Toplumda egemen olan fikirler egemen sınıfın fikirleridir.(K. Marx)
Dünyayı bir ağ gibi saran kapitalizm insanın beynini de ağ gibi sarmış durumda. Gündelik yaşamımızda dahi insanlığın nasıl çürüyerek yok oluşa doğru sürüklenmekte olduğunu görebilmek mümkün. Okul sıralarından fabrika tezgâhlarına kadar her yerde, insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde bu gerçek kendini açığa vuruyor. Çürümenin kaynağı ise bu fabrikaların ve okulların mülkiyetine sahip olanlar yani kapitalistler. Kendileri rahat bir yaşam sürerken fabrikalardaki ve sokaklardaki insanlar yaşamdan hiçbir beklentileri olmaksızın, yaşamı bir ömür törpüsü gibi algılayarak, insana özgü olan düşünme, algılayabilme ve değiştirmek için harekete geçme iradesini gösterebilme yetenekleri köreltilmiş, bu anlamıyla hayvandan hiç de farklı olmayan bir şekilde gündelik yaşamlarını sürdürmeye mahkûm edilmiş durumdalar. Mutluluk bu dünyada değil de, yaşamda çekilen tüm sıkıntıların ödülü olarak ölümden sonra tadılabilecek bir şeydir kimileri için. Ne de olsa kendi varlıklarının anlamı çalışmak ve burjuvalara zenginlik üretmektir. Çalışmadıkları zaman yaşamaya da hakları kalmıyor.
İşçilerin ürettikleri değerlere pervasızca el koyan kapitalist sınıf, dünya kendisinin malıymışçasına davranarak işçilerin yaşamlarına da nüfuz ediyor. Kendi çıkarlarını toplumun çıkarıymış gibi göstererek kendi sınıfsal mevcudiyetini sonsuz kılmak için sınıfsal düşmanı olan işçi sınıfını ulusal, dinsel, mezhepsel, tuttukları futbol takımları, doğdukları şehirler vb. temelinde parça parça ediyor. Böylece her bir parçayı kendisine bağlı kılabiliyor: “parçala ve yönet!”
Sınıf bilincinden yoksun bir işçi için yaşamın anlamı, tuttuğu takımın en büyük rakibini yenmesi veya şampiyon olmasından ibaret olabiliyor. İşyerinde uğradıkları haksızlıklar karşısında mücadele etme cesaretini gösteremezken, futbol maçını izlerken çok farklı bir kimliğe bürünebilir, bir anda karşı takımın taraftarıyla ölümüne kavga edebilir, stadyum dışında polisle bile çatışabilir. Olur ya tuttukları takım maçı kazanmıştır, işte o zaman dünyanın en mutlu insanlarını karşınızda görmeniz mümkün olur. Nasıl ki küçük bir çocuğun eline şekeri tutuşturduğunuzda büyük bir mutluluk duyuyorsa, takımı maçı kazanmış olan emekçi ya da işsiz, bütün sıkıntılarını unutarak bilinçsizce, kendinden geçmişçesine sevinir. Söz konusu olan “milli” takım maçıysa sevinci daha da katlanır. Kendi milletinin takımının başka milletin takımını yenmesinden dolayı büyük bir “onur” duymaktadır o vakit. Ama ya kaybettiğinde? Bu defa, tıpkı son İsviçre maçının sonrasında gördüğümüz gibi “ulusal” onuru incinir ve acısını diğer takımın oyuncularından veya izleyicilerinden çıkarır.
“Vatani” görevlerini yerine getirmek için askere giden gençlerin durumu da bundan çok farklı değil. Onlar da “kendi” devletlerini diğer potansiyel düşman devletlerden, iç ve dış düşmanlardan(!) korumak için askerlik yaptıklarını sanırlar. Üzerinde yaşadıkları devlete vefa borcunu ödemeleri gerektiği vaaz edilmiştir hep. Her türlü ideolojik araçla (eğitim, medya vb.) tüm yabancıların kendisine düşman olduğu öğretilmiştir ona. Bu nedenle küçük bir kayalık yüzünden Yunanistan’la sorun yaşandığında, onun vereceği refleks de aslında egemen sınıfın ideolojisinin kendisine kazandırdığı, kendinin olmayanı koruma refleksidir. Kendi burjuvazisinin “onuru”nun, yani ulusal onurun, kendi onuru olduğunu düşünür. Bu yüzden bir savaş çıkıp cepheye gittiğinde kendi ulusunun onurunu savunduğunu sanır. Düşünürken ve konuşurken devlet kelimesinin önüne “bizim”i eklemeyi öğrenmiştir, sanki onu sefalet koşullarında yaşamaya mahkûm eden kendi patronunun devleti değil de, bir biçimde “kendi vatanının” yeraltı ve yerüstü zenginliklerine göz diken yabancı devletlermiş gibi. İşçi düşmanının içerde değil dışarıda olduğuna inandırılmıştır. Ona bu zokayı yutturan devletin gerçek efendileri yani burjuvalar, ortalığı dumana bulayarak milliyetçilik zehrini işçilere aşılıyorlar.
Çitler neden vardır?
Toplumun sınıflara bölünmesine yol açan eşitsizlikler peyda olduğunda çitler de boy vermeye başlamıştı. Çitlerin amacı önce evcilleştirilen hayvanların kaçmasına engel olmak, daha sonra ise kendine ait olduğunu ilan ettiği toprak parçasına yabancıların girmesini engellemekti. Sonra bu çitler yayıldılar ve yükseldiler. Aynı kabiledeki insanların da arasında sınırlar belirdi. Toplumda bir kesim çalışıyor, üretiyor, bir kesim yönetiyordu. Yönetenler toplumda “herkesin yapamayacağı” yönetme işini üstlendikleri için kendileri dışında kalan herkes onların ihtiyaçlarını sağlamak zorundaydı.
Tarihte ezilenlerin ezenlere karşı ilk mücadelesi olarak bilinir Spartaküs Ayaklanması. Roma egemenlerinin zevki için, köleler arasından seçilen ve birbirleriyle savaştırılan gladyatörler, Roma’nın zulmüne karşı tüm kölelerle birleşerek büyük bir ayaklanmayı başlatmışlardı. Amaçları, o zamanki düşünce ufuklarında, kendilerini ezenleri sistemleriyle beraber tümüyle ortadan kaldırmak değil, Romalıların olmadığı başka kıyılara gitmekti. Savaşın sonunda yenilseler de onlar ilk kıvılcımı çakmışlardı. Aradan geçen yüzlerce yıl, mücadeleyi sönümlendirmek bir yana daha da ateşledi. Yaklaşık altı bin yıldır var olan sınıflı toplumlar tarihinde sömürenlere karşı zafer de kazanılabileceğini ve sınıflı toplumu kökünden atıp yeni bir toplumun temellerinin atılabileceğini de gördü günümüzün sömürülen sınıfı olan proletarya.
Dünya, sınıfların ortaya çıkmasından beri sınıf savaşlarının arenasına dönüşmüş durumda. Egemen sınıflar barbarlık döneminde gladyatörleri zevk için birbirlerine boğazlatırlarken, bugün de bütün dünyayı toplu ölümlerin, soykırımların yaşandığı kanlı bir arenaya dönüştürmüş durumdalar. Sınıflı toplum varolduğundan beri insanlık tarihi bir tragedyalar tarihi olarak yaşanıyor. Sömürülen sınıflar baştan beri kendilerine ait olmayan bir sistem içinde, kendilerine ait olmayan araçlarla, kendilerine ait olamayan zenginlikleri kimi zaman ölümü göze alarak üretiyorlar. Egemen sınıflar arasında savaş çıktığında savaş meydanına kendi sınıfı için değil, dünyayı paylaşamayan egemenlerin çıkarları için, ama bu gerçeğin farkına varmaksızın gidiyor. 1950’lerde patlak veren Kore Savaşında Türkiye adına cepheye gönderilen askerlerin içinde savaşın nedenini bilen var mıydı gerçekten? Onlardan ulusal menfaatler için gerektiğinde ölümü göze almaları istenirken bu ulusal menfaat denilen şeyin gerçekte kendisini sömüren sınıfın menfaati olduğunu bilmiyorlardı. 1974’te Kıbrıs’a giderken de aynı durumdaydı, günümüzde Kürt ulusal mücadelesine karşı burjuvazinin yürüttüğü savaşta da!
Yaşam düz bir çizgi üzerinde ilerlemiyor. Her defasında bir öncekinin acı bir tekrarı gibi yaşanan olaylarda, arenaya sürülenler, algıları burjuva ideolojisi tarafından köreltilmiş, kendi sınıfsal aidiyetinden ve çıkarlarından bihaber olan işçi sınıfının unsurlarıdır. Bugün insan yaşamı, senaryosu burjuvazi tarafından yazılan ve oyuncuları işçi sınıfından oluşturulmuş koca bir tiyatro oyununu andırıyor. Her perdede canlı katliam sahneleri; düşman ülkenin asker üniforması giydirilmiş işçi kardeşini boğazlayan, yine üzerindeki işçi tulumu yerine asker üniforması giydirilmiş, çekiç yerine silah ve bombalarla donanmış bir başka işçi. Yapılan iş arasında çok da fark yok aslında. İlkinde zenginlikleri burjuvazi için üretiyor, ikincisinde bu istifade edemediği zenginlikleri burjuvazi için silahla koruyor veya “düşman” ülkede üretilen zenginliklere burjuvazi için el koyuyor. Yani işçi sınıfı bu haliyle tıpkı Marx’ın ifade ettiği gibi “kendisi için sınıf” olmaktan uzak. Ve işçi sınıfı kendiliğinden bunun farkına varamayacaktır.
Bütün bunların suçlusu toplumu sınıflara bölen özel mülkiyet düzenidir. Bugün bunun adı kapitalizmdir! Ve kapitalizm dünya üzerinden süpürülmedikçe insan yeniden insanlaşamayacaktır. Bu toplumsal koşullarda devrimcileşip mücadeleye omuz vermedikçe de bir insanın yaşamı anlamlı olamaz.
Tabloyu tersine çevirmek, insanlığı içine sürüklenmekte olduğu girdaptan kurtarmak Marksizm bilimini kuşanmış, geçmiş sınıf mücadeleleri pratiğinden doğru dersler çıkarmış ve bu dersleri sınıfa doğru biçimde taşıyabilen, sınıf içerisinde yorulmadan, usanmadan ısrarcı bir çalışma yürüten enternasyonalist komünist bir dünya partisine sahip işçi sınıfının ve onun genç kuşaklarının eseri olacaktır!
Birleşeceğiz, Örgütleneceğiz, Kazanacağız!
Sınıfsız Bir Dünya Kuracağız!
link: İstanbul’dan bir MT okuru, İnsan Olmak İçin Devrimci Olmak!, 10 Mayıs 2006, https://marksist.net/node/1010
Birleşen işçiler yenilmezler
Burjuva Uyanıklığına Karşı Sınıf Uyanıklığı!