve teknolojideki tüm ilerlemelere rağmen, toplumun, kontrol edemediği güçlerin insafına terk edilmiş durumda olduğuna dair Marksist tez daha anlaşılır hale geldi. “Ya Sosyalizm Ya Barbarlık” sloganı ise dünyanın fiziksel yok oluşunu da bir ihtimal olarak içerecek biçimde anlamını genişletti.
Kapitalizmin elinde bilim ve teknoloji, uygarlığı tehdit eden potansiyelleriyle insanlığın kâbuslarına sebep olmaktadır. Ancak bütün bu çevresel felâketlere ve olası kıyamet senaryolarına rağmen, yine bilimin ve teknolojinin geldiği düzey sayesinde insanlığın kurtuluşu da mümkün olabilecektir. Bilimsel ilerlemelerden geriye dönüş diye bir şey yoktur. Var olan ilerlemeleri reddetmekle sorunlar aşılamaz. Bütün bu sorunların çözüm yolu, kapitalist üretim anarşisine son vermekten geçiyor. Teknolojinin doğanın geri dönüşsüz bir biçimde tahrip edilmesi doğrultusunda kullanılmasının ve çevreyi mahvedip yeryüzünde bir cehennem yaratmasının engellenmesi, ancak kapitalist üretim tarzının bir devrimle ortadan kaldırılması sayesinde mümkün olabilecektir. Bugün dünya işçi sınıfının somut tarihsel görevi de budur.
link: Selim Fuat, Küresel Isınma Tehdidi Altında, Geleceğimiz, Şubat 2007, https://marksist.net/node/1425
“Yoksa bizi beğenmiyor musunuz?”
İstanbul’da İki Ayrı 8 Mart Mitingi