Yürümekte olan Üçüncü Dünya Savaşının bir parçası, bir cephesi olan Suriye savaşı, yaklaşık beş yıl sonra, öncesinde görülmedik bir hızla alevlendi. HTŞ güçleri diğer partnerleriyle birlikte 27 Kasımda başlattıkları saldırıyla Halep’i ele geçirdi ve Hama’ya doğru ilerlemeye başladı. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, İsrail’in Gazze’de başlatıp Lübnan’a yaydığı savaşı takip eden bu saldırı dalgası Büyük Ortadoğu Projesinde yeni bir aşamaya geçildiğinin işaretidir. ABD emperyalizmi ortaklarıyla birlikte projeyi hızlandırmaya karar vermiştir. Terörist olarak adlandırdığı örgütleri ve eylemlerini bahane ederek savaşı İsrail eliyle yeni bir düzeye taşıyan ABD, şimdi de terörist olarak adlandırdığı HTŞ aracılığıyla yıkım eylemini hızlandırmaktadır.
Öyle anlaşılıyor ki ABD, dünya savaşının Ortadoğu cephesinde ciddi bir ilerleme kaydetmek istemektedir. İran’daki molla rejiminin sona erdirilmesi, bölgede esasen I. Dünya Savaşının sonunda çizilmiş devlet sınırlarının mevcut güç dengelerine göre yeniden çizilmesi, yeni devletlerin oluşturulması temel amaçlardır. Yıkımı son noktasına taşıyarak gerekli “düzenlemelere girişme” aşamasına geçmeye çalışmaktadır. Bunun tamamlanması başarılsın ya da başarılamasın, bir an önce sonraki halkaya, Pasifik cephesine odaklanmayı hedeflemektedir.
ABD-İsrail düğmeye basmıştır ve İran’a dönük yeni bir saldırı dalgasının perdesi açılmıştır. İsrail’in Lübnan’da yürüttüğü savaşın karşı tarafının Hizbullah yani İran olduğu, Suriye’nin de İran’a açılan kapı konumunda bulunduğu biliniyor. Şimdi, Suriye’deki ve Lübnan’daki Hizbullah güçleriyle İran’a bağlı resmi ya da gayriresmi güçler ağır darbeler alıp zayıflamışken, Esad yönetimine nihai darbe vurmanın zamanı geldi diye düşünüyor Siyonistler ve ABD emperyalizmi. İsrail başbakanı Netanyahu’nun, Lübnan’da ateşkes ilan ettiği konuşmasında Suriye’yi çok açıkça tehdit etmesinden birkaç saat sonra cihatçıların Halep’e saldırıya geçmesi tesadüf olmasa gerektir.
Bu süreçte HTŞ ve bağlı güçleri ciddi bir ön hazırlık sürecinden geçirdiği ve teknik olarak kolay elde edilemeyecek silahlarla donattığı anlaşılan ABD-İngiltere-İsrail cephesi, Esad rejiminin askeri kapasitesinin zayıflığını, İran askeri güçlerinin son süreçte aldığı darbeleri ve Rusya’nın içinde bulunduğu zorlu durumu değerlendirerek harekete geçmiştir. Bilindiği gibi Ukrayna savaşının başlamasıyla birlikte Rusya’nın Suriye’deki askeri güçlerinin büyük bölümünü Ukrayna’ya kaydırması, Suriye’deki etkinliğini bariz şekilde zayıflatmıştı. Tüm bu zafiyetler HTŞ’nin beklenmedik bir kolaylıkla Halep’i ele geçirip harekâtı daha da genişletmesine olanak tanımıştır.
Gazze savaşını takip eden gelişmelere kadar, ABD-İsrail’in İran’la savaşı dolaylı olarak yürüyordu. İsrail’in hem doğrudan İran’a hem de Suriye’deki İranlı generallere saldırması, savaşı doğrudan hale getirdi. ABD’nin benzer eylemleri de öyle. ABD’nin GOP ya da BOP’unun en başta gelen hedeflerinden biri İran’dı. Belli ki ABD-İsrail cenahı, artık doğrudan İran’ın sırasının geldiğini düşünüyorlar ve onu doğrudan hedefe koydukları BOP’un ikinci aşamasını başlatmayı kararlaştırmış durumdalar. Bütün bunlar meselenin Suriye’yle sınırlı olmadığını açıkça gösteriyor. Suriye’yle birlikte Irak’taki İran etkisini de kırmayı ve ardından İran’ın kapılarına dayanmayı düşünüyorlar.
Öte yandan tüm bu ülkelerin bir diğer ortak tarafı da hepsinde parçalanmış bir halk olarak Kürtlerin varlığıdır. ABD emperyalizminin bu üç ülkeyi de istediği gibi yeniden şekillendirmesi, Kürt sorununu da tüm bölge çapında kendi çıkarları doğrultusunda “çözmeye” girişmesi anlamına geliyor. ABD’nin amacı, Rojava’daki Kürt varlığına kalıcı bir statü, meşruluk ve tanınma sağlamaktır. Ama bunun için Kürt halkının en büyük parçasının yaşadığı Türkiye’de de bir değişimin yaşanması şarttır. Bu durumda, Türkiye’nin hem İran’a karşı net bir tutum alması, hem de Kürdistan sorununa dönük emperyalist planlara razı gelmesi gerekiyor. İlk mesele kolayca halledilebilir, zira Türk egemen sınıfının fabrika ayarlarından biri bölgedeki en güçlü rakibi olarak İran karşıtlığıdır ki, Erdoğan ekibinin mezhepçi zihniyeti bunu daha da kolaylaştırmaktadır. Kürdistan’a yönelik emperyalist merkezlerde yapılan planlar konusunda ise TC egemenlerini bir parmak şıklatmasıyla hizaya sokmak mümkün değildir. Bunun adının anılması bile Türk egemen sınıfı içerisinde ciddi yarılmaları ve çatışmaları beraberinde getirir. Nitekim güz başından itibaren artık alenileşen kimi girişimlerden de görüldüğü gibi, bu gerilim ve çatışma hali çoktan başlamıştır.
TC’nin dahli
TC resmi olarak HTŞ saldırısını sahiplenmiş ya da destekliyor görünmese de (keza ABD de bizimle ilgili değil açıklamasında bulundu), sızdırılan birçok açıklamayla ondan yana olduğunu ifade etti. Diğer taraftan kimi AKP taraftarları derhal “Halep de, Musul da, Kerkük de bizimdir” yaygarası kopararak, emperyal hayallerini dışa vurmakta gecikmediler.
Şurası açık ki, başından itibaren izlediği politikalarla Erdoğan iktidarı Suriye’nin yaşadığı yıkımdan sorumludur. Ama unutmayalım bu yıkımın esas sorumlusu ABD-İngiltere-İsrail blokudur, Erdoğan iktidarı bu blokun küçük ortağı olarak yıkımda pay sahibidir. Sonrasında Kürt meselesinin gelişimi nedeniyle Suriye somutunda bu blokla araları bozulmuş olsa da, TC hiçbir zaman esas oyun kurucu bir pozisyona ulaşamamıştır. Bugün ABD-İsrail Suriye’de yeniden harekete geçmişken, Erdoğan da kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Nitekim iktidar çizgisindeki siyasetçi ve yazarlar HTŞ’nin Kürtlerle çatışmaktan uzak durmasından yakınmakta ve ABD’ye yönelik sitemde bulunmaktadırlar. Dahası saldırının üçüncü gününde TC’nin yönettiği SMO birlikleri el-Bab’tan güneye ve Halep’e doğru harekete geçmişler ve Kürt güçleriyle çatışma içine girmişlerdir. TC’nin düğmesine bastığı cephe burasıdır.
TC’nin gözünü Menbiç ve Tel Rıfat’taki Kürt bölgelerine dikmiş olduğu, Fırat’ın batısında Kürtleri tamamen etkisiz hale getirmeyi arzuladığı bir sır değil. Bugüne kadar, Afrin’i işgal etmeye girişirken ABD ve Rusya’dan olur almıştı ama Menbiç’e dokunmaması söylenmişti kendisine. Her iki emperyalist gücün de TC’ye Menbiç için bu kez yeşil ışık yakması güçlü ihtimal değildir. Yine de buralardaki Kürt varlığını yok etmek ya da alabildiğine zayıflatmak için Erdoğan’ın bir fırsat beklediğini unutmamalıyız. Nitekim Erdoğan, başlayacak Trump döneminde yürütülecek pazarlıklara elini güçlendirerek girmek isteyecektir ve maceracı adımlar atabileceğini de bugüne kadar yeterince sergilemiş durumdadır.
Rusya’nın önümüzdeki süreçte gelişmelere nasıl tepki vereceği belirleyici önemde olacaktır. Önceki yıllarda Rusya’nın dâhil oluşu Suriye savaşının gidişatındaki tüm dengeleri değiştirmiş, ABD’nin etki alanını büyük ölçüde kısıtlamış ve sonuçta düne kadar hüküm süren tablonun oluşmasına yol açmıştı. Ancak gerek Rusya’nın Esad’ı tam olarak kontrol edememesi gerekse de Ukrayna savaşıyla boğuşuyor olması, bu rolünde büyük bir aşınmaya yol açtı ve doğan boşluktan şimdi HTŞ saldırısı aracılığıyla ABD emperyalizmi fazlasıyla yararlanıyor. Trump’ın görev koltuğuna oturmasıyla Ukrayna’da Rusya’ya taviz verip karşılığında Ortadoğu konusunda ondan taviz koparmaya çalışacağı kuvvetle muhtemeldir.
Her halükârda, yaşananlar Ortadoğu savaşının son bir yıldır yaşanan yeni kızışma evresinin doludizgin sürmesi ve emperyalist planların hızlanması anlamına gelmektedir. Bölgenin tüm emekçilerini daha da büyüyen acılarla dolu bir süreç beklemektedir. Devletçi ve milliyetçi histeriye verilecek en küçük taviz dahi egemenlerin ekmeğine yağ sürmek anlamına gelir. “Halep bizimdir”, “Musul bizimdir” şeklindeki iddiaları savunan egemenlerle işçi sınıfının hiçbir ortak çıkarı olamaz. Bölgenin tüm ülkelerinin emekçilerinin gerçek çıkarları ortaktır. Savaşa, onu yayma çabalarına karşı durmak, bu temelde işçi sınıfının ve ezilen halkların ortak mücadelesini güçlendirmek şarttır.
Kahrolsun Emperyalist Savaş Tacirleri!
Kahrolsun Kapitalist Sömürücüler!
Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği!
link: Marksist Tutum, Ortadoğu’daki Son Gelişmeler Neyi Anlatıyor?, 3 Aralık 2024, https://marksist.net/node/8393
Marx’ın Kapital’ini Okumak, III. Cilt /16