ABD emperyalizminin işgali altındaki Irak'ın işçi ve emekçi halkları, anayasa tartışmalarıyla birlikte bir kez daha egemen sınıfların yanında taraf olmaya zorlanıyorlar. Kalıcı bir anayasanın oluşturulması ve ülke genelinde kabul görmesi, emperyalistlerin ve Iraklı egemenlerin arzu ettiği doğrultuda 'yeni' bir Irak'ın kurulması açısından son derece önemli görünüyor. Anayasa metni, kapitalist bir devlet olarak Irak'ın nasıl bir rejimle yönetileceğini, dolayısıyla Irak egemen sınıflarını oluşturan farklı kesimlerin 've kuşkusuz bunların sırtını dayadığı emperyalist-kapitalist odakların' çıkarlarını, yönetimde alacakları rolü ve ekonomiden alacakları payı belirlemesi bakımından önem taşıyor. Dolayısıyla da sadece ülke içindeki egemenlerin değil, en başta emperyalist güçler olmak üzere bölgedeki diğer kapitalist devletlerin de dahil olduğu bir süreç söz konusudur. Bu açılardan bakıldığında, anayasanın hazırlanmasına, pek çok belirsizliğin, çekişmenin ve yoğun bir 'at pazarlığı'nın eşlik etmesi de kaçınılmazdır.
Geçen yıl hazırlanan geçici anayasada, kalıcı anayasa taslağının 15 Ağustosa kadar hazırlanarak meclis onayına sunulması, 15 Ekimde referanduma gidilmesi ve 15 Aralıkta da bu çerçevede yeni hükümetin seçilmesi öngörülüyordu. Ancak, herkesin tahmin ettiği gibi, anayasa metninin hazırlanması sürecinde, zaten ulusal birlik görüntüsü vermekten uzak olan Kürt, şii ve Sünni egemenleri arasında çetin bir siyasi pazarlık yaşandı.
Halihazırda ve birkaç ertelemeden sonra anayasa metni meclise sunuldu ve Sünnilerin muhalefetine rağmen Kürtlerin ve şiilerin anlaşmasıyla, oylama dahi yapılmadan referanduma götürülme kararı alındı. Mevcut yasaya göre ülke genelinde yapılacak referandumda, üç vilayetten 'hayır' oyu çıkması durumunda anayasa metninin tekrar hazırlanması gerekiyor. Anayasa metni üzerinde, özellikle federalizm, yasaların İslami bir temele dayandırılması ve petrol gelirlerinin paylaşımı gibi konularda ciddi bir tartışma devam ediyor. Sünni egemenlerle şii ve Kürt egemenler henüz kendi aralarında bir uzlaşıya varmış değiller ve referandum sonucunda anayasa tasarısının reddedilmesi ihtimali giderek güçleniyor.
'Merkeziyetçi' Sünniler, 'teokratik' şiiler ve 'ayrılıkçı' Kürtler
Tartışmalı konuların başında; Irak'ın federal bir cumhuriyet olarak tanımlanması, Kürdistan bölgesinin kesin olarak tanınması ve yeni bölgelerin oluşumuna olanak sağlanması gibi hükümler geliyor. Özellikle Sünni grupların itiraz ettiği bu hükümlere göre, kuzeyde Kürtlerin ve güneyde de şiilerin özerk bölgeler oluşturması mümkün olacak. Petrol yataklarının ve üretiminin de daha ziyade bu özerk bölgelerde kalacağını göz önüne alan Sünni gruplar, merkezi yönetimi zayıflatacak her türlü girişimin ülkeyi bölünmeye ve kendilerini de dışlanmaya götüreceğini söylüyorlar. Kuşkusuz asıl dertleri, zaten büyük ölçüde dışında kaldıkları siyasi iktidar mekanizmalarından tamamen yalıtılmak ve siyasi güçleri azaldığı ölçüde petrol gelirlerinden pay alamamaktır. Irak'ın üç ayrı özerk bölgeden oluşan bir siyasi yapıya kavuşması, onlar açısından kabul edilemez bir durumdur.
Geçmişte Irak'ın tümünü yöneten bu kesimin siyasi çıkarları açısından bakıldığında, eski güçlerine kavuşmak uzak bir hayal haline gelmiş olsa da, en azından Kürtler ve şiilerle 'eşit' haklara sahip olmayı istemeleri kaçınılmazdır. Oysa federal yapı, nüfusun %60'ını oluşturan şiilerin, Sünni kesim karşısında ciddi ölçüde güçlenmesine yol açacağından, Sünni liderler, Kürtlerin özerkliğini kabul etseler bile yeni bölgelerin oluşmasına olanak tanıyan anayasa hükümlerine kesin surette karşı olduklarını belirtiyorlar.
Yeni anayasa, ABD yönetiminin de baskısıyla, eski Baas yöneticilerine siyaset yapma yasağı getiriyor. Önce çok daha geniş kapsamlı olarak koyulması düşünülen bu yasak, nihayetinde yöneticilerle ve önde gelen isimlerle sınırlandırıldı. Büyük oranda eski Baasçılardan, Saddam'ın ordusunun subaylarından ve radikal dincilerden oluşan silahlı gruplar, işgal karşıtı direnişin de belkemiği durumundadırlar. Dolayısıyla hem direnişi zayıflatmak, hem de Sünni grupların anayasanın oluşturulması sürecine daha fazla iştirak etmelerini sağlamak için verilen tavizler sonucu, anayasadaki ilgili hüküm, 'Saddam'ın Baas'ı yasaklanmıştır' şeklinde değiştirilmiştir. Fakat yine de bu tür kırıntılarla yetinmeye niyetli görünmeyen Sünni grupların temsilcileri, 15 Ekimde yapılacak referandumu boykot etmeyeceklerini fakat 'hayır' oyunun çıkması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını belirtiyorlar.
Yeni anayasa, Kürtlere fiili olarak elde ettikleri durumlarını yasalaştırma ve şiilere de özerk bölgeler yaratma imkânı sağladığı için, bu iki kesim arasında, bu konuda bir anlaşmazlık yok. İşin aslı, Kürdistan adı altında bir özerk bölgenin oluşturulması hiç de yeni bir durum değildir. Neredeyse yüz yıldır bağımsız bir devlet kurmak için mücadele veren Kürtler, daha 1970 yılında Saddam rejimiyle özerklik hakkını da içeren bir anlaşma yapmışlar, fakat özerkliğin yanı sıra parlamento kurulmasını ve petrol gelirlerinden pay verilmesini de içeren bu anlaşma hiçbir zaman uygulamaya konmamıştır. Yürüttükleri bağımsızlık mücadelesi on yıllardır emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilmiş olan Kürtler, şimdi ortaya çıkan elverişli siyasal zeminden de yararlanarak, güney Kürdistan denilen bölgede bugün fiilen bir Kürt devleti kurmuş durumdadırlar. Anayasada yer alan 'bölgesel yönetimlerin, yasama, idari ve yargı yetkisi vardır' ibaresi, Kürtler açısından mevcut durumun yasalaştırılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
Kürdistan'ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasının zorlu ve uzun bir mücadelenin konusu olduğunun farkında olan Kürtler, şimdilik özerklikle yetineceklerini daha baştan ortaya koymuşlardı, fakat pazarlık payı bırakmak açısından da daha ileri talepleri öne sürmekte tereddüt etmediler. Fakat ABD yönetimi, Türkiye ve İran gibi bölgede söz sahibi olmak isteyen devletlerin ve Irak içinde de Sünni grupların yoğun itirazları karşısında, en azından şimdilik özerkliğin yeterli olacağına kanaat getirmiş, Kürtleri de buna 'ikna' etmiştir.
Diğer taraftan anayasa metnine şiilerin baskısıyla koydurulan 'İslam, devletin dini ve yasamanın ana kaynaklarından biridir' ifadesi ise, asıl olarak şii din adamlarının İran'daki gibi anayasal bir statüye sahip olmak istemelerinden kaynaklıdır. 'Ulema'yı oluşturan bu dini liderler, şii burjuvazisinin temsilcisi ve parçasıdırlar. Siyasi otoritelerini sürdürebilmeleri, mevcut durumlarını yasal açıdan da meşrulaştırmalarıyla mümkündür. Dolayısıyla Kürtler ve Sünni kesimler karşı çıksa da, şii egemenler açısından bu talep büyük önem taşıyor. Daha demokratik ve laik bir programa sahip Kürtlerle, bir kısım Sünni çevrelerin yoğun itirazlarına rağmen bu hükümler, küçük rötuşlarla da olsa anayasada yer almıştır. 'Özgürlük ve demokrasi' uğruna Irak'ı işgal ettiğini iddia eden ABD emperyalizmi ise, şeriat rejimlerini andıran bu ifadelerin anayasada yer alması karşısında ses çıkarmamıştır.
Anayasa metnindeki en tartışmalı konulardan birisi de, hiç kuşkusuz, petrol ve doğalgaz gelirlerinin paylaşımı meselesidir. Metinde yer aldığı haliyle 'Varolan petrol ve doğalgaz kuyuları, üretimi yapan bölgelerle birlikte merkezi hükümet tarafından yönetilir. Gelirleri bölgelerin nüfusuna göre adilane dağıtılır' denerek çözülmeye çalışılan sorun, daha birçok maddede de olduğu gibi Sünnilerin yoğun itirazlarıyla karşılaşmıştır. Nüfusa göre dağılım çerçevesinde şii grupların kârlı çıkacağı gerçeği bir tarafa, Sünni kesimlerin asıl korkusu ülkenin kuzeyinde (Kürt bölgesi) ve güneyinde (şii bölgesi) yoğunlaşmış olan petrol kuyularına ileride yenilerinin eklenmesi durumunda, buradan elde edilecek gelirlerin bölgesel yönetimler tarafından tutularak, daha ziyade ülkenin orta ve batısında yaşayan Sünnilerin söz hakkının ortadan kalkması ve en temel gelir kaynağından mahrum kalmalarıdır. Çünkü mevcut düzenlemeye göre, elde edilen gelirlerin merkeze gönderilmesinden önce bölgesel yönetimler, çeşitli fiili ve yasal düzenlemelerle bu gelirin ciddi bir kısmına el koyabilmekte ve bunu çeşitli yatırımlarda kullanabilmektedirler. Ayrıca önemli bir petrol şehri olan Kerkük, şu anda anayasa metnine göre Kürt bölgesine dahil olmasa bile, anayasada yer alan 'bir veya daha fazla vilayetin bölge oluşturma veya bir bölgeye katılma hakkı vardır' ifadesi, ileride yapılacak bir seçim sonucu zaten Kürtlerin çoğunlukta olduğu bu kentin de Kürt bölgesine katılmasının önünü açmaktadır. Güneyde ise petrol üretiminin ve dağıtımının kalbi sayılan Basra zaten şiilerin elinde olduğundan, Kürtler ve şiiler açısından uzlaşma sağlanmış olsa da, Sünni gruplar kentlerin birleştirilip bölge oluşturma maddesini kabul edilemez bulmaktadırlar.
Ankara: 'Tehlike yok'
Irak Ulusal Meclisi'nde pazarlıklar devam ederken, ABD yönetiminin memnuniyet dolu açıklamaları bir tarafa bırakılacak olursa, ne AB devletlerinden ne de Rusya, Çin gibi ülkelerden ciddi bir açıklama gelmiştir. Genel olarak herkes yorum yapmaktan kaçınmakta ve bekle-gör politikası izlemeyi tercih etmektedir. Sessizliğin sebebi, Irak'ın siyasi zemininin kayganlığı ve sürecin her türlü gelişmeye açık oluşudur.
Türkiye ve İran gibi bölgede söz sahibi olmaya çalışan devletlerin sözcüleri, yaptıkları açıklamalarda anayasa metnini olumlu karşıladıklarını ve yaşanan gelişmelerde şimdilik bir 'tehdit' görmediklerini ifade ettiler. İran burjuvazisi, Irak'ın güneyindeki şiilerin özerklik kazanmasını ve devlet yönetiminde de önemli ölçüde söz sahibi olmalarını sevinçle karşıladı. Anayasada yer alan 'İslam'ın yasamanın ana kaynaklarından biri olması' ifadesi ve 'Irak'ın Müslüman âleminin bir parçası' sayılması, şii din adamlarının devlet yönetiminde etkin biçimde yer almalarını meşrulaştıracağından, İran'dakine benzer bir rejimin kurulması veya en azından ülkenin bir kısmında bu rejimin işlemesi hiç kuşkusuz İran'ın nüfuzunun artması anlamına gelebilir.
Ne var ki, her iki ülkenin de temel vurgusu Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması üzerinedir. Hem TC hem de İran bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasından çekiniyorlar. Ve her iki devlet için bu korkunun asıl sebebi, kendi topraklarında yaşayan Kürt nüfusun bu gelişmelerden etkilenerek bağımsızlık taleplerini ve mücadelelerini yükseltmeleri ve belki de ayrılmaları ihtimalidir.
Türkiye topraklarında bağımsız bir Kürt devletinin kurulacağı korkusu, TC'nin statükocu güçlerinin belirlediği geleneksel politikaya uzun yıllar damgasını vurdu. Türkiye'deki Kürt sorununa ilişkin olarak burjuvazi içinde fikir ayrılığı sürmektedir. Liberal burjuvazi Kürt sorununda kültürel özerklik gibi yaklaşımlar temelinde bir çözüm savunurken, statükocu kanat bu yaklaşımları şiddetle reddetmekte ve son dönemde olduğu gibi toplumu kendi çıkarları doğrultusunda provoke etmekten kaçınmamaktadır.
ABD emperyalizminin Irak'ı işgaliyle doğan ortamda önemli siyasal mevziler elde eden Kürtler, yakaladıkları tarihsel fırsatı azami ölçüde değerlendirme çabasındadırlar. Fakat Kürtlerin ulusal kurtuluş mücadelelerinin tarihi, aynı zamanda ihanetlerin ve emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilmenin de örnekleriyle doludur. Bugün için ve kendi çıkarlarıyla örtüştüğü ölçüde ABD emperyalizmi, Kürtlerin güçlenmesine ve devletleşme doğrultusunda hayli yol almalarına izin vermiştir. Yine de, orta ve uzun vadede işlerin nasıl gelişeceğini kestirmek pek kolay değildir. Türkiye ve İran egemenleri, federal bir yapıya onay vermiş görünüyorlar. Onların bu onayını, bağımsız bir devletin ilan edilmesini engellemek için ve ABD'nin baskısıyla verilmiş bir taviz olarak değerlendirirsek, bağımsızlık mücadelesi ilerledikçe Kürtlerin karşılaşacakları tepkileri kestirmek zor değildir.
Gerçek çözüm nerede?
Ulusal sorunun kapitalizm altında çözülmesi pekâlâ mümkündür. Ne var ki böylesi bir çözümün, emperyalistlerin hegemonya yarışından ve paylaşım kavgasından bağımsız olabileceğini düşünmek gerçekçi değildir. Tam da bu karakterinden ötürü, ulusal mücadelenin başını çeken burjuva milliyetçi önderliklerin, emperyalizmin şu veya bu kampına sırtını dayamasına, onunla işbirliği yapmasına kızarak ezilen ulusun bağımsız devlet kurma hakkı konusunda aleyhte tutum takınmak da doğru değildir.
Ne var ki Türkiye solunun bu konuda tutarlı ve ilkeli bir politika ortaya koyduğunu söylemek güçtür. Emperyalizme karşı olmak Amerikan karşıtlığı ile sınırlandırıldığından, anti-Amerikancılık adına Kürtlerin bağımsızlık mücadelesine karşı çıkılmaktadır. ABD emperyalizminin desteğinden faydalandığı ve onunla işbirliği yaptığı bahanesiyle Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı görmezden gelinmektedir.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında emperyalistlerin bu bölgede sınırları cetvelle çizdikleri bilinmektedir. şu anda da ABD emperyalizmi, Ortadoğu'yu ve Irak'ı kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek niyetindedir. Özgürlüğe ve bağımsızlığa susamış halkları birbirine kırdırmak, onun iyi bildiği ve yıllardır uyguladığı bir politikadır. Bu yüzden, uluslar arasında gerçek ve kalıcı bir barışın ve kardeşliğin yaratılması, kapitalizm devam ettiği sürece, belki de her yerden daha çok, kaynayan Ortadoğu kazanında olanaksızdır. Evet, ulusal sorun kapitalizm altında çözülebilir, fakat kapitalist çözümler ne ezilen ve sömürülen emekçilerin sorunlarının çözüleceği anlamına geliyor ne de barış ve kardeşliğin kalıcı bir şekilde tesis edileceği anlamına. Bugün Ortadoğu'da bunun gerçekleşmesinin tek yolu proleter devrimden geçiyor. Ancak bu devrimle birlikte kurulacak olan Ortadoğu İşçi ve Emekçi Sovyetleri Federasyonu bölge halklarına kalıcı bir barışı ve kardeşliği getirebilir ve onları emperyalist-kapitalistlerin, petrol şeyhlerinin, kısacası tüm sömürgenlerin sömürüsünden kurtarabilir.
link: Kerem Dağlı, Irak'ta Anayasa Pazarlığı, 15 Eylül 2005, https://marksist.net/node/7181
Küreselleşme /4
Zorunluluklar Dünyasının Uzun Çalışma Saatleri